Jump to content

kavak

Members
  • İçerik sayısı

    2.729
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    137

Everything posted by kavak

  1. Kargo kültlerin en meşhurlarından birisi olan ve hălen ayakta duran birisinin hikayesi, oluşmasının nedeni de dahil, aynen aşağıdaki gibi cereyan etmiştir. Yıl: 1941 Yer: 1980´den beri Vanuatu´ya ait olan Tanna adası Orada görevli olan Amerika´lı askerlerin yaşamı gayet rahat. Bunlar, yerlilerin nazarında "iş" denebilecek herhangi birşey yapmıyorlar; bütün yaptıkları, yazı masalarının arkasında oturmaları, uzun ve telli direkler çakmaları, ışıklar yanıp sönmeye başlayınca küçük cihazlara konuşmaları veya anlamsızca daire içinde yürümeleri. Vaziyet yerliler açısından gayet net: Askerlerin ataları veyahut bir tanrı için, bunlara düzenli aralıklarla değerli malları ve eşyaları göndermesi için yapılan dinsel eylemler olmalı bunlar. Adanın yerlileri, kendileri hiç birşey üretmeden defalarca çeşitli malların beyazlara geldiğini görmüşler. Bundan şu çıkarımı yapmışlar: Gelen malların kökeni doğaüstü bir varlık olmalıydı. Bu yüzden beyazları taklit etmeye başlamışlar. İlk uçaklar beyazlara malları getirdikten sonra adanın yerlileri, yakındaki adanın birinde çalılıkları kesip, temizleyip orada bir tane iniş alanı inşa etmişler ve yanına bambus ağacından bir kontrol kulesi ile agaçtan kulaklıklarla birlikte bir de uçak maketleri yapmayı ihmal etmemişler. Bütün bu uğraşlar John Frum´un uçağını oraya ayartmak içindi - o ise iyiki hiç gelmemiş, yoksa kült ideolojisine göre dünyanın sonu gelmişti. Aslında yeni bir kültün oluşması bu noktada bitti denebilir ve onlar gerçekleri yanlış yorumlamaları yüzünden ömürlerinin sonuna kadar mutlu mesut yaşamışlar. Ancak Tanna´daki kargo kült de, diğer dinlerde olduğu gibi, gerçek oluşum nedenini sürekli muğlaklaştıran bazı değişimlere uğramış. Serüvenin devamı bir dahaki sefere...
  2. İnsanoğlu şimdiye dek binlerce dinler, kültler ve tarikatlar üretmiştir; bazıları yeryüzüne epeyi yayılıp uzun ömürlü olmuşlardır, diğerleri ise kısa ömürlü olup yerel kalmışlardır. Hăl böyle iken bir dinin oluşması için neye ihtiyaç vardır ? Bu sorunun cevabı biraz şaşırtıcı olabilir: Fazla bir şeye gerek yok. Yeni bir dinin oluşumunu gözlemlemenin imkansız olduğunu düşünenler olabilir, çünkü genel kanıya göre dinler çok eski oldukları gibi upuzun bir zamanda büyümüş olmakla beraber somut olarak elle tutulabilir bir yanları da yoktur. Elbette tanınmış mevcut dinlerin yeni yan kolları olmakla beraber, yeni bir din hiçbir zaman başlangıcından çöküşüne kadar detaylı birşekilde gözlemlenmemiştir. Kargo kültlerden bihaber iseniz, dinlerin durumu böyle tanımlanabilir. Kargo kültler isimlerini İngilizce bir kelime olan ve "yük" anlamına gelen cargo´dan alır. Bu bir çatı kavramı olup, birçok farklı ama benzer dini kültlerin olduğu Melanezya´da bayağı yaygındır. Melanezya´nın coğrafik konumu, Avustralya´nın kuzey doğusunda olan, Papua Yeni Gine´nin de ait olduğu Pazifik ada kümeleridir. Bu kültler 2. Dünya savaşı esnasında meydana gelip gelişmişlerdir. Çoğunun ortak noktası, müritlerin bir mesihi beklemeleri ve kıyamet gününde bir "yük" getirecek olması. Çoğunlukla "John Frum" diye anılan bu mesih, bir efsaneye göre tıknaz, yüksek sesli, saçları ağarmış ve parlak düğmeli olup kehanet kabiliyeti olan bir adammış. John Frum´un gerçekten yaşayıp yaşamadığı ise meçhul. Müritlere göre kıyamet gününde yaşlılar gençleşecek, ölümcül hastalıklar tedavi edilebilecek ve "dağlar düpdüz olacak, vadiler dolacak". John Frum, son noktayı İncil´den araklamış olmalı (Jesaya 40, 4) - İncil´i üretenlerin de daha eski olan dinlerden arakladığı gibi. Devamı var...
  3. Güzel bir mevzu. İyi/kötü olmanın zeka ve yetenek ile alakası yoktur. İyi/kötü subjektif bir kavramdır ve kişiden kişiye göre değişir. Kime veya neye göre iyi? Ayrıca zeki olmanın da yetenekli olmakla bir alakası yok, çünkü zeki olmayabilirsiniz ancak bir çok konuda pekala bir hayli yetenekli olabilirsiniz. Mesela çok iyi bir futbol oyuncusu, ressam veya şarkıcı olup da iki cümleyi bir araya getiremeyenler var. Ben soruyu şöyle sormak istiyorum: Zeki mi doğulur yoksa zeki mi olunur? Bu konuda genlerin de rol oynadığını gösteren bazı veriler olmasına rağmen, bilim dünyasında bu hususla ilgili görüş birliği olduğunu zannetmiyorum. Ebeveynleri zeki olup çocukları normal olanlar olduğu gibi tam tersi durumlar da var.
  4. Bizim Temel mezarlıkta iş bulur ve orada çalışmaya başlar. Ancak ikinci gün işi bırakır. Buna anlam veremeyen arkadaşları ona sorar: "Bre Temel. Gül gibi bir iş bulmuştun. Neden hemen bıraktın?" Temel: "Ben enayi miyim? Orada sadece ben çalışıyordum ancak diğerleri hep yatıyor."
  5. Ateist olduktan sonra dindarlığa dönenlerin veya böyle iddiada bulunanların samimi olduğuna benim de pek inanasım gelmiyor. Ne değişti de "tanrı varmış" edebiyatına yeniden başlıyorlar? Tanrıyı mı görmüşler, duymuşlar veya hissetmişler? Yoksa rüyalarına girmiş olmasın? Sanırım ölüm korkusu bazılarına çok ağır geliyor ve bu yalın yok olup gitme gerçeğini bir türlü kabullenemiyorlar. Bu nedenle kendilerini bir nebze olsun avutan bir şeye ihtiyaç duyuyorlar. Hasılı güvenli bir liman arayışındalar.
  6. Bel Yaşlılıktan mı işinden mi yoksa yataktan mı...pek emin değildi. Üzerinde yattığı yatağı alalı 10 seneden fazla olmuştu herhalde. Ortası bir hayli çukurlaşmıştı ve içindeki yaylar da gıcırdayıp duruyordu. Emin olduğu tek şey ise her sabah kalktığında belinin ağrımasıydı. Önceleri pek umursamıyordu ancak son zamanlarda ağrılar çoğalmıştı. Ayrıca uzun senelerden beri yaptığı iş de bel için pek uygun değildi. Bunu nihayet kabul etmek zorunda kalmıştı, çünkü günde 4-5 saat masa başında ekranın karşısında oturmak zorundaydı. Evet...görünen o ki, elinde iki seçenek vardı. Masa başındaki işini bırakmak ve belini zorlamayan başka bir iş bulmak veya yeni bir yatak almak. Birincisini uygulaması mümkün değildi, çünkü bu mesleğe yıllarını vermişti ve başka bir işte şimdiki aldığı ücreti alacağını hiç zannetmiyordu. Emekliliğine de daha bir hayli vardı. Yatak magazasının vitrinine bakarken bunları düşünüyordu ve nihayet magazaya girmeye karar verdi. İyi ve kaliteli bir yatak almalıydı, bakarsın şu lanet bel ağrısına bir parça faydası olurdu. Kelimeler: Bel, yatak, iş
  7. Bilhassa depresyonun düzgün beslenmeden ziyade gün içinde yaşanan stresle (iş, okul, geçim sıkıntısı) alakası olduğunu düşünüyorum. 19./20. yüzyıldaki sanayileşme sürecinden sonra insanlarda daha fazla koşturmaca var. Herkes bir oraya bir buraya habire koşturuyor.
  8. Rüyanın anlamı - Kocacığım! Rüyamda ne gördüm, biliyor musun? - Ne gördün güzelim? - Akşam eve gelirken elinde bir paketle geliyorsun. - Eeee?! - Ben de paketi heyecanla açıyorum. İçinden muhteşem bir kolye çıkıyor. Sence bunun anlamı ne olabilir? - Bu akşam anlamını öğrenirsin canım. Akşam olur. Adam harbiden elinde bir paketle eve gelir. Kadın gözlerine inanamaz, heyecanla paketin kapağını açar ve paketin içine öylece bakakalır. Paketin içinde bir kitap ve kitabın ismi "Rüya tabirleri!"...
  9. Sayın Çok bilmiş Senin yazdıklarını bir daha okumaya hiç niyetim yok, okuduk işte. Yanıtım da yukarıda. Bence sen yazdığım o üç cümleyi tekrar oku, çünkü anlamamakta direnen sensin. Emrin olur. Başka bir arzunuz var mı? Elbette yok, çünkü işinize gelmiyor. Bu ithamı sana geri iade ediyorum. Adama bak ya; doğruyu söylemiyor muşum. Kendi kendine gelin güveyi olmayı iyi beceriyorsun gibi. Zırva! Sayın Çok bilmiş Okumasaydım yazmazdım zaten. Peki, sen neden Muhammed´e "Hz " ile hitap ediyorsun? Rüyana falan mı girdi yoksa?
  10. Nasıl yani? Gördüğün rüyaların gerçekleşmesi yüzünden, tanrıya tapmaya devam etmek mi istiyorsun? Eee..bizler de ara sıra rüya görüyoruz. Ancak benim gördüklerimin hiç birisi gerçekleşmedi. Ne yapmalı bu durumda? Artı; Muhammed isminin önüne "Hz" kelimesi ekliyorsan eğer, henüz İslam´dan sıyrılabilmiş değilsin. Hălă onun etkisindesin.
  11. Hani herkesin bildiği bir söz vardır: "Eskiden her şey güzeldi." Günümüzdeki bazı insanlar geçmişi övmekle veya geri getirmeye çalışmakla günümüzdeki sorunların çözüleceğini zannediyor galiba. Halbuki zaman değişmiş, uluslararası ilişkiler farklılaşmış. Yeni müttefikler oluşmuş. Artık kılıçla, tüfekle ve "Vatan Millet Sakarya" yaygarası yaparak bir şey elde edemezsiniz. Çünkü dünyanın öbür tarafından birisi bir düğmeye basıyor ve dünyanın diğer tarafındaki yerler anında darmadağın ve yerle bir oluyor. Zaman bilim zamanı. Bilim gücüne hakim olan bir adım önde oluyor, diğerleri ise sadece aval aval bakıyor. Hasılı "Aman da benim atalarım güçlüydü, düşmanlar tir tir titriyorlardı, dünyanın yarısına hakimdik..." minvalindeki gazel okumalar, sadece cahilleri belki azıcık avutur.
  12. Yol Yağmur hafifçe çişeliyor, hava parçalı bulutlu ve şu lanet olası trafik hiç kımıldamıyor. Bir an önce eve varmak için otobanı kullanayım dedim, demez olaydım. Güya otoban, güya hızlı yol. Yağmurlu havada şehir içindeki yoldan hiçbir farkı yok, her tarafta yığılma var. Gitsen gidemiyorsun, çıkmak istesen çıkamıyorsun. İş yorgunluğu yetmiyormuş gibi, al sana mis gibi bir yol yorgunluğu. Yağmur yağınca ne değişiyor, hălă anlamış değilim. Hava güneşli olunca durum tamamen farklı; aynı yolda, aynı zamanda hiç yığılma olmuyor. Öndeki arabaya odaklanmaktan müzik sesi bile bir ızdırap gibi geliyor. Camlar yine buharlanmaya başladı; klimayı açmaktan başka bir çare yok, çünkü pencereyi açmaya kalksam, bu sefer içerisi ıslanacak. Yarım saatlik yol şimdi en azından bir saat sürer. Bu kesin. En iyisi mi bizim hatunu arayayım da meraklanmasın; 10 dakika geciksem, hemen beni arar. O beni aramadan, ben onu arayayım bari. - Alo? - Benim! - Bre herif, nerede kaldın böyle? Yemekler soğuyor! - Bırak soğusunlar. - N´oldu gene? - Gözün kör mü, pencereden dışarıya bir baksana! - Biraz yağmur yağıyor. - Evet, şu lanet yağmur yüzünden eve hep geç geliyorum ve 2 haftadır sıcak yemek yiyemiyorum. - Aman..aman. Hava güzel olunca zamanında geliyorsun sanki. O zaman da eve gelmeden kahveye dalıyorsun. - Yine başlama hatun. Sen yemekleri şimdiden ısıtmaya başla, çünkü trafik çözülmeye başlıyor galiba. Kelimeler: Trafik, yağmur, yemek
  13. Aşkım Kadın hiddetle "Bre canı çıkmayasıca!" diye koltukta şekerleme yapan kocasına çıkışır. Adam neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette gözlerini aralar. Karşısında sinirlenmiş bir vaziyette dikilmiş olan karısını görür ve "Yine n´oldu aşkım?" diye sorar. Kadın daha da öfkelenir: "Aşkın batsın. Sen burada keyif yaparken benim başıma gelmeyen kalmadı." - Yine pazara mı gittin aşkım? - Tabii gittim, çünkü mutfakta yiyecek bir şey kalmamış. Sen sadece tıkınmak ve uyumakla meşgulsün. - Öyle deme aşkım. Bana söyleseydin, ben hepsini hallederdim. - Güldürme beni. Hallerdermiş...miş. En son halletmeye çalıştığında ne olduğunu gördük. Hatta sana alışveriş listesi bile vermiştim. - Aşkım, yolda giderken listeyi düşürmüşüm. Ben de aklımda kalanları almıştım yanılmıyorsam. - Listede olmayanları ve ne kadar gereksiz şey varsa alıp gelmiştin. Muz almıştın, hem de yeşilinden. - Satıcı yeşil muzların kabuza iyi geldiğini söylemişti. Hatırlarsın o hafta bağırsaklarım pek iyi çalışmıyordu. - Peki, gözleri göçmüş ve neredeyse kokmaya başlayan o balıklara ne demeli? - Aşkım, pazarda gayet iyi gözüküyorlardı. Ben de anlamadım o hale nasıl geldiler. - Sen anca uyumasını bilirsin zazen. O kokmuş balıkları çöpe atmak zorunda kalmıştık. Senin beceriksizliğin yüzünden o hafta mahallenin kedileri de bayram etmişti. O günden beri hepsi bizim kapıya dadandı. Ne zaman alış verişten dönsem, kapının önüne dikiliyorlar. - Aşkım, kızma onlara. - Aşkın batsın. Demin onların yüzünden dengemi kaybedip düştüm zaten. Elimdeki torbalar da yere düştü. Tüm kediler torbalara hücum etti ve hălă onları didikliyorlar. - Aşkım, ben hallederim. - Bana yine balık ve muz getireyim deme! Kelimeler: Balık, pazar, muz
  14. Bir de şu var tabii. Her insan düşüncelerini yazıya düzgün bir şekilde dökemez; beceri ister. Ayrıca bana öyle geliyor ki yazılmayan konu pek kalmadı gibi. Hasılı yenilikçi olabilmek pek o kadar kolay değil artık.
  15. Önde gelen bir siyasetçi sizden daha evvel davranmış bence... https://www.hurriyet.com.tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-amerikayi-aslinda-kolomb-kesfetmedi-27583799 Geçenlerde bir kitap(!) yazdığı yönünde haberler çıkmıştı, belki orada bu noktaya değinmiştir. Yani ne olurdu sorusunun yanıtı belli aslında. Dağ taş camii ve minare olurdu.
  16. kavak

    Çin masalları

    Konfüçyüs Konfüçyüs doğduğunda bir Qilin gelmiş ve Nefrit taşına tükürmüş. O taşın üzerinde şunlar yazıyormuş: "Su kristalinin oğlu, sen bir gün taçsız kral olacaksın!" Büyümeye başlamış ve boyu dokuz ayak uzunluğunda olmuş. Karaymış ve çehresi çirkinmiş. Gözleri pörtlek ve burnu çıkıkmış. Dudakları dişlerini örtmüyormuş ve kulaklarının büyük delikleri varmış. Öğrenme konusunda çalışkanmış ve her konuda bilgiliymiş. Böylelikle azizlerden olmuş. Birgün en sevdiği havarisi olan Yän Hui ile Büyük Dağın tepesine çıkmışlar. Güneydeki Yangsekiang´a kadar görülebiliyormuş. Yän Hui´e dönerek " Wu´nın şehir kapısının önündekinin nasıl bir şey olduğunu görüyor musun?" Yän Hui dikkatlice bakmış ve gözlerini kısmış, sonra demiş ki: "Bu bir parça beyaz bez." "Hayır", demiş Konfüçyüs, "bu bir beyaz at." Ve daha dikkatlice bakınca, öyle olduğu anlaşılmış. Büyük Dağ başkent Wu´dan bin mil uzakta olmasına rağmen, Könfüçyus bu mesafeden beyaz bir atı tanıyabiliyorsa, bu onun keskin bakışına işaret eder. Yän Hui ona erişemese de o daen azından beyaz bir şey görmüş. Bu nedenle ona ikinci Aziz deniyormuş. Başka bir zaman onun memleketinde bir kuyu kazmışlar. Orada koyuna benzeyen ancak tek bacağı olan bir hayvana rastlamışlar. Ne olduğunu kimse bilmiyormuş. Konfüçyüse sormuşlar. O demiş ki: "Bu bir zıplayan koyundur; ortaya çıktığında büyük bir yağmur gelir." Harbiden kısa bir süre sonra yağmur yağmaya başlamış. Başka bir zaman Yangtsekiang´da bir şey kıyıya vurmuş, yeşil, yuvarlak ve karpuz kadar büyükmüş. Çu´nun kralı Könfüçyüse ne olduğunu sordurmuş. O demiş ki: "Yangtsekiang´daki yeşil ördek otunun her bin senede bir meyvesi olur. Kim bu meyveye sahip olursa, dünyanın hükümdarlğı onun eline geçer. Başka bir zaman Konfüçyüsün memleketinde kocaman bir kemiği bulmuşlar. Onu arabaya yüklemişler ve Konfüçyüse danışmak için yanına gitmişler. O demiş ki: "Eski zamanlardan evvel Büyük Yü imparatorluktaki tüm beyleri yanına çağırır.Bir tek Rüzgar tutucu gelmez. Yü onu öldürtür ve oraya gömdürür. Rüzgar tutucu dedikleri bey, bir devdi. İşte bu onun kemiği." Ölüm, Konfüçyüse yaklaştığında, Lu´nun beyi av esnasında Konfüçyüsün doğumunda ortaya çıkan Qilin´i yakalamış ve onu öldürmüşler. Qilinin annesi zamanında onun boynuzuna bir iplik bağlamış ve o iplik, ölürülen Qilinin boynuzunda hălă duruyormuş. Konfiçyüs bundan haber aldığında, ağlamaya başlamış: "Benim öğretilerim hiç başarılı değil! Ne yapıyorsun? Öleceğim zaten." Sadece büyük bir şahsiyet dünyaya geldiğinde Qilin kendini gösteriyormuş. Konfüçyüs o devirde "Ülkelerin yükselişi ve çöküşü" isimli kitabını yazıyormuş. Bu olay olduğunda tüyü kenara bırakmış ve yazmaya devam etmemiş. Rüyasında bir mabedteki iki orta direğin arasında oturuyormuş ve havarilerine şunu söylemiş: "Öleceğim" Sonra bir şarkı bestelemiş: Büyük Dağ yıkılıyor, Beyin çatısı kırılıyor, Bilge oraya gidiyor. Sonra yatağına uzanmış, hastalanmış ve ölmüş. Yaşarken olanları bildiği gibi, ölümünden sonrakileri de biliyormuş. Kendisini bir mabedin iki orta direğin arasında görmüş olduğu rüya, yüzyıllarca sonra ona gösterilecek hörmetin bir kehaneti idi. Daha sonraları Han devrinde, Çung Li I, Lu´ya Bey olarak atandığnda kendi parasından Konfüçyüsün mabedini onarmaları için, mabet bekçisine on bin Lot vermiş. Orada Konfüçyüsün arabasını, masasını, yatağını, kılıcını ve ayakkabısını bulmuşlar. Dçang Be adında bir mabet işçisi, büyük salonun önünde otları ayıklarken toprağın içinde yedi tane Nefrit asası bulmuş. Bir tanesini kendisi almış ve diğerlerini Dçung Li I´e götürmüş. O, onları Konfüçyüsün masasına koydurtmuş. Bu masa Konfüçyüsün eski ders salonunda duruyormuş. Bu salonun duvarında da bir yatak varmış ve yukarı tarafında büyük bir fıçı asılıymış. Dçung Li I bunun ne olduğun mabet bekçisine sormuş. O yanıtlamış: "Konfüçyüsün bir mirası. Üzerinde kırmızı işaretli bir yazıt var. Bu ypüzden onu açmaya cesaret edemedim." Dçung Li I demiş ki: "O bir azizdi, belki o fıçıda sonraki nesillere vermek istediği öğretiler vardır." Fıçı açılmış. İçinde bir kağıt parçası varmış ve üzerinde şunlar yazılıymış: "Sonraları kitaplarımı düzenleyen bir bilgin gelecek. Arabamı, ayakkabılarımı ve kitap kutumu bulacak. Dçung LI I yedi tane asa alacak ancak Dçang Be bunlardan bir tanesini saklayacak." Dçung Li I bu yazıyı okuduktan sonra Dçang Be´yi yanına getirtmiş ve ona demiş ki: "Orada yedi tane asa vardı, neden bir tanesini kendine sakladın?" O vakit Dçung Be yere çöker ve çaldığı asayı çıkartır. Konfüçyüs bir zamanlar bir havarisine şunu söylemiş: "Yüz neslin hadiselerini önceden bilmek mümkün." Bu hikayenin içinde bunun bir ispatı kendini gösteriyor.
  17. Dinsel inançlarımız uğruna hayvan katliamına son verdiğimizde.
  18. Yuva Hangi ağacı gagaladıysa hüsrana uğramıştı, çünkü bir türlü delmeyi becerememişti. Halbuki bir an önce yumurtasını yerleştirecek bir yere ihtiyacı vardı. Ya kendisi beceriksizdi ya da yanlış yerlerde yuva deliği açmaya uğraşıyordu. Halihazırda delinmiş ve yumurtlamak için uygun boş bir yer de bulamamıştı. Bulduklarının ise hepsinin sahibi vardı ve onlara yaklaştığı vakit kendisine saldırmışlardı. Umutsuz bir şekilde havada dolanırken gözüne acayip bir şey ilişti. Bir kenarda yerde duruyordu ve yuvarlak biçimdeydi. Etrafında kocaman yaprakları vardı. Meraklandı ve yakından bakmaya karar verdi. Bu yuvarlak şey bir bahçenin kenarında duran bir kabaktı. Bir hayli büyümüştü, çünkü bahçe sahibinin gözünden kaçmıştı. O da bu kabağı kendi haline bırakmıştı. Kuş yaklaştı...biraz daha yaklaştı. Bir gaga attı, bir daha gagaladı. Gagaladıkça umutlanmaya başladı, çünkü bu acayip şeyi delebiliyordu. Nihayet içine kadar delmeyi başarmıştı. Her ne kadar ağaçlara benzemiyorsa da yumurtasını pekala bunun içine bırakabilirdi. Mutluydu ve gelecekten umutluydu; nihayet kendine ait bir yuva sahibi olmuştu. Belki bir dahaki sefere ağacın birinde delik açmayı başaracaktı. Kelimeler: kabak, kuş, ağaç
  19. Üçüzler Temel bir bara girip barmenden üç bira ister ve hepsini arka arkaya içer. Birkaç defa böyle yapınca, barmen merak eder ve sorar: "Niye hep üç tane bira birden içiyorsunuz?" Temel cevap verir: "Ben, Dursun ve Hamdi bizler üçüzüz. Hepimiz dünyanın farklı yerlerinde yaşıyoruz. Hepimizde bir bara girdigimizde, birbirimizin yerine bira içeriz, öteki iki birayı o yüzden içiyorum." Yine günlerden bir gün Temel bara gelir ve sadece iki bira ister.Temel biraları içtikten biraz sonra tam kalkarken, barmen sorar: "Allah rahmet eylesin efendim, kardesinizin biri öldü herhalde?" Temel: "Hayır, ben içkiyi bıraktım da.."
  20. Gorillerin de okuma hakları vardır, azizim. 500, 600 ve hatta 700(!) sayfalık romanlar ve seri halinde piyasaya sürülüyorlar. Bunu tek kişilik bir yazarın yapması pek mümkün değil. Eskiden nasıldı bilemem lakin günümüzde bu çapta eserleri bir ekiple yazabilmek mümkün. Kitabın ön tarafında sadece tek kişinin ismi görünse de arka planda çok kişinin parmağı var gibi.
  21. Elbette her işin bir püf yanı olur ancak geniş bir hayal gücü ve iyi bir yaratıcılık yeteneği de gerekli. Çok zengin bir kelime hazineniz olmalı ve hangi kelimeleri nerede nasıl kullanmak gerektiğini çok iyi bilmek lazım.
  22. Elime ne geçerse mutlaka okuyan birisiyimdir ancak gel gör ki yazma yeteneğim de bir o kadar sönüktür. Bir iki kere kendim deneyeyim dedim; yazdıklarım 10 cümleyi geçemedi maalesef. Eğer yazacak olursam, çoook kısa, mini minnacık hikayecikler yazabilirim belki. Yazanlara bakıyorum...adamlar yüzlerce sayfalık romanlar yazıyorlar ve bana mısın bile demiyorlar.
  23. Bir narsist duası: Bu hiç yaşanmadı, eğer yaşandıysa o kadar vahim değildi, eğer yine de öyle ise o zaman benim suçum değildi, yok eğer öyle ise öyle demek istemedim, şayet öyle ise o zaman sen suçlusun!
  24. Olsun. Önemli olan bizzat emek verip bir şeyler ortaya çıkarabilmek ve "Bunu ben yaptım" diyebilmek. Sence böyle üretme kapasitesi olan insan sayısı ne kadardır?
  25. Sanırım bu yan gelme mevzusu bir hayli yaygın. Daha doğrusu hazıra konmaya bir hayli meyilliyiz galiba. Forumlarda bile yazmaktan çok, yazılmış olanları okumakla yetiniliyor. Halbuki herkes kendinden bir şeyler katmaya çalışsa, durum daha farklı olur.
×
×
  • Create New...