Jump to content

kavak

Members
  • İçerik sayısı

    2.766
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    144

Everything posted by kavak

  1. Bir de şu var tabii. Her insan düşüncelerini yazıya düzgün bir şekilde dökemez; beceri ister. Ayrıca bana öyle geliyor ki yazılmayan konu pek kalmadı gibi. Hasılı yenilikçi olabilmek pek o kadar kolay değil artık.
  2. Önde gelen bir siyasetçi sizden daha evvel davranmış bence... https://www.hurriyet.com.tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-amerikayi-aslinda-kolomb-kesfetmedi-27583799 Geçenlerde bir kitap(!) yazdığı yönünde haberler çıkmıştı, belki orada bu noktaya değinmiştir. Yani ne olurdu sorusunun yanıtı belli aslında. Dağ taş camii ve minare olurdu.
  3. kavak

    Çin masalları

    Konfüçyüs Konfüçyüs doğduğunda bir Qilin gelmiş ve Nefrit taşına tükürmüş. O taşın üzerinde şunlar yazıyormuş: "Su kristalinin oğlu, sen bir gün taçsız kral olacaksın!" Büyümeye başlamış ve boyu dokuz ayak uzunluğunda olmuş. Karaymış ve çehresi çirkinmiş. Gözleri pörtlek ve burnu çıkıkmış. Dudakları dişlerini örtmüyormuş ve kulaklarının büyük delikleri varmış. Öğrenme konusunda çalışkanmış ve her konuda bilgiliymiş. Böylelikle azizlerden olmuş. Birgün en sevdiği havarisi olan Yän Hui ile Büyük Dağın tepesine çıkmışlar. Güneydeki Yangsekiang´a kadar görülebiliyormuş. Yän Hui´e dönerek " Wu´nın şehir kapısının önündekinin nasıl bir şey olduğunu görüyor musun?" Yän Hui dikkatlice bakmış ve gözlerini kısmış, sonra demiş ki: "Bu bir parça beyaz bez." "Hayır", demiş Konfüçyüs, "bu bir beyaz at." Ve daha dikkatlice bakınca, öyle olduğu anlaşılmış. Büyük Dağ başkent Wu´dan bin mil uzakta olmasına rağmen, Könfüçyus bu mesafeden beyaz bir atı tanıyabiliyorsa, bu onun keskin bakışına işaret eder. Yän Hui ona erişemese de o daen azından beyaz bir şey görmüş. Bu nedenle ona ikinci Aziz deniyormuş. Başka bir zaman onun memleketinde bir kuyu kazmışlar. Orada koyuna benzeyen ancak tek bacağı olan bir hayvana rastlamışlar. Ne olduğunu kimse bilmiyormuş. Konfüçyüse sormuşlar. O demiş ki: "Bu bir zıplayan koyundur; ortaya çıktığında büyük bir yağmur gelir." Harbiden kısa bir süre sonra yağmur yağmaya başlamış. Başka bir zaman Yangtsekiang´da bir şey kıyıya vurmuş, yeşil, yuvarlak ve karpuz kadar büyükmüş. Çu´nun kralı Könfüçyüse ne olduğunu sordurmuş. O demiş ki: "Yangtsekiang´daki yeşil ördek otunun her bin senede bir meyvesi olur. Kim bu meyveye sahip olursa, dünyanın hükümdarlğı onun eline geçer. Başka bir zaman Konfüçyüsün memleketinde kocaman bir kemiği bulmuşlar. Onu arabaya yüklemişler ve Konfüçyüse danışmak için yanına gitmişler. O demiş ki: "Eski zamanlardan evvel Büyük Yü imparatorluktaki tüm beyleri yanına çağırır.Bir tek Rüzgar tutucu gelmez. Yü onu öldürtür ve oraya gömdürür. Rüzgar tutucu dedikleri bey, bir devdi. İşte bu onun kemiği." Ölüm, Konfüçyüse yaklaştığında, Lu´nun beyi av esnasında Konfüçyüsün doğumunda ortaya çıkan Qilin´i yakalamış ve onu öldürmüşler. Qilinin annesi zamanında onun boynuzuna bir iplik bağlamış ve o iplik, ölürülen Qilinin boynuzunda hălă duruyormuş. Konfiçyüs bundan haber aldığında, ağlamaya başlamış: "Benim öğretilerim hiç başarılı değil! Ne yapıyorsun? Öleceğim zaten." Sadece büyük bir şahsiyet dünyaya geldiğinde Qilin kendini gösteriyormuş. Konfüçyüs o devirde "Ülkelerin yükselişi ve çöküşü" isimli kitabını yazıyormuş. Bu olay olduğunda tüyü kenara bırakmış ve yazmaya devam etmemiş. Rüyasında bir mabedteki iki orta direğin arasında oturuyormuş ve havarilerine şunu söylemiş: "Öleceğim" Sonra bir şarkı bestelemiş: Büyük Dağ yıkılıyor, Beyin çatısı kırılıyor, Bilge oraya gidiyor. Sonra yatağına uzanmış, hastalanmış ve ölmüş. Yaşarken olanları bildiği gibi, ölümünden sonrakileri de biliyormuş. Kendisini bir mabedin iki orta direğin arasında görmüş olduğu rüya, yüzyıllarca sonra ona gösterilecek hörmetin bir kehaneti idi. Daha sonraları Han devrinde, Çung Li I, Lu´ya Bey olarak atandığnda kendi parasından Konfüçyüsün mabedini onarmaları için, mabet bekçisine on bin Lot vermiş. Orada Konfüçyüsün arabasını, masasını, yatağını, kılıcını ve ayakkabısını bulmuşlar. Dçang Be adında bir mabet işçisi, büyük salonun önünde otları ayıklarken toprağın içinde yedi tane Nefrit asası bulmuş. Bir tanesini kendisi almış ve diğerlerini Dçung Li I´e götürmüş. O, onları Konfüçyüsün masasına koydurtmuş. Bu masa Konfüçyüsün eski ders salonunda duruyormuş. Bu salonun duvarında da bir yatak varmış ve yukarı tarafında büyük bir fıçı asılıymış. Dçung Li I bunun ne olduğun mabet bekçisine sormuş. O yanıtlamış: "Konfüçyüsün bir mirası. Üzerinde kırmızı işaretli bir yazıt var. Bu ypüzden onu açmaya cesaret edemedim." Dçung Li I demiş ki: "O bir azizdi, belki o fıçıda sonraki nesillere vermek istediği öğretiler vardır." Fıçı açılmış. İçinde bir kağıt parçası varmış ve üzerinde şunlar yazılıymış: "Sonraları kitaplarımı düzenleyen bir bilgin gelecek. Arabamı, ayakkabılarımı ve kitap kutumu bulacak. Dçung LI I yedi tane asa alacak ancak Dçang Be bunlardan bir tanesini saklayacak." Dçung Li I bu yazıyı okuduktan sonra Dçang Be´yi yanına getirtmiş ve ona demiş ki: "Orada yedi tane asa vardı, neden bir tanesini kendine sakladın?" O vakit Dçung Be yere çöker ve çaldığı asayı çıkartır. Konfüçyüs bir zamanlar bir havarisine şunu söylemiş: "Yüz neslin hadiselerini önceden bilmek mümkün." Bu hikayenin içinde bunun bir ispatı kendini gösteriyor.
  4. Dinsel inançlarımız uğruna hayvan katliamına son verdiğimizde.
  5. Yuva Hangi ağacı gagaladıysa hüsrana uğramıştı, çünkü bir türlü delmeyi becerememişti. Halbuki bir an önce yumurtasını yerleştirecek bir yere ihtiyacı vardı. Ya kendisi beceriksizdi ya da yanlış yerlerde yuva deliği açmaya uğraşıyordu. Halihazırda delinmiş ve yumurtlamak için uygun boş bir yer de bulamamıştı. Bulduklarının ise hepsinin sahibi vardı ve onlara yaklaştığı vakit kendisine saldırmışlardı. Umutsuz bir şekilde havada dolanırken gözüne acayip bir şey ilişti. Bir kenarda yerde duruyordu ve yuvarlak biçimdeydi. Etrafında kocaman yaprakları vardı. Meraklandı ve yakından bakmaya karar verdi. Bu yuvarlak şey bir bahçenin kenarında duran bir kabaktı. Bir hayli büyümüştü, çünkü bahçe sahibinin gözünden kaçmıştı. O da bu kabağı kendi haline bırakmıştı. Kuş yaklaştı...biraz daha yaklaştı. Bir gaga attı, bir daha gagaladı. Gagaladıkça umutlanmaya başladı, çünkü bu acayip şeyi delebiliyordu. Nihayet içine kadar delmeyi başarmıştı. Her ne kadar ağaçlara benzemiyorsa da yumurtasını pekala bunun içine bırakabilirdi. Mutluydu ve gelecekten umutluydu; nihayet kendine ait bir yuva sahibi olmuştu. Belki bir dahaki sefere ağacın birinde delik açmayı başaracaktı. Kelimeler: kabak, kuş, ağaç
  6. Üçüzler Temel bir bara girip barmenden üç bira ister ve hepsini arka arkaya içer. Birkaç defa böyle yapınca, barmen merak eder ve sorar: "Niye hep üç tane bira birden içiyorsunuz?" Temel cevap verir: "Ben, Dursun ve Hamdi bizler üçüzüz. Hepimiz dünyanın farklı yerlerinde yaşıyoruz. Hepimizde bir bara girdigimizde, birbirimizin yerine bira içeriz, öteki iki birayı o yüzden içiyorum." Yine günlerden bir gün Temel bara gelir ve sadece iki bira ister.Temel biraları içtikten biraz sonra tam kalkarken, barmen sorar: "Allah rahmet eylesin efendim, kardesinizin biri öldü herhalde?" Temel: "Hayır, ben içkiyi bıraktım da.."
  7. Gorillerin de okuma hakları vardır, azizim. 500, 600 ve hatta 700(!) sayfalık romanlar ve seri halinde piyasaya sürülüyorlar. Bunu tek kişilik bir yazarın yapması pek mümkün değil. Eskiden nasıldı bilemem lakin günümüzde bu çapta eserleri bir ekiple yazabilmek mümkün. Kitabın ön tarafında sadece tek kişinin ismi görünse de arka planda çok kişinin parmağı var gibi.
  8. Elbette her işin bir püf yanı olur ancak geniş bir hayal gücü ve iyi bir yaratıcılık yeteneği de gerekli. Çok zengin bir kelime hazineniz olmalı ve hangi kelimeleri nerede nasıl kullanmak gerektiğini çok iyi bilmek lazım.
  9. Elime ne geçerse mutlaka okuyan birisiyimdir ancak gel gör ki yazma yeteneğim de bir o kadar sönüktür. Bir iki kere kendim deneyeyim dedim; yazdıklarım 10 cümleyi geçemedi maalesef. Eğer yazacak olursam, çoook kısa, mini minnacık hikayecikler yazabilirim belki. Yazanlara bakıyorum...adamlar yüzlerce sayfalık romanlar yazıyorlar ve bana mısın bile demiyorlar.
  10. Bir narsist duası: Bu hiç yaşanmadı, eğer yaşandıysa o kadar vahim değildi, eğer yine de öyle ise o zaman benim suçum değildi, yok eğer öyle ise öyle demek istemedim, şayet öyle ise o zaman sen suçlusun!
  11. Olsun. Önemli olan bizzat emek verip bir şeyler ortaya çıkarabilmek ve "Bunu ben yaptım" diyebilmek. Sence böyle üretme kapasitesi olan insan sayısı ne kadardır?
  12. Sanırım bu yan gelme mevzusu bir hayli yaygın. Daha doğrusu hazıra konmaya bir hayli meyilliyiz galiba. Forumlarda bile yazmaktan çok, yazılmış olanları okumakla yetiniliyor. Halbuki herkes kendinden bir şeyler katmaya çalışsa, durum daha farklı olur.
  13. Yorubaların ritüelleri ve gelenekleri Şahsi ritüeller bunların dininde önemli bir teşkil eder ve insanın hayatı boyunca geçirdiği kutsal değişiklikleri belirtmek için kullanılırlar. Dolayısıyla bir kadın hamile olduğunu farkettiği zaman ilk şahsi ritüel devreye girer. Anne adayı yerel bir kăhine (ruhlarla iletişime giren kişi) iki nedenden dolayı bunu haber verir. Birincisi kăhin, ruhsal alemindeki bilgisini çocuğun kaderini belirlemek için kullanır. İkincisi ise Yorubalara göre kăhin, bir sonraki gelecek büyük liderin hangisi olacağını önceden bilebilir. Kăhin ile hamile kadın arınma amaçlı kısa bir ritüellen geçerler; bu ritüel kadının rahmini beklenen doğum için güvenceye alır. Hayattaki ikinci büyük aşama doğumun kendisidir; bu eylem kadın tarafından kuytu bir kulübede tatbik edilir. Kadınlar tamamen izole edilirler, çünkü Yoruba´ların inancına göre rahimdeki çocuk yıldızların etkisine, doğanın kokusuna ve annesinin ve cemiyetinin tecrübesine bağımlıdır. Çocuk doğumdan sonra bir Afrikalı din adamına verilir; din adamı bebeğe palm yağı sürer. Daha sonra tanrılara doğum vesilesi ile bir adak sunulur. Çocukluktan yetişkinliğe geçişte ergenlik ritüelleri devreye girer, bu genellikle sünnet eylemi ile beraber gerçekleşir. Nijerya civarında sünnet merasimi tek kişilik veya gruplar halinde icra edilir. Oğlan sünnetten evvel çıplak soyunur ve kabilenin önde gelenleri tarafından sünnet edilir ve bu merasim esnasında Egungun´un ata maskesi takılır. Genç oğlan sünnet esnasında korkusunu gizlemeye çalışır, çünkü korku zayıflık göstergesi olarak algılanır. Yorubaların hayatındaki bir sonraki önemli ritüel, hălen kabilenin yaşlıları tarafından ayarlanan, evliliktir. Evliliğin bereketli ve başarılı olması için iki ailede düğünden evvel tanrılara hediye vermek zorundalar. Bu hediye genellikle bir hayvan kurbanından ibarettir. Sonra başlık parası verilir. Bu meblağ gelinin babasına verilir ve kızının üretim kapasitesini telafi olarak görülür. Bu başlık parası bir hayvan olabilir ve çoğunlukla da bir keçi sürüsü olarak ödenir. Düğün günü gelinle damat mutlu bir evlilik ve çok çocuk umudu ile ritüellerden geçerler. Gelin ve arkadaşları evin etrafını dönerler ve dönerken ağıt yakarlar: "Kocama gitmek için evimi terk ediyorum; çocuklarım olsun diye benim için dua et." Sonra damat ilişkiye onay vermeleri umuduyla tanrıya ve atalarına bir kurban sunar. Herkesin hayattaki son safhası ölümdür ama ölüm nihayi son değildir. Onlar ölümü bir nevi atalarıyla buluşmaya giden bir seyahat olarak görürler. Bu inançtan dolayı ruh, atalarını ziyaret edebilmesi için nesnelerle donatılır. Naaş önce yıkanır ve iyi kıyafetlere sokulur, sonra kendi mülkünün yakınındaki bir mezara konulur. Defin merasiminden sonra maskeli Egungun dansözleri gelir ve mülkün her tarafında dans ederler ve ölünün evine girerler. Evin içinde onun sesini taklit ederler, dulu ve yetimleri kutsarlar. En son aşamada ölünün yolculuğu huzurlu geçmesi için tanrılara bir hayvan kurban edilir.
  14. Geçmiş hayatınıza şöyle bir geriye doğru baktığınızda, işe yarayan, yeni, orijinal diyebileceğiniz bir şeyi yaratabildiniz mi? Yoksa hep yan gelip yattınız mı? Kendimden bahsedecek olursam... Seksenli yıllar, o zamanlar üniversiteye gidiyorum. Ders arasında kafede otururken, kendi aramızda konuşuyoruz işte öylesine. Bir süre sonra konu nedense ibadetlere ve ritüellere geldi. O anı hiç unutmam... Öylesine dedim ki: "Bilhassa ezan sesinden uzak yaşayan müslümanlara kolaylık sağlamak lazım. Her gün takvim yapraklarından ezan saatini okumaya gerek kalmayacak küçük ve taşınabilir bir aygıt yapmalı. Hangi şehirde olursan ol, otomatik olarak ezan vaktini sesli olarak bildirecek." Arkadaşlar hem güldüler hem de beni onayladılar. Zaman içerisinde bu fikir bende bir hayli gelişti ve üniversiteyi bitirdikten sonra bir tane prototipini yapmayı becerdim. Ayrupa´nın önde gelen başkentlerinin ezan vakitlerini cihazın hafızasına kayıt ettim. Ancak iyi bir satıcı olmadığım için sadece bir prototip olarak kalmıştı. Hey gidi günler...
  15. Latince Hasta, doktora derdini anlatır: "Sabahları bir türlü yataktan kalkamıyorum. Canım hiç çalışmak istemiyor." Doktor: "Şikayetiniz bunlar mı?" Hasta: "Evet." Doktor: "Siz hasta değilsiniz. Bunun adı, tembellik." Hasta: "Biliyorum, doktor. Ama patronuma hastayım demek için bunun Latince bir adı yok mu?"
  16. Hayali varlıklara olan inancın temeli belli başlı yeteneklere dayanıyorsa, işimiz yaş. O zaman insanların çoğunda bu yetenek var olmalı, çünkü dünyanın çoğunluğunu her yelpazeden oluşan dindarlar oluşturuyor. Bana pek inandırıcı gelmedi, çünkü inanç ilk olarak bilinmezlikten nemalanır. İkinci önemli mesele ise içinde yetiştiğimiz çevredir. Her şeye rağmen ne kadar az somut bilgi, o kadar çok inanca meyillenme olasılığı var. Diğer yandan bilimdeki ve teknolojideki çığır açan gelişmelere rağmen, insanlar hayali varlıklara(tanrı, cin, peri, şeytan vs.) inanmaktan çabucak vazgeçmeyecekler gibi gözüküyor. Bu da aslında primatların seviyesini o kadar çok aşamadığımızın göstergesidir aslında.
  17. Seninle aynı fikirdeyim. Dostum, gördün mü, fikirlerimiz nasıl da eşitlendi!
  18. Fikirlerdir, bizi biz yapan ve kişiliğimizi şekillendiren. Elbette fikirler de değişime uğruyor, çünkü bizler de değişiyoruz nihayetinde. Ancak miyadını yitirmiş olanlara takılıp kalanlar da yok değil. Bilhassa dindar kesim bundan bir hayli nasibini alıyor, çünkü inançları uğruna hayali varlıkları sonuna kadar savunmaya yeltenebiliyorlar. Hasılı yine de bunların değeriz olduğunu savunmak pek doğru değil.
  19. Neden değersiz olsun ki? Fikirlerimizi hayattaki deneyimlerimizden elde ediyoruz nihayetinde. Yani yaşantımıza anlam katan bir şey aslında.
  20. kavak

    Dürüstlük...

    Dürüst olmak gerekirse, bu dünyada %100 dürüst olmak pek mümkün değil. Hele ki söylemek istediklerinin bir kısmının sana zararı olacağını farkedersen, kendi kendini doğal olarak sansürlersin. Çünkü her şeyden evvel kendi canın her şeyden kıymetlidir.
  21. Evet, harbiden böyle midir?
  22. Bence evren kavramını yanlış kullananlar var, çünkü söz konusu olan enerjinin daimi var olması. Kullandığımız zaman ve mekan bu evren için geçerlidir, çünkü ikisinin de başlangıcı bu evrenle baş göstermiştir. Enerji daima var ise, birden fazla evrenlerin olma olanağı ağırlık kazanıyor. Yani kainatta sayısız evren ve her evrenin kendine ait zaman ve mekanı olma olasılığı yok değil.
  23. Puja Hint mitolojisi hikayeler, semboller ve ritüeller bakımından epeyi zengindir. Onlar sadece dinin değil aynı zamanda Hindu yaşam tarzının temelini oluştururlar. Her bakımdan -düşünsel, akustik, görsel- dindarların kendilerini yönlendirdiği temel ifadeyi oluşturur. Puja´dan hariç başka ruhsal ritüeller de var: - Japa: Bir tanrının veya tanrıçanın sürekli zikir edilmesi. - Manua: sessiz, dingin meditasyon - Paath: kutsal kitapların okunması - Prarthana ve Aarti: özverili şarkı söyleme Bütün bu ritüeller yerel bir sunakta icra edilirler. Puja, değişik tanrılar, belirli kişiler veya misafirler için icra edilen dinsel bir ritüeldir. Puja ritüelleri hem hergün evlerde hem de tapınaklarda veya büyük festivallerde farklı vesileler için yapılır. Kişi, bir Puja merasiminde bir tanrıya, bir ruha ve herhangi bir tanrısal görünüşe dualarla, şarkılarla ve belirli ritüellerle hürmetini sunar. Bir Hindu için Puja´nın önemli bir noktası, kişinin tanrısal varlıkla olan bağlılığını dile getirmesidir. Puja sayesinde insan tanrılar dünyası ile bağlanır, Lord Vishnu ile olsun veya kutsal bir ağaç ile olsun. Puja merasiminde bir resim veya bir tanrının sembolü(ikon) sayesinde tanrılar diyarına giriş sağlanır. İkon, burada tanrının kendisini falan betimlemiyor. Daha doğrusu kullanılan ikonun tanrının kosmik enerjisi ile dolu olduğuna inanılıyor. Yani tanrı ile iletişimde ve ona hürmet edilmesinde aracı oluyor. İnançlı Hindu´lar için kullanılan İkon´un sanatsal biçimlendirilmesi de önemli olsa da, manevi içerik daha önemli bir yer alır. Puja eski ritüellerin temelinde icra edilirler. Çocuklar, bu ritüeller ile dinle ve ruhsallıkla tanıştırılır. Bilhassa aile üyeleri hep beraber Puja kutladıklarında, evdeki atmosferin de temizlendiğine inanılır. Puja merasiminde, ritüelin hedefindekine de(tanrı veya tanrısal herşey) çiçek veya yemekler sunulur, bir mum veya tütsü çubukları yakılır. Hindu rahipleri merasim esnasında Sankrit dilinde veya diğer dillerde dualar söyler. Puja merasimlerinde kullanılan, herbirinin özel bir anlamı olan ve önemli bir rol oynayan sembollerden bazıları şunlar: Altın ziynet, pirinç, Mango yaprakları, tere yağı, çiçekler, lambalar, tütsü, kutsal çan, şeker kamışı vs.
  24. Ha bire "Aman da benim dinim şahane, aman da benim tanrım çok yakışlı" minvalinde başkalarının kafasını ütülemeyi bıraktığımız zaman.
  25. Şeytanın, kötü güçlerin ve ruhların izinde Roma´daki bir katolik üniversitesinde düzenli aralıklarla "Egzorsizm ve Kurtuluş duası" isimli dersler düzenlenmektedir. Rahipler, hekimler, psikoloğlar ve başka sözde uzmanlar(!) günlerce şeytanla olan mücadeleyi tartışıyorlar ve bilgi alış verişinde bulunuyorlar. Dersleri düzenleyenlere göre, şeytan çıkarma ayinleri hakkında bilgi almak isteyenlerde yoğun talep var. Şeytan çıkarma ayinleri dünyanın birçok ülkesinde hălen önemli bir konu teşkil ediyor; örneğin İtalya´da 300 Egzorzist(şeytan çıkarma uzmanı) var. Papa Franziskus da, günümüzde bile kötünün cirit attığını bir çok kere dile getirmiştir. Vatikan´a göre şeytan çıkarma ayinlerinin filmlerde gördüklerimizle pek bir benzerliği yok. Bu ayinler, kötüden müzdarip insanları dinsel bir ritüelle normal hayatlarına döndürmek. Elbette her "içime şeytan girdi" diye iddia edeni şeytan çarpmıyor. Teşhisi doğru koyabilmek için bazı şeytan uzmanlarına göre 4 önemli etken var: 1. Yabancı bir dilde konuşmak. 2. Doğa üstü güçleri olduğunu iddia etmek. 3. Çok uzakta olanları görebildiğini iddia etmek. 4. Tanrı´ya karşı antipati beslemek. Katolik kilisesine göre dinsel ayin sayesinde kötü güçlerin, şeytanın ve ruhların, insanlardan, canlılardan ve nesnelerden(!) çıkarılmasına Egzorsizm denir. Bu noktada bilhassa İsa ´nın şeytan çıkarma yöntemi örnek teşkil etmektedir. Bu ayinler, dualar ve tanrıya yakarışlardan oluşur ve şeytanı def etmek için bolca kutsal su bulundurulur. Tehlikeli olabildiği için, Vatikan tarafından katı direktifler çıkartılmıştır.
×
×
  • Create New...