Jump to content

kavak

Members
  • İçerik sayısı

    2.729
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    137

Everything posted by kavak

  1. Kendinle çelişiyorsun. Bir yandan suçlu olarak gördüğün devletleri yok etmek istiyorsun, diğer yandan düzenin değişmesini suçlu insanlara bırakıyorsun. Suçlu dünyasında da belli başlı kurallar var. Bunlardan bazıları şunlar: Patronun koyduğu kurallar geçerli, patronun dediği olur, patron hep haklı, patrona karşı gelen ayvayı yer vs.... Devletler de bir bakıma böyle işliyor. Devletin kanunları ve kuralları geçerli, kurallara uymayan suçlu duruma düşer, kanunlara uymayan ceza yer, hatta mahpushaneye bile girer vs... Yani ikisinde de benzer sistemler zaten uygulanıyor. Baş kaldırmak, isyan etmek ikisinde de pekăla mümkün. Başarısız olursan, her iki durumda kelleyi kaybetme olasılığı var. Pratik bir örnek vermek gerekirse, fazla uzağa gitmeye gerek yok. İtalya´ya bak. Mafya hălă orada (bilhassa Sizilya´da) etkisini sürdürüyor ancak oradaki insanlara pek bir faydası yok, çünkü insanlar ölüm korkusuyla yaşıyorlar. Böyle bir sistem, düzen mi istiyorsun? Kör topal yürüyen demokratik düzenlerde bile biraz da olsa can güvenliği varken, mafya diyarında ise senin can güvenliğin birisinin iki dudağı arasında. Aslında dinlerdeki düzen de böyle çalışıyor. Kanun koyucu tanrıya karşı gelecek olursan, kebap olacağın kesin.
  2. Doğada yangın önemli bir yer teşkil eder. Hatta bazı hayvanlar ve bitkiler için hayati öneme sahiptir. Ormanın silbaştan yenilenmesine olanak sağlar. Ancak işin içinde insan olunca işin rengi biraz değişiyor. Tüm sistemleri yok etmeye kalktığın an, yenilenmeyi bırak kaos çıkar. Millet birbirini boğazlar. Bunun neticesinde ortaya çıkacak bir sistemin sağlıklı olup olmayacağı bile meçhul. Yani tam bir Rus Ruleti gibi bir şey. Bu iş yaş, çünkü yine kimin neyi nasıl yapacağı mevzusuna gelip takılıyor. Sistemi kimin yok edecegine ve kimin kuracağına, kimlerin suçlu ve kimlerin suçsuz olduğuna kim(!) karar veriyor?
  3. Sıkıntı Onu ne zaman bir sıkıntı bassa veya huzuru bozulsa, kafasını kaldırıp gökyüzüne bakıyordu. Orada bazen uçakları bazen de kuşları görüyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzünde hiçbir sınır yokmuşcasına onların süzülüşlerine dalıp gidiyordu. Gökyüzü bir bakıma ona özgürlüğün ne demek olduğunu anımsatıyordu. Orada ne bir trafik lambası vardı ne de insanın içini karartan o çirkin beton yığınları. Hele hava açıksa, o deniz mavisini seyretmek, daha bir güzeldi. Ancak hava kapalı ise ve yağmur da yağıyorsa o güzelim görüntüden eser kalmıyordu. O masmavi görüntü kaybolup giderken, yerini gri ve karanlık bir atmosfere bırakıyordu. Karanlık bulutların arasında uçakların uçuşunu seyretmek mümkün değildi. Kuşlar da ortalarda gözükmüyordu. İçi daralıyordu adeta. Bu nedenle yağmurlu havalardan nefret ediyordu. Bilhassa kuşlara imreniyordu. Kimisi çok hızlı bir şekilde dümdüz uçuyordu, kimisi havada daireler çiziyordu, kimisi ise bir oraya bir buraya seğirtiyordu. Bazıları yalnız takılmayı yeğlerken, bazıları sürü halinde dolanıyordu. Adeta özgürlüğün resmini çiziyorlardı. Onlar gibi uçmak, yükselmek, süzülmek istiyordu bazen. Takıntı haline gelmişti onları izlemek. Onları seyrettikçe, bir nebze olsun rahatlıyordu ve tüm iş yorgunluğunu unutuyordu. Her gün öğle molasında iş arkadaşları yemekhaneye giderken, kendisi soluğu dışarda alıyordu ve havanın açık olmasını temenni ediyordu. Acaba bugün hangi uçak hangi istikamete gidecekti. Hangi kuşları görecekti... Kelimeler: gökyüzü, takıntı, mola
  4. İnsan türünün sadece sürü halinde ayakta kalabileceği gerçeğini yine gözardı ediyorsun. Sürü sürekli olarak başıboş bir şekilde varlığını sürdüremez. Onları yönlendiren bir kurum, kurallar ve kuralları gözeten bir güç gerekli. Dinlerin bu kadar uzun bir süre ayakta kalmalarının sebeplerinden birisi olan cehennem korkutmacası boşuna değil. Birbirlerini tanımayan insanları tek bir potada toplama gücü var. Adına tapınak, cami, klise...ne dersen de. Hepsini bir arada tutmak için var bunlar. Tamam da; bu şirketleri kimler yönetecek? İnsanlar. Yani eskiden yaşanmış olayların modern bir tekrarından başka bir şey beklememek lazım. Eskiden nasıl ki küçüklü büyüklü krallıklar, derebeylikler, toprak ağaları vardı ve bunlar sürekli birbilerine karşı mücadele ediyorlardı ve savaşıyorlardı, bunlar da farklı davranmayacak. Hiçbirisi halkı falan düşünmüyordu. Bu şirketler de onlardan geri kalmayacak, yani halkın çoğunluğuna pek bir faydası olmayacak.
  5. Afacan, sabah kahvaltısında babasına "Baba, tanrı insanları yarattıysa o zaman tanrıyı kim yarattı?" diye sorar. Babası uzun süre ona bakar; ona vereceği yanıtın oğlunun hayatını köklü bir şekilde etkileyeceğin farkındadır. Nihayet der ki: "Kapat çeneni de yemeğini ye!"
  6. Acı çekmenin karşıtı olan huzuru daha da cazip hale getirmek için. Cehennem acı çekmeyi ve ızdırabı temsil ederken, cennet tam tersine vurgu yapar. Yani huzuru, mutluluğu hedefler. Bu nedenle cenneti başka türlü başarılı bir şekilde pazarlamak mümkün değil ki bu yöntem herkesin bildiği üzere bir hayli başarılı. Hălă insanların ödü kopuyor. Ayağımıza küçük bir diken battığında bile canımız bir hayli acırken, kimbilir vücudumuz cayır cayır yanarken nasıl acır. Canlı canlı yanmanın katlanılamaz bir ızdırap olacağını tahmin etmek, zor olmasa gerek. Bu dinleri hortlatanlar bunu çok iyi bildikleri için, ha bire buna vurgu yaparlar. Ancak bu cehennem korkutmacası zamanla bir hayli yıprandı gibime geliyor, çünkü insanlara layık görülen bu tür gaddarca muamele şevkatli, sevecen, merhametli bir tanrı resmine hiç uymuyor. Piyasadaki tüm tanrı adayları benim gözümde kötülüğün resmini andırıyor. "Tanrı(lar) kötü olamaz mı?" diye itiraz edenler olabilir. Elbette olabilir ancak ben bugüne kadar taptığı tanrısının kötü olabileceğine inanan bir dindara denk gelmedim. Hepsi ağızbirliği etmişcesine taptığı ilăhın iyi taraflarının reklamını yapmaya çalışır. Onu eleştirmeye dilleri varmaz, çünkü bu durumda cehennemde yanmayı göze alacak cesaretleri yok. Dindarlara bu noktayı dile getirdiğimizde, kötü ve nankör olan biz oluyoruz. Neymiş efendim? Bizler kim oluyormuşuz da koskoca tanrıyı/tanrıları eleştirmeye yelteniyormuşuz. Kayıtsız şartsız tapacakmışız. Bunu demeye getiriyorlar. Çok beklerler.
  7. Tanrılar neden ateşle ve yakmakla korkuturlar? Bunu enine boyuna hiç düşündün mü? Birisi sırf inanmadı diye neden yakılmakla tehdit edilir?
  8. Can pazarı Nihayet sonunda ışığı görmüştü ve bu onu daha da cesaretlendirmişti. Daha sıkı bir şekilde önündeki ve etrafındaki kumları kenara iterek tırmanmaya çalışıyordu. Bunu yapan sadece kendisi değildi. Etrafında onun gibi onlarcası aynısını yapıyordu. Ön ayaklarıyla kumları kenara iterken, arka ayakları ile ileriye doğru hareket etmeye çalışıyorlardı. Toprağın içinde doğmuşlardı adeta. Anneleri bir süre evvel toprağı bir güzelcene kazmış ve içine yumurtladıktan sonra üzerini toprakla yeniden örtmüş ve çekip gitmişti. Günler, haftalar gelip geçmiş ve hepsi başlarına gelecek tehlikelerden habersiz bir şekilde birer birer yumurtadan çıkmaya başlamışlardı. Küçük ve savunmasızlardı. Hepsinin tek bir hedefi vardı; bir an evvel denize varmak. Deniz çok yakındı ancak onlara çok uzak gözüküyordu. Ayrıca kuşlar ve yengeçler haberi almış gibi onları sahilde bekliyordu. Çok acımasızlardı, gördüklerini yakalayıp kaptıkları gibi götürüyorlardı. İmkansız gibi gözüksede tüm yavru kaplumbağalar denize bir an evvel varmak için uğraşıyordu. Kendisi de tüm cesaretini toplayarak diğerleriyle beraber harekete geçti. Yorulmuştu ancak durmaya ve soluklanmaya zamanı yoktu, çünkü kuşlar ve yengeçler amansızca onları kovalıyordu. Az kalmıştı; önündeki son kum tepesini de kazasız belasız aşmayı başarabilirse, denizin kabaran sularına varacaktı. Nihayet...başarmıştı sonunda. Son bir hamle ile kendini denizin soğuk sularına bıraktı. Kelimeler: kaplumbağa, yengeç, deniz
  9. Benim de hoşuma gidiyor bu tema.
  10. Bilirsin, bazıları maymun iştahlı oluyor. Bu nedenle birileri bol kepçeden ha bire sallamış. Evet; bu noktada sana katılıyorum. Burada büyük bir haksızlık/adaletsizlik olmasına rağmen, dindarlar kendi inançlarının çok adaletli olduğundan dem vururlar. Tamamen uydurma bir durum, çünkü dinler adaletten ziyade adaletsizliği dayatırlar. En basitinden... örneğin insanları inananlar/inanmayanlar diye ikiye ayırırlar, efendi/köle ayırımı yaparlar, cinsel ayırımcılığı pohpohlarlar vs.vs.vs. Korkutmak uğruna akıllarına ne gelmişse dayatmışlar. Dediğin gibi, dinden cayanları bile hiç rahat bırakmamışlar. İlkellik resmen. İşte burada feci yanılıyorsun, çünkü günümüzdeki dindarların sayısına bakacak olursan baya başarılı olmuş bir yöntem. Dünyanın dörtte üçü hălă dindar; demek ki göle mayayı tutturmayı becermişler.
  11. Ohoo...1 TL´nin 10 Dolar olması imkansız gibi, çünkü hükümetin ve mălum şahısın böyle bir hedefi falan yok. Umursadıklarını da zannetmiyorum.
  12. Ben her sene oradayım. Bu sene hariç tabii. Ancak seneye yine uğrayacağım elbette, çünkü ne de olsa doğduğum yer.
  13. Ben Evropa´da yaşadığım için beni teget geçen bir mevzu. Valla USC yardımcınız olsun, diyiiiim.
  14. Patron kızgın bir şekilde Temel´e çıkışır: Temel Bey, bu hafta içinde üçüncü kez işe geç geliyorsunuz. Bu bize neyi gösteriyor?" Temel: "Günlerden Çarşamba olduğunu!"
  15. Turistin biri Genezareth gölünde karşıya geçmek ister ve kıyıdaki gemiciye fiyatların kaça olduğunu sorar. "40 dolar!" diye yanıtlar gemici. Turist hem çok şaşırır hem de kızgınlığından küplere biner. "Çüş, oha! Çok pahalı!" diyerek hiddetli bir şekilde gemicinin üzerine yürür. O ise hiç istifini bozmaz. "Olabilir ancak sizin de bildiğiniz üzere, bu göl çok meşhurdur. İsa bu gölün üzerinde yürümüştü." Turist: "Bu fiyatlar yüzünden onun yürüdüğüne hiç şaşmamak lazım."
  16. Cennet Bu dünyadan bıkmış usanmıştı. Yorulmuştu; hem fiziksel hem de zihinsel. Ha bire bir uçturmaca vardı. Gün boyu uçmakla ve yavrularına yem aramakla meşguldü. Onlar sürekli açtı ve bir türlü doymak bilmiyorlardı. Büyüdüklerinde ise arkalarına bakmadan "pııır" dıye uçup gidiyorlardı. Ne teşekkür eden ne de "Afferin, iyi iş çıkardın" diyen vardı. Her sene aynısı. Bu işi bırakmak istiyordu artık ancak başka bir iş de elinden gelmiyordu. Tüm bildiği, yumurtlamak, uçmak ve yavrularına yem aramak idi. Eeh..ara sıra ötmesini de biliyordu ki sesinin güzel olmadığının da farkındaydı. Ne zaman ötmeye başlasa, etrafını bir sessizlik kaplardı, çünkü tüm hemcinsleri kaçıp gidiyordu. Acaba öbür dünya dedikleri yer nasıldı? Orada yumurtlama falan yokmuş, her taraf lezzetli yemlerle dolup taşıyormuş, isteyen istediği kadar güzel sesle ötüyormuş, uçmaya bile gerek yokmuş. Hatta sonsuza dek yumurtlamadan çiftleşmek bile varmış. Böyle diyorlar... Pek inanasım gelmedi ancak kulağa bir hayli hoş geliyor. "Cik...cik...ciikk!" Lanet olsun yine başladı benim yavrular. Kelimeler: cennet, uçmak, ötmek
  17. Kim ne derse desin, insanın en büyük düşmanı alkoldur. Ancak İncil der ki: "Düşmanlarını da sevmelisin!"
  18. İki bin ve iki bin on iki yıllarında da bir şeyler geliyordu/oluyordu ve kıyamet kopuyordu göya! Gözlerimiz yollarda kaldı valla!
  19. İnanç ve ibadetler falan hikaye... Evvela aş, iş ve ev derdi. Bu mevzularda sıkıntılı olanlar ilk etapta inanca sarılır, çünkü hayali varlıklardan ve masallardan medet umarlar. Ben çok yer gezdim ve şunu gördüm: İnsanlar maddi bakımdan zenginleştikçe dini inançlardan uzaklaşmakdadırlar, çünkü ihtiyaç duydukları şeyleri bir şekilde elde etmişler. Ancak diğer yandan maddi zenginlik şahsi huzuru her zaman beraberinde getirmek zorunda değil. Yarınlarınıza endişeyle bakmayı bırakıyorsunuz, her tarafı gezip dolaşma imkanınız var, çevrenizdeki sevdiginiz insanlara yardım etme olanağınız da var. Evet, çoğu sorunlarınızın bir kısmını pekala parayla çözebilirsiniz ama hepsini çözemezsiniz. Mesela ölümcül bir hastalığa yakalanmışsanız veya kötürüm/sakat birisi iseniz, o zaman vay halinize. Bu durumdan sizi ne para ne de din iman kurtarır. Mutluluğu mu yakalamak istiyorunuz? Bence anı yaşayın, çünkü 2 dakika sonrasının ne olacağı meçhul.
  20. İsa´nın mesleği ne idi? Son araştırmalar şuna işaret ediyor: İsa, öğrenci idi! Çünkü 30 yaşında olmasına rağmen hălă ebeveynlerinin yanında yaşıyordu, uzun saçları vardı ve bir şeyler yapması mucize idi.
  21. kavak

    Amk, aq furyası

    Hah hah ha... İyi de cinsel ilişkinin kızmakla ne tür bir alakası var? Bence bu ağzı bozuk olanlarda ya Testesteron seviyesi yüksek yada tam tersi. Şaka bir yana; muhtemelen bu tip insanların çevresi de bu türde insanlarla dolu. Hani derler ya "Deliyle yatan şaşı kalkar" diye. Onun gibi yani. Çevrende sürekli ağzı bozuk olanlar varsa, ister istemez sen de onlara bir nebze olsun uyuyorsun. Onlar gibi davranmadığın zaman, dışlanma tehlikesi de var. Onlar gibi konuşmadığın veya davranmadığın zaman sana uzaylı gibi bile bakanlar olabiliyor. Hatta çok kibar konuşan ve davrananlara bir acayip(!) bakıyorlar. Şahsi tecrübeyle sabittir.
  22. kavak

    Amk, aq furyası

    Sence bilhassa "amk, aq" kelimelerinin sıkça kullanılmasının ana sebebi nedir?
  23. Üzgünüm, sana bu konuda fazla yardımcı olamayacağım, çünkü ben de yurtdışında yaşıyorum. Ancak Türkiye´de dinsizlere karşı ayrımcılık yapıldığının en güzel örneğini cenaze merasimlerinde veya mezarlıklarda görebilirsiniz. Yanılmıyorsam, bir dinsizsin cenaze namazı kılınmadan defin edilmesi veya yakılması imkansız gibi. https://t24.com.tr/haber/ateistler-mezarlik-tahsis-edilmeli-krematoryumlar-acilmali,259798
  24. kavak

    Amk, aq furyası

    Bakıyorum günümüzün nesli neredeyse yazdığı her cümlede bu kısaltmaları kullanıyor. Tüm sosyal platformlarda bu bu tiplere rastlamak mümkün. Bir hayli yaygınlaşmış vaziyette. Yazacağı bir cümle, onun içine bile bunları ekliyor. Bunları kullanınca "level" falan mı atlanıyor? Bu tür yazanların gerçek hayatta da bu şekilde konuşması olası, çünkü ağız alışkanlığının yazıya dökülmüş halini yansıtıyor sonuçta. İnsanlar sinirlenince/öfkelenince kendini küfürlü bir şekilde ifade etmesi bilinen bir gerçek ancak bu durumu daha seviyeli ve düzgün bir şekilde ifade etmek pekala mümkün. Mesela "lanet olsun, kahrolsun vs." gibi... Yoksa kadın düşmanlığının dolaylı bir göstergesi olmasın? Öyle ya, bilhassa erkeklerde yaygın olan ve kadına ait bir uvzun üzerinden küfür etmenin veya konuşmanın başka nasıl bir açıklaması olabilir? Kimbilir, belki de kelime dağarcıkları o kadar galiba.
  25. Birkaç sene sonra, eskisinden daha az yanlış olmayan, yeni bir öğreti ortaya çıkmış: John Frum Amerika´nın kralıymış. Haliyle Amerikalı askerlerin Tanna´ya uğraması - hatta aralarında bulunan siyahiler de farklı ciltlerine rağmen doğaüstü bir şekilde eşyalarla temin ediliyorlardı - bu inancın daha da pekişmesine yol açmış. Daha sonra Britanya kralı adayı ziyaret ettiğinde, bu kült yine bir değişime uğramış. Prens Phillip çabucak John Frum gibi ilahlaştırılmış ve kült bir rönesans geçirmiş. Elçisiz bir kült olmaz elbette. Nambas isimli bir din adamı, telsiz kullanak John Frum´la düzenli konuştuğunu iddia ediyordu. Kullandığı telsiz aygıtı beline tel sarılmış yaşlı bir kadındı. Bu kadın trans halinde konuşuyordu ve Nambas bunları John Frum´un beyanları olarak yorumlayıp tercüme ediyordu. John Frum, senesi meçhul olan 15. Şubat´ta tekrar gelecekti. Hălă günümüzde onun müritleri ona "Hoş geldin" demek için bu tarihte toplanıyorlar. Onun şimdiye kadar hiç gelmemesi, dindarların şevkini kırmışa benzemiyor. Hălă neden bekledikleri sorusuna, dindarlardan birisi şu yanıtı vermiş: "Siz 2000 senedir İsa´yı bekliyorsunuz, bu durumda biz de birkaç sene daha John Frum´u bekleriz." Hasılı bu Kargo kültün hikayesi bize ne öğretiyor ? 1. Kültler çabucak oluşuyorlar. 2. Oluşum nedenleri ve izleri de çabucak muğlaklaşıyor. 3. İnsanların yapısı yanlış çıkarımlara epeyi elverişli. 4. Dinler birbirlerine benziyor, yoktur birbirlerinden bir farkı. Kargo kült gibi Hrıstiyanlık, Yahudilik, İslam ve daha niceleri de zamanında yerel bir kült idi.
×
×
  • Create New...