-
İçerik sayısı
73 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
8
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by Valery Legasov
-
Değerli dostlar, son günlerde gündemde yer alan sahte diploma skandalından haberdar olduğunuzu düşünüyorum. Bu olay bana AKP'li Metin Külünk'ün yıllar önce attığı bir tweeti hatırlattı. Özetle şöyleydi: Siyaset diploma ile yapılmaz, peygamberlerin de diploması yoktu!
- 4 yanıt
-
- 1
-
-
Değerli Dostlar, Rahman Suresi'nde Allah, "Biz suları acı ve tatlı olmak üzere iki deniz yarattık, bu iki denizin arasına bir bariyer koyduk, böylece birbirlerine karışmazlar. Ve her iki denizden de inci ve mercan çıkar." diye buyuruyor. Tatlı su nehirleri denize ya da okyanusa döküldüğünde, arada bir geçiş bölgesi oluşur. Bu geçiş bölgesine estuar denir ve burada tatlı su geçici olarak tuzlu sudan ayrılır. Ancak bu ayrım mutlak değildir, kalıcı değildir ve iki su kütlesi arasındaki farklı tuzluluk seviyeleri sonunda birbirine karışır. Buna karşılık, Kuran, biri tuzlu, diğeri tatlı su olan iki deniz arasında, bunları birbirinden ayıran ilahi bir bariyerin varlığını öne sürer. Ayrıca, yine aynı ayette iki denizden de mercanların çıktığı belirtilmiştir. Ancak mercanlar yalnızca tuzlu su okyanuslarında bulunur. Tatlı suya maruz kalmak ise mercanların solmasına (beyazlaşmasına) neden olur. Ey Müslümanlar! Gelin cevap verin! Allah'ınız, hem tatlı suda hem de tuzlu suda mercan çıkar diyor. Fakat mercanlar yalnızca tuzlu suda hayatta kalabiliyor! Bana bir tane göl, nehir ya da ırmak gösterin de, içerisinde mercan olsun!
-
- 1
-
-
Burada ki asıl sıkıntı Allah'ın deneme yanılma yoluyla bir şeyleri öğreniyor olması. Musa'ya, İsa'ya türlü türlü mucizeler veriyor, asayı yılana çevirme veya hasta insanları tek dokunuşta iyileştirme gibi ama Muhammed'e gelince "Biz geçmişte çok mucize gösterdik ama insanlar inanmadı artık mucize vs. yok" şeklinde cevap veriyor. Hani Allah her şeyi biliyordu? Her şeyi bilen bir Allah, insanların muzice görünce inanıp, inanmayacağını nasıl bilmez?
-
Değerli dostlar, Hepimizin bildiği gibi, Müslümanların temel inançlarından biri şudur: “Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir; O, her şeyi bilir ve her şeyi görür.” Peki bu konuyla alakalı Kuran bize ne anlatıyor? “Onlara katımızdan hak geldiğinde, ‘Musa’ya verilen mucizeler ona da verilmeli değil miydi?’ dediler. Daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmemişler miydi?” (Kasas, 48) Mekkeliler, Muhammed’e şöyle soruyordu: “Madem Musa gibi bir peygambersin, o halde onunki gibi bir mucize göster: mesela asasını yılana çevir!” Kur’an’ın bu talebe verdiği yanıt özetle şu: “Öncekiler de mucizelere inanmadı; muhtemelen siz de inanmazsınız. Bu yüzden artık mucize yok.” Bu cevap, şu anlama geliyor: “Mucizeyi denedik, işe yaramadı; artık göndermiyoruz.” Ancak bu açıklama, Tanrı’nın her şeyi bilen bir varlık olduğu inancıyla nasıl bağdaşır? Her şeyi bilen bir Tanrı, mucizelerin etkili olup olmayacağını en başından bilmelidir. Eğer bunu insanların tepkisini gözlemleyerek öğreniyorsa, bu Tanrı'nın bilgisiyle ilgili ciddi bir sorun ortaya koyar. Çünkü mutlak bilgiye sahip bir varlık, deneyim yoluyla öğrenmeye ihtiyaç duymaz. Deneme-yanılma yöntemi insanlara mahsustur; Tanrı’ya değil. Öte yandan, “Öncekiler mucizelere inanmadı” şeklindeki iddia da gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Zira Kur’an’ın kendi anlatımına göre, Musa’nın mucizelerine Firavun ve çevresi direnmiş olsa da, çok sayıda sihirbaz bu mucizeleri görüp iman etmiş, hatta bu uğurda canlarını feda etmişlerdir (A’râf 120–126). Dolayısıyla, “Hiç kimse inanmadı” demek, Kur’an’ın kendi içeriğiyle açıkça çelişmektedir. Ey Müslümanlar! Gelin cevap verin bakalım. Hem bizim Allah'ımız her şeyi bilir diyorsunuz ama Allah'ınız Kuran'da "Ben geçmişte çok mucize gönderdim ama insanlar inanmadı o yüzden artık mucize göndermiyorum" diye cevap veriyor. Her şeyi bilen Allah, gönderdiği mucizilerin işe yarayıp, yaramayacağını nasıl bilmez?
-
@kavak Türkiye'nin bir tarafında, belediye başkanları hukuksuz bir şekilde, 'gözünün üstünde kaş var' gibi bahanelerle tutuklanırken; Türkiye'nin diğer tarafında, özellikle çözüm süreci gibi meselelerin demokratik bir şekilde çözüme kavuşturulabileceğini söylemek, en hafif tabiriyle naiflik olur. Eğer bir işin içinde RTE varsa, bilin ki o işten en büyük zararı yine Türk milleti görecektir.
- 62 yanıt
-
- 1
-
-
- i̇mralı
- abdullah öcalan
-
(1 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
Türkiye'deki temel sorun demokrasi, hukuk ve özgürlük sorunudur. Bu üç sorunu çözmeden, başka hiçbir sorunu çözemezsiniz. RTE’nin ne halt olduğunu sağır sultan bile duydu, ancak hala bazıları, RTE'nin ipiyle kuyuya inilmemesi gerektiğini öğrenemedi. RTE, göreve geldiği ilk yıllarda “Türkiye'nin Orta Doğu'da bir misyonu var, biz BOP Projesi'nin eş başkanlık görevini yapıyoruz” diyerek açıkça ne amaçla hareket ettiğini, misyonunun ne olduğunu ortaya koydu. Bu misyon doğrultusunda Libya, Irak, Suriye, Mısır, Sudan ve daha pek çok ülkede iç savaşlar patlak verdi, bu ülkeler istikrarsız hale geldi ve yöneticileri değiştirildi veya ortadan kaldırıldı. Bu din bezirganı, bir konuşmasında “NATO’nun Libya’da ne işi var?” derken, bir başka konuşmasında “NATO, Libya’ya girmelidir” diyebilmektedir. İsrail’i yerden yere vuruyor, ticareti durdurduğunu söylüyor ama el altından ticareti devam ettiriyor. Yani demek istediğim, bu şahıs yalancı ve dürüst değil. “Emir komuta merkezim papaz elbisesi giyeceksin diyorsa, papaz elbisesi giyer, görevimi yaparım” diyen birisinden dürüstlük beklemek mümkün değildir. Bu kişinin, bu ülkenin hayrına bir şey yapacağını düşünmek de naiflik olur. Kısacası, bu kişi, "Paramı veren düdüğümü çalar" mantığıyla hareket etmektedir.
- 62 yanıt
-
- 1
-
-
- i̇mralı
- abdullah öcalan
-
(1 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
PKK'nın silah bırakma süreci baştan sona bir tiyatrodan ibarettir. 20-30 teröristin Saddam döneminden kalma silahları yakması, koca bir terör örgütünün gerçekten silah bıraktığı anlamına gelmez. Ancak Türkiye’de ana akım medya büyük ölçüde iktidar kontrolünde olduğu için bu durum, tüm örgütün silah bıraktığı şeklinde lanse ediliyor. Ne yazık ki halkın bir kısmı da bu propagandaya inanıyor.
- 62 yanıt
-
- i̇mralı
- abdullah öcalan
-
(1 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
Arif Tekin’in İslam’da Şiddet adlı kitabından alıntıdır. Benî Kaynukâ halkı Yahudiydi ve Medine’nin yerlilerindendi. Aynı zamanda Hz. Muhammed’e inanmayan Abdullah b. Übey b. Selûl’e bağlı kişilerdi. Bedir Savaşı’ndan sonra Muhammed’e karşı tavır aldıkları iddia edilir. Bunun üzerine şu ayet inmiştir: “Eğer bir topluluktan hıyanet kuşkusu duyarsan, antlaşmaya bağlı kalmayacağını aynı şekilde sen de onlara bildir.” (Enfal, 58) Bu ayetin inmesinden sonra Hz. Muhammed, "Ben onlara güvenmiyorum," diyerek daha önce yaptığı barış antlaşmasını bozmuş ve Medine döneminin 20. ayında (Şevval) onlara karşı harekete geçmiştir. On beş gün süren muhasaranın ardından, kadınları ve çocuklarıyla birlikte esir alınarak elleri bağlanmıştır. Ancak, bunlar Abdullah b. Übey’in adamları olduğundan, o araya girerek onları kurtarır. Hz. Muhammed’in yakasına yapışarak, “Bırakacaksın,” der. Sonuçta Hz. Muhammed, “Lanet olsun,” diyerek onları serbest bırakır. Sayıları yaklaşık 700 kişidir. Bu yönüyle Benî Kaynuka aslında bir bakıma şanslıydı; çünkü olay yaşandığında Hz. Muhammed Medine’de henüz tam anlamıyla hâkimiyet kurmamıştı. Daha bir yıllık bir ikameti vardı. Bu olay ileriki yıllarda yaşansaydı, tıpkı Benî Kureyza gibi onları da katledip çukurlara doldurabilirdi. Hz. Muhammed, onları serbest bıraksa da mallarına el koyar ve Medine’yi terk etmeleri şartını koşar. Yahudiler, mallarını bırakmak zorunda kalarak Medine’yi terk ederler. Hz. Muhammed, geride kalan malları ganimet olarak alır. İlk olarak kendine özel bir pay seçer, ardından ganimetin beşte birini kendine, akrabalarına, yetimlere ve yolda kalanlara ayırır. Kalan kısmı da yandaşlarına dağıtır. Burada kısa bir hatırlatma yapmak gerekir: İslami kesimler, Hz. Muhammed’in bu davranışını haklı çıkarmak adına şu savunmayı öne sürer: “Bu insanlar, Hz. Muhammed ile antlaşma yapmışlardı ancak Bedir Savaşı’ndan sonra antlaşmayı bozdular.” Dolayısıyla Hz. Muhammed haklıydı denilir. Oysa bu insanlar Medine’nin yerlileriydi; Hz. Muhammed ise şehre yaklaşık 20 ay önce gelmişti. Durum böyleyken, yabancı birinin yerlilerle pazarlık yapması zaten doğaya aykırıdır. Şöyle düşünelim: Bugün dünyanın en süper insanı kalkıp Türkiye’ye gelse, bir yıl sonra da “parçala yut” misali insanları rahatsız etmeye, öldürmeye, kadınlarını cariye yapmaya başlasa ve "Ben Tanrı’dan geliyorum" dese, kimse bunu kabul eder mi? Elbette etmez. Kaldı ki Hz. Muhammed onlara karşı olumlu bir şey de göstermemişti ki ikna olup inansınlar. O dönemde Hz. Muhammed’i fikren en çok zorlayan kesim Yahudilerdi. Kendisi de bunu bildiği için onları gelecekte potansiyel rakip olarak görüyordu. Hz. Muhammed’in durduk yere antlaşmayı bozması, çevrede hoş karşılanmıyordu. Bu nedenle önce ayetlerle zemini hazırlıyor, ardından da “Bu topluluğa güvenmiyorum, üzerlerine gidiyorum” diyerek harekete geçiyor. Oysa Yahudiler sayıca fazla değildi ve askeri anlamda büyük bir tehdit oluşturmuyorlardı. Ancak düşünce ve inanç bakımından daha elit bir grup oldukları için endişe uyandırıyorlardı. Bu konuda Hz. Muhammed’in Buhari’de geçen şu sözü oldukça dikkat çekicidir: “Yahudilerden sadece on kişi bana inansaydı, tüm Yahudiler inanırdı.” Bu durumu bildiği için onların kökünü kazımaya karar vermiştir. Yahudiler o dönem için gerçekten zorlu rakiplerdi. Örneğin Hayber baskınında Zeynep adında bir Yahudi kadın, Hz. Muhammed’i zehirli yemekle öldürmek ister. Hz. Muhammed ölmez ama bu zehir, onun iç organlarına zarar verir ve ölümüne kadar acısını çeker. Dudaklarında yaralar oluşur. Bu olay hem Buhari hem Müslim’de geçmektedir. Bu 14 asır önceki eylem bile o dönem Hz. Muhammed’in işinin ne kadar zor olduğunu gösterir. Yine, Hz. Muhammed’i eleştiren birçok Yahudi erkek ve kadın, onun emriyle öldürülmüştür. Bu da onun Yahudilere ne kadar öfkeli olduğunu gösterir. Yerine göre bunlara değineceğim. Örneğin: Ka’b b. Eşref, Ebû Afek, İbn Ebî’l-Hukayk gibi erkekler ile Asma bint Mervan gibi kadınların hepsi Yahudiydi ve Hz. Muhammed’in emriyle infaz edilmişlerdir. Hz. Muhammed, bu tehlikenin farkında olduğu için önce Benî Kaynukâ kabilesinin işini bitirmiş, ardından Benî Nadîr Yahudilerinin mallarına el koyarak onları da Medine’den çıkarmıştır. Zamanla hem bu grupları hem de Hayber’de yaşayan diğer Yahudileri hedef almış, en sonunda Fedek Yahudilerinin de işini bitirmiştir. Zamanı geldiğinde bunlarla ilgili ayrıca bilgi sunacağım. Konuya ilişkin Buhari’de geçen bir hadis de dikkat çekicidir: Ensar’dan bazı Müslümanlar, kendi masraflarını karşılasın diye gelir getiren hurmalıklarını Hz. Muhammed’e hibe eder. Buna daha önce kısaca değinmiştim. Ancak Hz. Muhammed, Benî Kureyza ve Benî Nadîr Yahudilerinin mallarına el koyunca, kendisine daha önce hibe edilen bu hurmalıkları sahiplerine iade eder. Ayrıca, Hayber Yahudilerinden alınan mallar sonrasında, Medineli Müslümanların daha önce Mekkeli Müslümanlara verdikleri mallar da iade edilir. Medine’den ilk sürülen Yahudi kabilesi işte Benî Kaynukâ’dır. Benî Kaynukâ baskınına gerekçe olarak gösterilen olay ise şudur: Müslüman bir kadın, bir Yahudi dükkanına gider. Orada bulunanlar kadınla alay eder ve bir şekilde kadının avret yeri açığa çıkar. Olayı duyan bir Müslüman müdahale eder, çıkan kavgada öldürülür. Bunun üzerine yukarıda anlamını verdiğim ayet iner: “Eğer bir topluluktan hıyanet kuşkusu duyarsan, antlaşmaya bağlı kalmayacağını onlara bildir.” Hz. Muhammed, bu olay üzerine Yahudileri kuşatır, teslim alır ve yukarıda anlatıldığı şekilde Medine’den sürüp mallarına el koyar.
-
- 1
-
-
Kur´an piyasadaki sahte İncillerin hatalarını düzeltir
Valery Legasov replied to Emre_1974tr's konu in Din
@Emre_1974tr Bizim gibi dinsiz, inançsız insanlara bu konuları anlatmanın sana ne gibi bir faydası var? Yoksa, Müslümanlardan gelecek tepkilerden çekindiğin için sadece bize mi bu tür konuları açabiliyorsun? Hem bu Kuran’ın Allah’ı, inançsızlar yani mürted ve kafirler için demiyor mu: Onların kulakları var duymazlar, kalpleri var anlamazlar, ben onları cehenneme odun olsunlar diye yarattım diye? Senin Allah'ın, sakın ha onları tekrar Müslüman yapacağım diye uğraşmayın diyor. Peki sen şimdi "Bakın ben Kuran'da şöyle mucize buldum, bakın böyle mucizelerde varmış" diye konular açarak neyi amaçlıyorsun? Eğer amacın bizi tekrar Müslüman yapmaksa, bil ki o inandığın Allah’ın hükmüne karşı geliyorsun. -
Muhammed'i Eleştirmenin Cezası - 2 İbni Sahnun daha da ileri giderek, "Şayet birileri sövmenin cezası nasıl ölüm olur, bunu diyen kişi nasıl kafir sayılır deyip karşı görüş belirtirse onlar da kafir sayılır" da demiştir. İbni Teymiye: "Hz. Muhammed aleyhinde konuşma cezasının ölüm olduğu hem sahabiler, hem de tabiiler (sahabileri görenler) nezdinde tartışmasızdır" bilgisini de ekliyor. Yine İmam Malik, İmam Ahmet b. Hanbel, İmam Şafii, Hanefi mezhebi, Leys b. Sad Fehmi (h.175.ö), İshak b. Rahüveyh (h.238.ö), Ebubekir Farisi (h.350.ö), Hattabi (h.388.ö) gibileri "Hz. Muhammed'i eleştirmenin cezası ölümdür" demişlerdir. Ancak Hanefi mezhebine göre bunu yapan kafir sayılmaz; mürted (dinden çıkmış) statüsüne tabi olur. Burada değişen bir şey yok: Sonuçta her halükarda ceza yine infazdır. Ancak, Hz. Muhammed'e herhangi olumsuz bir şey diyen kişi için tövbe/pişmanlık teklif edilir mi yoksa hemen infaz mı edilir konusunda ihtilaf vardır. Mesela Ahmet b. Hanbel, kesinlikle pişmanlık fayda vermez; bunu diyen infaz edilmelidir görüşünü benimsemiştir. Kanıt olarak da Hz. Muhammed'i eleştiren birinin Halit b. Velit tarafından infaz edilirken Halit'in ona, pişmanlık duyar mısın diye sormamış olmasını ve hemen onu öldürmesi örneğini göstermiştir. İslam ülkelerinde yaşayan gayrimüslimler de Hz. Muhammed 'i eleştirdikleri vakit, genel görüş onların da cezasının ölüm olacağıdır. Kısacası, Hz. Muhammed ve onun getirmiş olduğu dine karşı herkes suskun kalmalı, aleyhte herhangi bir ses çıkarmamalı; aksi takdirde İslam'a göre hem infaz edilir hem de cehennemi boylar. Kadı İyad ile Şeyhülislam İbni Teymiye, şu örnekleri de vermektedirler: Endülüs alimlerinden İbni Hatem, bir sohbette "Muhammed yetimin biriydi" (hafife almak amacıyla) dediği için bölge alimleri, onun hakkında ölüm fetvası vermiş ve adamı çarmıha gererek infaz etmişlerdir. Yine şair İbrahim Fezari, Hz. Muhammed'i eleştirdiği için, başta Kadı Ebu'l Abbas olmak üzere dönemin alimleri onun ölüm fermanını vermiş; önce bıçaklamış, sonra kaynar suyla haşlayıp çarmıha germişler ve sonunda onu çarmıhtan indirip ateşte yakmışlardır. Denilebilir ki, o dönemin İslam alimleri bu aşırı örnekleri kendi içtihatlarıyla uygulamış ve belki de yanlışlık yapmışlar veya İslam'ı tam anlamamışlardır. Ancak, ilerleyen bilgileri sundukça, bunun hiç de böyle olmadığını ve aslında İslam’ın gerçekliğine tamamen uygun bir şekilde hareket ettiklerini göreceğiz. Şunu da eklemek gerekir: Diyelim ki bir ülkede Müslümanlar iktidardadır ve orada gayrimüslimler de yaşamaktadır. Eğer bu gayrimüslimler, Hz. Muhammed’e herhangi bir eleştiri yöneltirlerse, kayıtsız şartsız infaz mı edilirler, yoksa öncelikle pişmanlıkları için uyarılacaklar mı? Bu konuda İslam alimleri arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Kimileri, hiç uyarı yapılmadan, “tövbe et, yoksa infaz edilirsin” demeden bu kişilerin öldürülmesi gerektiğini savunmuş, kimileri ise böyle kişilerin önce uyarılması gerektiğini; pişmanlık duymadıkları takdirde infaz edilmeleri gerektiğini belirtmiştir. Kısacası, bu kişiler ya susacaklar ya da ölüme mahkum olacaklardır. Bunun başka bir yolu yoktur. Madem cumhura göre, Hz. Muhammed'e sövmenin ve onu eleştirmenin cezası infazdır, o zaman bu görüşün kanıtlarını incelemekte fayda vardır. İlk olarak, Kur'an'dan bazı örneklerle başlayalım: "Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşinin olduğunu bilmediler mi? Bu, büyük bir rezillik ve rüsvalıktır." "Allah ve Resulüne kafa tutanlar ya da karşı gelenler, en aşağılık ve alçak kişiler arasındadır." "Allah ve peygamberine karşı savaşanların cezası ölümdür; çarmıha gerilmek, ellerin ve ayakların çapraz kesilmesidir" gibi ayetler bulunmaktadır. İbni Kesir, kendi tefsirinde Tevbe Suresi'nin 11. ayetinin açıklamasında şunları yazmaktadır: "Bazı İslam alimleri, bu ayete dayanarak Hz. Muhammed'i eleştiren veya İslam’da bir noksanlık bulmaya çalışan kişilerin infaz edilmesi gerektiğini söylemişlerdir." Önemli bir nokta ise şu ki, bu ceza sadece kafirlere verilmez; ayetlerde "Allah ve peygamberine karşı gelenler" ifadesi kullanılmıştır (yani mutlak bir ifade vardır: kafirler, dinden çıkmış Müslümanlar ve herkese dahildir). Ayetlerde geçen terimlerin de büyük önemi vardır: "Aşağılık," "rezillik," "alçaklık," "rüsvalık" gibi ifadeler sıkça kullanılmaktadır. Bu tür nahoş ifadeler, Kur'an'da pek çok yerde geçmektedir. Önceki bölümde de bu tür nahoş örneklerden söz etmiştim. İşte bu ve benzeri ayetler, Hz. Muhammed’e herhangi bir şekilde eleştiri getirenlerin infaz edilmesi gerektiğini kanıtlamak için gösterilmiştir. Çünkü ayetlerde geçen "Hz. Muhammed’le savaşmak" ve "ona karşı gelmek" terimleri oldukça geniş kapsamlıdır. Bu tür ifadeler, sövme ve eleştiri gibi davranışları da kapsayabilir. Dahası, somut ve sağlam örnekler de bulunmaktadır. Hz. Muhammed'i yalnızca diliyle eleştirenler bile onun talimatıyla infaz edilmiştir. Kısacası, İslam’da Hz. Muhammed'i eleştirmeye kesinlikle geçit yoktur.
-
Kur´an piyasadaki sahte İncillerin hatalarını düzeltir
Valery Legasov replied to Emre_1974tr's konu in Din
@kavak Emre'ye böyle çalışmadığı yerlerden sorular sorunca adeta dut yemiş bülbüle dönüyor. Kendisinin hala miras ayetlerinde ki matematik hatası konusunda cevap vermesini bekliyorum. -
@kavak Müslümanlar için, Muhammed Allah'ın önündedir. Müslümanlar, "Biz peygamberler arasında ayrım yapmayız" derler, ama İsa'dan, Musa'dan ya da İbrahim'den bahsettiğinizde çoğu Müslüman susar, bu isimleri sadece dil ucuyla söylerler. Allah’tan bahsedin, yine Müslüman sessiz kalır. Ama ne zaman Muhammed'in ismi geçse ya da salavat getirilmese, hemen tepki göstermeye başlarlar. "Utanmıyor musun?" veya "O senin askerlik arkadaşın mı?" gibi tepkiler duyulmaya başlanır. Hatta Şeriat ile yönetilen ülkelerde, bu durum öldürülmeye kadar gidebilir. Bakara 136'da ne diyor? "Biz Allah'ın her indirdiğine inanırız, peygamberler arasında ayrım yapmayız." İsa'ya İsa, Musa'ya Musa denince bir sorun yok; ama Muhammed'in isminin önüne "Hazreti" getirme, Müslümanlar hemen hoplamaya başlıyor. Bir Müslüman camiye veya bir sohbete gitsin, Allah’ın ismini kaç kez anarsa ansın, kimse bir tarafını kıpırdatmaz bile. Ama Muhammed’in ismi geçtiğinde hemen hoplamaya başlarlar. Çünkü Müslüman için ilah, Muhammed'tir. Hatta bu Put’a tapmaya benzer bir durumdur. Cahiliye döneminde Araplar putlara tapıyordu. Bugün de Müslümanlar, aynı şekilde Muhammed’e tapıyorlar ve hatta onu putlaştırıyor. Cahiliye döneminin gelenekleri aynen devam ediyor. Allah'ın resmini çizin sıkıntı olmaz, Cebrail veya Azrail'in resmini çizin sıkıntı olmaz ama Muhammed'in resimi çizin Müslümanlar adeta canavara dönüşüyor. Müslüman hem Allah sonsuz güç sahibidir, her şeyi o yaratmıştır der ama Muhammed'i, Allah'ın önünde tutar. Şimdi bir Müslüman için bu durum Allah'a hakaret etmek değil midir? İsa'nın, Musa'nın bir sürü filmi var, hepsinde yüzleri gözüküyor. Bir tane Müslüman'ın İsa'nın resmini çizemesiniz, Musa'nın filmini yapamazsınız dediğini gören var mı? Müslümanlara sorunca "Peygamberler arasında ayrım yapmayız" diyorlar. Ama sadece Muhammed'in resmi çizildiğinde ortalık bir anda karışıyor.
-
Muhammed, "Kim dinini değiştirirse/İslam'dan çıkarsa onu öldürün" diyordu. Bu hadisi aktaran sahabiler arasında Hz. Osman, İbni Mesut, İbni Abbas, Muaz b. Cebel, Hz. Ali ve oğlu Hasan, Hz. Ayşe, Ebu Hüreyre, Muaviye b. Hayde, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Bürde ve Abdullah b. Ömer yer almaktadır. Ayrıca bu hadis, başta Buhari ve Müslim olmak üzere birçok kaynakta geçmektedir. Ben her ravi için birer örnekle birlikte bazı kaynakları aşağıya alıyorum: a. Buhari: Hz. Ali ve İbni Abbas'tan örnek. Cihad, bab 149/3017 ve İstiabe, bab 2/6922. b. Nesai, Tahrim-i Dem, bab 15/4063. Hz. Hasan rivayet ediyor. Busayri, Tuhfetü’l-Hayre, c. 5/211, no: 4686. İslam'da Hz. Muhammed'i eleştirip sövme konusunda çok ağır cezalar öngörülmüştür. İlkin, bu eleştirinin sınırı konusunda bilgi vermekle başlayalım. Konuya ilişkin hemen hemen aynı bilgileri paylaşan Kadı İyad (h.544-ö), Kurtubi (h.671-ö) ve Şeyhülislam İbni Teymiyye (h.728-ö)'den özet bir bilgi aktarmak isterim. Bunlar, söze şu şekilde başlarlar: "Her kim Hz. Muhammed’e herhangi bir kusur isnat ederse, onun cezası ölümdür. İslam alimleri arasında bu konuda ihtilaf yoktur." Ardından şöyle detaylandırırlar: "Hz. Muhammed’e atfedilen eksiklik, kusur veya eleştiri ister onun şahsıyla ilgili olsun, ister getirmiş olduğu dinle ilgili olsun, bunun cezası ölümdür. Yine kim onu lanetlerse, ona beddua ederse veya herhangi bir zararını isterse; böyle bir kişinin cezası, tüm İslam alimlerinin ittifakıyla ölümdür." Hatta İmam Malik ve daha sonra Kadı İyad, "Kim kötü niyetle Hz. Muhammed’in abası/gömleği kirlidir, kötüdür diyorsa, cezası yine ölümdür." şeklinde yazmışlardır. (234) İşte bu Kadı İyad ki, Bediüzzaman Said Nursi onu kendi kitaplarında işlerken öve öve bitirememiştir. İbni'l Heytemi, "ez-Zevacir an iktirafi'l-Kebair" adlı yapıtında, bir adamın Hz. Muhammed’le ilgili "Sizin arkadaşınız" ifadesini kullandığı için Halit b. Velit’in onu katlettiğinden bahseder. Yani, ona "arkadaş" diye hitap etmek bile ölüm nedeni olmuştur. (235) c. İbni Mace, Hudut, Bab 112534. İbni Mes’ud aktarıyor. d. Ebu Musa el-Eş'ari rivayeti: Buhari, Megazi, Bab 60/4341; İstitabe, Bab 2/6923; Ahkam, Bab 1217157. Müslim, İmare, Bab 3/1833. e. Ayşe rivayeti: İbni Hemmam, Musannaf, c. 10/114, no: 18563 ve Taberani, M. Evsat, c. 9/195, no: 9230. f. Osman rivayeti: İbni Hemmam, Musannaf, c. 10/167, no: 18701-2. 234- İbni Teymiyye, Sarimu'l Meslul, c. 3/979, Dördüncü Mesele kısmında. 235- Said Nursi, Mektubat, s. 179. Şeyhülislam İbni Teymiye konuya ilişkin olarak, "Hz. Muhammed’i eleştiren, ister Müslüman olsun ister kafir, infaz edilir" şeklinde bir başlık atmıştır. Ayrıca, "Hz. Muhammed’e söven, aleyhinde konuşan, eleştiren kişi öldürülmelidir. Böyle biri ceza olarak köle statüsüne tabi olmaz, fidye verip kendini kurtaramaz ve bağışlanmaz" diye farklı bir başlık daha atmıştır. İbni Teymiye, Hz. Muhammed’e sövmenin veya eleştirmenin cezasının infaz olduğunu belirtirken, bununla ilgili olarak on beş farklı hadis göstermiştir. Bu, Kadı İyad’ın yazdıkları için de geçerlidir ve pek çok yazar da bu rivayetleri aktarmışlardır. (236) İbni Teymiye dışında başka İslam alimleri de benzer görüşlere sahip olmuşlardır. Konuyla ilgili birkaç örnek verelim: İbni Ebi Asım (h. 287 - ö): "Hz. Muhammed’i eleştireni öldüren katile ne kısas gerekir, ne de kan bedeli" şeklinde bir başlık atmıştır. (237) İbni Münzir (h. 318 - ö): "Tüm İslam alimleri hemfikirdir ki Hz. Muhammed hakkında kötü şeyler söyleyenin, onu eleştirenin cezası ölümdür" demiştir. İbni Rahüveyh: "Hz. Muhammed hakkında olumsuz herhangi bir şey söyleyenin cezası hem ölümdür hem de bu kişi kafir sayılır. Bu, aynı zamanda tüm alimlerin de görüşüdür..." demiştir. Muhammed b. Sahnun (h. 265 - ö): "Tüm İslam alimleri hemfikirdir ki Hz. Muhammed’e herhangi bir eksiklik isnat edenin cezası ölümdür ve bunu yapan kişi aynı zamanda kafir sayılır; gideceği yer de cehennemdir" demiştir. (238) İbni Teymiye, Sarimu'l Meslul, s. 467; Takrib'ü Sarimi'l Meslul, s. 41. İbni Ebi Kasım, Kitab'ü Diyat, s. 533. Kimi yerlerde İbni Sahnun diye geçmektedir.
- 9 yanıt
-
- 2
-
-
-
Emre, Yahudiler ile aklını bozmuş. Eğer tarihsel olarak önemli figürlerin çoğu Yahudi kökenliyse ve Yahudiler dünya üzerinde bu kadar söz sahibiyse, demek ki Yahudiler Allah’ın sevdiği kullarından biri olmalı. Mısır, Suriye, Ürdün, Irak, Lübnan gibi Müslüman devletler bir araya geldiler, ancak İsrail'i yok edemediler. Hitler'de Yahudilerin üzerine gitti ama Yahudiler hayatta kalmayı başardı. Hamas, Hizbullah gibi terör örgütleri neredeyse tükenme noktasına geldi, liderleri İsrail tarafından etkisiz hale getirildi. İran'ın Devrim Muhafızları Komutanı ve aynı şekilde İran Genelkurmay Başkanı da İsrail tarafından öldürüldü. İsrail ve ABD'nin savaş uçakları adeta ebabil kuşları gibi İran ve tüm Orta Doğu semalarında dolaşıyor. Müslüman devletler ise bu duruma karşı ses çıkaramıyor. Maide Suresi 64. ayette Yahudiler için “Onlar lanetlidir” ifadesi kullanılır. Şimdi sormazlar mı? Allah'ın indirdiği Kuran'da Yahudiler için böyle bir ifade varken, bu Yahudiler nasıl oluyor da varlıklarını sürdürebiliyorlar? Müslüman devletler bir araya geliyor ama Allah tarafından lanetlenen bir kavim nasıl yok edemiyorlar? İran gibi Kuran hükümleriyle yönetilen devletler, İsrail'i nasıl yok edemiyor? Hamas, Hizbullah gibi İslamcı terör örgütleri nasıl oluyor da İsrail'in sonunu getiremiyor? Eğer gerçekten bu Yahudiler, Allah’ın dediği gibi lanetliyse, neden böyle oluyor?
-
Sebeplerden biri paralel bir ikinci ordu olan Devrim Muhafızları’dır. Vatanı değil, iktidarı korumaya adanmış bu yapı, asıl ordudan daha fazla kaynağa ve yetkiye sahiptir. Kimi alaylı, kimi İran-Irak Savaşı'ndan tecrübeli olan mensuplarının ortak noktası, aynı siyasi görüşe hizmet etmeleridir. Ancak kurmay zekasından yoksundurlar.
- 13 yanıt
-
- 2
-
-
Muhtemelen bir ay sonra tekrar gelip sanki hiçbir şey olmamış gibi aynı şeyleri savunmaya devam edecek.
-
Bir devleti, akıldan ve bilimden uzaklaştırıp yalnızca dini referanslarla yönetmeye kalkarsan, o devletin tüm kaynaklarını, hangi kadın baş örtüsü takmamış, hangi kadının iki tel saçı gözükmüş, kim zina yapmış, kim dinden dönüp mürted olmuş gibi meseleler ile meşgül edersen İsrail gibi devletlerin madarası olursun.
- 13 yanıt
-
- 1
-
-
@Emre_1974tr Arkadaşım, hakaret etmeyeyim diyorum ama sen benimle dalga mı geçiyorsun? Nisa 12'nin neresinde "Vefat edenin anne, babası veya kardeşleri varsa bile mirastan pay almaz" gibi bir ifade geçiyor? "Vefat edenin anne, babası mirastan pay almaz" diye Nisa 12'nin neresinde yazıyor? Nisa 11: Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. Bak bakayım ne yazıyor burada? Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Peki sen ne diyorsun? "Vefat edenin anne, babası mirastan pay almaz". Şimdi söyle bakalım kim hurafeci oluyor? Bak arkadaşım her şeyi tane tane anlatıyorum. Bir kişi vefat ettiğinde ve geride üç kız çocuğu, anne-baba ve eş bıraktığında, mirasın dağılımı şu şekilde olur: Üç kızın payı, mirasın 2/3’üdür. Çünkü Kuran’da şöyle buyrulur: “Eğer mirasçılar arasında iki kızdan fazla varsa, onlara mirasın üçte ikisi verilir.” (Nisa Suresi, 4:11) Anne ve babanın payı ise toplamda mirasın 1/3’üdür, yani anneye 1/6, babaya 1/6 pay düşer. Çünkü Kuran’da şöyle denir: “Çocuk bırakan kimsenin anne ve babasına her birine altıda bir pay vardır.” (Nisa Suresi, 4:11) Eşin payı ise mirasın 1/8’idir. Kuran’da belirtilmiştir ki: “Geride kalan mallarınızdan onlar (eşleriniz) sekizde birini alırlar.” (Nisa Suresi, 4:12) Bu durumda toplam paylar şöyle hesaplanır: 2/3 (kızlar) + 1/3 (anne-baba) + 1/8 (eş) = 1.125 (yani %112,5) Başka bir ifadeyle, mirasçıların toplam payı, mirasın tamamından (%100) fazladır. Diyelim ki vefat eden kişi 1000 dinar bırakmış; Kuran’a göre payları dağıtmak için 1125 dinar gerekir. Bu, mevcut mirastan fazladır.
- 13 yanıt
-
- 1
-
-
@Yalçın BAHADIR Bizim kullandığımız radyo dalgaları başka medeniyetler tarafından kullanılmıyor olabilir ya da zeki yaşam formları çok nadir olduğundan henüz iletişim kurabileceğimiz bir medeniyetle karşılaşmamış olabiliriz. Uzaya radyo dalgaları göndermek pek etkili bir yöntem olmayabilir, ancak şu anki teknolojiyle elimizdeki tek seçenek bu. Dediğim gibi, eğer en azından ışık hızının yarısı kadar hızlarda seyahat edebilen uzay araçları geliştirebilirsek, Proxima Centauri b gibi nispeten daha yakın gezegenlere seyahatler yapabilir ve onları daha yakından inceleyebiliriz. Böyle görevlere kimi göndereceğimiz konusuna gelince; ışık hızında seyahat edebilen uzay araçları üretmeyi başardığımızda, muhtemelen Alien filmindeki sentetikler gibi insan görünümlü android robotlara da sahip oluruz diye düşünüyorum. Bu tür görevlerde insanlar yerine robotlar veya insansız uzay araçları kullanılabilir.
- 10 yanıt
-
- fermi paradoksu
- büyük filtre
-
(4 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
@Emre_1974tr Örneğin, bir kişi vefat ettiğinde geride üç kız çocuğu, anne-baba ve eş bıraktığında, mirasın dağılımı şu şekilde olur: Üç kız çocuğunun payı, “Eğer (mirasçılar) iki kızdan fazla ise, onlara mirasın iki üçte ikisi verilir” [Kuran 4:11] ayetine dayanarak malın 2/3’üdür. Anne ve babanın payı ise, “Eğer mirasçı çocuklar varsa, anneye bir altıda, babaya bir altıda pay vardır” [Kuran 4:11] ayetine göre toplamda malın 1/6 + 1/6 = 1/3’üdür. Eşin payı ise, “Onlar (eşler), bıraktığınız maldan sekizde bir alırlar” [Kuran 4:12] ayetine dayanarak malın 1/8’idir. Bu durumda toplam paylar; kızlar için 2/3 + anne-baba için 1/3 + eş için 1/8 = 27/24 yani 1,125 eder. Görüldüğü üzere miras paylarının toplamı, mirasın tamamından fazladır. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; eğer mirasçı kişi geride 1000 dinar bırakmışsa, Kuran’a göre mahkeme mirasçılar arasında dağıtmak için 1125 dinara ihtiyaç duyacaktır ki bu da mevcut miktardan fazladır. Muhammed ise, Kuran veya Hadislerde bu matematiksel çelişkiyi gidermek için herhangi bir çözüm sunmamıştır.
-
Düzeltme yapayım; Parker Solar Probe, yaklaşık 700.000 kilometre/saat hıza ulaşabiliyormuş. Bu da onu şimdiye kadar yapılmış en hızlı insan yapımı uzay aracı yapıyor. Voyager 1'in hızı ise 61.000 kilometre/saat.
- 10 yanıt
-
- fermi paradoksu
- büyük filtre
-
(4 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
1977 yılında uzaya gönderilen ve insan yapımı en hızlı nesne olan Voyager 1 uzay sondası, saatte yaklaşık 61.000 kilometre hızla uzayda yolculuk ediyor. Ancak bu yüksek hızına rağmen, Güneş Sistemi’ni ancak 35 yıl sonra, 2012 yılında terk edebildi. Dünya dışındaki yaşanabilir olma ihtimali bulunan en yakın ötegezegen olan Proxima Centauri b, Dünya’ya yaklaşık 4.24 ışık yılı, yani yaklaşık 40 trilyon kilometre uzaklıktadır. Voyager 1 hızında bir uzay sondası gönderilse, bu gezegene ulaşması yaklaşık 75.000 yıl sürer. İşte teknolojimizin yetersiz kaldığı nokta tam olarak burasıdır. Ya ışık hızı kadar hızlı olmasak da, ışık hızının yarısı hızında seyahat edebilecek uzay gemileri inşa edeceğiz, ya da bir şekilde solucan delikleri yaratmayı öğrenip mesafeleri kısaltacağız.
- 10 yanıt
-
- fermi paradoksu
- büyük filtre
-
(4 etiket daha)
Konudaki etiketler:
-
Savaşlar, fetihler ve seferler olmasaydı, imparatorluklar gelirlerini nasıl sağlardı? O dönemlerde en büyük gelir kaynaklarından biri ganimet, yani düşmandan elde edilen altın, değerli eşyalar ve benzeri mallardı. Muhammed bile Mekke'den Medine'ye kovulunca ilk iş olarak Mekke kervanlarına yönelik baskınlar düzenlemiş, kervan soygunculuğu yapmıştır. Osmanlı'da Yeniçeriler, uzun süre düzenli seferlere çıkılmadığında isyan çıkarırlardı. Savaş dönemlerinde ganimet, maaş artışı ve terfi gibi beklentilerle tatmin edilen Yeniçeriler, barış zamanlarında bu imkânlardan mahrum kaldıklarında huzursuzluk gösterir ve ayaklanmalar başlatırlardı.
-
Kuran ayetlerini keyfince yorumluyorsun, ardından da "Bakın, mucize buldum" diyerek burada insanların kafasını ütülüyorsun. Mesela ben de kalkıp Fil Suresi'nde geçen Ebabil kuşlarını F-16'lara, attıkları taşları da füzelere benzetsem, ne diyeceksin? Senin ayetlerden mantıksız ve alakasız anlamlar çıkarman da tam olarak buna benziyor. Bu "yedi gök" nedir ve ne anlama geldiğini doğru şekilde anlayabilmek için önce Talmud'a bakmamız gerekir. Senin "Allah'ın kelamı" dediğin ama keyfi yorumlarınla içine ettiğin Kuran’daki "yedi gök" kavramı da aslında Talmud'dan alınmıştır. Şunu da hatırlatmakta fayda var: Talmud, M.S. 500 civarında son şeklini almıştır ve Kur’an ile arasında yaklaşık 130 yıllık bir zaman farkı bulunmaktadır. Talmud’a göre evrenin üst kısmı, yedi kat gökten (İbranice: shamayim) oluşur. Bu yedi gök katmanı, hem Tevrat’ın çeşitli bölümlerine hem de midraşik yorumlara dayanarak açıklanır. Her bir göğün kendine özgü bir ismi ve işlevi vardır: Vilon (וילון) Kaynak: Yeşaya 40:22 Bu gök, gündüzleri açılıp geceleri kapanan bir perde gibidir. Işığın yayılmasını sağlar ama gündüz boyunca aktif değildir. Raki'a (רקיע) Kaynak: Yaratılış 1:17 Güneş, ay ve yıldızların yerleştirildiği katmandır. Gök cisimlerinin hareket ettirildiği göksel kubbe olarak düşünülür. Shehaqim (שחקים) Kaynaklar: Mezmurlar 78:23; Midraş Tehillim 19:7 Meleklerin un öğüttüğü ve doğru kişilere manna (gök ekmeği) hazırladığı yer olarak tasvir edilir. Zebul (זבול) Kaynaklar: Yeşaya 63:15; 1. Krallar 8:13 Bu katmanda bir "kutsal mesken" veya tapınak bulunur. Tanrı'nın yüceliği burada tezahür eder. Ma'on (מעון) Kaynaklar: Tesniye 26:15; Mezmurlar 42:9 Meleklerin Tanrı’ya gece gündüz ezgiler söylediği yer olarak geçer. Machon (מכון) Kaynaklar: 1. Krallar 8:39; Tesniye 28:12 Dünya olaylarının gözetlendiği ve doğa olaylarının (örneğin yağmur, rüzgar) yönetildiği merkezdir. Araboth (ערבות) En yüksek gök katıdır. Burada Tanrı’nın Tahtı, seraflar, ofanimler ve hayyot gibi yüce melekî varlıklar bulunur. İlahi yargı, bu seviyede cereyan eder. Bu yedi katlı gök yapısı, antik Yahudi kozmolojisinde hem ruhani düzeni hem de Tanrı’ya yaklaşma derecelerini simgeler. Ne garip değil mi? Kuran'daki yedi gök kavramı, Talmud’da da aynı şekilde geçiyor. Kuran’da “Biz en yakın göğü yıldızlarla donattık” denirken, Yahudiler bu yıldızları en yakın göğün bir üst katı olan Raki'a'ya yerleştirmişler. Ve tıpkı Kuran’da olduğu gibi, Güneş, Ay ve yıldızlar aynı gök katmanında yer alıyor. Talmud’a göre Allah’ın Arşı, yani Tanrı’nın Tahtı, yedinci kat olan Araboth’da bulunurken; Kuran’a göre bu Arş yedinci göğün üzerindedir. Senin burada “mucize buldum” dediğin şey aslında, Kuran daha ortada yokken Talmud’da anlatılmış olan bir konsept. İşte bu yüzden Mekkeli paganlar, Muhammed’e “Sen bize eskilerin masallarını anlatıyorsun” diye takılıyordu. Çünkü Muhammed, sağda solda duyduğu ayetleri “Bakın, Allah’tan vahiy geldi” diye insanlara anlatıyordu.
-
Yıldızların şeytanlara atış tanesi olsun diye yaratılması
Valery Legasov replied to alpinçayırı's konu in Din
Kamer Suresi 11. ayette “Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık” deniyor. Eğer burada geçen “gök” kelimesini “evren” olarak anlamamız gerekiyorsa, o zaman şu soruyu sormak gerekir: Dünya’ya yağan yağmur, evrenin kapılarından, yani uzaydan mı geliyor? Bilim ise yağmurun atmosferin en alt katmanı olan troposferde oluştuğunu söylüyor. Peki, “sema” veya “semavat” kelimelerini hangi ayette gökyüzü, hangi ayette evren ya da evrenler olarak anlamamız gerektiğine hangi İslam otoritesi karar veriyor? Yok efendim, orada 'gök' yazıyorsa onu evren olarak anlayın, başka bir ayette farklı anlam verin, yok efendim o ayette mecaz var; böyle şey olur mu? Senin bu Kuran'da daha yıldız ne meteor ne bunun ayrımını yapamıyor. Trilyonlarca kilometre uzakta olan devasa gaz küreleri için biz bunları şeytanlara atarız deniyor. Ondan sonra diyorsun ki Kuran bize "Evrenleri" anlatıyor hadi oradan...