Jump to content

Tekrar Müslüman Oldum


Tasvir-i Efkâr

Recommended Posts

On 16.10.2022 at 14:34, Sputnik yazdı:

Kuranın tamamına inanıyor musunuz? 

Nuh tufanı, adem ve havva, düz dünya, melekler ve şeytanlar, cinler vb. 

Bunlara inanmadan inanç olmuyor bunu da söyleyelim. 

Tanrıya inanmakla İslama inanmak çok farklı şeyler. 

 

Dünya'nın şekli iman meselesi değil, diğerlerine inanıyorum.

Link to comment
Share on other sites

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Turandursun'a da yazmışsın ki ufak bir cevap yazmıştım oraya da. Buradan devam edecem ama cidden üşeniyorum.

Valla ne yalan söyleyeyim, ben de buraya cevap yetiştirmeye üşeniyorum, yine de cevaplamaya çalışıyorum. :)

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Sadece şu denilebilir(Hızlıca yazıyorum, bazı kısımları üzerine tartışılabilir) :

Ahlak'ın kullanım prospektüsünde "önce temellendirilir, nesnel hale getirilir, sonra kullanılır" diye bir ibare, ifade ya da yönerge var da biz mi bilmiyoruz? Gerçekte de yoktur. Gerçeği ve gerçekliği de sana nesnel bir ahlak sistemi lazım, öyle arzu ediyorsun diye kafana göre, arzu ve beklentilerine göre eğip bükemezsin. Gerçek ne ise odur. Ahlak da öyle.

Ahlak'ın nesneli, nesnelliği olmaz. "Meşruiyeti" ve "işlerliği" olur.

Evet, gerçek ne ise odur. Gerçek'ten ne anladığımız da önemli. Sadece fiziği, bilimin inceleme sahasına giren şeyleri gerçek kabul edersen bunun dışında kalan açıklamaları hiç tartma gereği duymadan reddedersin. Tıpkı eline bir metal dedektörü alıp etrafta tarama yaptıktan sonra burada metalden başka bir şey yok demek gibi. Tüm hakikatin bilimden geldiği konusunda ısrar eden ateistler de buradaki metal dedektörü kullanan adama benzer. Bilim de onların metal dedektörüdür. Seçtikleri araç -bilim- doğal dünyadaki maddi sebepleri ve etkileri tespit etmekte başarılı diye tüm hakikatin maddeden ibaret olduğunu varsayıyorlar. Oysa yanılıyorlar. Ahlakın doğası, mantık yasaları ve estetik değer yargılarımıza dair yapacağımız kısa bir tefekkür ile saf doğalcı açıklamaların yetersiz olduğunu kolayca görebiliriz. Ahlakın ontolojisi üzerine yapacağımız tefekkür bizi tıpkı mantık yasaları gibi insanın öznelliğini aşan nesnel ahlakî değerlerin olduğu sonucuna götürür. Mesela tüm dünya zevk için masum insanları öldürmek ahlaken doğrudur fikrinde birleşse bile, başka gezegende evrilmiş ve orada yaşamış olsaydık bile bu davranış her zaman yanlış olarak kalacaktır. Senin de kesinlikle doğru ya da kesinlikle yanlış dediğin davranışlar mutlaka vardır. Demek ki zihinden bağımsız nesnel aksiyolojik önermeler var. Öyleyse bunların kaynağını aramak meşru bir arayıştır. Ha, ahlaka temel bulmadan da ahlaklı olursun. Ahlak özneldir deyip nesnelmiş gibi davranabilirsin, ki pek çok ateist öyle yapıyor. Güneş'i inkâr edip ışığından istifade edebildiğin gibi. İşlerlik açısından pek fark yaratmaz. Ama doğru olduğuna inandığın şeylerin neden doğru olması gerektiğini açıklayamazsın. “Çünkü beni iyi hissettiriyor,” “çünkü topluma yararlı” gibi sebepler öne sürebilirsin. Ama bir şeyin seni iyi hissettirmesi başkasını bağlamaz, yararcılıkta da erdemi çoğunluğun mutluluğuna feda etme gibi problemler var, yani yine temelsiz kalıyor. Öne süreceğin hiçbir din dışı gerekçe bir eylemin niçin nesnel olarak iyi veya kötü olduğunu açıklayamaz. Zaten sen de ahlakın öznel olduğunu söylüyorsun sanırım. Ahlakın nesnelliği olmadan, doğruları ve yanlışları kişisel ve toplumsal tercihlere indirgemiş oluruz ki bu da nihayetinde ahlak diye bir şeyin olmadığı, tüm değerlerin bizim uydurmamız olduğu anlamına gelir. Nesnel bir ahlakî standart olmadan bağlayıcı ahlakî yükümlülükler de olmaz.

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Euthyphron İkilemi sadece çok tanrılı dinler için geçerli değildir. Tek tanrılı dinlere de uyarlanmış ve teoloji ile birlikte İslam dünyasının da önemli bir meselesi olmuştur.

Evet, ateistler tek tanrılı dinlere de uyarlamışlar ama tek tanrılı dinlerde bir sorun oluşturmuyor. Hatta iki seçenekten birini seçsek bile birçok teist filozofa göre sorun oluşturmuyor. İslam'ın ilk yüzyılında kelam alimleri Allah'ın zatı ve sıfatlarıyla ilgili pek çok soruyu olduğu gibi bunu da tartışmışlar. Hüsün-kubuh başlığı altında tartışılan bu meselede Eş'arî kelamcılar ilahî öznelciliği seçmiş, Mutezilî alimler ilahî nesnelciliği, Maturidîler orta bir yol tutmuş. Eş'ariler gibi onlar da ahlaki değerin akıl değil Allah tarafından tayin edildiğine inanıyorlar, ve Eş'arilerden farklı olarak eylemlerin ahlakî değerinin vahiyden bağımsız olarak akıl yoluyla bilinebileceğini söylüyorlar. Bana Maturidîlerin görüşü daha makul geliyor. Allah'ın Rahman, Rahim, Adl, Hakîm, Kuddüs gibi isimleri olduğunu hatırlarsak O'nun bize emrettiği her şeyin O'nun hikmetinden, adalet ve merhametinden kaynaklandığını ve O'na uymanın doğruyu bulmanın en iyi yolu olduğunu anlarız. Kur'an'da Allah kendisi hakkında derin bir güven duygusu oluşturacak şekilde kesin ve mutlak ifadelerle ilkeli bir varlık olduğunu ortaya koyar. Yarattıklarıyla ilişkilerini bu ilkeler doğrultusunda düzenleyip gerçekleştirir, dolayısıyla emirlerinde herhangi bir keyfilik söz konusu değildir. Bununla birlikte Mutezile'nin önerdiği doğal hukuk teorisinin de teizm açısından sorun oluşturmadığını savunan alimler var. Buna göre insanlar belirli bir doğaya sahip olduklarından, bazı şeyler onlar için doğal olarak iyi ve bazı şeyler de yine doğal olarak kötüdür. Tanrı adil davranmasaydı bile, Tanrı adaletin kötü olduğunu söylese bile (ki bu Tanrı için düşünülemez), adalet yine de iyi olurdu. Ahlaki doğruluk standardı Tanrı'nın iradesinden ya da doğasından bağımsız olarak mevcuttur; kökleri insan doğasına dayanır. Tıpkı dünyanın şeklinin Tanrı'nın ne dediğine bağlı olmayıp, yaratıldıktan sonra nesnel olarak küresel olması gibi, Tanrı ne derse desin zulüm de insan doğası gereği kötüdür. Ancak Tanrı insanları o doğayla yarattığı için, ahlaki gerçekler yine dolaylı olarak O'na bağlıdır. Bence bu görüşte de ahlakî hükümlerin objektif geçerliliği için yine Tanrı'ya ihtiyaç vardır ve doğal hukuktan ancak vahyin ışığıyla emin olabiliriz. Zira doğal fenomenler bütününden ilahî metinlerde bildirilenlere doğru akıl yürütmeler yapılabileceği gibi ondan sapan yanlış akıl yürütmeler de yapılabilir.

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Ayrıca daha önce dediğim gibi, nesnel tek bir aksiyolojik önerme yoktur. Aksiyolojik önermeler olageliş şekilleri gereği nesnel olamazlar. Ki bu çıkarımı yapabilmek için dahi onu önceleyen bir ahlak, doğru-yanlış iyi-kötü sisteminin olması lazım. İnsanların pratikteki anlayış ya da uygulamalarından, nicelikten, bir tümevarımdan aksiyolojik önerme çıkaramazsın. Hatta neredeyse komik bir şey bu.

Çıkarılır. İnsanların her yaptığının ontolojik statüsü aynı değil. Mesela bir toplumda kabul edilmiş gelenek ve görenekler, görgü kuralları, kültürel olarak ayıp kabul edilen davranışlar vardır, bunlar bazen ahlaklı olmanın bir gereği gibi kabul edilir, fakat nesnel aksiyolojik önermelerin ontolojik niteliği bunlardan farklıdır. Sana komik ve saçma gelebilir ama bence mantıklı.

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Eğer o gerçekten nesnel olsaydı, o kötülük hiç olmazdı. Onu yapanlara sor bakalım ne diyecekler? Bir psikopata mesela. O kötülüğü yapanın, yanlış olduğu kabul ettiği halde mi onu yaptığını, yoksa onun için daha en başta hiçbir sorun teşkil edip etmediğini kafasının içine giremeden bilmezsin ki, bunu bir de dünyadan gelmiş geçmiş tüm insanlar için yapmak zorundasın. Kaldı ki ahlak kişisel değil, toplumsaldır. Sadece tek ya da iki kişinin olduğu bir durumda nesnel zannettiğin örneğin tersi yapılıp da, ortada hesap verilecek, üzerine konuşulacak bir durum dahi olmayabilir.

“Ahlak nesnel olsaydı kimse kötülük yapmazdı” iddiası doğru değil. İnsan özgür irade sahibi, yapabilir. Bu arada Tanrı yoksa ve olup biten her şey önceki nedenlerin kaçınılmaz sonucu ise özgür irade ve ahlakî sorumluluk da tehlikeye giriyor. Psikopatların varlığı ve hiçbir vicdanî sorumluluk hissetmeden, kendince meşru görerek eylemlerini yapmaları da nesnel ahlakî gerçeklerin olmadığını göstermez. Ahlakî sezgilere sahip herkes onların anormal olduğunu anlar. Bazı insanlar düpedüz mantıksızdır, bazılarının bilişsel sorunları vardır. Renk körü bir kimse renkleri ayırt etmekte zorlanır; kırmızı ve yeşil arasındaki farkı göremez. Bu bizim net olarak gördüklerimizden şüphe etmemizi mi gerektirir? Tabii ki hayır. Başka bir kişinin arızasından dolayı net olarak gördüklerimizden şüphe etmemize gerek yoktur. Benzer şekilde, bir psikopat ya da sosyopat nesnel ahlakın varlığını hissedemeyebilir ya da bir ilkokula gidip çocukları vurmakta sorun olmadığını düşünebilir. Ama bu bize nesnel ahlakî değerlerin ve görevlerin olmadığını göstermez.

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Tersi açısından bakılacak olursa eğer, doğadan aksiyolojik önerme çıkarılabilir demektir ki, bu durumda argümanın içerisindeki öncüllerin bir kısmı yanlıştır. Ki doğadan aksiyolojik önerme çıkarmak benim gideceğim yol değil. Sadece ucunun nereye gideceğini göstermek açısından yazdım.

Doğadan derken evrimsel psikolojiyle mi? Evrimden türetmeye kalktığında da rölativizme düşüyor, nesnelliği kalmıyor, bir de çok büyük bir tesadüfü gerektiriyor.

On 18.10.2022 at 15:32, müftü yazdı:

Son söz: Asıl dinle ahlak olmaz. Bir listeye göre hareket etmek, ona bir çıkar ya da ödüle binaen riayet etmek ahlak değildir, olamaz. Asıl din sahipleri "ahlaksız"dır.

Ateist klişesi. Ateistler de içsel ve dışsal motivasyonlarla iyilik yapıyor ve kötülükten sakınıyor. Karşılıksız iyilik bir mit. Bir dine inanınca seni iyilik yapmaya yönlendiren içgüdüler otomatikman yok olmuyor, var olmaya devam ediyor, ve bunları Allah hesabına yapıyorsun, iyilik ibadet hükmüne geçiyor ve ebedî hayatın için yatırıma çeviriyorsun. Sırf kendini tatmin etmek, vicdanını rahatlatmak vs. için iyilik yapacağına böylesi daha mantıklı. Ateistlerin “Biz karşılıksız iyilik yapıyoruz, Müslümanlar karşılıklı. Öyleyse bizim iyiliğimiz daha üstün,” söylemi bir demagojiden ibaret.

Link to comment
Share on other sites

On 18.10.2022 at 17:34, Sputnik yazdı:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Zina

@Tasvir-i Efkâr 

Zina suçu yasasının muhafazakar-dindar olduğu iddia edilen bir hükümet döneminde kaldırılması hakkında ne düşünüyorsunuz? 

https://www.indyturk.com/node/334231/haber/yeni-şafak-yazarı-‘zina-suçu’-tekrar-tck’ya-girer-mi

Çok derin düşünen birine benziyorsun, bu konuda yorumunu merak ettim. 

Bence bu yasa hemen geri getirilmeli. 

 

Konuyla alakasız, pek siyasete de girmek istemiyorum ama madem sordunuz; Avrupa Birliği'ne uyumlu olacağız diye ülkeye yapılan kötülüklerden biri olduğunu düşünüyorum. Tıpkı feminist örgütlerin sahiplendiği İstanbul Sözleşmesi gibi.

Link to comment
Share on other sites

@Tasvir-i Efkâr

Günlerce durup yanıt vermiyorsun. Sonra safyalarca mesaj yazmaya kalkıyorsun. Zannerdersem önce ne yazacaklarını oradan buradan biriktiriyorsun, çünkü bu kadar uzunca yazıları öyle spontane yazamazsın.  Kimbilir, belki de kalemi güçlü birisi de olabilirsin. Halbuki üşenen(!) birisi bu kadar çok uĝraşmaz aslında. :D

Diĝer yandan günümüzde bile meleklere, şeytana, cinlere inananları anlayamıyorum bir türlü. Bunları iddia edenlerin senin/benim gibi insanlar olduĝu hiç aklına gelmiyor mu?

 

Sünni olduĝunu yazmışsın. Neden Sünnisin?

Bana şimdi "Sünniliĝi, Şiiliĝi ve diĝer mezhepleri araştırdım ve nihayetinde Sünnilikte karar kıldım" minvalinde bir şeyler yazma lütfen, çünkü inandırıcı olmaz. Sen de bilirsin ki, bizleri biz yapan bir bakıma ailemizin, çevremizin ve içinde yaşadıĝımız toplumun inançları, dili ve kültürü. Şii ortamda yetişen birisi zor Sünni olur ve Sünni ortamda yetişen birisi elbette zor Şii olur.

Günde 5 kere namaz ritüelini yapmaya başladın mı, yoksa bu ritüeli esnetmeye niyetin mi var?:rolleyes:

Link to comment
Share on other sites

1 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Eğer Tanrı yoksa, bu gezegende homo sapiens tarafından geliştirilen sürü ahlakını nesnel olarak doğru kabul etmek için hiçbir neden yok. Tanrı'yı devreden çıkardığınızda, geriye sadece bir toz zerresi üzerinde ahlakî yücelik sanrıları yaşayan maymunsu bir yaratık kalıyor.

Ben ne diyorum sen diyorsun.

Tanrının kendisi  nesnel değil. :)

Ahlakı nesnel yapabilmen için tanrının kendisininde nesnel olması gerekiyor.

Tabiat amoral  ama nesnel.

Nesnel şeyler ölçülebilir şeylerdir.

Eşeyli üreme olmasaydı cinsel ahlak kuralları olmazdı.

Eşeyli üreme özelliğini biz belirlemedik. Dna dizilimlerimiz belirledi.

Dna dizilimlerine tanrının kendisi ve tanrının müdahelesi ölçülebilir değil.

Dnayı oluşturan madde enerji doğada ölçülebiliyor.

Hayvanlara göre ahlak başka insanlara göre ahlak başka demişsin.

Bilinçli sinir sistemine sahip hayvanları     öldürüp yemek ahlaki değildir.

Veganlar vegetaryenler bu yüzden et yemiyorlar.

Onun için et yerine geçen besin üretmeye çalışıyoruz. Bitkilerle bütün ihtiyaçlarımı karşılayabilseydik   veya bitkiler gibi fotosentez yoluyla besin üretseydik buna gerek kalmayacaktı.

Tanrı(Allah) nesnel ölçülebilir olsa bile  hayvanları kurban bayramında kesip yeyin demesi bunu ahlaki yapmaz. Acı çekmeyen tepki vermeyen bir özellik verseydi hayvanlara o zaman ahlaki olurdu.

Ahlak denilen şeyin zaten bilgisayarda ki   programlardan farkı yok.Bilgisayrdaki programı insanın yazdığı ölçülebilir gözlemlnenebilir şey. Ama insandaki programın tanrı tarafından yazılıp yazılmadığı gözlemlenebilir ve ölçülebilir değil.

 

 

 

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

3 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Kur'an'da doğrudan Dünya'nın şeklini bildiren bir ayet yok. Dünya'nın yaratılışıyla ilgili ayetler yerin düz oluşuna delalet etmez. Yeri yaydık, döşedik gibi ayetleri kimi alimler düz oluşuna yormuş olabilir ama yaşadıkları çağın bilgi seviyesini yansıtmaktan daha fazla anlam ifade etmez. Yer için kullanılan kelimeler dikkatli incelendiğinde yerin şeklini değil düzenlenmesini, yayılmasını, yaşama elverişli hale getirilmesini anlatır.

Kuran okunurken Tevratla birlikte okunur. Örneğin aşağıya bir ayet ve Tevrattaki karşılığını bırakayım.

Alıntı

Musa milletine "Ey milletim! Buzağıyı tanrı olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaratanınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün, bu Yaratanınız katında sizin için hayırlı olur; O daima tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğu için tevbenizi kabul eder" demişti.

Şimdi bu ayetten bir şey anlayabildin mi? Ben söyleyeyim anlayamadın. Tevrattaki karşılığına bir bakalım.

Alıntı

Musa şöyle dedi: “İsrail'in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’ ” 28Levililer Musa'nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. 29Musa, “Bugün kendinizi RAB'be adamış oldunuz” dedi, “Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.”

Yani Kuranda geçen "nefislerinizi öldürün" sözü aslında Yahudilere verilmiş birbirinizi öldürün veya intihar edin emrinden ibaret. Bunları anlattım ki bağlantıları(Kuran'dan ayet yorumlama) düzgün kurabilesin.

Asıl konuya, yani Dünya'nın şekline gelirsek...

Alıntı

Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.

Düz dünya evren modelinde uzay dediğimiz yer okyanustan ibarettir. Yukarıdaki ayette çok açık bir şekilde Dünya düz olarak tasvir edilmiş ve bu modele uygun.

Şimdi Kamer 11 e bir bakalım.

Alıntı

Hemen göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık.

Ne diyor ayette? Göğün kapılarını(gökkubbeyi) açtık diyor. Yani uzaydaki okyanus Dünya'ya boşaltılmış. Düz Dünya evren modeline de uygun. 

Kısaca, Kurana göre Dünya düzdür. 

https://tr.wikiquote.org/wiki/Abdülaziz_bin_Baz

Link to comment
Share on other sites

3 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Nefilim mevzusunu bilmiyorum.

Kurandaki bir kıssada 3 metre boyunda bir dev insandan bahsediyor. Tevratta da aynı devlerden bahsedilmekte.

Hiç duymamış olman normal, hacı hoca da saçma bulmuş olmalı ki bu konudan hiç bahsetmezler. 

Link to comment
Share on other sites

3 saat önce, Sputnik yazdı:

Kurandaki bir kıssada 3 metre boyunda bir dev insandan bahsediyor. Tevratta da aynı devlerden bahsedilmekte.

Hiç duymamış olman normal, hacı hoca da saçma bulmuş olmalı ki bu konudan hiç bahsetmezler. 

Kuranda hangi ayette bu kıssa?

Link to comment
Share on other sites

On 13.10.2022 at 20:16, TAO yazdı:

Nesnel aynı zamanda gözlem ve deneyle doğrulanabilir olması demek.

Tanrı deney ve gözlem ile doğrulanabilir değil.

Doğa doğrulanabilir.

Ahlakın kökenini kendisi nesnel olan doğaya dayandırılabildiği için nesnel oluyor.Gözlem ve deney  ile yalanın iyi bir şey olmadığını  açıklayabiliyoruz.

Akıl yürütme ile ulaşılan her şey nesnel değildir. Matematikde ki kusursuz daire üçgen nesnel değildir. Doğada karşılığı yok. 

Tanrıya bunun gibi akıl ile ulaşabilirsin. Ama doğada karşılığı yok.

Ahlakı nesnel olmayan bir varlığa dayandırmak saçmalıktır.

Kötülük problemininde çözümü yok kusursuz tanrı anlayışında. :)

 

 

Nesnelliği olmayıp da hayal dünyasında yaşayan ve gerçeği kendi keyfine göre değiştrenlere de ateist denmiyor. Onlar non- teist yada dini anlamda fasıktır.

Bir insan hayal kıracağı zaman onu da nesnel bir temele dayandırmak zorundadır. İnovasyon dedikleri yada ARGE dedikleri şey bu ve insanlığa katkısı var. Uçak icad edilmeden önce ayda yaşama hayalleri kuran biri saf salaktır ama uçak bulunduktan sonra uzaya da gidebilmeyi istemek nesnel bir temele dayanan hayaldir. Gerçek olması olasıdır.

Dinler bu yüzden hala nesnel bir tabana dayanmayan ama kendi içinde kesin kabul edilen hayaller bütünüdür. Musa'nın denizi yardığı nesnel bir durum değil ama kabul etmezsen iman etmiş olamazsın. Bunun gibi.

Bu yüzden bir ateist de kendi çıkar ve hedeflerini nesnelleştiremediği müddetçe ateist değildir.

Link to comment
Share on other sites

On 22.10.2022 at 14:23, kavak yazdı:

@Tasvir-i Efkâr

Günlerce durup yanıt vermiyorsun. Sonra safyalarca mesaj yazmaya kalkıyorsun. Zannerdersem önce ne yazacaklarını oradan buradan biriktiriyorsun, çünkü bu kadar uzunca yazıları öyle spontane yazamazsın.  Kimbilir, belki de kalemi güçlü birisi de olabilirsin. Halbuki üşenen(!) birisi bu kadar çok uĝraşmaz aslında. :D

Her şeyi tek seferde yazmıyorum. Önce düşüncelerimi toparlayıp yazmaya başlıyorum, sonra yarıda kesip işlerime bakıyorum, yazmayı sonraya bırakıyorum, öyle kalıyor. :)

On 22.10.2022 at 14:23, kavak yazdı:

Diĝer yandan günümüzde bile meleklere, şeytana, cinlere inananları anlayamıyorum bir türlü. Bunları iddia edenlerin senin/benim gibi insanlar olduĝu hiç aklına gelmiyor mu?

Ben inanmaya meleklerden, cinlerden başlamadım zaten. Bunlardan başlasam metafizik bir olay yaşamadığım sürece inanmazdım. Vahiy olmadan meleklerin, cinlerin varlığını salt akılla bilmenin bir yolu yok gibi gözüküyor. Bunların varlığını vahiyle bilebiliriz. İnanmaya Tanrı'dan başladım, bu da herhangi bir Tanrı değil, insanlarla ilgili planları olan bir Tanrı. Tanrı ahlakî değerlerin olduğu bir evren yarattığına göre insanlara ahlakî görevler yüklemektedir, insanlara ahlakî görevler yüklediğine göre insanlarla ilgili planları olmalıdır. Bunların ne olduğunu bizimle iletişime geçerek bildirmesi gerekir. Hem sorumluluk verip hem de ilgilenmeyecekse o zaman Tanrı anlamsız, hikmetsiz iş yapmış olur ki bu da Tanrı'ya yakışmaz. Bu yüzden vahyin ve peygamberlerin varlığı mantıklı geliyor. Diğer pek çok metafizik olguyu da vahiy ile öğreniyoruz.

On 22.10.2022 at 14:23, kavak yazdı:

Sünni olduĝunu yazmışsın. Neden Sünnisin?

Bana şimdi "Sünniliĝi, Şiiliĝi ve diĝer mezhepleri araştırdım ve nihayetinde Sünnilikte karar kıldım" minvalinde bir şeyler yazma lütfen, çünkü inandırıcı olmaz. Sen de bilirsin ki, bizleri biz yapan bir bakıma ailemizin, çevremizin ve içinde yaşadıĝımız toplumun inançları, dili ve kültürü. Şii ortamda yetişen birisi zor Sünni olur ve Sünni ortamda yetişen birisi elbette zor Şii olur.

Mezhepleri çok araştırmadım, Sünnilik dışındakiler hakkında yüzeysel bilgim var. Başlarda Kur'ancılığa yönelmiştim, yani sadece Kuran deyip hadisleri reddetmeye. Günümüzde popüler bir ekol ama o da sonraları çok tutarlı bir yol gibi görünmedi. Kur'ancılar İslam tarihini Batılı oryantalist kafasıyla okuyor, sadece meal üzerinden din inşa ediyor, ve 1400 yıllık kökleşmiş gelenek ve uygulamaları Kur'an'da yok diyerek, ayetlerin anlamlarını değiştirerek reddediyorlar. Bu da bana pek mantıklı, gerçekçi bir tutum gibi gelmedi. Peki neden Şiilik ve Vehhabilik değil de Sünnilik dersen çünkü bence Sünniler birçok konuda diğerlerine göre daha mantıklı, tutarlı ve İslam'ın ruhuna uygun konuşuyor. Diğerlerine bakıyorsun, alimlere hakaretler, sahabelere hakaretler, kendini yaralamalı tuhaf ritüeller, Hz. Ali'ye ilah diyecek kadar ileri gidenler, İslam'da olmayan reenkarnasyon inancını İslam'a dahil edenler, tekfircilik, Allah'ı insana benzetmek, daha neler neler. Kur'ancılar desen, kaderi inkâr, peygamberi silikleştirme, reform adı altında kâfirlere şirin gözükme çabaları, Kur'an'ı heva ve hevesine göre yorumlamak, kâfirlere Müslümanlardan daha fazla sempati duymak gibi sorunlar var. Hepsinde bu vasıflar yok tabii, genel olarak konuşuyorum. Ehl-i Sünnet'ten ayrılanlar genellikle kâfirlerden ziyade diğer Müslümanlarla uğraşıyorlar. Diğer Müslümanlara olan kinleri kâfirlerle iş tutmaya kadar götürüyor. Bunlar Sünnilik dışı mezheplerde görebildiğim genel sorunlar. Bunlar yüzünden Müslümanlar arasında kardeşlik ve birlik duygusu kalmıyor, müminler birbirine düşüyor. Tam düşmanlarımızın istediği gibi bir durum çıkıyor ortaya. Sünniler ise sahabelere saygı duyuyor, Kur'an'a ve sünnete aykırı itikadları yok, Kur'an ve sünneti anlamada daha sistemli ve metodlu hareket ediyorlar, kâfirlere muhabbet yok, İslam düşmanlarına sevgi, saygı ve hayranlık yok, İslam'a en çok hizmet edenler Sünnilerden çıkmış. Bu da bana Sünnilerin yolunun doğru olduğuna dair güçlü bir ipucu verdi.

Tabii ki insanlar ailesinden, çevresinden ve toplumdan etkilenir. İnançlarını ve dünya görüşlerini belirlemede bunların etkisi olur, olmaz değil. Ama insan düşünebilen bir canlı, tamamen çevresel, ailevî ya da toplumsal etkilerin esiri değil. Hakikat arayışındaki bir insan başkalarından ne kadar etkilenip etkilenmediğini de ölçüp tartabilir. Sen Müslüman ortamda yetişip ateist olmuşsun. Senin gibi milyonlarca var. Hıristiyan ya da ateist ortamda büyüyüp sonradan Müslüman olanlar da var. Demek ki aile etkisi, çevre etkisi mutlak manada belirleyici değil. Günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla ateizm ve deizm de görünür, duyulur hale geldi. Dinsizlik pek çok gence cazip geliyor. En başta nefse hoş gelen yanları var; özgürleştiklerini, çağdaşlaştıklarını, avamdan kurtulup evrenseli yakaladıklarını ve havalı olduklarını düşünüyorlar. Pek çok vesile ile dine inananlar geri kafalı, cahil, bağnaz, avam gibi gösterilirken, dinsizler sorgulayan, özgür düşünen, bilimin öncüsü, modernliğin timsali, aydınlık savaşçısı gibi resmediliyor. Bu algı operasyonlarının birçok insanın dinsiz olma kararında etkisi olduğu iddia edilebilir. Ben Müslüman olmayıp duyulmamış bir dinin duyulmamış bir mezhebine geçsem, çok eksantrik inançlara sahip olsam bu sefer insanlar bunu farklı olma, ilgi çekme çabası diye yorumlayabilirdi. İnsanların yargılamalarının, eleştirilerinin sonu gelmez. Bu yüzden başkalarının ne dediğini çok takmıyorum.

On 22.10.2022 at 14:23, kavak yazdı:

Günde 5 kere namaz ritüelini yapmaya başladın mı, yoksa bu ritüeli esnetmeye niyetin mi var?:rolleyes:

Evet, başladım. Esnetmek diye bir şey yok, neyse odur.

Link to comment
Share on other sites

On 22.10.2022 at 15:17, TAO yazdı:

Ben ne diyorum sen diyorsun.

Tanrının kendisi  nesnel değil. :)

Ahlakı nesnel yapabilmen için tanrının kendisininde nesnel olması gerekiyor.

Tabiat amoral  ama nesnel.

Nesnel şeyler ölçülebilir şeylerdir.

Eşeyli üreme olmasaydı cinsel ahlak kuralları olmazdı.

Eşeyli üreme özelliğini biz belirlemedik. Dna dizilimlerimiz belirledi.

Dna dizilimlerine tanrının kendisi ve tanrının müdahelesi ölçülebilir değil.

Dnayı oluşturan madde enerji doğada ölçülebiliyor.

Hayvanlara göre ahlak başka insanlara göre ahlak başka demişsin.

Bilinçli sinir sistemine sahip hayvanları     öldürüp yemek ahlaki değildir.

Veganlar vegetaryenler bu yüzden et yemiyorlar.

Onun için et yerine geçen besin üretmeye çalışıyoruz. Bitkilerle bütün ihtiyaçlarımı karşılayabilseydik   veya bitkiler gibi fotosentez yoluyla besin üretseydik buna gerek kalmayacaktı.

Tanrı(Allah) nesnel ölçülebilir olsa bile  hayvanları kurban bayramında kesip yeyin demesi bunu ahlaki yapmaz. Acı çekmeyen tepki vermeyen bir özellik verseydi hayvanlara o zaman ahlaki olurdu.

Ahlak denilen şeyin zaten bilgisayarda ki   programlardan farkı yok.Bilgisayrdaki programı insanın yazdığı ölçülebilir gözlemlnenebilir şey. Ama insandaki programın tanrı tarafından yazılıp yazılmadığı gözlemlenebilir ve ölçülebilir değil.

Nesnel demek zihinden, özneden, kişisel inançlardan bağımsız olan demek. Sadece fiziksel olarak ölçebildiğin, laboratuvarda inceleyebildiğin şeyler değil. Bilimsel yöntemle sadece olgusal, betimsel önermelerin doğruluk değerini tespit edebilirsin ki o da fizikle sınırlı. Mesela Tanrı, cin, melek gibi doğaüstü varlıklar varsa onların doğruluk değerini deney ve gözlemle saptayamazsın. Tanrı beş duyuyla algılanamayacağı için doğruluk değerini akılla, çıkarımla saptarsın. Tanrı'ya inanmakta neden rasyonel olarak haklı olduğunu ortaya koyarsın. Beş duyuyla algılanamıyor diye, ya da Tanrı hakkında öznel düşünceler var diye Tanrı'nın kendisi nesnellikten çıkmaz. Doğrulanabilirlik ve özneler arası mutabakat bir şeyin nesnel olarak gerçek olup olmadığının önkoşulu değildir. Bilimsel olarak doğrulanamayan şey nesnel değildir, nesnel bir gerçekliği yoktur demek sadece bir inanç, bir iddia. İddianın kendisi duyu verisi değil bir kere.

Öznel ahlakî kararları nesnel doğal şartlar belirler diyorsun ama ahlaki görevlerin içinde bulunduğumuz koşullara bağlı olması, o durumda yapılacakların nesnel bir nitelik taşımadığı anlamına gelmez. Zaten ben ahlakî değerler mutlaktır demiyorum, nesneldir diyorum. Örneğin birini öldürmek mutlak olarak yanlış değil, savaş durumunda, nefsi müdafaa için öldürmek gerekebilir. Mesela “Bilinçli sinir sistemine sahip hayvanları öldürüp yemek ahlaki değildir,” demişsin. Böyle kesin, genel-geçer bir hüküm koyuyorsan sana göre nesnel aksiyolojik önermeler var demektir.

 

Link to comment
Share on other sites

On 22.10.2022 at 16:51, Sputnik yazdı:

Kuran okunurken Tevratla birlikte okunur. Örneğin aşağıya bir ayet ve Tevrattaki karşılığını bırakayım.

Şimdi bu ayetten bir şey anlayabildin mi? Ben söyleyeyim anlayamadın. Tevrattaki karşılığına bir bakalım.

Yani Kuranda geçen "nefislerinizi öldürün" sözü aslında Yahudilere verilmiş birbirinizi öldürün veya intihar edin emrinden ibaret. Bunları anlattım ki bağlantıları(Kuran'dan ayet yorumlama) düzgün kurabilesin.

İslam'ın temel kaynakları Kur'an ve sünnettir. Tevrat ve İncil'de yazanlar kesin değil. Tevrat'ı geçerli bir kaynak kabul edecek olursak, Tevrat'ta Allah'a oğul isnadı var, ki İslam'ın tevhid inancıyla bağdaşmayan bir şey. Tevrat'ın peygamber kıssaları ile Kur'an'ınkiler arasında benzerlikler olduğu kadar birçok fark da var. Ama burada bahsettiğin ayete verilen mana doğru olabilir, bilemiyorum. Hz. Musa'nın şeriatında puta tapmanın cezası idamsa öldürmüş olabilirler.

On 22.10.2022 at 16:51, Sputnik yazdı:

Asıl konuya, yani Dünya'nın şekline gelirsek...

Düz dünya evren modelinde uzay dediğimiz yer okyanustan ibarettir. Yukarıdaki ayette çok açık bir şekilde Dünya düz olarak tasvir edilmiş ve bu modele uygun.

Şimdi Kamer 11 e bir bakalım.

Ne diyor ayette? Göğün kapılarını(gökkubbeyi) açtık diyor. Yani uzaydaki okyanus Dünya'ya boşaltılmış. Düz Dünya evren modeline de uygun. 

Kısaca, Kurana göre Dünya düzdür. 

https://tr.wikiquote.org/wiki/Abdülaziz_bin_Baz

Göğün kapıları, yedi kat gök, Allah'ın arşa istiva etmesi, Allah'ın arşının suyun üstünde olması, yıldızların şeytanlara atış tanesi kılınması gibi ayetleri olduğu gibi anlamak doğru değil. Bunlar müteşabih ayetler, tevil ederek anlamak daha doğru.

Link to comment
Share on other sites

2 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Mezhepleri çok araştırmadım, Sünnilik dışındakiler hakkında yüzeysel bilgim var. Başlarda Kur'ancılığa yönelmiştim, yani sadece Kuran deyip hadisleri reddetmeye. Günümüzde popüler bir ekol ama o da sonraları çok tutarlı bir yol gibi görünmedi. Kur'ancılar İslam tarihini Batılı oryantalist kafasıyla okuyor, sadece meal üzerinden din inşa ediyor, ve 1400 yıllık kökleşmiş gelenek ve uygulamaları Kur'an'da yok diyerek, ayetlerin anlamlarını değiştirerek reddediyorlar. Bu da bana pek mantıklı, gerçekçi bir tutum gibi gelmedi. Peki neden Şiilik ve Vehhabilik değil de Sünnilik dersen çünkü bence Sünniler birçok konuda diğerlerine göre daha mantıklı, tutarlı ve İslam'ın ruhuna uygun konuşuyor. Diğerlerine bakıyorsun, alimlere hakaretler, sahabelere hakaretler, kendini yaralamalı tuhaf ritüeller, Hz. Ali'ye ilah diyecek kadar ileri gidenler, İslam'da olmayan reenkarnasyon inancını İslam'a dahil edenler, tekfircilik, Allah'ı insana benzetmek, daha neler neler. Kur'ancılar desen, kaderi inkâr, peygamberi silikleştirme, reform adı altında kâfirlere şirin gözükme çabaları, Kur'an'ı heva ve hevesine göre yorumlamak, kâfirlere Müslümanlardan daha fazla sempati duymak gibi sorunlar var. Hepsinde bu vasıflar yok tabii, genel olarak konuşuyorum. Ehl-i Sünnet'ten ayrılanlar genellikle kâfirlerden ziyade diğer Müslümanlarla uğraşıyorlar. Diğer Müslümanlara olan kinleri kâfirlerle iş tutmaya kadar götürüyor. Bunlar Sünnilik dışı mezheplerde görebildiğim genel sorunlar. Bunlar yüzünden Müslümanlar arasında kardeşlik ve birlik duygusu kalmıyor, müminler birbirine düşüyor. Tam düşmanlarımızın istediği gibi bir durum çıkıyor ortaya. Sünniler ise sahabelere saygı duyuyor, Kur'an'a ve sünnete aykırı itikadları yok, Kur'an ve sünneti anlamada daha sistemli ve metodlu hareket ediyorlar, kâfirlere muhabbet yok, İslam düşmanlarına sevgi, saygı ve hayranlık yok, İslam'a en çok hizmet edenler Sünnilerden çıkmış. Bu da bana Sünnilerin yolunun doğru olduğuna dair güçlü bir ipucu verdi.

Ben şahsen en mantıklı ve akılcı müslümanların vahhabiler yada kendi deyimleriyle "selefiler" olduğunu düşünüyorum. Tarikatçıların türbelere taptığını filan söylüyorlar, gayette haklılar. Ayrıca tarikatçıların şeyhlerine put gibi sevgi beslediklerini de iddia ediyorlar. 

Bakın cübbeli ne diyor? Allah ete kemiğe bürünüp mahmut efendisi gibi görünmüş. 

Gerçekten inanan ve ağır deli olmayan birisi Allah'ın mahmut gibi görüneceğine kesinlikle inanmaz. 

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

2 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Ehl-i Sünnet'ten ayrılanlar genellikle kâfirlerden ziyade diğer Müslümanlarla uğraşıyorlar. Diğer Müslümanlara olan kinleri kâfirlerle iş tutmaya kadar götürüyor.

Burada vahhabilerden bahsettiğini varsayarak;

"Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat'ı indirdik. Kendisini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar, bilginler de Allah'ın Kitap'ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat'a şahiddiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." -Maide 44

Bu ayete göre Allah'ın kanunlarıyla hükmetmeyenler(Vahhabiler bu kavrama Tağut diyor.) kafirlerin ta kendileridir. Onların Dediklerine göre oy kullanan her Türkiye vatandaşı şirke düşmektedir. 

Kuran açısından bakarsak müslümanlarla uğraşmakta haklılar çünkü çoğu islam devleti kendi yazdığı anayasasıyla yönetiliyor. 

Link to comment
Share on other sites

5 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Her şeyi tek seferde yazmıyorum. Önce düşüncelerimi toparlayıp yazmaya başlıyorum, sonra yarıda kesip işlerime bakıyorum, yazmayı sonraya bırakıyorum, öyle kalıyor. :)

Biraz da spontane yazmayı dene, çünkü hep günlerce bekleyeceksek işimiz yaş.:D

5 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Ben inanmaya meleklerden, cinlerden başlamadım zaten. Bunlardan başlasam metafizik bir olay yaşamadığım sürece inanmazdım. Vahiy olmadan meleklerin, cinlerin varlığını salt akılla bilmenin bir yolu yok gibi gözüküyor. Bunların varlığını vahiyle bilebiliriz. İnanmaya Tanrı'dan başladım, bu da herhangi bir Tanrı değil, insanlarla ilgili planları olan bir Tanrı. Tanrı ahlakî değerlerin olduğu bir evren yarattığına göre insanlara ahlakî görevler yüklemektedir, insanlara ahlakî görevler yüklediğine göre insanlarla ilgili planları olmalıdır. Bunların ne olduğunu bizimle iletişime geçerek bildirmesi gerekir. Hem sorumluluk verip hem de ilgilenmeyecekse o zaman Tanrı anlamsız, hikmetsiz iş yapmış olur ki bu da Tanrı'ya yakışmaz. Bu yüzden vahyin ve peygamberlerin varlığı mantıklı geliyor. Diğer pek çok metafizik olguyu da vahiy ile öğreniyoruz.

Farkında mısın ama tamamen ön kabullere dayalı tanrı profili çiziyorsun. Tanrının kendisi hiçbir şey yapmazken, senin gibi dindarlar ha bire tanrı şöyle olmalı böyle olmalı minvalinde ona özellikler yamıyorsunuz. Kim diyor, tanrı anlamsız, hikmetsiz bir şey yapamaz diye?  Tanrıya soran yok. Ne hikmetse onun nasıl olup olmayacaĝına, ne yapıp yapmayacaĝına kendini bir şey zanneden insanoĝlu karar vermeye kalkıyor. 

Diĝer yandan vahiy dediĝin nedir dostum? Sen bu kadar saf olamazsın. Kusura bakma tutturmuşsunuz vahiy diye bir zımbırtı. İnanmaya nereden başlarsan başla, akla ziyan şeylere (melek, şeytan, cin vs.) inanmayı yeĝliyorsun. Görmediĝin tanımadıĝın insanlar bir şeyler yazmışlar. Neden bu insanlara inanma yolunu seçiyorsun?

Neden inanmak istediĝin tanrıdan direktiflerin/emirlerin doĝrudan sana gelmesini istemiyorsun?  Şu sözde elçilerden, peyamgerlerden neyin eksik? Hiçbir şeyin eksik deĝil aslında ancak bunu görmek istemiyorsun, çünkü bilincin küçüklüĝünden beri onun bunun huraferleri, masalları ile yıkanmış.  Silip atamıyorsun bir türlü. Bana şimdi bu durumda sınav falan filan deme lütfen, çünkü bu sınav zımbırtısı da insanoĝlunun hayal ürünü.

5 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Mezhepleri çok araştırmadım, Sünnilik dışındakiler hakkında yüzeysel bilgim var. Başlarda Kur'ancılığa yönelmiştim, yani sadece Kuran deyip hadisleri reddetmeye. Günümüzde popüler bir ekol ama o da sonraları çok tutarlı bir yol gibi görünmedi. Kur'ancılar İslam tarihini Batılı oryantalist kafasıyla okuyor, sadece meal üzerinden din inşa ediyor, ve 1400 yıllık kökleşmiş gelenek ve uygulamaları Kur'an'da yok diyerek, ayetlerin anlamlarını değiştirerek reddediyorlar. Bu da bana pek mantıklı, gerçekçi bir tutum gibi gelmedi. Peki neden Şiilik ve Vehhabilik değil de Sünnilik dersen çünkü bence Sünniler birçok konuda diğerlerine göre daha mantıklı, tutarlı ve İslam'ın ruhuna uygun konuşuyor. Diğerlerine bakıyorsun, alimlere hakaretler, sahabelere hakaretler, kendini yaralamalı tuhaf ritüeller, Hz. Ali'ye ilah diyecek kadar ileri gidenler, İslam'da olmayan reenkarnasyon inancını İslam'a dahil edenler, tekfircilik, Allah'ı insana benzetmek, daha neler neler. Kur'ancılar desen, kaderi inkâr, peygamberi silikleştirme, reform adı altında kâfirlere şirin gözükme çabaları, Kur'an'ı heva ve hevesine göre yorumlamak, kâfirlere Müslümanlardan daha fazla sempati duymak gibi sorunlar var. Hepsinde bu vasıflar yok tabii, genel olarak konuşuyorum. Ehl-i Sünnet'ten ayrılanlar genellikle kâfirlerden ziyade diğer Müslümanlarla uğraşıyorlar. Diğer Müslümanlara olan kinleri kâfirlerle iş tutmaya kadar götürüyor. Bunlar Sünnilik dışı mezheplerde görebildiğim genel sorunlar. Bunlar yüzünden Müslümanlar arasında kardeşlik ve birlik duygusu kalmıyor, müminler birbirine düşüyor. Tam düşmanlarımızın istediği gibi bir durum çıkıyor ortaya. Sünniler ise sahabelere saygı duyuyor, Kur'an'a ve sünnete aykırı itikadları yok, Kur'an ve sünneti anlamada daha sistemli ve metodlu hareket ediyorlar, kâfirlere muhabbet yok, İslam düşmanlarına sevgi, saygı ve hayranlık yok, İslam'a en çok hizmet edenler Sünnilerden çıkmış. Bu da bana Sünnilerin yolunun doğru olduğuna dair güçlü bir ipucu verdi.

Tabii ki insanlar ailesinden, çevresinden ve toplumdan etkilenir. İnançlarını ve dünya görüşlerini belirlemede bunların etkisi olur, olmaz değil. Ama insan düşünebilen bir canlı, tamamen çevresel, ailevî ya da toplumsal etkilerin esiri değil. Hakikat arayışındaki bir insan başkalarından ne kadar etkilenip etkilenmediğini de ölçüp tartabilir. Sen Müslüman ortamda yetişip ateist olmuşsun. Senin gibi milyonlarca var. Hıristiyan ya da ateist ortamda büyüyüp sonradan Müslüman olanlar da var. Demek ki aile etkisi, çevre etkisi mutlak manada belirleyici değil. Günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla ateizm ve deizm de görünür, duyulur hale geldi. Dinsizlik pek çok gence cazip geliyor. En başta nefse hoş gelen yanları var; özgürleştiklerini, çağdaşlaştıklarını, avamdan kurtulup evrenseli yakaladıklarını ve havalı olduklarını düşünüyorlar. Pek çok vesile ile dine inananlar geri kafalı, cahil, bağnaz, avam gibi gösterilirken, dinsizler sorgulayan, özgür düşünen, bilimin öncüsü, modernliğin timsali, aydınlık savaşçısı gibi resmediliyor. Bu algı operasyonlarının birçok insanın dinsiz olma kararında etkisi olduğu iddia edilebilir. Ben Müslüman olmayıp duyulmamış bir dinin duyulmamış bir mezhebine geçsem, çok eksantrik inançlara sahip olsam bu sefer insanlar bunu farklı olma, ilgi çekme çabası diye yorumlayabilirdi. İnsanların yargılamalarının, eleştirilerinin sonu gelmez. Bu yüzden başkalarının ne dediğini çok takmıyorum.

Gereksiz yere uzunca izahat etmeye çalışmışsın ancak yine tarafgir bir şekilde Sünniliĝi savunmaya kalkıyorsun. Neden? Çünkü o çevrede büyüdün. Fazla uzatmayacaĝım. Sen de enine boyuna düşünürsen, seni sünniliĝe iten yegane sebebin yetiştiĝin çevrenin sünni olmasını görmen işten bile deĝil. Bunu inkar edemezsin.

Sen kolaya kaçarak, kendini güvende hissettiĝın limanda kalmak istiyorsun. Bunu yadırgamıyorum, çünkü senin gibi kabuĝundan çıkamayan milyonlarca dindar var. Bu bir cesaret meselesi bir bakıma.

Gençler hakkında o kadar boş şeyler yazmışsın. Gören de gençlerin tüm derdinin ona buna hava atmak olduĝunu zannedecek. Hava atmak için de dinsiz imansızlıĝı seçtiklerini zannedecek. Tamamen boş bir iddia. Gençleri küçümseme derim sana.

Benim ateist olmam ve tüm dinleri çöpe atmamın iki sebebi var. Birincisi ben dünyayı televizyondan, bilgisayardan tanımadım. Bol bol gezdim... Benim gezmediĝim kıta neredeyse kalmadı. İnsanların kültürlerini, inançlarını ve dinlerini bizzat yaşadıkları yerlerde gördüm. Ben çok gezdim. Yoktur birbirlerinden bir farkı.

İkinci nedeni gayet basit. Piyasadaki tüm kitaplar insanların elinden çıkmıştır. İnsanlar konuşmuş, insanlar yazmış, insanlar silmiş, insanlar yeniden yazmış. Durum bundan ibaret; hangi kitabı açarsan aç, farketmez. Hiçbirisi gökten zembille inmedi. Hiçbirisini söze bir varlık dikte etmedi.

Hasılı dindar olacaksan, piyasadaki tüm dinleri çöpe atmalısın. Çünkü hepsini insanlar manipule etmiştir. Merak etme, bunu yaptıĝında hâlâ dindar kalacaksın. Deist olabilirsin, Agnostik olabilirsin. Bu durumda tanrı seni cezalandıracaksa, varsın cezalandırsın. Ne yani, insanların uydurduĝu dinlerin peşinden gitmiyorsun diye cezalandırılaĝını mı zannediyorsun?

Eski yazdıklarından dolayı pişman olduĝunu yazmıştın yanılmıyorsam. Pişmansan eĝer, demek ki bir hayli korkuyorsun eski yazdıklarından ötürü.  Ben bunu anlamıyorum, çünkü hayat beyaz ve karadan ibaret deĝil. Elbette yanlışlarımız olacak, elbette hata yapacaĝız. Hayat bu. Adam öldürmedin, sahtekarlık yapmadın. Sadece fikirlerinde deĝişikliĝe gitmişsin, bunun için pişman olmaya gerek yok.

 

5 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Evet, başladım. Esnetmek diye bir şey yok, neyse odur.

Neyse odur  diye bir şey yok. Tüm ritüelleri şöyle bir gözden geçirdiĝinde, hepsinin hayali bir varlıĝı hoşnut etmek uĝruna olduĝunu göreceksin. Sözde her şeye gücü yeten bir varlık nasıl oluyorda, bizim ona tapmamıza ihtiyaç duyuyor, diiii mi?!

Uzatmayacaĝım dedim, yine de uzunca oldu. Ancak hepsini spontane yazdım. Öyle bir hafta beklemedim. Aklıma geleni/eseni yazdım, çünkü bazı şeyleri öyle fazla büyütmemek lazım.:D

Link to comment
Share on other sites

4 saat önce, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Nesnel demek zihinden, özneden, kişisel inançlardan bağımsız olan demek. Sadece fiziksel olarak ölçebildiğin, laboratuvarda inceleyebildiğin şeyler değil. Bilimsel yöntemle sadece olgusal, betimsel önermelerin doğruluk değerini tespit edebilirsin ki o da fizikle sınırlı. Mesela Tanrı, cin, melek gibi doğaüstü varlıklar varsa onların doğruluk değerini deney ve gözlemle saptayamazsın. Tanrı beş duyuyla algılanamayacağı için doğruluk değerini akılla, çıkarımla saptarsın. Tanrı'ya inanmakta neden rasyonel olarak haklı olduğunu ortaya koyarsın. Beş duyuyla algılanamıyor diye, ya da Tanrı hakkında öznel düşünceler var diye Tanrı'nın kendisi nesnellikten çıkmaz. Doğrulanabilirlik ve özneler arası mutabakat bir şeyin nesnel olarak gerçek olup olmadığının önkoşulu değildir. Bilimsel olarak doğrulanamayan şey nesnel değildir, nesnel bir gerçekliği yoktur demek sadece bir inanç, bir iddia. İddianın kendisi duyu verisi değil bir kere.

Öznel ahlakî kararları nesnel doğal şartlar belirler diyorsun ama ahlaki görevlerin içinde bulunduğumuz koşullara bağlı olması, o durumda yapılacakların nesnel bir nitelik taşımadığı anlamına gelmez. Zaten ben ahlakî değerler mutlaktır demiyorum, nesneldir diyorum. Örneğin birini öldürmek mutlak olarak yanlış değil, savaş durumunda, nefsi müdafaa için öldürmek gerekebilir. Mesela “Bilinçli sinir sistemine sahip hayvanları öldürüp yemek ahlaki değildir,” demişsin. Böyle kesin, genel-geçer bir hüküm koyuyorsan sana göre nesnel aksiyolojik önermeler var demektir.

 

Deney ve gözleme dayanmayan şey nasıl kişisel inançlardan bağımsız olacak?

Fizik ölçme birimlerinden metre  birimi  kişiden kişiye değişiyor mu?

Ama iş estetik ahlak konusu olunca  değişiyor.

Çünkü bazı konularda ölçülebilir olmayan şeyler var. Renk algısı, acı haz duyumları vb şeyler.

 

Link to comment
Share on other sites

Kendini psikolojik olarak tatmin etmek için bunları yazıyorsun lakin söylediklerinin bilimsel bir gerçekliği yok.

Şövalye'den alıntı;

Alıntı

Bu konu burada binlerce kez tartışıldı. Sanki yeni bir şey varmış gibi başlık açıp aynı dinci sayıklamalarını temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koymanın manası nedir? Konu sahibi ne yapmak nereye varmak istemektedir. Bu bence psikolojik bir durum, obsesif-kompülsif bir kendini ikna çabası. Kendi dinî inançlarını buradaki ateistlere onaylatmadan rahat edemiyor, tatmin olamıyor. Bu yüzden sürekli bu tür başlıklar açarak iç sıkıntısını biraz olsun dindirmeye çalışıyor. Kendisini inanmaya mecbur hissediyor çünkü aksi halde cehennemde yanacağına inanıyor. Ama buradakilere kabul ettirmeden de bir türlü tam emin olamıyor. İşte din insanı bu hale düşürüyor. O soru sorduğu kişi saçmalıyor diyelim, eee, ne dememiz, ne yapmamız bekleniyor. "Tamam o zaman demek ki tüm bu canlıları hokus pokus diyerek birdenbire yoktan yaratan büyük, kudretli bir büyücü varmış, bu büyücü de Arap mitolojisinde anlatılan, adına Allah denen büyücüymüş," mü diyelim? Peki o büyücü nasıl var oldu hiçbir sebep yokken? Her şeyi bilen, her şeyi gören, evren yaratabilen bir büyücü yaratılmadan var olabilirken, ondan çok daha az karmaşıklığa sahip canlıların neden illa yaratılmış olması gerekir? Onlar da yaratılmadan var olamaz mı? Diyelim ki olamaz ve o yarattı, peki sebebi neydi ki? Niye yaratma ihtiyacı duymuş? Bu soruya da tanınmak, bilinmek istemek, kendisine kul olsun diye melek, cin, insan yarattı diyecekler. Koskoca tanrı övülmek, yüceltilmek, namını yürütmek için önce melekleri yaratıyor. Hani hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Sonra canı sıkılıyor, meleklerden gına geliyor, aksiyon olsun diye birçoğunu cehennemde yakacağını bile bile insanları yaratıyor. Olaya heyecan katmak için de puan toplama / puan kaybetme ya da yanma / geçme olayı olan bir imtihan oyununa sokuyor onları. Yarattığı bir insanı yakmakla eline ne geçecekse? Neyin tatmini bu? Birilerinin inanmamasının Allah'ı mağdur eden bir tarafı var mı? Yok. Ee öyleyse? Hadi diyelim ki evren kendi kendine olamaz, saçma; bu mu mantıklı olan? Alternatif olarak sunduğunuz şey bin kat daha saçma, hatta çocukça ve komik. Bunun yerine evrenin kendi kendine olduğunu kabul etmek akla, mantığa, sağduyuya daha uygun.

https://www.ateistforum.org/index.php?/topic/69550-ateist-ile-müslüman-tartışması-kaos-düzen-meselesi/&do=findComment&comment=1492095

  • Thanks 1
Link to comment
Share on other sites

On 30.10.2022 at 16:07, Tasvir-i Efkâr yazdı:

Göğün kapıları, yedi kat gök, Allah'ın arşa istiva etmesi, Allah'ın arşının suyun üstünde olması, yıldızların şeytanlara atış tanesi kılınması gibi ayetleri olduğu gibi anlamak doğru değil. Bunlar müteşabih ayetler, tevil ederek anlamak daha doğru.

"Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar (gibi) buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin” dedik."

Güneşin battığı yer neresi? 

 

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...