
haci
Members-
İçerik sayısı
516 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
9
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by haci
-
Sana gore öyleyim tabii. Senden başka türlü bir yorum beklemiyorum. Senin ateizm ve teizmi anlayışın o kadar.. Daha geniş düşünecek kapasite yok sende. Düşünce forumunda yazarken düşünmüyorsun.
-
Önce sen kendini tanı. Böyle aptalca sorular sormanın amacı sadece hakaret etmek. Ama onu da beceremiyorsun. Çünkü hepimiz, bütün insan dediğin mahlukat, aslında hayvandır. Sen de bir hayvansın, ben de bir hayvanım. HEPİMİZ HAYVANIZ.... Bundan da gurur duymalıyız.. Aynı zamanda hepimiz evreniz. Ateizm ahlak bazında teizmden ayrılan bir eğilimdir. Teoloji ile hiç alakası yoktur. Bilimsel olmayan birisi ancak senin kadar ateist olur. Ateizmin temeli bilimdir. Ateist etiğinin temeli de bilimsel etiktir. Ateizm ahlakını bilimsel etikten alır. Bunları sen bilemezsin. Bunlar da sana ağır gelen kavramlardır.
-
Bunlar senin bilimsel olarak düşünmeyen aklın için ağır kavramlar evrensel-insan. Yarı ateist aklınla onları anlayıp hazmetmen zor. Biraz daha devam etsem ağlayacak ve şikayet edeceksin. O nedenden burada durmak istiyorum.
-
Evrenin akıllı, bilinçli bir canlı olması, eğer evren bunları kendi kendine başardı ise, ilahi bir inanç olamaz. Bu bir gerçektir. Evrenin canlı olduğu iddiasının delilleri vardır. Evreni oluşturan madde ve enerji ve onların uyduğu yasalar, en ufak bir şekilde bile değişmeden, canlılarda devam etmektedirler. O halde canlılık evrende, evrenin diğer bölümlerinden soyutlanabilen bir olgu değildir. Evrenin kendisi, tümü canlıdır. Çünkü canlılık çok özel, ilahi olan veya olmayan, özel bir dizi kanunlara tabi olarak ortaya çıkmamıştırr. Evrende canlılık madde ve enerjinin kendi kendine organize olması ile ortaya çıkmıştır. Evrende canlılığı, onda ortaya çıkan madde ve enerjinin özel bir davranışı olarak kabul edenler, ister ateist olsunlar, ister teist, aslında ilahi bir gücün varlığına inananlardır. Oysa evrende ilahi veya evrenden farklı ve onu maniple eden bir güç olmadığı halde canlılığın var olması, bütün evrenin canlı olması paradigması ile özdestir. Evren canlı olduğu için onu ve içinde yaşayan canlıları yaratan bir Tanrı yoktur. Çünkü evrende madde ve enerji, canlılarda olan madde ve enerjinin aynısıdır. Herşey madde ve enerjidir. Onlar aynı zamanda canlılarda görülen davranışlara sahiptirler. Evrenin akıllı ve bilinçli bir canlı olduğundan kuşku duyanlar, kendi ateistiklerini sorgulamalıdırlar. Evrensel İnsan'a hatırlatılır. Çünkü onlar evreni oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlayan, onların sürekliliğini anlamayan ve doğru değerlendiremeyen cahillerdir.
-
Evrenin en ilginç özelliği aklı, bilinci, hatta canlılığı değildir. Eşi bulunmaz bir entelektüaliteye sahip olmasıdır. Evren bunu insanı yaratarak başarmıştır. Bu başarıyı bir Tanrıya atfetmek, evrene yapılacak en büyük haksızlıkdır. Evren yalnız kendi kaynaklarından yararlanarak önce canlıları, ardından üstün entelektüalitesi ile insanı yaratmıştır. İnsanın yaratılışında evrenin bir amacı yoktur. Başka bir deyişle insan bilinçli bir evren tarafından bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmamıştır. Evren bir arayış içinde değildir. Sadece rasgele denemeler yapmaktadır. Bu denemeler sırasında bütün canlılar gibi insan da, tesadüfen yaratılmıştır. Bu amaçsız bir yaratılıştır. Ama insanın ortaya çıkması herşeyi tümden değiştirmiş ve evrene ilginç bir sorumluluk ve amaç yüklemiştir. Bilinçli bir akla kavuşan evren artık yaratılış nedenini ve amacını araştırmaya başlamıştır. İnsanda bilince kavuşan evren onların olmayacağını kabul etmek istememektedir. Çünkü insan henüz evrensel bilinç ve entelektüaliteyi simgelediğinin ve kendisinin evren-insan olduğunun farkında değildir. Başinı kaldırıp gökyüzüne bakan evren-insan, aslında kendisine baktığının bilincinde değildir. Gözlemlediği muhteşem manzaranın kendisi olduğunu henüz bilmemektedir. Evren-insanı yaratan evren, sonunda bir amaca sahip olmuştur. Bu amaç kendisini yakından tanımaktır. Bu sorumluluğu üstlenen evren-insan, bilimi oluşturarak kendini incelemeye ve bulduklarından yararlanarak, varlığına bir anlam kazandırmaya çalışmaktadır. Bu anlam evrenin canlı olmasından çok daha fazladır. Kendiliğinden ortaya çıkan bu muhteşem evren sonunda varlık nedenini açıklayacak bir entelektüaliteye sahip olmuştur. Canlılık evren için yeterli değildir. Evren aynı zamanda akıllı, bilinçli ve entelektüel bir varlıktır.
-
Aslında senin düşünme şeklin teizmle bağdaşıyor. Özellike İslam'la bağdaşıyor. Sen insanı halife yapıyorsun.. Senin ateizmin şaibeli... Sen bilimsel ateist olamazsın. Eskiden beri yaygın olan bir görüşe göre canlılık evrenin içinde ortaya çıkmıştır. Canlılığın kökenini bu şekilde belirtmek aslında canlılık hakkında önemli bir beyanda bulunmaktır. Buna göre canlılığı evrenden soyutlamak mümkündür. Hatta yalnız mümkün değildir. Aynı zamanda gereklidir de. Bu ifade canlılıkla evren arasındaki ilişkilere atıfta bulunmamakata, öyle bir ilişkinin olabileceğine değinmemektedir. Bu yaklaşimla ne evren hakkında doğru bir yorum yapmak ne de canlılığın doğasını doğru olarak bilmek mümkündür. Canlılık evrenin içinde ortaya çıkmıştır ama, evrenden soyutlanamaz. Çünkü canlılık yalnız evrende mevcut ve evren tarafından sürekli olarak sentez edilmekte olan elementlerden oluşmuştur ve onların uyduğu bütün fizik yasalarına harfiyen uymaktadır. Canlılıkla ilgili özel fizik yasaları yoktur. Canlılığı evrenden soyutlayan her düşünce ve her açıklama ona bir tür ayrıcalık tanımaktadır. Bu ayrıcalık maddenin davranışları ile ilgilidir. Maddenin canlı bir varlık olarak davranması, nasıl bir ayrıcalıktır? Evrende mevcut fizik kanunlarının bazı elementlere olan etkisi diğerlerine olan etkilerinden daha mı farklıdır? Şimdiye kadar öyle bir etki gösterilememiştir. O halde cansız maddenin bazı koşullarda canlı gibi davranması canlıların sahip olduğu bir ayrıcalık değildir. Evrenin içinde ortaya çikan canlılık, evrenin canlılık kazanması ile özdesdir. Evrenin canlılık kazanması ise onun canlı olması demektir. Bu canlılığın temeli Big Bang'de atılmıştır. Bilim yaşamın evrenin yalnız bir köşesinde maddenin kendiliğinden örgütlenerek başladığını savunmaz. Her ne kadar yüzeyel olarak böyle bir başlangıç söz konusu ise de, bu yaklaşim evrenin diğer yerlerini dikkate almadığı için, yeterince bilimsel değildir ve bir inanç olmaktan öteye gidemez. Canlılık evrende madde ve enerjinin çesitli niteliklerinden ve davranış örneklerinden biridir. Muhtemelen evrende yalnız dünya ile sınırlı olmayıp, yaygın bir fenomendir. Evren madde ise ve canlılık yalnız maddeden ibaretse, aynı zamanda canlıdır da. Ateizm de bu kavramı adapte etmek zorundadır. Ateizm de canlılığın çok özel, farklı kanunlarla denetlenen ve ayrıcalıklı bir nitelik olduğunu savunmaz. Ateizme göre evren canlı, akıllı, bilinçli ve entelektüel bir varlıktır. Buna varlığının çesitli aşamalarında kavuşmuştur. Bilindiği kadarıyla evren 13,4 milyar yıllık yaşamının en az son 4 milyar yılını canlı olarak deneyimlemektedir. Evrenin canlılığının tohumları Big Bang ile atılmıştır.
-
İnsanın doğuştan kazandığı bir doğası vardır. İçgüdüleri, davranış örnekleri, hatta doğal olarak kazandığı bir ahlakı bile vardır. Düşünce doğal olarak kazandığı niteliklerden biridir. İnsan düşünen hayvandır. Sen insan konusunda bir takım yanlış düşüncelere sahipsin. Önce onları düzleltmemiz gerekiyor. Son derece ilginç ve doğasını iyi bilmediğimiz bir evrende yaşıyoruz. Bu evren canlıdır. http://www.ateistforum.org/index.php?showtopic=55643 İnsan o evreni yalnız fizik olarak simgelemez, aynı zamanda bilinçli, akıllı ve entelektüel bir varlık olarak da simgeler. Bunlarla da yetinmez insan. Yaşamak ve genlerini yeni nesillerde devam ettirmek için her çabaya baş vuran, kendinden önce gelen diğer hayvanların davranış örneklerini de adapte eder ve onları kendi yaşamına yansıtır. İnsanın iyi kötü, güzel çirkin, vs olmasının nedeni budur. İnsan kendisini bu özellikleri ile simgeleyen bir yapıya sahiptir. İnsanı yalnız iyi taraflarını görerek ve diğer taraflarını ihmal ederek doğru olarak tanımak mümkün değildir. İnsanın en gizemli tarafı onun evrenin simgesi olmasıdır. İnsanda bilince kavuşmuştur evren. Bu evren canlıdır ve aklı ve entelektüalitesi insan tarafından simgelenmektedir. İsmine rağmen sen bu evreni tanımıyorsun. Ne acı... HACI
-
Bu şekilde tepki göstermen senin varoluşçuluğu bilmediğini gösteriyor. Sen bunları benim insanlar hakkındaki görüşlerim sanıyorsun. Oysa bunlar varoluşçulukla ilgili insansal görüşler. Ben bu görüşleri benimserim veya benimsemem. Orası ayrı bir konu. Ya da bir kısmını benimserim. Ben insanlığı yücelten hümanizmaya karşıyım. Nedeni de insanlığa karşı olmam değil. Hümnizmanın insanlığa zarar vereceğini düşündüğüm için insanlığı bu şekilde yücletmekten çekinirim. İnsan ne ise odur. İnsanın doğasını iyi tanımak sanıldığından çok daha kolaydır. Medyada insanlarla ilgili etkinlikleri izlemek insanı tanımada oldukça yararlıdır. Bence sen varoluşçuluk konusunda ya bilgisizsin ya da beğenmediğin bir felsefi görüş olduğundan onu çarpıtıyorsun. Tabii bu iki olasılık da doğru olabilir. Sen kendi felsefi görüşlerinin içinde hapsolmuş, aynı şeyleri tekrarlayan, yaratıcı olmaya çalışan ama onu beceremeyen, kendini açık ve net belirtmede zorlanan birisin. Kendi dar mental dağarcığının dışına çıkamadığın için senin maruz kaldığın inanç felsefesine ters düşen herşeye şiddetle karşı geliyorsun. İçindeki nefret duygusu da bu negatifliği abartıyor.
-
Acıttı değil mi? Gerçekler acıtır...
-
Varoluşçuluğa göre insan nedir? Evrensel İnsan'a haddini bildirelim biraz.. Varoluşçuluğun mevcut insansal seçeneklere limit koyduğu için hümanistik bir çehre bile kazanabileceğinden bahsetmiştik.. Aslında varoluşçuluğun bazı durumlarda hümanist görünmesine rağmen, hümanizmaya karşiıbir tutum sergilemesi daha mantıklıdır. Ancak bu tutumu insanlara yapılan zulüm ve eziyetle karıştırmamalıyız. Hümanizmaya karşı olan varoluşçuluk türü zulüm değildir. Varoluşçuluğun bütün amacı konusu olan insanı anlamaya çalışmaktır. Bunu zalimce ve katı bir yöntemle yapması düşünülemez. bile. Ancak insanın Hiçbirşeylikle yüzleşmesinde israr ettiği için, ona karşı bir tür baskıda bulunduğu iddia edilebilir ve bu bir tür zulüm şeklinde algılanabilir. Varoluşçuluk anti-hümanist bir davranış sergileyebilir. Rönesans döneminden 19'uncu yüzyıla kadar Avrupa'da rasyonel hümanizma hüküm sürmüştür. Böyle bir hümanizma ütopiktir. Ulaşilamaz, savunulamaz. Gerçekçi değildir. İnsanı her yönü ile ele almamaktadır. İnsanın sorunlu, rasyonel olmayan, duygusal yönleri vardır. Antroposentrik bir yaklaşım olan bu klasik rasyonel hümanizma, sonunda karşısında varoluşçu felsefeyi bulmuş ve aradan çekilmek zorunda kalmıştır. İnsan gerçeklerin oynandığı bir tiyatro oyununda ana rolü oynayan bir yaratık değildir. İnsanın bu dünyaya ayak basması bir tesadüftür. Bir kazadır. Kendisi rasyonel olmayan insan, ilginç bir şekilde ve paradoksik olarak, rasyonel bir düşünce olan Darwinizmden kaynak alan, tesadüfi bir yaratıktır. İnsan doğanın amacı değildir. Doğanın bir amacı yoktur. İnsan niyet edilmeyen, tasarımlanmayan, istenmeyen, aranmayan bir yan üründür. İnsan gerçeğin esas olmayan bir ögesidir. Olmasa da olur. İnsan cefa çekerek acı içinde varlığını büyük güçlüklerle sürdürmeye çalisan, zayıf, nahif bir yaratıktır. İşte varoluşçuluk budur. İnsan hiçbirşeydir belki ama, insan için Hiçbirşeylik herşeydir. İnsanın özüdür. Onun ana temasıdır. İnsan bu tema üzerinde sonsuz varyasyonlar yaratan, çoğu kere rasyonel olmayan, zayıf, cılız, duygusal, mert, cesur, korkak, iyi, kötü, güzel, çirkin ve asla antroposentrik olmaması gereken, asla gerekli olmayan ve baş rolü oynamayan bir figürdür.
-
Atomaltı düzeye değindim ama ayrıntılarına girmedim.Çünkü orası kuantum biyolojinin ilgi alanı.Bütün, kendisini oluşturan parçalardan daha farklı birşeydir. Hemen her şeyde bu böyledir. Bütün, bir okyanus da olabilir, bir jet uçağı da. Bir bakteri de olabilir bir balina da.. Daha da ötesi bütün bir atom da olabilir. Bu atom ki temel olarak kuantum davranışlar sergileyen parçacıklardan oluşmuştur. Parçacıkların bireysel davranışları, bir araya gelip bir atomu oluşturunca, tümüyle değişmektedir. Atom, belirsizlik yasasına uyan parçacıkların bir araya gelmesinden ortaya çıkan ve daha sonra deterministik davranışlar sergilemeye başlayan bir yapıdır. Farklı ve çok az bilgi içeren atomaltı parçacıklar bir araya gelip atomu oluşturunca, onların bir araya gelmesinden oluşan fiziksel evren birden dramatik bir şekilde karakter değiştirmekte ve çok farklı davranışlar sergilemeye başlamaktadır. Bütün bu davranışlar ilerde canlı varlıklar şeklinde organize olmanın en önemli şartıdır. Eğer atomaltı parçacıklar ve onların bir araya gelmesinden oluşan atomlar böyle davranmasalardı, ne evren ortaya çıkabilirdi, ne de onun en ilginç manifestasyonu olan canlılık... Canlılıkla ilgili bütün etkinlikleri maddenin davranış biçimleri ile açıklamak hem mümkündür, hem de zorunludur. Elimizdeki tek meta maddedir. Herşeyi onunla açıklamak zorundayız. Maddeyi yakından incelediğimiz zaman müthiş bir davranış repartuvarına sahip olduğunu görürüz. Bilinç geniş bir yelpaze oluşturan o repertuvarın ilginç manifestasyonlarından biridir. Ve bu bilinç maddenin ortaya çıkışının ilk anlarında, onunla birlikte ortaya çıkmıştır. Evet, evrende yaşam ve bilinç, maddenin davranış biçimlerinin örneklerini simgeleyen varlıklardır. Bir araya gelen madde karakter değiştirip, evreni ve içinde yaşayan canlıları oluşturmakta ve bilinç onlarda kendini manifest eden davranış örneklerinden sadece birini simgelemektedir. Aslında bilinç de enerji dönüşümlerinin varlığını gerektiren bir olgudur. Bu enerji dönüşümlerinin doğası hakkında bilinenler çok azdır. Bilindiği kadarıyla beyin metabolik olarak son derece aktif bir organdır. Vücudun enerji tüketiminin yüzde 25'inden sorumludur. Bu demektir ki her an beyinde vücudun diğer organlarında vuku bulan metabolik etkinliklerden çok daha fazla bir takım etkinkikler vuku bulmaktadır. Beynin kullandığı enerjinin önemli bir kısmının bilince harcandığını ileri sürmek yanlış sayılmamalıdır. Çünkü beyin hiç durmaksızın düşün üreten ve çevreyi sürekli olarak izleyen bir organdır. Bu etkinlikler enerjisiz başarılamaz. Peki beyin bu enerjiyi nereden bulmaktadır? Beyin saf glukozla beslenen bir organdır. Yani enerji yağlardan ve proteinlerden sağlanmaz. Çünkü onlar hızla enerjiye dönüşemezler.Beyin hızla enerjiye dönüşen saf glukozdan yararlanır. Ama bilinçli olmak için onu nasıl kullandığını bilmiyoruz.Muhtemelen bu süreç sırasında bazı enzimler aktive edilirler ve açığa çıkan enerji bilinç olarak kendini manifest eder. Enzimlerin etkinlikleri kuantum davranış biçimlerinden biri olarak düşünülebilir. Enzimsel reaksiyonlarda tunelling gibi bazı kuantum süreçlerin sorumlu olduklarına inanılmaktadır. Yani bilinç yalnız atomun değil, onun ögelerinin davranış biçimlerinden de yararlanılarak ortaya çikan bir süreçtir. Biyolojik sistemlerde bilinç, biyolojik olmayan sistemlerde olduğu gibi, enerji dönüşümleri sırasında kuantum ilkelere baş vurur. Yıldızların merkezindeki fırınlarda enerji dönüşümleri füzyon ile sağlanır. Bu kuantum süreçte dört hidrojen atomundan bir helyum atomu sentez edilirken, enerji fazlası ısı ve ışık olarak etrafa yayılır. Biyolojik sistemlerde de benzeri bir kuantum süreç gerçekleşir. Biyolojik olarak yararlı bir enerji türü, biyolojik olarak daha az yararlı bir diğer enerji türüne dönüşürken, canlı varlığını sürdürür. Canlının her türlü metabolik etkinkiği bu enerji dönüşümleri sırasında sağlanır. Bilinç de bu tür enerji dönüşümlerinin ilginç bir ürünüdür. Bilincin neden kuantum bir süreç olduğunu anlamak için kuantum biyolojiye kısaca bir göz atmamız gerekecektir. Biyolojik enerji dönüşümleri sırasında gerçekleşen kimyasal reaksiyonlarda kuantum mekanik süreçler devreye girerler. Bu süreçler sırasında ışık absorbe edilir, elektronlar uyarılır ve uyarılan enerji ile birlikte elektronlar ve protonlar bir yerden bir yere taşınır. Diğer biyolojik süreçler sırasında da kuantum mekanik yasalardan yararlanılır. Örnegin kuşlar dünyanın manyetik alanlarını algılayan bir sisteme sahiptirler. Bu hisleri kullanan kuşlar kendilerini dünyanın manyetik alanlarına oriente ederek, göçecekleri yeri doğru olarak bulurlar. Hiç hata yapmazlar. Kuşların bu niteliğini farkında olmak olarak açıklamaktan başka çaremiz yoktur. Farkında olunan ise quantum mekanik bir olaydır. Biz burada iki türlü bilinçten bahsediyoruz. İlki için aşağıdaki yorum geçerli. Bilinci çevreyi tanıma ve farketme olarak tanımlarsak her canlıda ilkel düzeyde de olsa bir bilincin olduğunu ileri sürmek yanlış sayılmaz. Bakteriler bile çevrelerini tanırlar ve ona uygun davranışlar sergilerler. Bu durumda atomların ve moleküllerin de içinde bulundukları ortamı anlayıp anlamadıklarını ve o ortama uygun davranışlar sergileyip sergilemediklerini neden düşünmeyelim? Şurasına açıklık getirmek istiyoruz. Biz insanlardaki bilinci atom ve moleküllerde aramıyoruz. İnsanlardaki bilincin nasıl evrildiğini araştırıyoruz. İnsan beyninde tepkileşen moleküllerin sonunda bilinçten sorumlu olduklarını kurguluyoruz.. Bunu nasıl başardıklarını henüz tam olarak bilmesek de, bu olayın doğasının moleküler olduğuna eminiz. İnsanda bilincin olması için beyinde bazı kimyasal tepkileşmelerin olması gerekmektedir. Bu durumda diyebiliriz ki: Eğer atom ve moleküllerle ilgili bazı nitelikler olmasaydı, canlılarda bilinç ortaya çikamazdi. Hatta yaşam bile mümkün olamazdı. Başka bir deyişle aptal ve cansız atom ve moleküller bir araya gelip bilincin ortaya çıkmasını sağlayamazlardı. İnsanlarda bilinç vardır. O halde bilinçten yalnız atom ve moleküllerden ibaret olan insan beynindeki atom ve moleküller sorumlu olmalıdırlar. İnsanda bilinç ayrıca (farkettiğini farketme olarak tanımlanırsa) bir epifenomendir. Ama temeli yine de kimyasal tepkileşmelerdir. Maddedir. Enejidir. Farkettiğin farketme olan bu bilinç bir epifenomendir. İnsandaki bu bilincin de aslında atom ve moleküllerin davranışlarından evrilmiştir ama, su moleküllerinin sayısı nasıl artınca davranışları da değişiyorsa, insan bilinci söz konusu olunca, ortaya yeni bir fenomen çikmaktadir. Ona biz epifenomen diyoruz. Evrenle ilgili açıklamaya çalışacağımız her süreç sırasında karşımıza madde ve enerji çıkacaktır. Maddeden kurtulamazsınız. Bilinci maddeni davranış biçimlerinden biri olarak kabul etmemek mümkün değildir. Ve bu kabul de aslında o kadar aşırı değildir. Yaşam atomların özgün bir davranışı sonucu ortaya çıkmamıştır. Yaşam atomların olağan bir dizi davranışları sonucu ortaya çıkmıştır. Çünkü atomlar ve moleküller birbirleri ile tepkileşmekte ve daha farklı moleküllerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Atom ve moleküllerin birbirleri ile tepkileşmesi için de fizik yasalarına uymaları gerekmektedir. Bilinç de yaşam gibi atomların birbirleri ile tepkileşmelerinin ürünüdür. Atom ve moleküllerin ise birbirleri ile tepkileşebilmeleri için önce birbirlerini tanımaları gerekmektedir. Bütün olay budur. Kimyasal evrim atom ve moleküllerin birbirlerini tanımaları temeli üzerine kurulmuş bir evrim türüdür. Bu tanıma doğal seçilime tabi olmuştur. Atom ve moleküller birbirlerine ne kadar büyük bir afinite ile tutunurlarsa, ortaya çıkan molekül o kadar kararlı olacaktır. Bu temel davranış örnegi yalnız yaşamın değil, aynı zamanda bilincin de ortaya çıkmasından sorumludur. Bilincin başka türlü ortaya çıkması mümkün değildir. Ne yaşam ilahi bir güçle ortaya çıkmıştır, ne de bilinç. Onlar maddenin olağan davranış biçimlerinin ürünüdür.
-
Seni eğitemem. Sen eğitilmezsin..
-
Bu halinle bu konuyu benle tartışamazsın. Kimseyle tartışamazsın. Bu konunun üzerinde çalışmalısın. Senin bu kadar cahil olduğunu ben de bilmiyordum.
-
Sen varoluşçuluğu daha once duymadın galiba. Wicki'den kısa bir pasaj quote ediyor ve bu felsefeyi açıklamaya çalışıyorsun. Yazılanları anladığını bile sanmıyorum. Senin amacın existentialismi öğrenmek veya tartışmak değil. Çarpıtmak. http://en.wikipedia.org/wiki/Existentialism
-
Laf salatası.. Zırva...
-
Kaynak göstermemişsin
-
Sen kafayı yemişsin. Geride birşey kalmamış... İnsanı tanımıyorsun ama onun hakkında değersiz yorumlar yapmaktan utanmıyorsun. Seninn ciddiye alındığını sanmıyorum. Ben de almıyorum zaten.
-
Varoluşçuluğu bilmediğin belli oluyor. Sartre için de mi ateist değildir, mistisizmi savunur diyorsun sen? Düşünen insan varoluşçu olur. Her insan için varoluşçuluğun bir türü vardır.. İnsanı ve kendini başka türlü tanıyamazsın. Sen tanıdığını sanıyor kendini aldatıyorsun. Kendini bile tanımıyorsun..
-
Varoluşculuk tek ve homojen bir felsefi görüş değildir. Çesitli felsefi görüşleri oldukca gevşek bir şekilde bünyesinde barındıran bir eğilimdir. Bütün amacı insanın dünyadaki varlık nedenini yorumlamak ve anlamlandırmaya çalışmaktır. Bunu başarmaya uğraşirken de, insanı insan yapan değerleri, insanın özünü, sorunlu karakter ve doğasını kendine konu edinir. Varoluşculuğun temel koşullarını şöyle sıralayabiliriz; 1. Varoluşculuk bireyseldir. Her zaman "benim varlığım", "senin varlığın", "onun varlığı" şeklinde belirtilir. 2. Varoluş, mevcut olma, var olma ile, yani varlığın şekli ile, ilgili bir sorundur. Bu nedenden dolayı ayni zamanda insan olmanın anlamını da araştırmaktır. 3. Bu araştırma sırasında çok farklı ve paradoksik olasalıklarla karşılaşılır. Varolan (insan) bu olasalıklardan birini seçmeli ve ona kendini adamalır. 4. Bu olasalıkları insanın madde ve diğer insanlarla olan ilişkiler oluşturduğundan, varolan her zaman dünyadaki bir insandır. Belirli bir durumda seçenekler sınırlıdır.Bu yüzden insan "Das ein" "there being" (orada duran, orada var olan, oradaki) olarak isimlendirilir. Çünkü o varolma gerçeği (veya dünyada olmasi gerçeği) tarafindan tanımlanmıştır. Bu koşulları teker teker incelersek; İlk koşula göre, varoluşculuk insanı saf ve sonsuz bir maddenin gösterisi olarak kabul eden doktrinlere itiraz eder. Bu nedenden dolayi, bilinç, ruh, düşün gibi konulara önem veren idealizma karşi çıkar. İkinci olarak, objektiviteye ve bilimselliğe de karşı çıkar. Çünkü bunlar daha çok delillerin kaba gerçeğine önem verirler. Üçüncü olarak varoluşculuk, "gerekliliğe" karşıdır. Çünkü bu durumda insan onların arasından kendine gerekli gördüklerini seçebilir ve kendini tasarımlayabilir. Oysa varoluşcu, olanaklardan yalnız birini seçmeli ve ona angaje olmalıdır. Dördüncü olarak da varoluşculu, solipsizme (tekbenciliğe) ve bilimsel idealizme karşi gelir. Çünkü varoluşculuğa göre, diğer varolanlarla olan ilişki her zaman kendinin ötesine uzanır, "transendens" eder. Görüldüğü gibi varoluşculuk, çesitli ve çeliskili eğilimlerin bir araya geldiği bir felsefe ekoludur. Bir yandan var olanın üstünlügünde israr edip, bu üstünlügü varoluşun temeli olarak kabul ederek, "dinsel" bir ton kazanırken, öte yandan kendine sonsuz özgürlügü layık görüp, kendindeki sorunları ortaya koyarak ve kendi kendini yaratıp, Tanrı'nın görevlerini üstlenerek, radikal bir "ateist" olarak da karşimıza çikabilen varoluşculuk, bazı durumlarda mevcut insansal seçeneklere limit koyarak insanın varlığını sınırladığı için "hümanistik" bir çehreye bile bürünebilmektedir. Yani varoluşçu mutlaka metafizik felsefeyi savunacak diye bir kural yoktur.
-
Düşünsel filtrenin duyarlığı kişiye göre değişir. Aşırı dindar biri Allah’ın olmadığını düşünemez. Çünkü eğitim düzeyi, dinsel kültür ve görgüleri onu o şekilde düşünmekten men eder. Bir ana oğlunu öldürmeyi tahayyül edemez. Çünkü içgüdüleri onu korumakla yükümlüdür. Bunlar gibi daha binlerce tabu vardır.
-
Her ne kadar beynin düşünsel özgürlüğü ve düşünsel serbestliği sınırsızsa da, onlara sınır koyan güçler vardır. Düşün düzeyinde kalmaları şartı ile bile onlar her insan için farklı derecelerde sınırlıdır. Bu iki kavram arasında yalnız düşün düzeyinde kalmaları durumunda fark yoktur. Her ikisinin de sınırsız olduğu sanılır ama değillerdir. İnsanın bazı konuları düşünmesini önleyen ve düşüncelerine limit koyan bazı güçler vardır. O güçler nelerdir? DÜŞÜNSEL ÖZGÜRLÜGÜN SINIRLARINI NE SAPTAR? İnsan beyninin düşün ürettigine değinmiştik. Beyin istediği her konu üzerinde düşünebilir mi? İnsanların düşünme kapasiteleri sınırsız mıdır? Görülmeyen, duyulmayan, koklanmayan, tadılmayan ve her hangi bir şekilde algılanamayan subjektif ve soyut bir eylem olan düşünmeyi durdurmada ve tahdit etmede başarılı olan güçler nelerdir? Böyle güçler var olabilir mi? Evet! Böyle güçler vardır. Var olmalıdırlar. Geçmişte var olmuşlardır ve gelecekte de var olmaya devam edeceklerdir. İnsan her istediğini, her istediği an ve her istediği şekilde düşünemez. Düşünmemelidir de... Bazı güçler buna engel olurlar. O güçler insanın kendi içindedirler. İnsan, bilgisi, kültür ve gelenekleri, yaşı, cinsi, deneyimleri, eğitim düzeyi, zekası ve daha bir çok nitelikleri muvacehesinde düşünür. İnsan beyni kendi ürettigi her türlü düşünü özel bir filtreden geçirir ve ancak oradan geçenlerin bilinçli olarak düşünülmesine izin verir. Düşünsel filtrenin duyarlığı kişiye göre değişir. Aşırı dindar biri Allah’ın olmadığını düşünemez. Çünkü eğitim düzeyi, dinsel kültür ve görgüleri onu o şekilde düşünmekten men eder. Bir ana oğlunu öldürmeyi tahayyül edemez. Çünkü içgüdüleri onu korumakla yükümlüdür. Bunlar gibi daha binlerce tabu vardır. Düşünsel özgürlügün belli bir sınırı vardır... Hiç bir özgürlük sonsuz ve sınırsız değildir.
-
İnsanın gerçek doğasını tanımadan onun iyi kötü gerçek yüzünü görmeden, ona bir takım üstün nitelikler atfetmek hem gereksizdir, hem de onu yüceltmeyip küçülteceği için, zararlıdır. Bu nitelikler her toplumda aynı derecede olmadığı için, insanlar arasında ayrım yapar ve insanlığı böler. İşte bu bağlamda varoluşcu felsefe devreye girmektedir. İnsanı insan yapan değerler nelerdir? İnsanın özü her zaman iyi ve güzel midir? İnsan her zaman rasyonel, anlayışlı, mantıklı bir varlık mıdır? İnsan sorunlardan yoksun mudur? İdeal bir karaktere mi sahiptir? Rönesans'dan beri süregelmekte olan rasyonal hümanistik gelenek, Hegel'in "kozmik rasyonalizminde" idealize edilmiştir. Hegel, "Son Gerçek" ile, "İdeal Mantığı", onlardaki olumsuz ve karşıt eğilimleri yücelterek birleştirmiştir. Bu müthiş çabasi ile Hegel, günümüzü hala etkisi altinda tutan bir filozoftur. İnsana atfedilen bu üstünlük, bu yüce ve ulu eğilimlerin onun gerçek doğasını yansıtmadığı ilk defa Kierkegaard tarafından dile getirilmiştir. Bazı insansal eğilimlerde, örnegin ağrı, neşe ve sevinçte, üzüntü ve endişede, umut ve umutsuzlukta, sağduyu ve sezgide mantık olmayabilir ve bunlar rasyonel bir şekilde açıklanamaz. İnsanın yapısında bütün rasyonel, olumlu ve iyimser hayalleri yok eden güçler vardır. Bunları anlamadan insanı anlamak mümkün değildir. Rasyonalite insan doğasının öğelerinden biridir. Ancak, çoğu kere insan rasyonel değildir. Varoluşcular için Hegel’izm kabul edilemez. Çünkü varoluşcuya göre gerçek yalnız kendi bildiği ve deneyimlediğidir. Hegel'in savunduğu "ideal akıl birliği" hem anlamsızdır, hem de insanlığa karşı yapılan kaba bir zorlamadır. Varoluşcular için kendi bilinçleri hiç bir yere gizlenmemiştir. Şu anda mevcuttur ve cefa çekmektedir. Kierkegaar'da göre, kalabalık gerçekleri yansıtmaz. Gerçeğin dramı kişinin benliğinde saklıdır.Gerçeği arayan varoluşcu, kendi içine döner ve onu yakından inceler. Orada ne görür? Hiçbirşey! Doğmadan önce yoktu, öldükten sonra da yok olacaktır. İçindeki bütün bilgi, anı ve duygularından kendini arındırır ve bu keresinde orada şekilsiz, biçimsiz, çirkin ve anlamsız egosunu görür. O zaman filozofların asırlardır sorduğu soruyu sorar: Herşey neden var? Herşey neden yok?... Dünya, Güneş, Evren neden var? Ben neden varım? Düşüncelerini içinde, özünde gözlemlediği hiçbirşey üzerinde yoğunlaştırır ve hiçbirşeyi zamanla, insan duyarlığının en önemli başarılarından biri olan "Hiçbirseylik" kavramına dönüştürür. Varolşcu için temel hiçbirşeylik'tir. Hiçbirşeylik güçtür ve gerçeğin ta kendisidir. Hiçbirşeylik insanın hem umutsuzluk ve kederinin, hem de varoluş cesaret ve dürüstlüğünün kaynağıdır. Onun hem başlangıcıdır, hem de sonu. Hiçbirşeylik güzeldir. Aslında insan için hiçbirşeylik herşeydir.
-
Su örnegine geri dönelim. Su hidrojen ve oksijenden oluşmuştur. Onların bireysel olarak davranışları farklıdır. Bir araya gelince ikisinde de olmayan bazı davranışlar ortaya çıkmaktadır. Bu olay da bir epifenomendir. Su damlalarını çoğaltın, suyun daha farklı davranışlar sergilediğini göreceksiniz. Ne kadar çopaltırsanız su molekülleri o kadar farklı ve kompleks davranışlar sergileyeceklerdir. O davranışları H2O'nun sergilediğini düşünmezseniz, nedenini anlayamazsınız. Suyun davranışlarını size gizemli bir olgu olarak görülür. Oysa alt tarafı o davranışları çok sayıda 2 hidrojen atomu ile bir oksijen atomu sergilemektedir. Evrende vuku bulan, gerçekleşen herşeyin temeli atomisttir. Tabii biz herşeyden atomaltı kuantum aleminin sorumlu olduğundan bile bahsedebiliriz. Maddenin kuantum davranışları atomüstüne farklı bir düzen şeklinde yansımaktadır ve o yansıyan düzen evrendeki herşeyden sorumludur. Var olan bir şeyin doğasını bilmek için onu ögelerine ayırmamız gerekiyor. Bilinci öğelerine ayırırsak ve karşımıza bilinçsizlik çıkarsa, onun doğasını anlayamayız tabii. Bilinçsizlik bir araya gelince bilinç mi oluyor? Yoksa alt düzey bilinç, birikerek ve organize olarak üst düzeye mi yansıyor? Okyanus farklı su moleküllerinden mi oluşuyor, yoksa bir araya gelince farklı davranan aynı su moleküllerinden mi ibaret? Bilincin ki tanımı ister farkında olmak olsun, ister farkında olmanın farkında olmak, atom ve moleküllerin davranışlarının sonucu olarak ortaya çıktığını inkar etmemiz mümkün değildir. Ama bilinci ögelerine ayırıp da gerçek doğasını araştırmaya başlar başlamaz, içinde kayboluyoruz. Çünkü ayırdığımız ögelerin de bir tür (bir başka tür) bilinçli olabileceklerini düşünemiyoruz. Onlar bize sanki çok daha farklı bir domain'in öğeleri gibi geliyor. Halbuki değiller. Onlar da birbirlerini farkediyorlar ve farkettikleri için evrilerek canlı yaratıkları oluşturuyorlar. Onların evrimi için kimyasal evrim deniyor. Atom ve moleküller birbirlerini farketmeselerdi, canlılar oluşamazlardı. Canlılardan vazgeçtik, kimyasal maddeler bile oluşmazlardı. En basit moleküller bile oluşamazdı. O halde onların hepsi birbirlerini farkediyorlar. Bu farketmeyi insana kadar götürün. İnsanda moleküllerin birbirleri ile tepkileşmesi o kadar karmaşık bir nitelik kazanıyor ki sonunda farkettiğini farketmek bile farkediliyor. Bir molekülün bir başka molekülü tanıması ile insanın farkettiğini farketmesi arasında başka fark yoktur. Canlılarda (insanda) bilinç, atom ve moleküllerin birbirlerini tanımaları ve farketmelerinden evrilmiştir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İnsanda bilinç, bazı spesifik moleküllerin ve atomların davranış biçimlerinin bir düzen dahilinde organize olup tanınmasından oluşan bir epifenomendir. Bilinç hiç kuşkusuz atomaltı kuantum evrenden başlar ve onu aşıp makroevrene tansend olur. Orada sonunda beyinle buluşur. Ama bilinç yalnız beynin ürünü değildir. Beyin bilinci üst düzeyde işleyen ve manüple eden bir organdır. Bilinç hücre düzeyinde de vardır, organel düzeyinde de, makromoleküler düzeyde de.. Canlı varlıklar birbirlerinin farkında olan ve birbirleri ile tepkileşen moleküler sistemlerden oluşmuşlardır.
- 58 yanıt
-
- 1
-
-
Bu forumda yalnız başkalarını eleştirerek başarılı olamazsın. Bir konu hakkında ne düşündüğün önemli. Kişiler hakkında düşündüklerinin hiç önemi yok. Onlar senin hesabına negatif görüşler olarak geçer. Biraz düşün üretmeye çalış..
-
Yaşam temel olarak kimyasal bir olgudur. Başlangıcı da kimyasaldır, devamı da. Yaşam herşeyi ile kimyasaldır. Evrim de kimyasal bir süreçtir. Evrende yaşam nerede ortaya çıkarsa çıksın kimyasal bir olgu olmak zorundadır. Canlılarla ilgili etkinliklerin hepsi kimyasal tepkileşmelerle başarılır. Bu bağlamda bilincin farklı olması için bir neden yoktur. Dikkat ederseniz biz burada yaşamın temeli kimyasaldır derken, kimyasal maddelerin özel davranış biçimlerinden bahsetmiyoruz. Kimyasal maddeler tek başlarına hiçbir şey başaramazlar. Birşeyler başarabilmeleri için mutlaka başka kimyasal maddelerle tepkileşmeleri ve işbirliği yapmaları gerekir. Bir kimyasal maddenin başka bir kimyasal madde ile olan tepkileşmesi her ikisinin de birbirlerini tanımaları ile başlayacağından, temel düzeyde bilinçli bir davranış olarak nitelendirilmesinde bir sakınca olmamalıdır. Kimyasal maddeler birbirlerine aynı koşullarda aynı tepkileri göstereceklerdir. Burada çevre devreye girmektedir. Kimyasal maddeler birbirlerini tanırlarken, çevrenin de farkında olmaktadırlar. Bu basit olay bize evrende bilgi alışverişinin gerçekleştiğine işaret etmektedir. Bilincin temeli bu bilgi alışverişdir. Atom ve moleküllerin birbirlerine afinite göstermelerinin zamanla evrilerek canlılarda ve en üst düzeyde insanda ortaya çikan bilinçten sorumlu olduğunu çoğumuz düşünmeyiz. Madde örgütlenerek giderek daha karmaşik nitelikler kazanır ve çok farklı davranışlar sergilemeye başlar. Su örneginde buna değindik. Bir damla su ile bir okyanusun arasındaki fark yalnız nicel değildir. Aynı zamanda niteldir de. Suyun davranışlarını kendini manifest etme, belirtme, farklı davranma olarak tanımlasak da, temeli molekülerdir. Ayrıca farkında olmanın temeli de molekülerdir. Bu şekilde tanımladığımız bilinci atom düzeyine kadar indirebiliriz. Atomlar bir araya gelip sayıları artınca daha önceki davranışlarından daha farklı davranmaya başlarlar. Diğer atomlarla bir araya gelip örgütlenince daha da değişik davranışlar sergilerler. Her üst düzeyde örgütlenme aynı atom ve moleküllerin grup davranış repertuarlarının geometrik olarak artmasına neden olacaktır. Canlılarda bu kimyasal örgütlenmedir. Giderek karmaşıklaşan ve sofistikasyon kazanan bu örgütlenme, sonunda, insanda bilinç dediğimiz düzeye çıkacaktır. Bize son derece ileri ve sofistike görünen bu olayın aslı son derece basit bir dizi kimyasal tepkileşmelerden başka bir şey değildir. Biz insanlardaki bilinci atom ve moleküllerde aramıyoruz. İnsanlardaki bilincin nasıl evrildiğini araştırıyoruz. İnsan beyninde tepkileşen moleküllerin bilinçten de sorumlu olduklarını kurguluyoruz. Bunu nasıl başardıklarını henüz tam olarak bilmesek de, bu olayın doğasının moleküler olduğundan kuşku duymuyoruz. İnsanda bilincin olması için beyinde bazı kimyasal tepkileşmelerin olması gerekmektedir. Bu durumda diyebiliriz ki: Eğer atom ve moleküllerle ilgili bazı nitelikler olmasaydı, canlılarda bilinç ortaya çıkamazdı. Hatta yaşam bile mümkün olamazdı. Başka bir deyişle aptal, cansız ve akılsız atom ve moleküller bir araya gelip insanda bilincin ortaya çıkmasını sağlayamazlardı. İnsanlarda bilinç vardır. O halde bilinçten yalnız atom ve moleküllerden ibaret olan insan beynindeki atom ve moleküller sorumlu olmalıdırlar. İnsanda bilinç ayrıca (farkettiğini farketme olarak tanımlanırsa) bir epifenomendir. Ama temeli yine de kimyasal tepkileşmelerdir. Maddedir. Enerjidir.
- 58 yanıt
-
- 1
-