Jump to content

Tekrar Müslüman Oldum


Tasvir-i Efkâr

Recommended Posts

34 dakika önce, Deadanddark yazdı:

Ne dediğini sende pek bilmiyorsun.

Bazen ateist, bazen agnostik bazen de agnostik deist olmandan belli. Dengesizliğin everesti.

Ateist olduğun için aslında çok şanslısın, namaz vakitlerini takip ve namazı icra ile vakit kaybetmiyorsun. Onun yerine ben çiçeklerimin sulanma zamanlarını takip ediyorum.

 

Onlar roldü usta başta ateist foruma deist olarak geldim ancak antidogmatikte fikir değiştirmenin doğallığına vurgu içim yaptım. Malum hem ateist hem teistlerden fikir taassubuna düşenleri ve fanatikler çok var. Yani gerektiğinde fikir değiştirebilmenin ve aklı farklı şekillerde ikna edebilmenin mümkün olduğunu gösterdim. Göremeyenlerde senin gibi gördü. Yani teist bile olsam bağlılık kuramayan bir mizaca sahibim. Hiçbir şeye topyekun bağlanamıyorum sadece akli yönelim  olarak gelişiyor bende. Ee zaten başta önemli olanda buydu. 

Link to comment
Share on other sites

41 dakika önce, TAO yazdı:

Normallik çoğunluğa göre belirlenmez.

Mazoşist olması için birinin acı çekmemesi yada acı çekmesini engelleyen bir uyuşturucu alması gerekir.

Jilet atıyor musun kendine? 🤣

Hayır onu yapanlar müslüm gürses i anlamayanlar sanırım. Jilet falan kendini tatmin icin yapilan bir sey sadece. Yoksa şarkiların insanda oluşturduğu anlam Önemli bence. 

Aslında hayatın kendisi ve psikolojik acıları da sayarsak ve de ölümü bir tür korku ve acı olarak gören varsa yaşayarak acı çekmeyi sevdiğimizi veya buna mecbur olduğumuzu gösteriyoruz kim bilir. Bu anlamda herkeste bazı yönlerden az ya da çok mazoşistlik vardır belki.

Link to comment
Share on other sites

On 20.11.2022 at 23:02, Ali yazdı:

Bunları daha makbul bulmanızın nedeni eleştirilmesinin daha kolay ve iddialarının daha çürük olması olabilir mi sadece soru ?

Selefiler tarikatçılar gibi pasif değil. Oturaklı ve düzgün bir inançları var. Davalarından dönmüyorlar. Pavyon fedaisi de değiller. 

Müslüman olsaydım selefi olurdum. 

 

Link to comment
Share on other sites

16 saat önce, Ali yazdı:

Onlar roldü usta başta ateist foruma deist olarak geldim ancak antidogmatikte fikir değiştirmenin doğallığına vurgu içim yaptım.

Artık bu işin akıl sağlığı ile ilgili olduğunu düşünüyorum. 

Ateistlik ve İslam arasında git-gel yapmak akıl sağlığı bozukluğu göstergesi olabilir diye düşünüyorum. İnsan son kararını vermeli. 

Link to comment
Share on other sites

5 saat önce, Sputnik yazdı:

Ateist-müslüman fark etmez her insan kendi için yaşıyor. 

Müridine kucak dansı yaptıran tarikat şeyhi vardı. Videosunu bulamadım. 

İnsan kendi için yaşıyorda bu isteğin kökeni ne?

İnsan  doğuştan gelen özelliklerini kendisinin belirlemesi imkansız.

Tanrının doğada karşılığı yok.

Geriye sadece doğanın kendisi kalıyor.

Link to comment
Share on other sites

6 saat önce, Sputnik yazdı:

Artık bu işin akıl sağlığı ile ilgili olduğunu düşünüyorum. 

Ateistlik ve İslam arasında git-gel yapmak akıl sağlığı bozukluğu göstergesi olabilir diye düşünüyorum. İnsan son kararını vermeli. 

Ateistlikle Müslümanlık arasında git gel yapan kim ki

Link to comment
Share on other sites

49 dakika önce, TAO yazdı:

İnsan kendi için yaşıyorda bu isteğin kökeni ne?

İnsan  doğuştan gelen özelliklerini kendisinin belirlemesi imkansız.

Tanrının doğada karşılığı yok.

Geriye sadece doğanın kendisi kalıyor.

Ben daha çok bu durumu yıldızlarda olup bitene benzetiyorum.

Fırsatını bulmuşken hidrojen helyuma dönüşüyor. Helyum bu durumdan ortamda uygun istifade ediyor ve yayılıyor. Sonra önüne bir engel çıkıyor, tükenen hidrojen.

Bu durum başka bir element için fırsat oluşturuyor. Helyum ile beslenen lityuma.

Link to comment
Share on other sites

23 saat önce, Ali yazdı:

Onlar roldü usta başta ateist foruma deist olarak geldim ancak antidogmatikte fikir değiştirmenin doğallığına vurgu içim yaptım. Malum hem ateist hem teistlerden fikir taassubuna düşenleri ve fanatikler çok var. Yani gerektiğinde fikir değiştirebilmenin ve aklı farklı şekillerde ikna edebilmenin mümkün olduğunu gösterdim. Göremeyenlerde senin gibi gördü. Yani teist bile olsam bağlılık kuramayan bir mizaca sahibim. Hiçbir şeye topyekun bağlanamıyorum sadece akli yönelim  olarak gelişiyor bende. Ee zaten başta önemli olanda buydu. 

Elbette su burada sıfır derecede donuyor diye evrenin her yerinde sıfır derecede donacak değil. Suyun davranışı ortama göre değişiyor. Sende farklı bir ortamda farklı bir şekil alabilirsin.

Sana öfkem geçti.

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

36 dakika önce, Deadanddark yazdı:

Elbette su burada sıfır derecede donuyor diye evrenin her yerinde sıfır derecede donacak değil. Suyun davranışı ortama göre değişiyor. Sende farklı bir ortamda farklı bir şekil alabilirsin.

Sana öfkem geçti.

 

 

 

Öfkeye gerek yok usta. Onlar öyle geldi geçti. Çok takılmamak lazım.

Link to comment
Share on other sites

On 11.11.2022 at 18:12, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Sen Ateistforum'daki Zavallı mısın? :)

Bir gün Müslüman olacaksın deseler güler geçerdim. Ben de kendime hâlâ hayret ediyorum. Belki birinin duasını aldım. İslam'dan, Müslümanlardan nefret ederdim. O noktadan buraya geldim. Bunu “Kalpleri evirip çeviren Allah'tır” hadisinin tecellisi olarak görüyorum.

islamda - kuranda- hadislerde kadının 2. sınıf insan , hatta insan olarak bile görülmemesi hususundaki fikirlerin de değişti mi ?

 
Link to comment
Share on other sites

Bu konu hala devam ediyor mu? :)

On 14.11.2022 at 21:40, Entropyy yazdı:

Yani allah ananızı becerebilirsiniz helaldir dese bize laf düşmez deyip becereceksin.

“Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncilde yazılı bulacakları o Resule o, ümmi Peygambere ittiba' ederler. O ki onlara ma'ruf onu emreder ve onları münkerden nehyeyler.” (Araf, 157) Allah kötülüğü emretmez. (Araf, 28) Allah iyiliği, hayrı emreder, fenalığı, çirkinliği ve azgınlığı yasaklar. Allah insanı kendisinin iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü diyecek bir fıtratta yaratmıştır. Allah böyle bir şey diyecek olsa sistemi ona göre yaratırdı, kimse de kötü diyemezdi.  Sen başkalarının inancına laf söyleyeceğine kendi inancına bak. Kendi itikadında annenle ilişkiye girmeyi haram kılan tek bir nesnel ahlak yasası ortaya koyabiliyor musun? Hayır. Öyleyse annesiyle ilişkiye girene laf söyleme hakkın yok.

On 14.11.2022 at 21:40, Entropyy yazdı:

Aşağıdaki hayvanlara göre allah kitap kavramı yok demi? Neye göre böyle insana özgü ahlaki davranışlar sergiliyorlar? Git bu hayvanlara sor bakalım yaptığınız bu davranışların temeli nedir de? Cevap alamazsan biraz kafa yor (kafa varsa tabi) o zaman ahlakın temeli nedir öğreneceksin.

Çok zekisin yaa, nasıl düşünemedim bunu. Tabii ben dine inandığım için aptalım, akıl edemem, hesaba katamam böyle şeyleri. Ama sen ateistsin ya, bilimden anlarsın, düşünürsün bunları. İşte kibir insanı böyle saptırıyor. Bak sevgili atecik, evrimci ve yararcı açıklamalar neden nesnel ahlakî değer ve görevlerin var olduğunu açıklamaz. Ben zaten ahlakî davranışlara evrimsel köken ve yararcı açıklamalar bulunmasının nesnel ahlakî değer ve ödevlerin doğaüstü bir temele dayanmak zorunda olduğu iddiasını çürütmeyeceğini anlattım. Tanrı yoksa ve insanlar diğer hayvanlar gibi sadece evrim tarafından dikte edilen, atalarından miras aldıkları davranış kalıplarını izliyorsa o zaman hiçbir ahlak kuralı nesnel değildir, özsel bir değeri yoktur ve sadece yaşam mücadelesinde araçsal bir değeri olduğundan söz edilebilir. Bu yüzden “Aynı davranış maymun atalarımızda da var. Bu davranış onlara evrimsel olarak şöyle şöyle avantajlar sağlamış,” denilerek hiçbir davranışın nesnel olarak doğru olduğu savunulamaz. O davranışları onlara bilinçsiz, amaçsız, ilimsiz, hikmetsiz, tesadüfi süreçler yüklemiş. Temel amacı sağkalım ve çevreye uyum şansını artırmak, ahlakî hakikatlerle mücehhez kılmak değil. Ben bir insan olarak programlandığım davranış biçimlerine dışarıdan bir gözle bakabilen, onları yargılayıp değiştirebilen, bireysel tutku, arzu, çıkar ve içgüdülerden sıyrılarak düşünebilen bir canlıyım, öyleyse neden onları takip etmek zorundayım? Tanrı'yı reddedersek ve ahlakî sezgilerimizi tamamen doğanın kör kuvvetlerine havale edersek onların ahlakın bilgisiyle ilgisiz olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü hayatta kalma ve çevreye uyumlu olma esasına dayanan milyonlarca yıllık evrimsel süreçte ahlakî hakikatlere ulaşacak bir yol izleyip izlemediğimizden hiçbir zaman emin olamayız. Ahlak diye bildiğimiz şeyler belki de birer hakikat değil, zihnimizin bize oynadığı bir oyun, bir yanılsama. Zihnimiz evrim yüzünden manipüle edildiğinden öyle düşünmeye programlanmışız. Ha ahlak nesnel değil özneldir diyorsan o zaman kimseyi eleştirmeye hakkın yok.

Link to comment
Share on other sites

On 11.11.2022 at 21:43, Deadanddark yazdı:

Hani hür irade , hani nerede Allah'ın bilmediği kısımlar.  Adamın ne yapacağını biliyor ama hadi 15 sene olmadı 200 sene oynatayim diyor senin Allah.  Oynat ugurcugum.

Allah'ın ön bilgisi özgür iradeye halel getirmez.

On 11.11.2022 at 21:43, Deadanddark yazdı:

Senin muho gelene kadar insanlar birbirini mı yiyordu? Herkesin kendi tanrısı vardi. Kimse kimsenin tanrısına kışt demiyordu. Muhonun tanrısı neden bu kadar popüler olmak istedi!

Senin muho gelmeseydi bedir savaşı Uhud savaşı ve diğer savaşlar olmayacaktı. 

Yani Hz. Muhammed'den önce her şey güllük gülistandı mı diyorsun? Basit meseleler yüzünden yıllarca süren kabile savaşlarından haberin yok o zaman. Fakirlik yüzünden çocuk öldürmek, bazı kabilelerde kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek gibi adetler vardı. Hz. Muhammed 13 yıllık Mekke döneminde dinini barışçıl yollarla tebliğ etti, ancak Mekkelilerin düşmanca tutumu savaşı gerekli kıldı.

Allah neden popüler olmak istemişmiş. Allah verdiği sayısız nimete karşılık kendisine ortak koşulmadan inanılmasını istiyor, bunun için de elçiler, uyarıcılar gönderiyor. Dünyaya yiyip içmeye, eğlenmeye, vakit doldurmaya değil, Allah'a ibadet etmeye geldik. O da bize unuttuğumuz yaratılış amacımızı hatırlatıyor. Bunu yapmaya hakkı yok mu?

On 11.11.2022 at 21:43, Deadanddark yazdı:

Sayın yumos boşver onu bunu söylesene kucağa falan mı oturttular seni. Hoplattilar mı?

Sen niye bu kadar lağım ağızlısın? Ben sana seni Ateizm Derneği'nde mi hoplattılar da ateist oldun diye sorsam hoş olur mu? Ateistforum'da da anibal diye biri vardı kulakları çınlasın, o da böyle lağım ağızlıydı. Yoksa anibal sen misin? :D Senin hakkından anibal gelir.

Link to comment
Share on other sites

On 23.11.2022 at 19:41, TAO yazdı:

İnsan kendi için yaşıyorda bu isteğin kökeni ne?

Şu son köpek savunuculuğu olaylarından sonra insanların kendileri için değil de başkalarına kötülük yapmak için yaşadıklarını düşünmeye başladım. 

Ne şehitlerimize ne de kuduz olan çocuğa köpek kadar değer vermediler.

Yazıklar olsun bu millete. 

 

Link to comment
Share on other sites

On 18.11.2022 at 12:02, Ali yazdı:

Tasvir i efkar bu süreçte beslendiğiniz kaynaklar arasında Altay cem Meriç ve Habil ademoğlu gibi kişiler ve Musa yanık falan var mıydı?

Evet, doğru. Altay Cem Meriç, Habil Ademoğlu, Caner Taslaman, Enis Doko ve yabancılardan Craig'den çok istifade ettim. Onlar sayesinde birçok soruma cevap bulabildim. Hala çözemediğim meseleler de var ama büyük oranda mantığıma oturduğu için Müslümanım.

Link to comment
Share on other sites

On 18.11.2022 at 17:56, Ali yazdı:

Aslında son zamanlarda bitmek bilmeyen ahlak temellendirme konusunda bunda birazda dünyanın gidişatı ve toplumun yozlaşmış olması ve anlamsızlık üzerine süren hayatın ve manevi ürünlerin lağvedilmesi gibi unsurlar yer alsa da çok popüler bir konu bu açıdan benide bir ölçüde ikna eden bir argüman. Ancak merak ettiğim başta dediğiniz eğer üstün bir ontolojiye başvurmazsak ahlak konusunda gördüğünüz problemler nedir? Çünki bana öyle geliyor ki bizim yaptığımız şey sürdürülebilir bir toplum için bir takım kurallar ve kaideleri uymak bu yüzden bazı şeyleri temellendirmeye gerek var mı? Pragmatik olarak bu toplumun yararına mı değil mi diye bakmak yerine Çünkü içimizde hayatta kalma arzusu haliyle toplumu da sürdürmeye itiyor bizi. Ahlaka biraz daha yararcı gözle bakıp ilerleyemez miyiz?

 

Tabi size biraz hak verdiğim kısım insanın burada kendisini üstün görmesinin ve ahlakla içkin saymasının biraz muğlak kalması. Bu aşamada belki de yine kendi türümüzü sürdürmek için mecburen bunu yapıyoruzdur. Mesela; zeka olarak diğerlerinden üstün olduğumuzu görüp onları yönetme yetkisini ve bilgi oluşturma cüretini kendimizde bu sebeple görüyoruzdur. Yani demem o ki platonvari ideal nesneler bilgisi gibi değil de hayatta kalmaya yarayan şeyler üzerinde düşünsek? Her ne kadar bir şeyin işe yarar olması bilgi statüsü kazandirmiyor görünse de biz neden öyle bir ideal bilgiyi aramalıyız diye sorayım bari?

Benim ateistken hep kafamı kurcalardı Tanrı olmadan ahlakın nasıl temellendirileceği konusu. Bazı seküler ahlak teorilerini benimsedim ama daha sonra onların da kusurlu ve yetersiz yanları dikkatimi çekmeye başladı. Sonra bu konuyu arka plana attım ama dünyanın gidişatına bakınca tekrar gündemime aldım ve teizmden daha iyi bir açıklama olmadığına kanaat getirdim. Tabii teist olmamda sadece ahlak argümanı değil, başka argümanlar da etkili oldu. Mesela kelam ilminde hudus delili olarak bilinen kozmolojik argümanı da sezgisel olarak güçlü bulurum. Ahlaka bir temel bulmak yerine yararcı bir mantıkla ilerleyemez miyiz sorusuna gelince, ilerleyebiliriz. Zaten dünyada sekülerleşme eğilimi yaygınlaştığı için öyle yapıyoruz. Din olmadan da insanlar belli başlı ahlakî doğrulara isabet ederler. Örneğin çalmamak, öldürmemek, başkasına zarar vermemek gibi konularda mutabakat sağlanabilir. Fakat ahlak konusunda her şey bu kadar siyah beyaz değildir, doğru ve yanlışa net bir sınır çizilemeyen muğlak, gri alanlar da vardır. Her insanın fıtratına iyiyi kötüden ayıran bir ahlakî pusula koyulmuştur, ancak ilahi rehberlik olmadan insanın pusulayı şaşırması çok olası. Örneğin insan belirli ideolojilerin, zamanın moda akımlarının etkisi altına girerek bir takım insanları öldürmeyi, bir takım insanlardan çalmayı, bir takım insanlara zarar vermeyi haklı bulabilir. “Topluma yararlı olanı yapalım” denilebilir. Ancak toplum ve yarar kavramlarının içi ideolojilere göre farklı doldurulabilir. İnsan aklı şaşmaz bir yol gösterici değildir, nefsin ve şeytanî ilhamların etkisi altındadır. Kulağa güzel, nefse hoş gelen ama insanın fıtratına aykırı pek çok şey süslü kelimeler ve cafcaflı sözlerle güzel gösterilebilir. Vahyin rehberliği olmadığında insan iyilik zannıyla kötülük yapabilir. Kur'an'da da ıslahat iddiasıyla yola çıkan, fakat farkında olmadan yeryüzünde fesat çıkaran insanlardan bahsedilir. Din olmadığında insanlar kimliksiz, gayesiz, amaçsız yığınlara dönüşür. Suret-i haktan görünen insî şeytanlar bu insanları hassas oldukları yerden yakalayıp ağlarına düşürebilir. Toplum üzerinde güç sahibi olmak isteyen insanlar ellerindeki medya ve propaganda gücünü kullanarak bu amaçsız yığınları kolaylıkla koyun gibi güdebilir. Ancak vahye tabi olmak insana hakkı batıldan ayıracak bir feraset kazandırıyor.

On 18.11.2022 at 17:56, Ali yazdı:

Son olarak mecburen yapıyoruzdur belkii demiştim. Burada naturalizmde özgür irade problemli demiştiniz teizmde nasıl bir rahatlama sağlıyor bu durum? Sonuçta tanrı biliyor bilmesi zorlaması anlamına gelir demiyorum. Bu ortamı ve neden sonuç olayını da o yarattı. Hatta determinizm değil de indeterminizm olsa bile klasik anlamda tanrı bunlara da hakim. Burada bize özgür irade alanı tam olarak nerede ve nasıl açılıyor. Zihin irade denilen şeyi kendisi seçiyor tercih ediyor da olabilir. Burada hala tatmin olmuyor zihnim? Aslında tanrı olsa da olmasa da özgürlük hayal olamaz mi? Tanrı ezeli olarak belirli sıfatlara sahipken onunda kendisini degistirme özgürlüğüne sahip olmaması gibi aslında özgürlük tanrı olsa bile olamaz diyebilir miyiz? Bunlar hem düşüncelerim hem de sizin görüşlerinizi ciddiyetle merak ediyorum.

İslamî teizmde determinizm yok zaten, iktiran var. Her şey an be an yaratılır. Sebepler zahirî birer perde olmanın ötesinde bir kuvveti haiz değildir. İnsan kendini değiştiremeyeceği pek çok durum içinde bulabilir. Örneğin doğduğu aile, coğrafya, karakter, mizaç, cinsiyet, saç rengi vs. Buna ızdırarî kader denir. Fakat Allah insana irade sıfatı da vermiş ve ona özgürce hareket edebileceği pek çok alan da açmıştır. Ezelî ilmiyle irademizi ne yönde kullanacağımızı bilir ve bunları da yaratır. Buna da ihtiyarî kader deniyor. Sezgilerimizle kaderin her iki boyutunun da var olduğunu kavrayabiliriz. Sezgilerimiz bize hem değiştiremeyeceğimiz özelliklerimiz olduğunu hem de tamamen kader mahkûmu olmadığımızı, seçimlerimizde özgür olduğumuzu, eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu söyler. Fakat Allah kabul edilmediğinde ve her şey sebeplerin gücüne havale edildiğinde sezgilerimize ters sonuçlara ulaşırız. Kur'an'ın bakış açısına göre, insan ne tamamen kaderinin efendisi ne de kaderin insafına kalmış bir kukladır. İslam tarihinde kader ve özgür irade tartışmalarından Kaderiye ve Cebriye diye iki ayrı kelam fırkası türemiş. Biri insan iradesinde mutlak bağımsızdır ve kendi fiilerinin yaratıcısıdır diyerek ifrata, diğeri cüz'î iradeyi yok sayarak tefrite sapmış. Kur'an ve Sünnet, hem Allah'ın hakimiyeti hem de mutlak insan özerkliği şeklindeki iki tarihsel uç arasında ılımlı bir konumu temsil eder. Rasyonel bir perspektiften bakıldığında, bu iki şey birbiriyle bağdaşmıyor gibi görünebilir. Ancak, Allah'ın zaman ve mekânın ötesinde ve kozmik perdenin dışında Gayb'da var olduğunu unutmamalıyız. Buna karşın, biz insanlar gerçeklikleri yalnızca zaman ve mekân çerçevesinde kavrayabiliriz. Allah'ın hakimiyetinin her şeyi kuşattığı ve hiçbir şeyin onun kapsamı dışında kalmadığı doğrudur. Bu, Allah'ın her şeyi bildiği ve burada her şeyin O'nun iradesine göre gerçekleştiği anlamına gelir. O'nun izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. Bununla birlikte, Allah her şeyi yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onların doğasını ve kapsamını da belirlemiştir. Allah insana cüz'i irade vererek ona kendi kararlarını verme ve sonuçlarından sorumlu olma şansı tanımıştır. “İnsana kendi çalışmasından başkası yoktur,” (Necm, 53:39). “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez,” (Rad, 13:11). “Hiç bir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir,” (En'am, 6:164) gibi ayetler insanoğlunun ahlakî sorumluluğunu açıkça beyan ediyor.

Tanrı'nın belirli sıfatlara sahip olması onu sınırlar mı meselesine gelince, güzel bir soru. Sadece “Hayır” deyip öylece bırakmak geliyor içimden. Ama biraz açmam gerekirse, şunu diyebilirim; Tanrı tam olarak olduğu gibi mükemmeldir, bu nedenle zatında, sıfatlarında herhangi bir değişiklik, tanımı gereği, mükemmellikten uzak bir değişiklik olacaktır. Mesela ezelî değil de sonradan olduğunu düşünelim, bu durumda ona artık Tanrı denilemeyecektir. Yani evli bekâr olmak gibi saçma bir durum ortaya çıkarırdı. Tasavvuru muhaldir diye düşünüyorum. Şu an aklıma gelen cevap bu.

Link to comment
Share on other sites

On 25.11.2022 at 10:18, zavalli yazdı:

islamda - kuranda- hadislerde kadının 2. sınıf insan , hatta insan olarak bile görülmemesi hususundaki fikirlerin de değişti mi ?

Evet o konuda da değişti. İslam erkeğe de kadına da hak ettiği değeri verir. Ne ifrat ne tefrit. Feminizmin insan fıtratına savaş açan, eşitlik, adalet adı altında cinsel bölücülük yapan, kadını erkeğe karşı güç ve menfaat arenasına çeken, özgürlük namına iffetsizliği ve envai çeşit sapkınlığı savunan tez ve uygulamalarını gördükten sonra İslam'ın kadın ve erkek hakkında verdiği hükümler daha mantıklı gelmeye başladı. İslam'da Allah erkek ve kadını birbirini tamamlayan bir çift olarak yaratmıştır. Erkek ve kadını birbirlerinin velileri kılmıştır. Feminizm ise iki cinsi ayrı ayrı ele alır ve ikisini çatıştırır. Erkekleri değersizleştirme, erkek oldukları için utandırma, hükûmetlere psikolojik hadım yasaları çıkarttırma, kadına da sürekli eziklik paranoyası aşılama ve yalnız yaşamaya özendirme yoluna gider. Şimdi de eşitsizliği bitireceğiz diye doğal cinsiyeti inkâr etme noktasına gelmişler. Kadına şiddeti önleme iddiasıyla yola çıkan feminist hareketin bugün geldiği nokta ibret vericidir. İşte vahyin rehberliği olmayınca ve sadece akla güvenerek hareket edildiğinde insan ifrat ile tefrit arasında gidip geliyor, feminizm, komünizm, faşizm gibi açmazlara giriyor.

Link to comment
Share on other sites

11 dakika önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Evet o konuda da değişti. İslam erkeğe de kadına da hak ettiği değeri verir. Ne ifrat ne tefrit. Feminizmin insan fıtratına savaş açan, eşitlik, adalet adı altında cinsel bölücülük yapan, kadını erkeğe karşı güç ve menfaat arenasına çeken, özgürlük namına iffetsizliği ve envai çeşit sapkınlığı savunan tez ve uygulamalarını gördükten sonra İslam'ın kadın ve erkek hakkında verdiği hükümler daha mantıklı gelmeye başladı. İslam'da Allah erkek ve kadını birbirini tamamlayan bir çift olarak yaratmıştır. Erkek ve kadını birbirlerinin velileri kılmıştır. Feminizm ise iki cinsi ayrı ayrı ele alır ve ikisini çatıştırır. Erkekleri değersizleştirme, erkek oldukları için utandırma, hükûmetlere psikolojik hadım yasaları çıkarttırma, kadına da sürekli eziklik paranoyası aşılama ve yalnız yaşamaya özendirme yoluna gider. Şimdi de eşitsizliği bitireceğiz diye doğal cinsiyeti inkâr etme noktasına gelmişler. Kadına şiddeti önleme iddiasıyla yola çıkan feminist hareketin bugün geldiği nokta ibret vericidir. İşte vahyin rehberliği olmayınca ve sadece akla güvenerek hareket edildiğinde insan ifrat ile tefrit arasında gidip geliyor, feminizm, komünizm, faşizm gibi açmazlara giriyor.

Bunları dedin ya, aklıma ateizm derneğindeki tecavüzcü geldi. 😄

O şahıs 6-7 den fazla kıza tecavüz ettiği halde, kadın haklarıyla ilgili programı sunuyordu. 

Yakup Deniz, Kemal Okuyan, Tuba Torun gibi tiplerde gidip o şahsın yayınlarına çıktılar.

Kadın hakları-feminizm safsatası bunlar için network yapmak ve menfaat işinden ibaret. 

Link to comment
Share on other sites

18 dakika önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Feminizmin insan fıtratına savaş açan, eşitlik, adalet adı altında cinsel bölücülük yapan, kadını erkeğe karşı güç ve menfaat arenasına çeken, özgürlük namına iffetsizliği ve envai çeşit sapkınlığı savunan

Feminizm diye bir şey yok. Belli tip şahıslar popülarite ve para kazanmak için bu tür söylemlerden faydalanıyorlar. 

24 dakika önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

İşte vahyin rehberliği olmayınca ve sadece akla güvenerek hareket edildiğinde insan ifrat ile tefrit arasında gidip geliyor, feminizm, komünizm, faşizm gibi açmazlara giriyor.

Halkın büyük çoğunluğu akla değil libidoya-menfaate göre hareket ediyor. Sen akıl demişsin ama ben menfaat anladım. Yasaları da kendi görüş ve libidolarına göre yazıyorlar. 

Zaten zina ve kumarın serbest olmasını başka türlü açıklayamayız. 

Komünistler konusunda yazmayı sevmiyorum ama en ahlaksız tipler de bunlardan çıkıyor. 

38 dakika önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Evet, doğru. Altay Cem Meriç, Habil Ademoğlu, Caner Taslaman, Enis Doko ve yabancılardan Craig'den çok istifade ettim.

Altay Cem Meriç uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili yaptığı videoda gerçekleri anlatmamış. 

Yorumlarda birisi uyuşturucu hakkında devletin menfaat sağlamak- bütçe açığını kapatmak için ülkeye girmesine izin verdiğini belirtmiş. 

Kavimler hak ettikleri gibi yönetilirler. Bu söz her şeyi açıklıyor. 

Link to comment
Share on other sites

  •  

Alıntı

 

Objektif ve Subjektif Arasındaki Farklar

Objektiflik kişinin kendi duygu ve düşüncelerinden bağımsız olarak karar verme ve değerlendirmesidir. Subjektif ise Fransızca suje kelimesinden gelir. Türkçede özneye bağlı olan anlamında kullanılır. Subjektif bireyin iradesini, görüşlerini, sosyal ve siyasi faaliyetlerini içine alır. Objektifte herhangi bir düşünce, desteklenen faaliyet ya da görüş belirtilemez. Birbirine zıt olan bu iki sözcük arasındaki farklar şöyle sıralanabilir;

  • Objektif duygu ve düşünceleri belirtemezken subjektif tamamen öznel fikirleri içerir.
  • Subjektif kişisel çıkarların olduğu yerlerde bulunurken objektif nötr davranış gerektirir.
  • Objektif kişinin karakterine ve yaşantısına göre şekillenmezken subjektif geçmiş yaşantılardan beslenebilir.
  • Objektif tarafsızlığı ifade eder fakat subjektif için böyle bir durum söz konusu değildir.
  • Objektif kesin bilgilere dayanırken subjektif deneyimlere dayanabilir.
  • Objektif doğruluğu kanıtlanmış alanlarda kullanılırken subjektif sanatsal ve kişisel alanlarda kullanılır.

kaynak

 

 

Alıntı

 

Doğrulama

Bir önermenin olgularla karşılaştırılarak sınanması; doğruluğunun deneye ve gözleme dayalı kanıtlarla ortaya konması. Mantıkçı olgucuların felsefe açısından en önemli ve öne çıkan tutumu, önermelerin anlamlarının doğrulama yöntemiyle belirlenebileceği düşüncesine dayalı “doğrulamacılık”tır.

kaynak

 

Nesnel(objektif) ahlakı ALLAH 'a dayandırabilmek için ALLAH' ın varlığı doğrulanmış olmalıdır.

 Enis Doko bunu bilmiyorsa o diplomasını yırtıp atsın çöpe. :)

Link to comment
Share on other sites

1 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Benim ateistken hep kafamı kurcalardı Tanrı olmadan ahlakın nasıl temellendirileceği konusu. Bazı seküler ahlak teorilerini benimsedim ama daha sonra onların da kusurlu ve yetersiz yanları dikkatimi çekmeye başladı. Sonra bu konuyu arka plana attım ama dünyanın gidişatına bakınca tekrar gündemime aldım ve teizmden daha iyi bir açıklama olmadığına kanaat getirdim. Tabii teist olmamda sadece ahlak argümanı değil, başka argümanlar da etkili oldu. Mesela kelam ilminde hudus delili olarak bilinen kozmolojik argümanı da sezgisel olarak güçlü bulurum. Ahlaka bir temel bulmak yerine yararcı bir mantıkla ilerleyemez miyiz sorusuna gelince, ilerleyebiliriz. Zaten dünyada sekülerleşme eğilimi yaygınlaştığı için öyle yapıyoruz. Din olmadan da insanlar belli başlı ahlakî doğrulara isabet ederler. Örneğin çalmamak, öldürmemek, başkasına zarar vermemek gibi konularda mutabakat sağlanabilir. Fakat ahlak konusunda her şey bu kadar siyah beyaz değildir, doğru ve yanlışa net bir sınır çizilemeyen muğlak, gri alanlar da vardır. Her insanın fıtratına iyiyi kötüden ayıran bir ahlakî pusula koyulmuştur, ancak ilahi rehberlik olmadan insanın pusulayı şaşırması çok olası. Örneğin insan belirli ideolojilerin, zamanın moda akımlarının etkisi altına girerek bir takım insanları öldürmeyi, bir takım insanlardan çalmayı, bir takım insanlara zarar vermeyi haklı bulabilir. “Topluma yararlı olanı yapalım” denilebilir. Ancak toplum ve yarar kavramlarının içi ideolojilere göre farklı doldurulabilir. İnsan aklı şaşmaz bir yol gösterici değildir, nefsin ve şeytanî ilhamların etkisi altındadır. Kulağa güzel, nefse hoş gelen ama insanın fıtratına aykırı pek çok şey süslü kelimeler ve cafcaflı sözlerle güzel gösterilebilir. Vahyin rehberliği olmadığında insan iyilik zannıyla kötülük yapabilir. Kur'an'da da ıslahat iddiasıyla yola çıkan, fakat farkında olmadan yeryüzünde fesat çıkaran insanlardan bahsedilir. Din olmadığında insanlar kimliksiz, gayesiz, amaçsız yığınlara dönüşür. Suret-i haktan görünen insî şeytanlar bu insanları hassas oldukları yerden yakalayıp ağlarına düşürebilir. Toplum üzerinde güç sahibi olmak isteyen insanlar ellerindeki medya ve propaganda gücünü kullanarak bu amaçsız yığınları kolaylıkla koyun gibi güdebilir. Ancak vahye tabi olmak insana hakkı batıldan ayıracak bir feraset kazandırıyor.

İslamî teizmde determinizm yok zaten, iktiran var. Her şey an be an yaratılır. Sebepler zahirî birer perde olmanın ötesinde bir kuvveti haiz değildir. İnsan kendini değiştiremeyeceği pek çok durum içinde bulabilir. Örneğin doğduğu aile, coğrafya, karakter, mizaç, cinsiyet, saç rengi vs. Buna ızdırarî kader denir. Fakat Allah insana irade sıfatı da vermiş ve ona özgürce hareket edebileceği pek çok alan da açmıştır. Ezelî ilmiyle irademizi ne yönde kullanacağımızı bilir ve bunları da yaratır. Buna da ihtiyarî kader deniyor. Sezgilerimizle kaderin her iki boyutunun da var olduğunu kavrayabiliriz. Sezgilerimiz bize hem değiştiremeyeceğimiz özelliklerimiz olduğunu hem de tamamen kader mahkûmu olmadığımızı, seçimlerimizde özgür olduğumuzu, eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu söyler. Fakat Allah kabul edilmediğinde ve her şey sebeplerin gücüne havale edildiğinde sezgilerimize ters sonuçlara ulaşırız. Kur'an'ın bakış açısına göre, insan ne tamamen kaderinin efendisi ne de kaderin insafına kalmış bir kukladır. İslam tarihinde kader ve özgür irade tartışmalarından Kaderiye ve Cebriye diye iki ayrı kelam fırkası türemiş. Biri insan iradesinde mutlak bağımsızdır ve kendi fiilerinin yaratıcısıdır diyerek ifrata, diğeri cüz'î iradeyi yok sayarak tefrite sapmış. Kur'an ve Sünnet, hem Allah'ın hakimiyeti hem de mutlak insan özerkliği şeklindeki iki tarihsel uç arasında ılımlı bir konumu temsil eder. Rasyonel bir perspektiften bakıldığında, bu iki şey birbiriyle bağdaşmıyor gibi görünebilir. Ancak, Allah'ın zaman ve mekânın ötesinde ve kozmik perdenin dışında Gayb'da var olduğunu unutmamalıyız. Buna karşın, biz insanlar gerçeklikleri yalnızca zaman ve mekân çerçevesinde kavrayabiliriz. Allah'ın hakimiyetinin her şeyi kuşattığı ve hiçbir şeyin onun kapsamı dışında kalmadığı doğrudur. Bu, Allah'ın her şeyi bildiği ve burada her şeyin O'nun iradesine göre gerçekleştiği anlamına gelir. O'nun izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. Bununla birlikte, Allah her şeyi yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onların doğasını ve kapsamını da belirlemiştir. Allah insana cüz'i irade vererek ona kendi kararlarını verme ve sonuçlarından sorumlu olma şansı tanımıştır. “İnsana kendi çalışmasından başkası yoktur,” (Necm, 53:39). “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez,” (Rad, 13:11). “Hiç bir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir,” (En'am, 6:164) gibi ayetler insanoğlunun ahlakî sorumluluğunu açıkça beyan ediyor.

Tanrı'nın belirli sıfatlara sahip olması onu sınırlar mı meselesine gelince, güzel bir soru. Sadece “Hayır” deyip öylece bırakmak geliyor içimden. Ama biraz açmam gerekirse, şunu diyebilirim; Tanrı tam olarak olduğu gibi mükemmeldir, bu nedenle zatında, sıfatlarında herhangi bir değişiklik, tanımı gereği, mükemmellikten uzak bir değişiklik olacaktır. Mesela ezelî değil de sonradan olduğunu düşünelim, bu durumda ona artık Tanrı denilemeyecektir. Yani evli bekâr olmak gibi saçma bir durum ortaya çıkarırdı. Tasavvuru muhaldir diye düşünüyorum. Şu an aklıma gelen cevap bu.

Öncelikle cevaplarınız için teşekkür ederim. Ya ben kaçırdım ya da anlamadım.

 

1. Ahlak konusunda fikirlerinizde problem yok ancak nesnel ahlaki ilkeleri tanrıya dayandirmiyorsak nasıl bir problem olur size göre? Yani " kimse kimseyi yargılayamaz" ,"kınayamaz" hale gelir tarzı bir yanıt geldi önce aklıma sonra dedim ki " kimse kimseyi neden kınamak veya suçlamak durumunda. Bu suçlamadan ziyade hukuki suç ceza olayına indirgenemez mi sadece? Hatta herkesin istediğini yapabilmesini savunan bir seküler kişi için ne gibi sorunlar doğurur?

 

2. Islamdaki kader hususunu anlatmışsınız ancak iktiran olayı daha çok eşarici yaklaşima benziyor. Sezgisel olarak her şeyi yaratiyorsa bizim irade dediğimiz şeyi de ve kötülük yaptığımızda kötülüğü de yaratıyor ve bu işe karışıyor gibi göründüğü için tam oturmadı zihnimde. Belki ben anlamadım.

Link to comment
Share on other sites

1 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Evet, doğru. Altay Cem Meriç, Habil Ademoğlu, Caner Taslaman, Enis Doko ve yabancılardan Craig'den çok istifade ettim. Onlar sayesinde birçok soruma cevap bulabildim. Hala çözemediğim meseleler de var ama büyük oranda mantığıma oturduğu için Müslümanım.

Yadırgamak için değil onları dinlediğim için ağzınız ve fikirleriniz benziyor. Mesela altay cem in ahlak konusu ve habil in hareket sükun ve atomun tur sayısı argümanından hatırladım.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...