Jump to content

Valery Legasov

Members
  • İçerik sayısı

    73
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    8

Everything posted by Valery Legasov

  1. Bakara 29 ve Fussilet 12. ayetlerde "yedi gök" ifadesi Arapça olarak "seb‘a semâvâtin" şeklinde geçer. Buradaki "seb‘a", Arapçada "yedi (7)" anlamına gelir. "Semâvâtin" ise, "semâ" kelimesinin çoğuludur ve "gökler" ya da "gök katları" anlamında kullanılır. Tekil hali olan "semâ" ise "gökyüzü" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde “Semâdan yağmur nâzil oldu” deriz, Modern Türkçede ise bu, “Gökyüzünden yağmur indi” olarak anlaşılır. Ancak “semâ” kelimesinden “evrenler” anlamı çıkarmak, zorlamadan başka bir şey değildir. Müminun 18. ayette “Biz gökten su indirdik” anlamına gelen "Ve enzelnâ mine-s-semâ’i mâen" ifadesinde de “semâ” kelimesi “gök” ya da “gökyüzü” anlamında kullanılmıştır. Böyle zorlamaları senin gibi 19'cu olan Edip Yüksel'de yapıyor. Hakka 17. ayette “Allah'ın arşını sekiz melek taşır” denirken, Edip bu ayeti “Rabbinin yönetimi o gün sekiz (evren) üzerinde egemen olacaktır” şeklinde çeviriyor. Bu ayette "taht" anlamına gelen "arş" kelimesini Edip çevirmiyor bile. Senin Kuran'da "Evren" anlamına gelen bir şey bulman için o ayetin içerisinde el-kawn veya el-kawniyât ifadesi geçmesi lazım. Öyle bir ayette Kuran'da yok. Bu ve benzeri ayetler ancak 7. yüzyıl insanının hayal gücüne hitap eder. Siz de ancak böyle, gökyüzü anlamına gelen 'sema'dan evren anlamı çıkarmaya çalışırsınız.
  2. @Emre_1974tr Senin bu Allah, Bakara Suresi 29. ayette şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi ve onları yedi gök olarak düzenledi.” Fussilet Suresi 12. ayette ise: “Böylece iki günde yedi göğü yarattı. Her göğe görevini vahyetti. En yakın göğü de kandillerle süsledik...” Şimdi gel anlat bakalım, bu "yedi gök" neyin nesi? Atmosfer değil diyelim, çünkü modern bilim bize atmosferin beş ana katmanı olduğunu söylüyor: Troposfer, Stratosfer, Mezosfer, Termosfer ve Ekzosfer. Yedi değil. Peki “en yakın gök” nerede? Mülk Suresi 5’te de aynı ifade tekrar ediliyor: “En yakın göğü kandillerle süsledik...” Burada “kandil” olarak tanımlanan şeyin yıldızlar olduğu açık. Ama burada ciddi bir sorun başlıyor. Yıldızlar, Dünya’dan binlerce kat büyük olan devasa gaz küreleridir. En yakını olan Güneş bile bizden yaklaşık 150 milyon kilometre uzakta. Diğer yıldızlar trilyonlarca kilometre mesafede ve ışık yılıyla ölçülen uzaklıklarda bulunuyor. Nasıl oluyor da bu kadar uzak, devasa yıldızlar “en yakın gök”te sayılıyor? Dahası, Fussilet ve Mülk surelerinde, bu yıldızların (ya da “kandillerin”) şeytanları kovmak için kullanılan "ateşli mermiler" olduğu da ima ediliyor. Ama burada da bir çelişki var: Yıldızlar sabit konumlarda duran, kendi çekim kuvvetleriyle dev sistemleri bir arada tutan, nükleer füzyonla enerji üreten gök cisimleridir. Meteor gibi hareketli nesneler değiller. Meteorlar ise Dünya atmosferine giren ve sürtünme ile yanan, genellikle sadece birkaç saniye görülebilen küçük taşlardır. Eğer Kuran’daki “alevli mermiler” bu meteorlar ise, bu demektir ki şeytanlar/ya da cinler Dünya atmosferinin üst katmanlarında dolanıyor olmalı. Ancak yıldızlar bu katmanların çok ötesindedir — trilyonlarca kilometre uzakta. Ayrıca fizik yasaları çerçevesinde meteorlar yön değiştirmez. Sabit yörüngelere göre hareket ederler. Yani bir cin veya şeytan yön değiştirirse, bir meteor onu “kovalayamaz.” Kaldı ki yıldızların böyle bir işlevi zaten mümkün değil. Güneş’in içine bir milyon Dünya sığabiliyor. Böyle bir kozmik yapının “şeytan kovalamak” gibi bir görevi olması, yalnızca 7. yüzyıl insanının hayal gücüne hitap eder. Sonuç olarak: Yedi kat gök neye karşılık geliyor belli değil. “En yakın gök”te yıldızların olması bilimsel gerçeklikle çelişiyor. Yıldız ve meteor ayrımı metinlerde karıştırılmış gibi görünüyor. Yıldızların cin veya şeytan kovalamak için kullanılması astronomik açıdan absürt. Bu ayetlerin 7. yüzyıl Araplarının dönemin kozmolojik anlayışını yansıttığı oldukça açık. Bugün bilimle kıyaslandığında, bu anlatımların metafor bile olsa evrenin doğasıyla bağdaşmadığı görülüyor.
  3. Newton’un evrensel çekim yasası, düşük hızlar ve düşük kütleçekim alanları için geçerlidir. Işığın kütleçekimden etkilenmesini açıklayamaz. 🙂 Einstein bu problemi Genel Görelilik ile çözdü. Işığın bir kara delikten kaçamaması, bunun tam aksi bir durum yaşanacağına yani yol olsa kaçabileceği anlamına gelmez. Kara deliklerde uzay-zaman öyle bir eğilmiş ki tüm yollar kara deliğin merkezine çıkıyor. Buradaki "kaçamama" durumu ışığın enerjisi yetmediğinden değil, geometrik olarak kaçacak rota kalmamasından dolayı. Yani olay ufku dediğimiz sınırın içindeki uzay-zaman eğriliği, tüm olası ışık yollarını da kara deliğin içine doğru büküyor. Solucan delikleri yani Einstein-Rosen köprüleri çöpe gider mi konusu gelirsek; Solucan deliklerini, kara deliklerden farklı olarak iki uzak nokta arasında kısa bir bağlantı gibi düşünmek lazım. Işık, kara deliğin olay ufkunda kaçamaz, çünkü tüm yollar içine doğru bükülür ama solucan delikleri “uzayın farklı bir bölgesine geçiş kapısı” olarak davranabilir. Yani ışık oradan geçerek başka bir evrene veya uzak bir bölgeye kaçabilir. Umarım açıklayıcı olmuştur. 🙂
  4. Konunun uzmanı değilim ama bu sorduğunuz soruyu ChatGPT'ye sordum. Verdiği cevap ilgilinizi çekebilir diye buraya olduğu gibi kopyalıyorum. Ancak bu “kütle” anlamında değil; enerji ve momentum taşıdığı için kütle çekimiyle etkileşime girer. 🕳️ 3. Işık neden kara delikten kaçamaz? Kütlesi yoksa nasıl etkilenir? Bu soru harika. Burada Newton fiziğinden çıkıp genel göreliliğe geçmemiz gerekiyor. Newton'da: Kütle yoksa → yerçekiminden etkilenmez. (Klasik yaklaşım) Einstein'ın genel görelilik kuramında: Kütle (ve enerji), uzay-zamanı büker → ışık düz gitse bile bükülmüş uzayda kıvrılır. Kara delik, uzay-zamanı o kadar bükmüştür ki, olay ufkunun içinde tüm yollar (ışığın yolları da dahil) kara deliğin merkezine çıkar. Yani ışık bir yere çarptığı için değil, yolu olmadığından kaçamaz. ☄️ 4. Işık neden kütleçekim merceği etkisi gösterir? Işık, ağır cisimlerin (galaksiler, kara delikler vs.) yakınından geçerken yolunu değiştirir. Bu yine kütle çekiminin uzay-zamanı bükmesi yüzündendir. Klasik "kuvvet" gibi düşünme; bu bir geometri meselesidir. 🧠 Kısa Özet: Özellik Işık Dinlenim kütlesi 0 (yok) Enerji ve momentum Var Dalga mı, parçacık mı Her ikisi (duruma göre) Yerçekiminden etkilenir mi? Evet, çünkü enerji taşır Kara delikten neden kaçamaz? Uzay-zaman orada kapalıdır İstersen bu konuyu daha ileri düzeyde, matematiksel yönüyle de konuşabiliriz (örneğin, ışığın izlediği "geodezikler" veya Schwarzschild metriği üzerinden). Ama şu an için merak ettiğin kısımları oldukça güzel ifade etmişsin — "saçmalamak" değil, tam tersine fiziğin sınırlarını sorguluyorsun. Bu çok değerli.
  5. Ayşe'nin "Muhammed ölünce biz çok meşguldük o sırada keçiler gelip recm ayetini yedi" dediği Kuran bu sizin dediğiniz Barnabas kuranı oluyor o zaman. 🙂
  6. Muhammed zamanı okunan recm ayetinin, Muhammed öldükten sonra ortadan kaldırılması Kuran'ın değiştiğinin en basit örneğidir.
  7. Müslümanların Allah'ı kumar oynar, öfkelenir hatta gider Muhammed'a özel ayet bile indirir. Muhammed'in adamları gider haram aylar zamanı bir tane kervane baskın düzenler, yanlış hatırlamıyorsam bu baskında 1-2 kişiyide öldürürler. Bu olaydan sonra Allah hemen ayet indirir(Bakara 217 olması lazım) Muhammed efendi ganimetleri gönül rahatlığıyla yiyebilsin diye. Müslümanların Allah'ı öfkelenir, insanlara aşağlık maymunlar der, ben insanların çoğunu cehenneme odun olsunlar diye yarattım, onların derileri yandıkça yeni deriler giydirip tekrar yakacağım vs. der. Yani her şeyi bilen, her şeyi gören, kudret sahibi Allah, benim inançsız biri olacağımı bildiği halde beni yaratmış, neden? Cehenneme odun olayım diye... Birde demiş ki onların kalpleri vardır düşünmezler, kulakları var duymazlar, gözleri var görmezler... Yani her türlü onlar cehenneme odun olacaklar boşuna uğraşmayın diyor... Birde bu Allah yarattığı kullarını sürekli ateşle, sıcakla veya ellerini kurutmakla tehdit ediyor. Çölde yaşayan bir bedevinin en büyük korkusu yanmaktır veya çölün ortasında 60 derece güneşin altında susuz kalmaktır. ama Grönland gibi Kuzey Kutbuna oldukça yakın yerlerde, -40 veya -30 gibi derecelerde kardan yaptıkları evlerin içerisinde yaşayan insanların en büyük korkusu soğuktan donarak ölmektedir en büyük dostu ise sıcaklık yani ateştir. Ben bu Allah'ın hiç görmedim "sizi içi buz dolu havuzların içerisine atacağım, eliniz ayağınız buz kesecek" dediğini sürekli ateşle ve yakmakla tehdit ediyor... Allah'ın bölgesel bir tanrı olduğu ve sadece Arap kavmi için geldiği buradan bile anlaşılıyor.
  8. Git bir kadın doğum uzmanına sor bakalım. 48 yaşında bir kadının 6 tane çocuk doğurması mümkün mü? Hatice validen her sene bir çocuk doğursa 54 yaşına kadar çocuk doğurması lazım. 54 yaşında bir kadının çocuk doğurması sana mantıklı geliyor mu? 50 yaşından sonra hamilelik ancak tüp bebek tedavisi ile mümkün. Yoksa günümüzde 70 yaşında hamile kalan kadında var ama bak tekrar söylüyorum tüp bebek tedavisi ile. Peki şimdi sorarım sana, 1400 sene önce tüp bebek tedavisi olmadığına göre, Hatice annen 48 yaşından sonra 6 çocuğu nasıl doğurdu? Hadi 55 yaşında değilde 60 yaşında menapoza girsin ne fark eder? Bu menapoz dediğimiz şey belirli bir yaşa gelince tak diye olan bir durum değil. Belirli bir yaşa gelince kadının doğurganlığı azalır, yumurtaları daha sağlıksız hale gelir ve bir süre sonra üreme sistemi tamamen durur. "kadınların yaşı ergenlikten itibaren sayılır" dediğiniz zaman işte böyle akıl dışı, mantık dışı durumlar ortaya çıkıyor. Bu durumda önünde iki seçenek var: Ya diyeceksin ki, "Kadınların yaşı ergenlikten itibaren sayılır" olayı tamamen biz Müslümanların uydurmasıdır. Bu durumda Hatice annen, Muhammed ile evlendiğinde 40 yaşında olmuş oluyor ve 40 yaşında bir kadının hamile kalması ise normal sayılabilecek bir durum(48-50 yaşında hamile kalmasına kıyasla) ama bunu dediğin zamanda Ayşe'nin 9-10 yaşında evlendiğini kabul etmiş oluyorsun. veya "Kadınların yaşı ergenlikten itibaren sayılır" olayı doğrudur, Ayşe validemiz 18 yaşında evlenmiştir. Hatice annemizde 48 yaşında 6 çocuk doğurmuştur. Allahü Teala istediktenden sonra 60-70 yaşında bir kadın bile çocuk doğurur. Hatice annemizin 48 yaşından sonra 6 çocuk doğurması ise Allah'ın mücizelerinden biridir diyeceksin ve işin içinden çıkacaksın. tercih senin.
  9. Yani? Yeni bahaneniz bu mu şimdi? Kız çocukları 8 ile 13 yaşları arasında ergenliğe girer. Muhammed ile evlendiğinde Hatice 40 yaşındaydı. Eğer ki Hatice annen 8 yaşında ergenliğe girdiyse 40+8'den 48 yaş yapıyor yok eğer 13 yaşında ergenliğe girdiyse 40+13'den 53 yaş yapıyor. Yani bu durumda Hatice annen, Muhammed ile evlendiğinde 48 ila 53 arasında bir yaşa sahipti. Hadi diyelim ki 48 yaşında olsun. Muhammed'in Hatice'den kaç çocuğu oldu? 6 çocuk Şimdi sana sorarım; Hatice annen, 48 yaşından sonra 6 tane çocuğu nasıl doğurdu? Her sene bir çocuk doğurdu desek 54 yaşına kadar çocuk doğurmuş Hatice annen... Kadınlar zaten 45-55 yaş aralığında menopoza girer yani doğurganlık özelliği kaybeder. 48 yaşında bir kadının 6 tane çocuk doğurması sana mantıklı geliyor mu? Bak işte Ayşe'nin yaşını kıvıracağız derken yaptığınız onca formül, matematik hesabı nasıl oluyorsa Hatice'ye gelince tutmuyor! Ayşe'ye özel matematik hesabı yapıp sonrada "Arap toplumunda kadınların yaşı ergenliğe girdikten sonra sayılır" derseniz böyle ortada kalırsınız işte! ama tekrar diyorum siz Müslümanlar için hava hoş. Allah istedikten sonra 100 yaşındaki bir kadın bile çocuk doğurur diyip işin içinden çıkarsın yine...
  10. Ayşe'nin yaşını kıvıracağız derken, Müslümanlar başka bir noktada hata yapıyor. Müslümanların iddiası şu; Arap toplumunda kız çocuklarının yaşı, ergenliğe girdikten sonra sayılıyor. Ayşe, 13 yaşında ergenliğe girdi desek, 13+9 yani 22 yaşında evlenmiş oluyor. Hadi diyelim böyle olsun. Peki ya Hatice? Muhammed ile evlendiğinde Hatice 40 yaşındaydı. 13 yaşında ergenliğe girdi desek 40+13'den 53 yaş yapıyor. Peki, Muhammed'in Hatice'den kaç çocuğu oldu? 6 çocuk, 2 erkek, 4 kız diye hatırlıyorum yanlışım yoksa. Peki şimdi size sorarım Müslümanlar; Hatice, 53 yaşından sonra 6 tane çocuğu nasıl doğurdu? 45-55 yaş aralığında kadınlar zaten menopoza giriyor yani doğurganlığını kaybediyor. 53 yaşından sonra bir kadının 6 tane çocuk doğurduğu nerede görülmüş? 1 değil 2 değil 6 çocuk. Her sene bir çocuk doğurdu desek 53+6 yani Hatice anneniz 59 yaşında çocuk doğurmuş... Yoksa Ayşe'ye gelince ayrı hesap, Hatice'ye gelince farklı bir hesap mı işliyor? Gerçi Müslümanlar için hava hoş. Allah istedikten sonra 100 yaşındaki bir kadın bile çocuk doğurur diyip işin içinden çıkarlar...
  11. Değerli dostlar, biliyorsunuz ki hem Kuran'daki ayetlerde hem de hadislerde İslam dininde şarap yani içki tüketimi haram kılınmıştır. Ancak Kütüb-i Sitte'de geçen bir hadiste, bunun tam tersi bir olay anlatılmaktadır. (2278) - Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) babasından naklen anlatıyor: "Bedir Savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da humus'tan (o gün) bana yaşlı bir deve daha verdi. Develerim, Ensar'dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken yanlarına geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş, böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi tutamayıp ağladım. "Bunu kim yaptı?" diye sordum. "Hamza yaptı. Şu anda falanca evde, Ensar'dan birinin içki meclisindedir. Şarkıcı câriye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti: 'Ey Hamza! Şişman yaşlı develere dikkat et, Onlar avluda bağlıdırlar, Bıçağı onların sinesine vur, Pirzola veya benzerini çabuk yap!'" Bu şarkı üzerine Hamza (radıyallâhu anh) fırlayıp kılıcı kapmış, develerin hörgüçlerini kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüştü. Hz. Ali (radıyallâhu anh) devamla şunları söyledi: "Ben hemen gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Hârise vardı. Beni görünce, başımdan geçenleri yüzümden okudu. "Neyin var?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir içki meclisindedir!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ridâsını istedi, getirdiler, giyip yaya olarak gitti. Biz de arkasına düştük. Hamza'nın bulunduğu eve kadar geldi. İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fiilinden dolayı Hamza'yı ayıplamaya başladı. Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktı, sonra nazar edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve: "Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun sarhoş olduğunu anlayınca hemen geri döndü. Biz de peşinden çıktık. Buhârî, Hums: 1, Büyû: 28, Şirb: 13, Meğâzî: 11, Libâs: 7; Müslim, Eşribe: 2, (1979); Ebû Dâvud, Harac: 20, (2986). Ey Müslümanlar! Allah’ın aslanı dediğiniz Hamza, meyhaneye gidiyor, orada kendisine şarap sofrası kuruyor ve karşısında cariyeler şarkı söylüyor! Sonrasında Hamza sarhoş oluyor ve cariye, söylediği şarkıda “Hadi bakalım, şu yaşlı develeri kes!” diyince, Hamza efendi eline kılıcı alıp, Ali’nin develerini kuşbaşı yapıyor! Ali bunun üzerine Muhammed’in yanına gidiyor, “Hamza sarhoş olmuş, benim develerimi doğramış” diyor. Bunun üzerine Muhammed, hemen Hamza’nın şarap sofrası kurduğu meyhaneye gidiyor. Bakıyor ki, Hamza gerçekten sarhoş olmuş, gözleri kızarmış. Hamza’yı sarhoş olmasından dolayı ayıplamaya başladığında ise Hamza, Muhammed’e ters ters bakmaya başlıyor. Sonrasında Hamza ayağa kalkıyor ve Muhammed’in yüzüne karşı: “Ulan, siz benim babamın köleleri değil miydiniz?” diyerek, Muhammed’e yani Allah’ın Resülü’ne fırça kayıyor! Muhammed bunun üzerine hiç bir şey demeden arkasını dönüyor ve evine doğru gidiyor!
      • 1
      • Thanks
  12. Sad bin Muaz, Hendek Savaşı sırasında yaralanmış ve bu yaralarından dolayı bir süre sonra hayatını kaybetmiştir. Hendek Savaşı'nın ardından, Muhammed ve adamları Medine'ye döner. Muhammed, Ayşe'nin yanına gelir, silahlarını bırakır ve üzerindeki tozu-toprağı silkerken Cebrail gelir ve "Sen silahlarını bıraktın ama biz hala bırakmadık. Hadi bakalım, Beni Kureyza'ya" diyerek Muhammed'e bir emir verir. Muhammed de adamlarını tekrar toplar ve Beni Kureyza'ya doğru hareket ederler. Muhammed ve adamları, Beni Kureyza kalesini kuşatma altına alır ve Kureyzaoğulları teslim olmak zorunda kalır. Yahudiler, Muhammed'den kendi hakemlerini seçme konusunda izin ister. Muhammed bu isteği kabul eder ve Yahudiler de Sad bin Muaz'ı hakem olarak seçerler. Sad bin Muaz, bu sırada yaralı halde olup, hükmünü şu şekilde verir: "Ben, onlardan eli silah tutanların (muharib olanların) öldürülmesine, kadın ve çocukların esir edilmesine ve mallarının taksim edilmesine hükmediyorum!" [Buhârî, Megazî 30, Cihad 18; Müslim, Cihâd 67, (1769); Ebu Dâvud, Cenâiz 8, (3101); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 45).] Sad bin Muaz bu hükmü verdikten bir süre sonra tedavi gördüğü çadırda ölür. Muhammed'de "Müşriklerden yaşlı olanları öldürün, fakat tıfıllarına (şerh) yani henüz tüyü çıkmayanlara dokunmayın." der. Yani koltuk altında veya bir başka yerinde kıl çıkmaya başlamış erkek çocukları dahi öldürülür. [Ebu Dâvud, Cihâd 121, (2670); Tirmizî, Siyer 28, (1583). İbni Kesir'e göre ise 700-800 Yahudi erkeği kafaları kesilerek idam edilir. Muhammed, Beni Kureyza'dan Reyhane adındaki genç kadını köle olarak almıştır. Reyhane'nin tüm ailesi ve eşi, kafaları kesilerek öldürülmüştür.
  13. Kuran'ın bozulduğu ile ilgili bir diğer örnek, Muhammed zamanında Kuran'da bulunan recm ayetinin, Muhammed'in ölümünden sonra nesh edilmesi yani ortadan kaldırılmasıdır. İmam el-Kurtubi, Surah el-Ahzab tefsirine şu şekilde başlamaktadır: سورة الأحزاب Surah el-Ahzab, Bu sure, tamamına göre Medeni bir suredir (Medine döneminde nazil olan). Münafıkların, Allah Resulü'ne zarar vermek, onu eleştirmek ve onun evlilikleri gibi çeşitli konularda hakaretlerde bulunmaları üzerine indirilmiştir. 73 ayetten oluşmaktadır. Ancak, bu sure zamanında Surah el-Bakara kadar uzun kabul ediliyordu ve içinde recm ayeti de bulunuyordu. Bu ayet şu şekildeydi: الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتة نكالا من الله والله عزيز حكيم Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde, onları tamamen taşlayın. Bu, Allah'tan bir ceza olup, Allah aziz ve hikmet sahibidir. Ebu Bekir el-Envâri, bu bilgiyi Ubay bin Ka'b'tan rivayet etmiştir. Alimler, bu ayeti şöyle açıklamaktadırlar: Allah, el-Ahzab suresindeki mevcut ayetlerden fazlasını kendisine yükseltmiştir ve recm ayetinin lafzı artık Kur'an’da yer almamaktadır. Ahmet bin el-Heytem bin Halid, bize şöyle nakletmiştir: "Ebu Ubeyd el-Kâsım bin Selâm, İbnü'l-Mübarek'ten, o da İbnü'l-Lehîa'dan, o da Ebu'l-Esved'den, o da İkrime'den, o da Aişe'den şöyle dedi: 'Allah Resulü zamanında, el-Ahzab suresi 200 ayet olarak sayılırdı. Ancak Mushaf yazıldığında, sadece şu anki mevcut ayetler kayda geçti.'" Ebu Bekir el-Envâri, Aişe'nin bu sözünden şunu anlamamız gerektiğini ifade etmiştir: 'Allah Teâlâ, el-Ahzab suresinin bizim elimizde bulunan kısmından fazlasını kendisine yükseltmiştir.' Ben derim ki: Bu, Kur'an'daki naskh (yok etme) türlerinden birisidir ve daha önce Bakara suresinde bu konu detaylı olarak ele alınmıştı, elhamdülillah. Zürr, İbnü Ka'b'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Siz el-Ahzab suresini kaç ayet sayıyorsunuz?" Ben de "73 ayet" dedim. O ise şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, bu sure, Bakara suresiyle eşdeğer veya daha uzun olabilirdi. Biz, bu sureden recm ayetini de okurduk: الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتة نكالا من الله والله عزيز حكيم Yaşlı erkek ve kadın zina ettiklerinde, onları tamamen taşlayın. Bu, Allah'tan bir cezadır ve Allah aziz ve hikmet sahibidir." İbnü Ka'b burada, bu ayetin Kur'an'dan nesh edilmiş bir kısım olduğunu kastetmiştir. (Tefsir el-Kurtubi 14/106-107) Kurtubi'nin Ahzab suresi için yapmış olduğu tefsiri incelediğimizde, Muhammed döneminde Ahzab suresinin, Bakara suresi kadar uzun olduğu ve içerisinde recm ayetinin de bulunduğu görülmektedir. Muhammed zamanında recm cezasının uygulandığına dair Kütüb-i Sitte'den bir hadis; 4. (1608) - Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek: "- Ey Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin etti. Bundan daha fakih olan bir diğeri de: "- Evet, aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz: "- Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam: "- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana, "Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum adına yüz koyun ve bir cariye fidye olarak verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası uygulanmalıdır" dediler," dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, ikinizin arasını Kitabullah'a uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün cezası uygulanacak" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: "- Ey Üneys! Bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet!" dedi. Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi. Kaynaklar: [Buhârî, Muhâribîn 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurût 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'l-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, (1697, 1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebû Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).] Bu hadisi incelediğimizde, Muhammed zamanında Kitabullah yani Kuran içerisinde recm ayeti ve recm cezasının uygulandığını görüyoruz. Peki, Muhammed'in ölümünden sonra Kuran'daki recm ayetini kim nesh etti, yani ortadan kaldırdı? Bu sorunun cevabını bulmak için başka bir hadise bakmamız gerekiyor. (1589) - İbnü Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) hutbe verirken şunları söyledi: "Allah Teâla hazretleri, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'ı hak din ile göndermiş ve ona Kitap'ı indirmiştir. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı. Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapanlara recm cezasını uygulamıştır, sonrasında biz de bu cezayı tatbik ettik. Benim endişem şu: Zamanla bazı kimseler çıkıp 'Biz Allah’ın Kitabında recm cezasını görmüyoruz' diyerek inkâra sapabilirler ve böylece Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek dalâlete düşebilirler. Şunu bilin ki, recm; kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, delil, hamilelik ya da itiraf yoluyla sübût bulduğunda onlara tatbik edilmesi gereken bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: 'Ömer, Allah Teâla'nın kitabına ilâve etti' demeselerdi, recm âyetini Kitabullah’a yazardım." [Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).] Evet dostlar, recm ayetinin kaldırılmasıyla ilgili kilit nokta tam olarak bu hadiste yer almaktadır! Ömer şöyle diyor: Allah, Muhammed'e Kuran'ı indirmiştir ve bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı. Sonrasında biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve recm cezasını da uyguladık. Ömer devamında şunu ekliyor: Eğer insanların, "Ömer, Allah'ın kitabına ilâve etti" yani "ekleme yaptı" demeyeceklerini bilseydim, recm ayetini Kitabullah'a, yani Kuran'a yazardım! Demek ki neymiş? Kuran’da recm ayeti varmış. Ömer'de bunu söylüyor. Ama sonrasında insanlar, “Ömer kafasına göre Kuran’a ayet ekliyor, çıkarıyor” diye iftira atarlar diye, recm ayetini Kuran’a yazmaktan çekinmiş! Bu ve benzeri durumlar, Müslümanların "Kuran Allah tarafından korunmuştur, Kuran hiç bozulmamıştır" şeklindeki söylemleriyle çelişmektedir. Kaynak arayan Müslümanlar, Kutubu Sitte hadislerini inceleyebilirler; https://derintevhid.com/wp-content/uploads/2022/11/Kutubi-Sitte-Ibrahim-Canan.pdf
      • 2
      • Thanks
  14. @Yarbay İbrahim Ayşe'nin recm ayeti ve on kez süt emme ayetinin keçiler tarafından yendiğini söylemesiyle alakalı ilk başta "Ayşe anamız böyle konuşmaz, bu hadis çürüktür" demiştin. Şimdi ise son attığın mesajı inceledim, orada da "Recm ayeti indi ama sonradan nesh oldu yani ortadan kaldırıldı" demişsin, ya da demiş o cevabı veren hacı hoca kimse. Neyse, şimdi bu durumda şu soruları sormam gerekiyor: İlgili hadislerde Muhammed zamanında biz Ahzab suresini 200 ayet olarak okurduk, içerisinde recm ayeti de vardı deniliyor. Peki, Muhammed zamanında bu şekilde olan Ahzab suresini sonradan kim 73 ayete indirdi? Geriye kalan 120 küsür ayet kim çöpe attı? Recm ayetini kim nesh etti, kimden emir aldı? Kuran'ı kim iki kapak arasına aldı, yani kitap haline getirdi? Osman. Peki, recm ayetinin nesh edilmesiyle alakalı Osman kimden emir aldı? Osman'ın peygamberlik unvanı mı var da biz mi bilmiyoruz? Osman yapmaz öyle şey diyorsan, o zaman Ebu Bekir veya Ali mi Ahzab suresinden 120 küsür ayeti ortadan kaldırdı? Recm ayetini bunlar mı nesh etti? Hem Muhammed zamanında recm ayeti var diyeceksin ama şimdi nerede diye sorduğumuzda "nesh edildi" diyeceksin. Ulan arkadaş, kim nesh ediyor bu ayeti? Muhammed öldükten sonra Allah ile iletişim kesiliyor. Muhammed zamanında okunan recm ayeti, Muhammed öldükten sonra nesh ediliyor, bak sen şu işe! Kim nesh ediyor? Osman mı? Osman kimden emir almış? Osman ve Zeyd bin Sabit bayağı kafasına göre iş yapmış! Al sana Kuran'ın bozulduğu ile alakalı bir başka örnek!
  15. @Yarbay İbrahim Ben sana doğrudan kaynağından ayet ve hadis sunuyorum. Sen ise bana, Sorularla İslamiyet gibi sitelerden hacı hoca ne cevap verdiyse, onu kopyala-yapıştır yapıyorsun. Yukarıda, Ayşe'nin recm ayeti ve on kez süt emme ayetinin keçiler tarafından yendiğiyle ilgili İbni Mece'den bir hadis getirdim. Bu hadislerin çürük olduğunu söyledin ve kıvırdın. Ayşe annen yalan söylüyorsa o halde Kuran'dan bana recm ve on kez süt emme ile ilgili olan ayetleri getir dedim onu da yapmadın. İbni Mace'yi beğenmedin diye şimdi de Kurtubi Tefsiri'nden Ahzab Suresi'ne yaptığı tefsiri buldum. Kurtubi bile bu konuya ayrı bir şekilde değinmiş. İmam el-Kurtubi, Surah el-Ahzab tefsirine şu şekilde başlamaktadır: سورة الأحزاب Surah el-Ahzab, Bu sure, tamamına göre Medeni bir suredir(Medine döneminde nazil olan). Münafıkların, Allah Resulü'ne zarar vermek, onu eleştirmek ve onun evlilikleri gibi çeşitli konularda hakaretlerde bulunmaları üzerine indirilmiştir. 73 ayetten oluşmaktadır. Ancak, bu sure zamanında, Surah el-Bakara kadar uzun kabul ediliyordu ve içinde Recm ayeti de bulunuyordu. Bu ayet şu şekildeydi: الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتة نكالا من الله والله عزيز حكيم Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde, onları tamamen taşlayın. Bu, Allah'tan bir ceza olup, Allah aziz ve hikmet sahibidir. Ebu Bekir el-Envâri, bu bilgiyi Ubay bin Ka'b'tan rivayet etmiştir. Alimler, bu ayeti şöyle açıklamaktadırlar: Allah, el-Ahzab suresindeki mevcut ayetlerden fazlasını kendisine yükseltmiştir ve Recm ayetinin lafzı artık Kuran'da yer almamaktadır. Ahmet bin el-Heytem bin Halid, bize şöyle nakletmiştir: "Ebu Ubeyd el-Kâsım bin Selâm, İbnü'l-Mübarek'ten, o da İbnü'l-Lehîa'dan, o da Ebu'l-Esved'den, o da İkrime'den, o da Aişe'den şöyle dedi: 'Allah Resulü zamanında, el-Ahzab suresi 200 ayet olarak sayılırdı. Ancak Mushaf yazıldığında, sadece şu anki mevcut ayetler kayda geçti.' Ebu Bekir el-Envâri, Aişe'nin bu sözünden şunu anlamamız gerektiğini ifade etmiştir: 'Allah Teâlâ, el-Ahzab suresinin bizim elimizde bulunan kısmından fazlasını kendisine yükseltmiştir.'" Ben derim ki: Bu, Kuran'daki naskh (yok etme) türlerinden birisidir ve daha önce Bakara suresinde bu konu detaylı olarak ele alınmıştı, elhamdülillah. Zürr, İbnü Ka'b'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Siz el-Ahzab suresini kaç ayet sayıyorsunuz?" Ben de "73 ayet" dedim. O ise şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, bu sure, Bakara suresiyle eşdeğer veya daha uzun olabilirdi. Biz, bu sureden Recm ayetini de okurduk: الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتة نكالا من الله والله عزيز حكيم Yaşlı erkek ve kadın zina ettiklerinde, onları tamamen taşlayın. Bu, Allah'tan bir cezadır ve Allah aziz ve hikmet sahibidir." İbnü Ka'b burada, bu ayetin Kuran'dan nesh edilmiş bir kısım olduğunu kastetmiştir. (Tefsir el-Kurtubi 14/106-107) Kaynak: https://tulayhah.wordpress.com/2020/12/14/the-length-of-surah-al-ahzab-tafsir-al-qurtubi/
  16. @Yarbay İbrahim Bunları bana değil, o hadis için sahih diyen İslamcı yol arkadaşlarına söyleyeceksin. İbni Mace'nin hadisleri, Kütüb-i Sitte içerisinde bile yer almaktadır. Eğer İbni Mace'nin hadislerine bile çürük hadis diyorsan, o zaman komple tüm Kütüb-i Sitte'yi çöpe atman gerekir. Eğer o hadise çürük diyorsan, o halde Kuran'dan recm ve on kez süt emme ile ilgili olan ayetleri önümüze getirmen lazım.
  17. Birmingham Kuranı'nın Muhammed zamanında gelip gelmediği bile meçhul. Yapılan testlerde, %95 ihtimalle 568-645 yılları arasına tarihlendirilmiştir. Bir de Taşkent veya Semerkand Kuranı olarak bilinen bir Kuran var. Bu Kuran, oradan buradan buldukları sayfaları bir araya getirerek oluşturulmuş, ancak bunu da tam olarak başaramamışlar. Bakara (2) suresinin 7. ayetiyle başlıyor ve Zuhruf (43) suresinin 11. ayetiyle sona eriyor. Sayfalardan biri 775 ile 955 yılları arasına, bir diğeri ise 595 ile 855 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Kuran metninin %100'e yakınını içeren iki Kuran mevcuttur. Birincisi Topkapı Sarayı'nda, diğeri ise yanlış bilmiyorsam Kahire'de bulunmaktadır. Bu Kuran’lara ait el yazmaları, kesin bir şekilde Emevi dönemine (hicri takvime göre 1. yüzyılın sonları / 2. yüzyılın başları) ait yazı, süslemeler ve harf işaretlemelerini içermektedir. Yani, bu Kuran’lar da Emevi dönemine aittir. Bu arada verdiğiniz linki inceleyeceğim. @kavak
  18. @Yarbay İbrahim Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle demiştir: “Andolsun ki, recmetme ayeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikahlamanın haramlığı) ayeti indi. Andolsun ki, bu ayetler karyolamın altında bir yaprakta (yazılı) idi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat edip biz, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ölümü ile meşgul olunca, evde beslenen koyun veya keçi girip o yaprağı yedi.” İbni Mace 1944, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/131, 132, 183 Kaynak: https://sahihhadisler.com/konu/detay/Keci-recm-ayetini-yedi Keçi gelip Kuran ayetlerini yiyor, ardından ise Kuran’ın Allah tarafından korunduğunu iddia ediyorsunuz. Hz. Aişe’nin, 'Ahzab Sûresi, Rasulullah zamanında iki yüz ayet olarak okunduğu, ancak Osman Mushafları yazdırırken mevcut olandan başkasını bulamadığı' şeklinde söylediği (Suyuti, Age. 2/65). Übey b. Ka'b'ın, Zirr'e 'Ahzab Sûresi, Bakara Sûresi'nden veya ondan daha uzun olduğu'nu söylediği (el-Hûî, Age. 204, Muntehabu Kenzi’l-Ummal, İbni Hanbel, Müsned’i hamişinde, 2/43’ten naklen). Ayşe ananız, recm ayeti ve on kez süt emme ayetinin keçiler tarafından yendiğini, ayrıca Ahzab Suresi'nin en az Bakara Suresi kadar uzun olduğunu ve Muhammed zamanında Ahzab Suresi'ni 200 ayet olarak okuduklarını söylüyor. Ondan sonra gelip, Kuran’ın Allah tarafından korunduğunu iddia ediyorsunuz. Senin inandığın Allah, Kuran ayetlerinin keçiler tarafından yenilmesine engel olamamış.
  19. Allah'ın Arş'ını taşıyan melekler "Hamele-i Arş" olarak adlandırılır. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre, bu meleklerin sayısı dört olup, Kıyamet Günü bu sayı sekize çıkacaktır. Hakka Suresi 17. ayette de kıyamet sırasında Arş'ı sekiz meleğin taşıyacağı belirtilmiştir. At-Taberi, İbn İshak’tan şu isnadla rivayet etmiştir: "Bize, Allah’ın Elçisi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu haber verilmiştir: 'Bugün Arş’ı taşıyanlar dört kişidir, ancak Kıyamet Günü Allah, onlara dört kişi daha destek verecek, böylece sekiz olacaklardır.'” (Tafseer at-Taberi, 29/59) Bu durum, Müslümanların "Bizim Allah'ımız sonsuz güç sahibidir, kimseye muhtaç değildir, O'nun gücü her şeye yeter" gibi söylemleriyle çelişmektedir. Düşünün ki, "Ol" dediğinde olduran bir Allah, "Biz insana şah damarından daha yakınız" diyor ama bir yandan da kral gibi tahta oturuyor ve o tahtı meleklere taşıtıyor! Makatil, tefsirinde şu ayeti ele alır: “O’nun Arşı, gökleri ve yeri kapsar...” (Bakara, 2:255). Ardından şöyle der: “Arş (veya Kürsü) dört melek tarafından taşınır: Birincisi insan yüzlüdür ve insanlık için rızık diler. İkincisi, bir boğa benzer yüzüyle bir melek olup, hayvanlar için rızık diler. Üçüncüsü, kartal şeklinde olan melek, kuşlar için dua eder. Dördüncüsü ise aslan şeklinde olup, vahşi hayvanlar için rızık diler.” Buna en sağlam delil, Ahmet (2314), ed-Dârimî'nin Sünen'inde (2745) ve el-Beyhakî'nin el-Esma’ ve’s-Sifat'ında (771) İbn Abbas’tan rivayet edilen, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümeyye'nin şiirinde söylediklerini doğrulamasıdır. Şöyle demiştir: “Arş’ın sağ ayağının altında bir adam ve bir boğa, diğer ayağının altında bir kartal, bir aslan ise pusuya yatmış.” Bu anlam, İbn Abbas’tan rivayet edilen başka bir hadiste açıklanmıştır. Buna göre, Kürsü dört melek tarafından taşınmaktadır: Bir melek insan şeklinde, bir melek aslan şeklinde, bir melek öküz şeklinde ve bir melek kartal şeklinde. Allah'ın Arş'ını taşıyan dört melek, genellikle şu şekilde tanımlanır: İnsan yüzlü melek: İnsanlar için rızık diler. Öküz yüzlü melek: Hayvanlar için rızık diler. Aslan yüzlü melek: Vahşi hayvanlar için rızık diler. Kartal yüzlü melek: Kuşlar için dua eder. Bu durum, Hristiyanlık'ta Tetramorph olarak bilinir. Tetramorph, dört farklı şekil veya figürle betimlenen bir varlık veya semboldür ve genellikle dört hayvan figürünü içerir. Hristiyanlık'ta tetramorph, dört İncil yazarıyla ilişkilendirilir: İnsan (Matta): Soyut öğretilere odaklanması nedeniyle. Aslan (Markos): Güç ve cesaret. Öküz (Luka): Hizmet ve fedakarlık. Kartal (Yuhanna): Derin manevi anlamları temsil eder. Bu semboller, İncil'in farklı temalarını ve her evangelistin tarzını yansıtır. Tetramorph, Hristiyan sanatında da sıklıkla görülen bir sembolizmdir. Hristiyanlık inancına göre Tanrı'nın tahtı aşağıdaki gibidir. İslam inancında da Allah'ın tahtı benzer şekilde anlatılmaktadır.
  20. Müslümanların çok iyi bildiği gibi, Kuran, Muhammed zamanında bir kitap haline getirilmemiştir. O dönemde, ceylan derilerine, hurma ağacı yapraklarına veya kürek kemiklerine yazılarak birbirinden ayrı parçalar halinde kaydedilmiştir. Muhammed zamanında yazıya geçirilen ayetlerde, gönderildikleri sırayı belirten herhangi bir numara ya da işaret bulunmamaktaydı. Yani, hangi ayetin önce, hangisinin sonra geldiği bilinmiyordu. Kuran’ın kitap haline getirilmesi için Ebu Bekir, Zeyd bin Sabit’i görevlendirmiştir. Zeyd bin Sabit, ilk başta bu görevi kabul etmekte direnmiş, “Muhammed zamanında bile kitap haline getirilmemiş olan Kuran’ı ben niye kitap haline getireyim?” diye tepki göstermiştir. Ancak, tıpkı günümüzde bir takım işlerin zorla yaptırılması gibi, Zeyd bin Sabit de bu görevi kabul etmek zorunda kalmıştır. Zeyd bin Sabit, Kuran’ı kitap haline getirmek için bir komisyon kurmuş ve her bir ayet için iki delil ve iki şahit istemiştir. Ancak, anlaşılan o ki, bu kriterler bile yeterli olmamıştır; zira Zeyd bin Sabit, Kuran’ı kitap haline getirirken birçok hata yapmıştır. Şimdi, bu hataları teker teker inceleyelim. Ahzab 4 "Allah, bir adam için içinde iki kalp yapmamıştır. Kendilerinden zihar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor." Bu ayet iki pasajdan oluşmaktadır. İlk pasajda "zihar"dan bahsedilir. Zihar, bir erkeğin karısına "Sen, benim annemin sırtı gibisin" demesiyle gerçekleşir. İkinci pasajda ise Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in yaşadığı bir olay anlatılır. Şimdi, ilk pasajın sonuna Mücadele 3’ü ekleyelim: "Allah bir adam için içinde iki kalp yapmamıştır. Kendilerinden zihar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." Görüldüğü gibi, Ahzab 4’ün ilk pasajının sonuna Mücadele 3’ü eklediğimizde, bir anlam bozukluğu olması gerekirken, her iki ayet birbirine uyum sağlamaktadır. Şimdi de Ahzab 4’ün ikinci pasajına Ahzab 37’yi ekleyelim: "Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor. Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah'ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: 'Hanımını kendine sıkı tut ve Allah'tan kork' diyordun da nefsinde Allah'ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri de yerine getirilmiştir." Burada da, tıpkı ilk örnekte olduğu gibi, anlam bozukluğu olması gerekirken, her iki ayet de birbiriyle uyum içinde görünmektedir. Peki, bu neden oluyor? Ahzab ve Mücadele süreleri arasında 25 tane başka sure bulunmasına rağmen, her iki ayet de birbirine sanki tek bir ayetmiş gibi uyum sağlıyor. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Kuran'ı kitap haline getiren Zeyd bin Sabit, belli ki bu işi eline yüzüne bulaştırmış. Bu örnekleri gidin herhangi bir İslam alimine gösterin, aradaki farkı anlamazlar bile, sanki tek bir ayetmiş gibi kabul ederler. Allah tarafından korunduğu iddia edilen kitap, aslında Zeyd bin Sabit’in yaptığı hatalar nedeniyle uzun zaman önce bozulmuş olabilir. Bak sen şu işe! Bu durumu daha iyi anlatabilmek için bir örnek daha verelim. Bakara 189 "Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: 'Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. Erdemlilik asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir; fakat erdemlilik kişinin Allah'a saygılı olmasıdır. Evlere kapılarından gelin; Allah'a saygılı olun ki kurtuluşa eresiniz.'" İlk pasajda hilalin bir çeşit zaman ölçüsü olduğu belirtiliyor, ikinci pasajda ise evlere hangi kapıdan girilmesi gerektiği ile ilgili bir öğüt veriliyor. Burada bir anlatım bozukluğu var. Eğer ayetler bir bütün olmalıysa, neden bu ayette böyle bir anlatım hatası var? Arapça bilmeyen birinin, bu ayeti anlaması mümkün müdür? “Ben tefsir olmadan, sadece Arapçasını okuyarak anlarım” diyen birisi var mı? Muhtemelen yoktur. Peki, Nahl 89 ne diyor? "Biz Kuran’ı sana her şeyin apaçık bir beyanı olarak indirdik." Öyleyse, Allah’ın “apaçık” olarak nitelendirdiği Kitap, herkes tarafından anlaşılmalıdır. Yani, herkes, bu Kitap’ı doğrudan anlayabilmelidir. Ancak, Müslümanlar, Bakara 189 gibi ayetleri anlamak için tefsir kitaplarına başvuruyor. Peki, Allah’ın “apaçık” olarak nitelendirdiği bir kitabı anlamak için niye tefsircilere ihtiyaç duyuyoruz? Allah, bu ayetleri biraz daha anlaşılır şekilde yazamaz mıydı? Ya da altında kendi tefsirini ekleseydi? Bozulmadığını iddia ettiğiniz Kuran, kim bilir son 1400 yıl içinde kaç defa bozuldu, kaç defa güncellendi. Örnekleriyle birlikte bunu ortaya koydum; Kuran’ın bozulduğu "apaçık" ortadadır.
  21. Rum Suresi ile ilgili olarak Müslümanların savunduğu bir diğer görüş, Rum Suresi 4. ayette geçen "birkaç yıl" ifadesinin, Arapçada genellikle 3 ila 9 yıl arasındaki bir süreyi ifade ettiği yönündedir. Aynı şekilde, Yusuf Suresi 42. ayette de geçen "bıd" kelimesi "birkaç" anlamına gelmektedir. Bu kelime her iki ayette de kullanılmıştır. Yusuf Suresi 42. ayet: O zaman hayatta kalacağını bildiği kişiye dedi ki: “Efendinin huzurunda beni an.” Fakat Şeytan, o kişiye Yusuf’u efendisine hatırlatmayı unutturdu, bu yüzden Yusuf, birkaç yıl daha hapiste kaldı. Peki, Yusuf kaç yıl hapiste kaldı? İslam kaynaklarında bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır: Yedi yıl görüşü: İbn Cureyc, Katade ve Vehb b. Münebbih gibi alimler bu görüşü savunmuşlardır. Vehb b. Münebbih’e göre, Eyyub'un belası (hastalığı) yedi yıl devam etti, Yusuf da yedi yıl hapiste kaldı. On iki yıl süresi: Bu görüş, İbn Abbas’a aittir. İbn Abbas, Yusuf’un hapiste on iki yıl kaldığını ifade etmiştir. On dört yıl görüşü: Bu görüş de ed-Dahhak’a aittir. Ona göre, Yusuf hapiste on dört yıl kalmıştır. Abdullah b. Raşid el-Basri, Said b. Ebi Arube'den şöyle bir nakil yapmaktadır: Bıd' kelimesi, beş ila on iki arasındaki sayıyı ifade eder. Kaynak: https://www.islamiokul.com/kitap/files/KURTUB/AYT/012/042.htm Rum Suresi 4. ayette geçen "bıd" ifadesi için 3 ila 9 yıl diyen Müslümanlar, Yusuf Suresi 42. ayette geçen "bıd" ifadesi için ise 7, 12, 15 veya 5 ila 12 yıl gibi farklı görüşler sunmuşlardır. Yani, Rum Suresi’ne gelince farklı bir yorum yapılırken, Yusuf Suresi’ne gelince farklı bir yorum yapılmaktadır. Halbuki her iki ayette de geçen kelime aynıdır! Müfessirler bile bu konuda nasıl yorum yapacaklarını şaşırmış durumda! Peki, İncil bu konu hakkında ne söylüyor? İncil’e göre, Yusuf yaklaşık iki yıl hapiste kaldı. Yaratılış 40. bölümde, Firavun’un rüyasını gördüğü zaman dilimiyle bağlantılı bir süre belirtilmiştir. Yusuf, zindanda iken Firavun'un şarapçısı ve ekmekçisinin rüyalarını yorumladıktan sonra, şarapçı Yusuf’a hapisten çıkınca onu hatırlayacağına söz verir. Ancak şarapçı unutmuş ve iki yıl boyunca Yusuf hapiste kalmıştır. Yaratılış 41:1'de şöyle denir: "İki yıl sonra Firavun bir rüya gördü." Bu ifade, Yusuf’un hapiste geçirdiği iki yıl sonrasında Firavun'un rüyasını gördüğünü gösterir. Firavun, rüyasını çözemeyince Yusuf çağrılır, rüyayı doğru yorumlar ve bu yorum, Yusuf'un Mısır'da yüksek bir mevkiye gelmesini sağlar. Sonuç olarak, İncil'e göre Yusuf, hapiste yaklaşık iki yıl kaldı ve bu süre, şarapçının onu hatırlamaması nedeniyle uzadı. Ey Müslümanlar! Rum Suresi 4. ayette geçen "bıd" kelimesi için 3 ila 9 yıl ifadesini kullanırken, Yusuf Suresi 42. ayette geçen "bıd" için neden kesin bir yorumda bulunamıyorsunuz da her kafadan bir ses çıkıyor?
  22. Kur’an’daki Hāmān ve Mezopotamya Öğeleri Kur’an’daki Hāmān figürü, sadece Mısır kültüründen değil, aynı zamanda Mezopotamya mitolojilerinden de izler taşır. Hāmān’ın hikâyesi, Musa ve Firavun’un kıssalarıyla ilişkilendirilmiş ve zaman ile mekân açısından belirsizliğe işaret etmiştir. Örneğin, Tevrat’taki Babil Kulesi hikâyesi, Tanrı’ya meydan okuyarak göklere kadar uzanan bir kule inşa etmeye çalışan bir halkı anlatır. Bu anlatı, Babil ve Mısır saraylarının tarihsel bağlamda birbirine karıştırılabileceğini gösterir. Babil Kulesi Hikâyesi (Yaratılış 11:1-9) Tevrat’taki Babil Kulesi hikâyesinde, tüm dünya tek bir dil konuşan insanlar, Tanrı’ya karşı koyarak göklere kadar ulaşan bir kule inşa etmeye karar verirler. Tanrı, insanların dilini karıştırarak inşaatı durdurur ve onları dünyanın dört bir yanına dağıtarak kontrol altına alır. Bu mitolojik anlatı, Tanrı’nın kudretini ve insan hırslarının engellenmesini simgeler. Kur’an’da Hāmān ve Babil Kulesi Bağlantısı Kur’an’daki Hāmān figürü, Babil Kulesi mitolojisine benzer temalar taşır. Silverstein (2012), Hāmān’ın figürünün Mezopotamya kültürlerinden izler taşıdığını belirtir. Babil Kulesi’nin inşa edilmesindeki pişmiş tuğla kullanımı, Tanrı’ya meydan okuma ve göklere ulaşma arzusu gibi unsurlar, Hāmān’ın figürünün Mezopotamya mitolojisiyle ilişkili olduğunu gösterir. Kur’an, Firavun’un Hāmān’a pişmiş tuğladan bir kule inşa etmesini emretmesiyle Babil Kulesi hikâyesindeki temaları yansıtır. Firavun, Tanrı'ya karşı bir meydan okuma içinde olup, Musa’nın tanrısına ulaşmak istemektedir. Bu istek, Babil halkının Tanrı’ya karşı kule inşa etme arzusuyla benzerlik gösterir. Kur’an’daki pasajlar şu şekilde ifade edilir: Kur’an, 28:38: "Firavun dedi: ‘Ey Hāmān! Benim için pişmiş tuğlalardan bir ocak yap, ve yüksek bir kule (ṣarḥ) inşa et ki, Musa'nın tanrısına çıkayım; fakat Musa'nın yalancı olduğunu düşünüyorum!’" Kur’an, 40:36-37: "Firavun dedi: ‘Ey Hāmān! Benim için yüksek bir kule (ṣarḥ) inşa et, göklerin yollarına (asbāb) ulaşabileyim; ki Musa'nın tanrısına çıkayım; fakat Musa'nın yalancı olduğunu düşünüyorum!’" Bu pasajlarda, Firavun’un Tanrı’ya meydan okuma çabası ve göklere ulaşma arzusu vurgulanır. Babil Kulesi ve Mezopotamya Zigguratları Mezopotamya’daki zigguratlar, Tanrı’ya yaklaşmak amacıyla yapılan devasa tapınak kuleleridir. Zigguratlar, Babil Kulesi ile benzer bir yüksekliğe ulaşma arzusunu simgeler. Silverstein (2012) ve 2008 yılında yaptığı çalışmalarda, bu mitolojik öğelerin Mezopotamya kökenli olduğunu vurgular. Ahiqar hikâyesinde, bir Mısır Firavunu’nun Asur kralına karşı göğe ulaşmak için kule inşa edilmesini istemesi anlatılmaktadır. Bu efsane, Mezopotamya kültürlerinin Tanrı’ya karşı olan hırslarını ve inşa ettikleri devasa yapıları simgeler. Hāmān’ın figürü, Ahiqar hikâyesindeki figürlerle benzerlik taşır. Sonuç Kur’an’daki Hāmān karakteri, sadece Mısır kültüründen değil, aynı zamanda Mezopotamya mitolojilerinden de izler taşır. Babil Kulesi’ne dair temalar—pişmiş tuğla kullanımı, Tanrı’ya meydan okuma ve göklere ulaşma arzusu—Hāmān’ın figürünü daha geniş bir kültürel bağlamda anlamamıza yardımcı olur. Hāmān, bu kültürlerin iç içe geçmiş mirasını yansıtan önemli bir figürdür ve hem İslami metinlerde hem de erken dönem İslam tefsirlerinde Babil mitolojisinin etkilerini gösterir. Kaynaklar: Silverstein, D. (2012). The Influence of Babylonian Mythology in the Quran: A Comparative Analysis. Journal of Near Eastern Studies, 71(2), 115-128. Silverstein, D. (2008). The Babylonian Influence on Islamic Texts and Interpretations. Islamic Studies Quarterly, 34(3), 233-247. Tevrat, Yaratılış 11:1-9. Kur’an, 28:38 ve 40:36-37. Ahiqar Hikâyesi ve Mezopotamya Zigguratları üzerine yapılan karşılaştırmalı çalışmalar.
  23. Kuran’da yer alan bir başka hata ise Allah’ın İmran’ın kızı Meryem (Miriam) ile Yahoyakim’in kızı Meryem’i karıştırmasıdır. Kuran’daki şu ayetlerde İmran’ın kızı Meryem şöyle tanıtılır: “İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim Suresi, 12) Bir diğer ayet: “Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!” (Meryem Suresi, 27) Ve bir diğerinde: “Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem Suresi, 28) Kuran'a göre, Meryem, İmran’ın kızı ve Harun’un kız kardeşi olarak tanıtılmaktadır. Ancak, hem Kitâb-ı Mukaddes’e hem de tarihi kayıtlara bakıldığında, Meryem’in Yahoyakim’in kızı olduğu açıkça görülmektedir. Buna göre, Kuran’daki Allah, İmran’ın kızı Meryem (Miriam) ile Yahoyakim’in kızı Meryem’i, yani İsa’nın annesini karıştırmış görünmektedir! Kuran'a göre, İmran Kızı Meryem aynı zamanda İsa'yı doğuran Meryem'dir! Kuran'da her iki Meryem figürü birbirine karışmış ve iç içe geçmiş durumdadır! Peki, Kuran’da geçen İmran Kızı Meryem (Miriam) ile Kitâb-ı Mukaddes’teki Yahoyakim Kızı Meryem kimdir? 1. İmran Kızı Miryam (Musa’nın Kız Kardeşi) İmran’ın kızı Miryam, Eski Ahit’te özellikle Çıkış Kitabı’nda (Exodus) yer alır: Çıkış Kitabı 2:1-10: Miryam, Musa’nın annesiyle birlikte Mısır’dan kaçarken, küçük kardeşi Musa’nın bulunduğu sepeti takip eder. Burada Miryam, Musa’nın kurtuluşunu sağlayan bir figür olarak anlatılır. Çıkış Kitabı 15:20-21: Miryam, Mısır’dan çıkan halkı şarkılarla kutlayan ilk kadındır. Burada, o, Rabbin zaferini kutlayan şarkılar söyleyen bir peygamber olarak tanımlanır. Sayılar 12:1-15: Miryam ve Harun, kardeşleri Musa’ya karşı çıkarken, Tanrı tarafından cezalandırılırlar. 1 Tarihler 6:3: Miryam, Harun ve Musa’nın kız kardeşi olarak belirtilir. 2. İsa’nın Annesi Meryem İsa’nın annesi Meryem, Yeni Ahit’te özellikle Matta, Luka ve Yuhanna kitaplarında yer alır: Matta 1:16: İsa’nın soy ağacında, Meryem’in Yahoyakim’in kızı olduğu belirtilir. Bu pasajda, İsa’nın soyunun Davud’a dayandığı vurgulanır. Luka 1:26-38: Melek Cebrail, Meryem’e İsa’nın doğumunu müjdelediği bu bölümde, Meryem’in Nazaret’ten olduğu ve İsa’nın annesi olduğu anlatılır. Matta 1:18-25: İsa’nın doğumu ve Meryem’in bakireliği üzerine açıklamalar yapılır. Yuhanna 2:1-11: Meryem, İsa’nın ilk mucizesine (Kana suyu şarap yapma) tanıklık eder. Sonuç: İki Farklı Figür Her iki figür de farklı zaman dilimlerinde ve farklı bağlamlarda önemli dini roller üstlenmiş, ancak soy ve aile bağlantıları bakımından birbirinden farklıdır. Miryam (Musa’nın Kız Kardeşi), Hur ile evlenmiştir. Sayılar 26:59’da adı geçer. Bazı Yahudi kaynaklarında, Betsalel adında bir oğulları olduğu belirtilir. Betsalel, Çadır-ı Mukaddes’in inşasında önemli bir figürdür. Meryem (İsa’nın Annesi), Yusuf ile evlenmiştir. İncil’de Meryem, Nazaretli Yusuf ile nişanlıdır, ancak İsa’nın doğumu sırasında evli değillerdir. Meryem’in bakire kalması ve İsa’nın mucizevi bir şekilde doğması vurgulanır. Yusuf, Meryem’e Tanrı tarafından seçilen bir eş olarak tanıtılır, ancak biyolojik babası olarak kabul edilmez. Ey Müslümanlar! Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah, nasıl olur da Miryam ile Meryem'i karıştırır?
      • 1
      • Thanks
  24. Kuran ile ilgili ilginç bir başka mesele de, Hud Suresi 2. ayetinde Muhammed'in mi yoksa Allah'ın mı konuştuğudur. Hud Suresi 2. ayet şöyle geçmektedir: Allah'tan başka hiçbir ilaha ibadet etmeyin. Şüphesiz ben, O'ndan size bir uyarıcı ve müjdeciyim. Eğer bu ayette konuşan Allah ise, neden 'Benden başkasına ibadet etmeyin' demek yerine 'Allah'tan başkasına ibadet etmeyin' demiştir? Eğer bu ayette Allah konuşuyorsa, 'O'ndan size bir uyarıcı ve müjdeciyim' dediği kişi kimdir? Allah'tan daha üstün varlıklar mı vardır? Bu ayette açıkça konuşan kişi Muhammed değil midir? Allah tarafından indirildiği söylenen bu kitapta, Muhammed'ın sözü ne aramaktadır?
  25. Dini sorgulayanların veya dinden çıkanların toplum tarafından dışlanması, hatta bazı şeriatla yönetilen ülkelerde ölüm cezasına çarptırılması, bunun en büyük sebeplerindendir. Örnek vermek gerekirse, Muhammed'in ölümünden sonra Arap coğrafyasının dört bir yanında peygamberlik iddiasında bulunan insanlar ortaya çıkmış ve kitlesel dinden dönme olayları yaşanmıştır. Ebu Bekir ise İslam dinini kurtarmak amacıyla ordular kurarak bir yıl boyunca Arap çöllerinde sahte peygamberleri ve kafirleri avlamaya çıkmıştır.
×
×
  • Create New...