-
İçerik sayısı
3.544 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
391
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by evrensel-insan
-
Basligimizi detayli aciklamaya tasimadan once, basligi guncel bir bilgi iletimi temelinde ele alalim. Bilindigi gibi ulkemizde ve toplumumuzda oyle bir sicak oertam varki, hergun ve hatta gunde bir kac kere, yeni bir olay, soylem, eylem v.s. guncelligin basini cekiyor. Iki gun once Reyhanli'da katliama donusen patlama sonucu, Iktidar hukumet ve devleti, bir aciklama yaparak; Reyhanli'da olan bu katliam ve vahim olaydan sonra, kendine ait gerekce ile; olayin geneli hakkinda her turlu goruntu, aciklama v.s. yasagi getirdi. Burada Reyhanli'da olan bu katliama ve vahim olaya deginmek yerine, gelen yasaga deginecek ve bu iletilen bilgiyi beynin duzeysel algi bilgi degerlendirme ve iletilen bilgiye yonelik dusunce ve davranis belirleme olarak inceleyecegiz. Burada ana olarak dogal/fenomenal zihniyetin getirdigi birbirine zit iki bakis acisi vardir. Birincisi iletilen yasagi, iletildigi gibi algilama ve uygulama Ikincisi iletilen yasaga karsi algilama ve uygulama Ucuncusu iletilen yasagi degerlendirme, sorgulama, irdeleme, arastirma v.s. Ilkinden basliyalim. Bir kisi, ya da toplum; hangi durumda iletilen yasagi uygular iletildigi gibi algilar ve kabullenir? Burada en onemli nokta; yasagi ileten kaynaga guvenmek, inanmak, v.s. kisaca biat etmek temelindeki kabul uygulama ve savunudur. Ikinciden basliyalim. Bir kisi, ya da toplum hangi durumda iletilen bir yasaga karsi cikasr, muhaliflik eder ve uygulamaz? Burada en onemli nokta, yasagi ileten kaynaga; inanmamak, guvenmemek v.s. kisaca biat etmek yerine isyan etmek, bas kaldirmak ve itiraz etmek temelli kabullenememe ve karsi cikmadir. Ucuncuden basliyalim. Bir kisi, ya da toplum yasagi ileten kaynaga ve yasaga yonelik neden bir kararsizlik, caresizlik, ne yapacagini bilememe, ikircimli kalma; ya da bu yasagi ve kaynagini her turlu ne neden ve nasili ile aciklayabilecek bilgiye algiya dusunceye yonelme gosterir. Gorundugu gibi burada iki farkli dusunce, arastirma v.s. sonucu uygulanacak olan gorunurde de ya kabul ya da itiraz olarak yansiyacak davranis ve uygulama olacaktir. Bunlardan yasaga karsi bir icerik yok ise; yapilacak her turlu pasif davranis ve uygulamanin temeli suru psikolojisine dayanacaktir. Bunlardan yasaga karsi bir icerik var ise, yapilacak her turlu aktif davranis ve uygulama; birey bilincli, arastirilmis, bilgilenilmis nesi nedeni ve nasili ortaya konmus v.s. bir bilgisel bilimsel ve bilissel davranis ve uygulama olacaktir. Tekrar basa donup ilk biat algisini degerlendirirsek; bu biat algisinin nerden ve nasil geldigini soyle aciklayabiliriz. Nedir buradaki yasagin kaynagina yonelik duyulan guven ve inanc ve "bu kaynak ne yaparsa dogru/hakli v.s. yapar/soyler" algisi? Iste buradaki algi genelde bilincalti ve otomatik olarak beyni devreye sokan; ve gecmise dayanan yasagi ileten kaynak ile ayni ideolojiyi inanci paylasma, onun her yaptigini/soyledigini dogru/hakli v.s. algilama ve HIC BIR ZAMAN SORGULAMAMA.Yani ucuncu bakisi uygulamama. Ikinci karsit/muhalif v.s. algisini degerlendirirsek; bu karsitligin, isyanin v.s. nerden ve nasil geldigini soyle aciklayabiliriz. Iste buradaki algi genelde bilincalti otomatik olarakbeyni devreye sokan ve gecmise dayanan, yasagi ileten kaynak ile farkli ideolojiyi inanci paylasma onun her yaptigini/soyledigini yanlis/haksiz v.s. olarak algilama ve HIC BIR ZAMAN SORGULAMAMA. Yani ucuncu bakisi uygulamama. Maalesef ulemizin toplumu ve algisi verilen iletilen bilgiyi ve burada adi gecen yasagi HIC BIR ZAMAN SORGULAMAMA ile egitilmekte ve yetistirilmektedir. Yani birey bilinci ve beynin kritik/analitik dusunme ve dusunce uretme yetisinin egitim de ve yetistirimde olmamasidir. Iste bu nedenden temeli bilincaltina dayanan ve otomatik olarak uygulanan yasaga kaynagindan dolayi, ya biat etme ya da isyan etme olarak yansir. Kisaca toplumun suru psikolojisi temelinde kutuplasmasi, birini digerinin otekilestirmesi ve toplumsal olusan karsit ve birbirine zit iki taraflilik. Iste zaten burdan, yasagi uygulayan kaynagin; biat edene bir sey yapmamasi ve isyan edene de her turlu siddeti, teroru baskiyi, v.s. temelli korku salarak uygulamasinin nedeni de bundandir. Burada ilginc bir tarihi gercek yatar. Bu da yasagi getiren kaynagin guvenme inanma olarak ideolojik algi temelinde yer degistirmesidir. Mesela burada yasagi ileten diyelim AKP degil de, Mesela 1960'lardaki iktidar olsa idi; bu sefer ideolojik olarak toplumun kutupolasmasi tam tersi olacakti. Yani bugun karsi cikanlar, o zaman biat edecekler, bugun biat edenler o zaman karsi cikacakti. Buradan su an ulkemizde hukum surmekte olan milli ve dini iktidar farkini ornek gosterebiliriz. Iste biat ve isyan temelli suru psikolojisinin beyin ufku burada biter. Buradaki onemli bir noktada, bu biat ve isyan temelli suru psikolojisinin ucuncu farkli bakis olan KAYNAGI VE YASAGI SORGULAMA ya bakis acisi, sadece bu ufuk temelinde olacak, bu bakis acisini noncognitivizm olarak algilayamayacak, ya kendi biat/isyani ile paralel degerlendirecek, ya da kendi biat/isyani na karsi degerlendirerek; bu bakis acisini farkini algilamak yerine, ya "biz" ya da "oteki" olarak siniflandiracaktir. Cunku ufuk o kadardir. Yani ufuk ucuncu bakis acisini algilayamaz. Ayrica bu ucuncu bakis acisinin da maalesef yansi, uygulama, davranis v.s. olarak ucuncu bir goruntyusu yoktur. Ya davranis pasif temelde biat gibi algilanacak, ya da davranis isyan temelinde karsi cikis gibi algilanacaktir. Iste bu acidan, ucuncu bakis acisinin SORGULAMADAN GELEN BILGISI ACIKLAMASI IZAHI NEDENI NASILI V.S. GALE ALINMAYACAK VE GETIRILEN YASAGIN VE DE KAYNAGININ NEDEN BU YASAGI GETIRDIGININ HER TURLU ACIKLANMASI VE IZAHI BIR ISE YARAMAYACAKTIR. Sonucta ve bilhassa bu ucuncu bakisin, sorgulama temelli her turlu bilgisi, algisi ve birey bilincinin getirdigi yasagi kritik/analitik/analojik/abductive/yararci v.s. degerlendirmesi sadece kendi bireyi ile sinirli kalacaktir. Mesela sorgulamaya ornek "bu yasak neden ve nasil kondu/yasagi koyduran dusuncenin temelinde ne var? bu yasak konurken ne dusunuldu? neden yasak ile ilgili su acilama yapildi?" v.s. temelli sorgulamanin getirdigi bilgi algi dusunce v.s. nin getirdigi aciklama izah v.s. maalesef bu suru psikolojisinin biati ya da isyani acisindan algilanamayacak, sadece kendi inanci ve ideolojik siniri ile bu ucuncu bakis acisi, ya kendi inancina ya da kendi inancinin karsisina oturtulacaktir. Cunku ufuk bu kadardir. Buradan yazimizi toparlamayacalisirsak; bir yasaken basit algi ile, uzerine yasak konulan olay konu v.s. den BILGILENILMESINI ONLEMEKTIR. Iste sirf bu algi bile, beyni ucuncu bakis acisina yani yasagi ve yasaklayan kaynagi sorgulamaya yonlendirir. Sonucta SORGULAYAN BEYIN KABUL EDEN YA DA ISYAN EDEN DEGIL; SORGULADIGI OLAY, KONUDA BILGI EDINMEK ISTEYEN BEYINDIR. Iste buradan, maalesef suru psikolojisinin biati ve isyaninin da HIC BIR BILGI ICERMEDIGI sadece iletilenin karsisinda yanli ya da karsit taraf alindiginin gostergesidir. Ne yazikki bilgi sadece ve sadece ucuncu bakis acisinda vardir. Ustelik bu bilginin her turlu aciklamasi izahi ve dusuncesi de buradadir. Ama noncognitivizmin isyani ya da biati bunu algilamak yerine, kendi gibi bunu ya yandas ya da karsit ile ozdes ve bir tutar. Iste beynin bilgilenememesi, dusunememesi, dusunce uretememesi ve gelisememesi ve yenilenememesi bu bilincaltinin getirdigi otomatik uygulanan biat ya da isyanin getirdigi yerlesmis otomatiklesmis ve tek ilk ve de mutlak kilinan ideolojik inancsal izmlerin ve etik degerlerin sahiplenilmesinden ve savunusundan kaynaklanir. Iste bunun biat ya da isyan olmasi da, yasagi ileten kaynaga gecmis verilere dayanan bir ideolojik inancsal guven/guvensizlik, inanma/inanmama, kabullenme/kabullenmeme baglidir. O yuzden de yasagi biat eden kendince olesiye savunur, yasaga isyan eden de kendince olesiye karsi cikar ve toplum boylece kutuplasir ve mucadeleye girisir. Iste burda ne bir bilinc ne bir algi ne bir anlayis ne bir hosgoru ne bir bilgi ne bir izah ne bir aciklama v.s. kisaca islemeyen ve sadece hafiza kullanan bir beyin vardir. Burada ucuncu bakis acisinin temeli de zaten bu kutuplasma da yatar. Cunku yasak ile her turlu itiraz karsi cikan acisindan ortaya konur. Kutuplasmanin biat ve isyani yer degistiginde de bu sefer tekrar yasak ile ilgili her turlu itiraz karsi cikan tarafindan ortaya konur. Boylece ucuncu bakis acisi olarak ortada SORGULAMA ACISINDAN HEM LEYHTE HEM DE ALEYHTE BILGILER MEVCUTTUR. Iste bu bilgi temelinde ucuncu bakis acisi qua felsefesi ile hem biatin hem de isyanin nedenini nasilini ortaya koyabildigi gibi; kaynagi da yasagi da detaylari ile ortaya koyar. Yani BIR REHBER GOREVI GORUR VE TUM RESMI BUTUN KARELERI ILE GOZLEME SUNAR. En azindan ucuncu bakis acisinin pasif beyinleri karazrsiz, caresiz v.s. beyinleri bu Qua felsefesi acilimini degerlendirebilecek ya da biat/isyan mutlakliginda olmadigindan ve bilinci acik oldugundan algilayabilecek ya da sorgulayabilecek duzeydedir. Iste ucuncu bakis acisinin aktifi, yine ucuncu bakis acisinin pasifine bir seyler verebilme ve onu sorgulamaya yonlendirebilme durumundadir. Iste buradan ortaya konu yasak v.s. ile ilgili iletilen bilgi olartak guzel bir bilgi ve dusunce alis verisi baslar. Cunku bu pasif beyin, algilama yaninda, hosgoru, adalet v.s. ye de aciktir. Yani, UCUNCU BAKIS ACISI SORGULAMA BILGILENME DUSUNCE URETME VE PAYLASMA V.S. ACISINDAN ANCAK KENDI BUNYESINDE BEYINLERI GELISTIREBILIR, BEYINDE YER ETMISI YANLIS KILABILIR, YENILIYEBILIR. Evrensel-insan zihniyeti de dile getirim olarak en azindan bu pasif kanata yonelik bir kapi acmaktadir. Cunku beyni sabitlenmis biat/isyan mutlakliginin her turlu algi ufku noncognitivisttir. Ustelik ortada bilgi dusunce v.s. paylasimi yerine; karsilikli kendi inanilan ideoloji dogrusunu bir birine empoze etme duyusal/egosal ve akilci dayatim vardir. Ucuncu bakis acisinin pasifi buradan genelde kacar; aktifi ise kontrolu elinde tutarak bilgisini ve dusuncesini vermeye devam eder. Son olarak guncel konumuza dionersek; devletin hukumetin iktidarin Reyhanli ile ilgili ilettigi yasagin TEK NEDENI BILGILENMENIN ONLENMESIDIR. Evet isteyen buna biat eder, isteyen isyan eder. Benim istedigim de bu bilgiye ulasma adina ve olayi aciklayabilme algilayabilme v.s. adina sorgulamak, arastirmaktir. Bu da bilimsel bilgisel ve bilissel bir beyin temelinin urunudur. Insanlik adina da insan haklari evrensel hukuk ve her turlu farkli hak ve ozgurluge saygi, icsellestirme ve hak ve ozgurluk ihlaline karsi da, bu sorunu dile getirme aciklama izah etmenin urunudur. INSANOGLUNU BILGILENMEDEN ALIKOYMAK, HER HANGI BIR BILGIYE YASAK KOYMAK, INSAN HAKLARI VE EVRENSEL HUKUK OLARAK BIR HAK VE OZGURLUK IHLALIDIR. Hem bu vahim katliamin ne oldugu, nedeni nasili failleri v.s. adina, hem de yasagin nedeni, nasili v.s. adina hem de yasagin kaynagi iktidarin neden nasil v.s. bu yasagi koydugu ve acikladigi v.s. adina sorgulamak, irdelemek, arastirmak, v.s. temelli bilgilenmek ve bilgilendirmek ve de her turlu beyin jimnastigi yapmak, dusunce uretmek v.s. hem bir hak ve ozgurluktur; hem de her bir bireyin insanlik gorevidir. Hem kendi adina, hem toplumu adina, hem dunya adina, hem de bilimsellik bilissellik ve bilgisellik adina. Aslinda bu son paragraf her turlu ideolojik inancsal ve izmsel bilginin her turlu verilen etik degerin, verinin ve tabunun ve de her turlu toplumun sosyal yonlendirimi ve yaptirimi adina sosyo-psikolojisinin algilanma ve sorunlarinin ortaya konmasi adina UCUNCU BAKIS ACISININ AKTIFLIGI OLARAK UYGULANMALI VE BILGI, DUSUNCE OLARAK PAYLASILMALIDIR.
-
İnönü'de biber gazı skandalı Beşiktaş - G.Birliği maçı öncesi polis ile siyah-beyazlı taraftarlar karşı karşıya geldi. Beşiktaş'ın 66 yıldır yürürlükte olan İnönü Stadyumu'na veda edeceği G.Birliği maçı öncesi İnönü'de tansiyon yüksekti.Stat içindeki çevik kuvvet yetkilileri kapalı tribündeki taraftarları sakinleştirmek isterken biber gazı kullanınca bu gerilim daha da arttı. Beşiktaş'ta takım otobüsünü bekleyen taraftarlar yolu boşaltmayınca Kazan adlı mekanın önünde büyük bir arbede yaşandı. Çok sayıda taraftar biber gazından etkilendi.Polisin bu müdahalesinden sonra Beşiktaş adeta cehennem yerine döndü. HAVAYA ATEŞ AÇILDI Meydana gelen yunus polisleri havaya ateş açarak grubu dağıtmaya çalıştı. Bunun üzerine taraftarlar polisin üzerine şişe atmaya başladı. Bir süre sonra olay yerine çevik kuvvet polisleri gelerek biber gazıyla müdahale etti. Taraftar polise ellerindeki şişeleri atarak karşılık verdi. Gaz bombasından etkilenen taraftarlar camiye sığındı. "Carsi, AKP' ye katsi" iste iki takim ve taraftarinin gordugu muamele farki. RTE dememis miydi "Neden 1 Mayis'i Taksim'de kutlamakta israr ediyorlar, yoksa AKP'ye karsi mi kutlayacaklar?" evet aynen oyle. AKP'ye karsi kutlamaya biber gazi devlet/polis teroru, AKP'ye yandas kutlamaya polis ve devlet yardimi. Bir devletin, parti devleti oldugunu bundan daha acik ve net acikliyacak baska bir cumle var mi?
-
- 3
-
-
Sosyallesme nedir?, Sosyallesme, bulundugun ortam, zaman, cografya da; hic bir ayrim gozetmeden baskalariyla birlikte yasam ve iliski surmektir. Yani, beyaz/Zenci ile, irkciligi asarak; zengin/fakir ile ekonomiyi asarak, iyi/kotu ile ahlak degerlerini asarak, birarada yasamasi. Ulkemizdeki en buyuk sorun, belki onceden tarihi bir mirasolarak aldigimiz fakat bilinc ve farkindaliga varamadigimiz bu sosyallesmenin, yok olusu. Peki bu sosyallesmeyi, yok eden nedir?, elbetteki emperyalist zihniyetin, metafizik ve etik ideolojik inancsal dogru farklarini birbirinden ayiran, birbiri ile savastiran mikro ayrimciligidir. Bir de herhangi bir ideolojik inancsal dogrunun, kendisini guc iktidar ve otorite temelinde tek ve hakim ust dogru olarak ve de diger dogrulara yasak baski uygulayarak topluma zorla dayatmasidir. Neden bir Turk, Kurd ile; bir musluman, bir hristiyan ile, bir dinli, dinsiz ile, bir Alevi bir sunni ile, bir ermeni bir Turk ile v.s. sosyallesemez, iste bu yuzden. Okullarda, cocuklara bakiniz; buyuklerden cok daha rahat sosyallesirler, neden; cunku henuz beyinlerinde o ayrimci ideolojik inancsal dogrular yer etmemistir. Sosyallesme, toplumun her turlu farkinin ayni cografya, ortam ve zamanda birarada yasayabilmesidir. Iste bugun emperyalist zihniyetin, tek amaci bu birlikteligi ayrimci dusmanliga ve savasa donusturmektir. Ne ile bunu yapar, her turlu ideolojik inancsal dogru ayristirmasiyla. Maalesef, bu ayristirmaya anttiemperyalist savaslar da dahildir. Cunku ortada bir ayrisma, bir savas varsa; sosyallesme yoktur. Zaten sosyalizmi, bilhassa etimolojik ve linquistik olarak incelerseniz, sosyallesme olarak ortaya ciktigini algilarsiniz. Bugun ulkemizin en buyuk sorunu, SOSYALLESEMEMEKTIR. Bunun cok iyi algilanmasi, bilince cikmasi ve farkina varilmasi; ancak emperyalist zihniyete bir darbe olur, aksi her turlu ayrimcilik, anti emperyalist de olsa; emperyalist zihniyetin bir tezahurudur. Aslinda, Fransa ihtilali ile baslayan sehirlesme, yurtseverlik ve ulusalcilik; sosyallesme olmadan mumkun olabilirmiydi? Hani derler ya "bes parmagin, besi bir degil" iyi guzel de, el nasil oluyor? Demekki, elin varligi bu atasozune ters dusuyor, ya da "tabiki bir degil; onemli olan bir olmayanlarin bir birlik altinda birlesebilmesi" dusuncesi aciklama olur. Ozaman bugun ulkemizin en buyuk sorununun basinda, ister devrimci, ister ilerici, ister ulusalci, ister Turk, ister Kurd, ister dinli/dinsiz, farkli dine veyaayni dindeki farkli mezhebe mensup ol, olmasi gereken sosyallesebilmek. Ogrencisi, iscisi, memuru ve toplumun her farkli kesimi ve farkli halki biribiri ile sosyal dayanismayi saglayamiyorsa, gerisi bostur. Cunku, sosyallesme; emperyalist zihniyetin " ayir, bol yonet" siarina tek karsi koyabilecek bilinc ve farkindaliktir. Bugun AKP de, CHP de MHP de ulkenin toplumunu ve farkli kesim ve halklarini sosyallestirmekten cok uzaktir. Hepsi, bir yandas ayrimci politika gutmektedir. RTE ogrencilerin karsisina, yandaslari surmeyi onerirken, MHP bozkurtlarini surmeyi onermektedir. Toplumun her turlu kutuplasmasi ve mikro ayrimciligi, zaten emperyalist zihniyetin tam da istedigi ortamdir. Herkes soyle bir yasam ve iliskilerini gozden gecirsin, kim kimlerle sosyallesemiyorsa, oturup sorgulasin ve herkes kendinden kaynaklanan nedeni bulup ortaya cikarsin ve onun sosyallesmesini onleyen bu engelini kendi ideolojik inancsal dogrularini sorgulayarak asmaya calissin. Bunu basaramayanlar, neden ne olursa olsun bilmeli ki; emperyalist zihniyetten kurtulamamistir. Tabi, zihniyeti anti emperyalist olarak algilayabilir ve bu sosyallesememeye bunu bir bahane olarak sunabilir. Bugun ulkeyi kurtaracak olan, su anki toprak butunlugu, TC vatandasligi altinda her turlu farkin birbiri ile sosyallesebilmesidir. Aslinda, bu Anadolu toplumunun ve farkli halklarinin tarihi mirasidir. Yeterki bu hatirlansin ve bilincaltindan, bilince ciksin. Zaten ulkemizdeki, cesitli eylemlere bakildiginda, toplum ve cesitli kesimleri, ortaya koyduklari eylem ile, kendilerinin toplum olarak; kendine ilerici, devrimci v.s. diyen aydinlardan cok daha onde olduklari gorulur. Zaten kendine aydin diyenler, halkin bu tarihi mirasini gorebilse, kendi icinde bulunduklari ideolojik inancsal dogrularinin cikarci ve ayrimci cikmazinin farkina varacaklardir. Iste o zaman, verdiklerini zannettikleri anti emperyalist savasimin, aslinda emperyalist zihniyet oldugunun farkina varacaklardir. Varmazlarsa, zaten toplum ve farkli haklari, tarihi miraslari ile bunu onlara hatirlatir.
-
- 8
-
-
Insanoglunun toplumsal olarak farkli sosyo-etik temelde bir arada yasayamamasinin sorunu, ilkel ve tekel toplumlardan kalma, sosyo-politik iktidar guc ve otoritenin kendi ideolojik inancsal dogrusunu tek dogru niteligi olarak ve toplumu nicelik olarak algilayarak, farkli sosyo-etik topluma zorla baski ile dayattigi ILKELLIK VE TEKELLIK sorunudur. Burada toplumu farkli sosyo-etik farklar ile bir arada yasatabilecek olan bu ilkellik ve tekellik baski ve zorlamasina karsi olan ve toplumun COKELLILIGINI tekellilikten ve CESITLILIGINI ilkelliginden kurtaracak olan yapi, yani sosyal devlet yapi ve isleyisidir. Bir yerde sosyo-psikolojik toplum yapi ve isleyisinin ve sorunun temeli iste bu sosyo-etik farki sadece iktidar guc ve otoritenin ilkel ve tek el dogrusuna zorlamasi, baskisi sonucudur. Dunyanin hic bir yerinde hic bir cografya da hic bir toplum tek ve ilk sosyo-etikten olusmaz ve buna iktidar guc ve otorite ile bunu yapan ideolojik inancsal dogru temelinde ve de sirf sosyo-politik toplumun bir kismini iceren parcasal bir baski zorlama ile toplumun butunune hitap edemez. Iste gunumuzun cagdasliginda, hic bir toplum; ilk ve tek el iktidarlarin guc ve otorite baski ve zorlamasi ile, onun sosyal dogrularina kabul ettirilemez. Burada devlet ile hukumet yani iktidar ile guc/otoriteyi elinde bulunduran kurumlarin farklilasmasi ve guc ve otorite sahibi devletin, iktidarin tek el ve ilk el ideolojik inancsal dogrularinatum toplumu zorlamasini ve baskisini onlemesi ve de toplum bunyesindeki her bir sosyo-etik farki korumasi/kollamasi gerekir. Yani sosyal devlet, herhangibir ilk ve tekele bagli olmayan ve toplumunun her turlu sosyo-etik farkini kucaklayabilen ve hukuku ile hak ve ozgurluk temelinde de koruyabilen bir yapi ve isleyistir. Eger iktidarin niteliginin toplumun uzerindeki tek el ve ilk el baski ve zorlamasi guc ve otorite olarak saglanirsa, bu toplumun sosyo-psikolojik sorunu ve bozulmasi anlamina gelir. Yani toplum tekduze bir dogruya baski ile zorlanmakta ve bu temelde nicelik olarak tekduze nitelige razi edilmeye calisilmaktadir. Iste bu zihniyet ve uygulama, hem ilkel ve ilk el yani ilk insanlardan bu yana gelen baski sistem ve duzeni hem de iktidar olma adina tek el ve tekel olma mucadelesidir. Buradaki nitelik sadece ilkellikte ve tek eller arasi mucadeledir. Toplumun farkli sosyal iliskileri ise nitelik olarak degil; toplumsal bir nicelik sayi cogunluk v.s. olarak algilanmaktadir. Yani ilkel olarak tek eller olacak ve toplum o tek ellerden birini tekel olarak kendisini yonlendirsin yonetsin v.s. olarak sececek. Yani sayi niceligi kendine tekel niteligi sececek. Iste bu zihniyet dogal ve fenomenal zihniyetin kendi ilkel dogrusunu topluma tek el olarak dayatma ve baski kurma zihniyetidir. O yuzden de sayi ve nicelik olarak degerlendirdigi toplumunu kendi tek el dogrusunu secmeye mahkum eder. Iste gorundugu gibi ilk el ve tek el niteligini topluma iktidar olarak guc ve otorite ile dayatmak ilkelliktir. Cunku toplum ne tek ne de ilk sosyo-etik olarak bir butun degildir. Toplum farkli sosyo etik ellerin varligidir ve hic bir ilk ve tek el; toplumu tekel olmaya zorlayamaz. Iste bu ilkellik taa ilk insandan beri suregelmekte ve tek nedeni niteligin sadece ilk elde olduguna ve tekel olarak hakimiyetine inanilmaktadir. Bu inanc oyle gucludur ki, tum izmlerin de sorgulanmaz imanidir. Toplumdasosyo-psikolojik bozulumu ve sorunu yaratan da budur. Nitelik sadece iktidar icin yola cikan ve guc ve otorite destekli tekelde degildir, guc ve otoritesi ile yonetmek istedigi ve ncelik olarak algiladigi tum toplumda insanoglundadir bu nitelik. Kimse kendi niteligini basskasi uzerinde baski ve zorlama olarak ta kullanamaz bu hak ve ozgurluk ihlalidir. Her bir nitelik nicelik olarak ayni toplumda birbirini taniyarak ve farklarinin birliginde ve beraberliginde yasayabilmeli toplum ilkel olarak tek el iktidarina mahkum edilmemelidir. Cunku ne bir ilk ne de bir tek dogru yoktur. Ne bir ilk ne de bir tek ideoloji inanc herkesin ideolojisi inanci degildir. ne bir ilk ne de bir tek etik deger, veri ve tabu (milli, dini, toresel, ahlaki, geleneksel v.s.) tum topluma tek degerin ustunlugu ve mutlak/kesin/sorgulanmaz v.s. hakimiyeti v.s. olarak sunulamaz ve secmeye zorlanamaz. Bu tekellik, gunumuz cagdasliginda ilkelliktir.
-
- 1
-
-
Bir bebek, dogumdan olumune kadar; kendisine verilen degerlerle; buyur, yasar ve iliski kurar. Bebek, yasi ilerledikce; ya bu verilen degerleri sahiplenir ; ya da verilen degerlere karsi cikar. Bu mucadele, bebegin kisiligini olusturur. Bu surec, dogal gelisen bir surectir. Bu, surecte; dogan bebegin, bir rolu yoktur. Devrimci surec ise iki asamalidir. Bunun birinci asamasi; dogan bebegin yasam ve iliskilerinde, birey olmaya yonelmesi asamasidir. Bu asama; dogan bebegin, dogumundan itibaren, kendisine verilen degerlere, sahip olmak-savunmak- veya karsi cikmak yerine; bu verilen degerleri, kendi oz iradesiyle nedenleyip-sorguluyarak; ya kendi oz degerleri yapip, savunacak, ya bu degerleri "degersiz" bulup; karsi cikacak YA DA BU DEGERLERDEN KENDINI ARINDIRACAKTIR-YANI, IHTIYAC DUYMAYACAK. Iste, yasaminin herhangibir doneminde, kisinin, bu kendi oz degerlerini kendi ile mucadele ederek kendi iradesiyle olusturma dusunce ve davranisinin baslamasi; devrimci surecin ilk asamasidir. Turkiye toplumu, icin gecerli ve gerekli olan bu surec., hem her kisinin, hem toplumun, hem ulkenin butunlugu ve birligi icin; hemde hak ve ozgurluklerin, hukuk temelinde saglanmasini saglayacak; bir sosyal duzen icin, sarttir. Cunku, bireyi olmayan ve bireyi yetismeyen toplum, hic bir temelde; saglikli bir yasam suremez ve de sosyal guvenceye sahip olamaz. Bu, devrimin ikinci asamasi ise; birinci asamanin tamamlanmasi, yani dogumdan beri verilen degerlerden; arinilmasinin; soyutlanilmasinin bilincinin ve becerisinin basarilmasiyla baslar. Cunku, artik birey; bireysel bilinc olarak; dogumdan beri kendisine verilen degerlerin ozunun; bencil, cikarci ve ayrimci temele dayandiginin farkina varmistir. Bundan, sonrasi; artik; bireyin, bireysel temeldeki tamamen kendi degerlerinden olusan yasami ve iliski duzeyidir. Iste, bu devreden sonra birey;-yasi kac olursa olsun ve nerede yasiyor olursa olsun-bireysel olarak;kendisini, yasam ve iliski temelinde, hem, evren ile-ufkun en genis anlamiyla- hem de,insanla-cinsinin bolunmez butunlugu anlaminda- evrensel, saygi ve ozgurluk ve insansal hak ve vicdan temelinde; olunceye kadar, egitmeli, yetistirmeli gelistirmeli, ilerletmelidir. Bunun, icinde; kendi ile olan mucadelesini bir an birakmamasi gerekir. Iste, dogan bir bebegin; kendi yasam ve iliskisi icin; kendisine, kendisinin verdigi degerlerle, kendini birey yapma ve bireysel temelde; dusunce ve davranisinda; evrensel ve insansal yasam ve iliski icin; kendi oz iradesiyle, kendi ile mucadele etmeye, BIREYIN BIREYSEL DEVRIMI DENIR. Birey olmak ne demektir? Bir kisinin, dogumdan itibaren kendisine verilen degerlerle; baskalari tarafindan olusturulmus, kisilik yapi ve karakterini; kendi oz iradesi ve kendi bilinciyle, verilen degerleri; nedenleyip-sorgulayarak, kendi istemi ve bilinci temelinde; kendine mal eden ve savunu-itiraz mekanizmasini, kendi oz iradesi ve kendi olusturdugu dusunce ve davranisla yansitan, kisi; birey olma bilincini almis kisidir. Bireysel hak ve ozgurlukler ne demektir? Bir, birey; bireysel yasam ve iliskilerinde; kendine ait dusunce ve davranisi, hic bir baski altinda kalmadan; ortaya koyabilmesi; bireyin, insanoglunun en kucuk uyesi olma vasfiyla bir hakkidir. Bu, hakkini birey kullanirken, kendisi; insanoglunun bir parcasi oldugunun bilincinde olmali ve bu hakkini, baska bir kisinin hakkina tecavuz gosterecek bir duzeyde kullanmamalidir. Bireyin, ozgurlugu; baska bir kisinin hakkina mudahele etmeme ile sinirlidir. Bireylerin, bir arada toplumsal yasam ve iliskisi. Bireyler, bireysel olarak; kendileri gibi birey olanlarin bireyselligiyle; bir toplum icinde beraber yasarlar. Buradaki; en onemli konu; hicbir bireyin; ne kendi hakkina baskasinin mudahele etmesine izin vermesi; ne de, baska bir bireyin ozgurlugune mudahele etmesidir. Bireyler, bu tur bir yasam ve iliskiyi bereber surdurebilmeleri icin; herseyden once yasam ve ilski olarak, herbir bireyin, insanoglunun bir parcasi temelinde yasam ve iliski surmeleri gerektiginin bilincine sahip olmalidir. Her birey; kendi bireysel dusunce ve davranisindaki farkliligi; ne baska bir bireye empoze etmeli, ne de baska bir bireyin dusunce ve davranisini karsisina almalidir. Bireyler, bir arada ancak; antiayrimcilik temelinde yasarlar. Cunku, hic bir birey dusunce ve davranis olarak; biribirinin aynisi olmak zorunda degildir. Bireylerin, birbirinden farkli dusunceleri; insanoglunun bir zenginligidir. Insanoglunun yasam ve iliskileri genel olsa bile; bireyin ki ozeldir. BIREY OLMAK DEMEK, OZEL OLMAK DEMEKTIR. Bu, temeldeki;ozellik zenginliginin; insanoglunun genelindeki yasam ve iliskisi de, ancak; saygi ve vicdan temelinde olur. Gunumuz dunyasinda; dusunce ve davranista; insan olma ve insanlik sunma yeteri kadar bilince tasinmadigindan; bu tip bir antiayrimciligin korunmasi ve kollanmasi; ancak hukuk ve sivil kuruluslarin; bireysel hak ve ozgurluklerini, birey adina koruyacak bir yapilanmasiyla olur. Tabi ki; bireyler, bireysel olarak; insan olma ve insanlik sunma bilincine evrensel antiayrimcilik temelinde ulastiklari zaman ve kendi aralarinda; bireysel hak ve ozgurlukleri koruyup kollayabilecek yasam ve iliskiye ulastiklari zaman; hukuksal bir yapilanmaya ihtiyac duymuyacaklardir. Cunku, bu koruma ve kollama; otomatikman bireye, bireysel temelde; bir yukumluluk bilinci verecektir. Buradaki, yukumluluk de; bireyin yuklendigi; bireysel-evrensel-insansal yukumluluktur. Buradaki tek yapilanma; bireysel yasam ve iliskiyi antiayrimci temelde ve bireyler eliyle saglayan evrensel-insansal yasam ve iliskinin, beraberlik, butunluk ve birlik temelindeki yapilanmasidir. Bu yapilanmada; hic bir sekilde ayrimciliga, bencillige, cikara ve erksel dusunce ve davranisa yer yoktur. Zaten, bu duzeye gelmis birey bilincinde; bu tip dusunce ve davranisa da ihtiyac yoktur. Bireyin, dusunce ve davranis siniri; insansal ve evrenseldir. Bu, da zaten her bireyin; dusunce ve davranis kokeni olmalidir. Buradaki sinir da; ne bir insanustuluk, ne de bir evrenustuluk veya doga ustuluk, dunyaotelik aramaya ihtiyac kalmayacaktir. Cunku, bir bireyin; insan ozunden geldigi yaraticilik ve hayalgucu yetisi; ona, baska bir kaynak aratmaz. Butun yapilmasi gereken; kendi turu temelinde, sorunsuz yasami ve iliskisini; kendi disina da; insansal saygi ve vicdan temelinde tasimasi; kendini yasatan, dogayi, dunyayi ve evreni; cok iyi nedenleyip-sorgulayip, uzerinde yasam suren herturlu farkli varliklarla birlikte paylasmasidir. Kendini, yasatan bu kendi disindaki varliga, gosterecegi saygi ve vicdan; o varligin yasamini surdurmesinin kendi yasamini surdurmesiyle paralel oldugunun bilinci demektir. Kendini, yasatani-dogayi, dunyayi, evreni-; yasatmali ve onu korumali ve kollamalidir. Kendi ne kadar gelisirse, yasamini surdurdugu ortam da o kadar gelisir. Bir, birey; ne kendi turunden-parca olarak- ne de kendi disindaki turler toplumundan-butun olarak-ayri ele alinamaz. Onemli olan, bu ayrilmayan farklarin ahengini ve uyumunu saglamak ve surdurmektir. Bireysellestirilmek ve bireysellesmek farki Eger, duzen; bir kisiye ayrimci politika uyguluyor ve onu toplumdan kopariyorsa, bu bireysellestirmedir. Soros ideolojisinin, mikro ayrimcilik temelli calismasinin; temelini, bireysellestirme almaktadir. Daha sonra, bireysellestirme temelli bir ayrimcilik politikasi hem dini hem de milli-kokensel temelde yurutulmektedir. Eger, bir kisi; kendi kendini, kendi oz iradesiyle, birey yapamiyorsa; ve disaridan verilen bilgilerle bireysellestiriliyorsa; bu cok tehlikelidir. Cunku, kendi bilinciyle, bireylesmeyen kisi; ancak; bireyci "kandirilma veya satin alinma ile" bireysellestirilebilir. Tehlikelidir, cunku; onu bireysellestirenler; ona bir otoriter yetki ve guc vaadedebilirler, ya da kisi; bu yetkiyi kendisinde gorebilir. Bu, tip bir yetki de; kisinin cevrasinde, bir baski olusturur. Temeli de; korku felsefesine dayanir. Bireysellestirilen kisiler, eger bir orgut tarafindan bireysellesmisse; bu da, yeni bir suru psikolojisinin temelidir. Bireysellesen kisinin en buyuk korkusu "desteksizlik ve yalnizliktir" Oyuzden, bu duruma gelmis kisilerin; cikarci orgutlerin "eline duserek" onlarin "bir kullanim araci" haline gelmesi ve onlara hizmet etmesi dogaldir. Dolayisiyle, bu tip bir planli "suruden ayiris" onu, baska bir "suru" ye yoneltmek demektir. Iste, Turkiye'deki; F. Gulen orgutlenmesi buna en guzel ornektir. Once, "basi bos birakip", sonra, o "basi bos" kalanlari, baska bir "suru catisi" altinda toplamak.
-
- 14
-
-
Atatürk Kürt meselesini nasıl halledecekti? Bugün Türk kimliğinin yerine etnik ve dinsel kimlikleri ikame etmeye çalışan “özgürlükçü” anlayışa karşın, Cumhuriyet idaresi kapsamlı bir uluslaşma projesini hayata geçirmiştir. Kürt isyanlarının bastırılması, İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun Kanunu gibi etkili önlemlerin dışında Atatürk döneminde ciddi bir Türkleştirme planı da hayata geçirilmiş ve titizlikle uygulanmıştır. Bu uygulamaların en önemlilerinden biri Ağrı İsyanı’ndan hemen sonra gündeme gelen ve 1932 yılında kanun teklifi haline getirilerek 1934’te yasalaştırılan İskan Kanunu’dur. İskan Kanunu’nun amacı Türkiye’deki Türk nüfusunu arttıracak bir nüfus siyaseti ortaya koymaktır. Cumhuriyet’e Osmanlı’dan miras kalan kozmopolit yapıya karşın Cumhuriyet idaresi tek bir ulusal kimlik inşa etmek istemektedir ve bunun önde gelen koşulu da Türkçe konuşan insan sayısının artırılması ve Türk kimliğinin ülke sathında güçlendirilmesidir. O nedenle bugün karşımıza çıkarılan alt-üst kimlik tartışmaları, mozaik toplum teorileri, kültürel özerklik önerilerinin yerine Atatürk, cumhuriyeti, tek dilli ve tek kimlikli bir ulus inşa etme projesini ortaya koymaktadır. İskan Kanunu ile birlikte Doğudan Batıya yapılan nakillerle Kürtçü feodal yapının dağıtılması ve farklı kavimlerin yerine tek bir Türk kimliği oluşturmak hedeflenmiştir. Yine yurtdışından getirilen muhacirlerin bu bölgelere yerleştirilmesi de yine İskan Kanunu’nun Türk kimliğini tesis etme anlayışının bir devamıdır. Türk kimliğinin güçlendirilmesi ve Türk uluslaşmasının başarıyla tamamlanması için Türk dili ve kültürünün yurt çapında etkin kılınması gerekmektedir. Bunun için de Atatürk’e maledilmeye çalışılan “Türk–Kürt kardeşliği” ya da “Kürtlere özerklik” uydurmalarını yalanlarcasına İskan Kanunu’nda tek bir Türk kimliği yaratma amaçlı şu sözlere yer verilmiştir: “Atatürk ve Kürtler” kitabında yer alan Kürtçülükle mücadele için çıkartılan kanunlar, gerekçeleri ve kanun maddeleri bu Türkleştirme politikasının hedef ve yöntemlerini de okuyucuya sunmaktadır. İskan Kanunu’ndan sonra yürürlüğe giren Soyadı Kanunu da bu Türk uluslaşmasının yurt çapında etkinleştirilmesi uygulamasının devamı olarak kabul edilmelidir. Türkçe soyadlarına kavuşan vatandaşlar geçmişin ilkel ve çağdışı kavimsel aidiyetlerinin yerine çağdaş Türk kimliğini resmen kabul etmiş olmaktadırlar. Devletin Kürtçülükle mücadele programı bununla da sınırlı kalmamıştır. İskan Kanunu uyarınca bir yandan geri aşiret yapısının dağıtılarak Kürtlerin Türk bölgeler içine dağıtılarak Türk kültürü içinde eritilmesi sağlanmış diğer taraftan da muhacirlerin Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlere nakledilmesi ile buralarda Türk kültürünün güçlendirilmesi amaçlanmıştır. İskan Kanunu’nun uygulanma aşamasında Türkiye üç ana mıntıkaya ayrılmıştır. Birinci mıntıka “Türk kültürlü nüfusun tekasüfü istenen yerler”, ikinci mıntıka “Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler”, üçüncü mıntıka ise “Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik, inzibat sebepleriyle boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yerlerdir.” Bu üç mıntıkalı yapı Türkleştirme programının temel uygulama alanı olacaktır. Ancak bu Türk kültür ve nüfus politikasının oturtulması da ciddi bir denetime tabi tutulmuştur. Bu nedenle İskan Kanunu’nda batıya göç ettirilen Kürt nüfusun Türk nüfusla kaynaşmak yerine kendi feodal yapısını şehirlerde yeniden inşa etmesine engel olmak için Kürtlerin iskan bölgelerinde ayrı mahalle kurmaları yasaklanmıştır. Bugün Kürtçe eğitim ve öğretime izin verilerek ya da Kürtlerin kültürel haklarının tanınması yoluyla ayrılıkçılığın zayıflayacağını iddia edenlere karşın Cumhuriyet yönetimi tam tersi bir tavır takınmış ve Kürtçülükle mücadelede en sert tedbirlere başvurmaktan çekinmemiştir. 1928 yılında Atatürk’ün emriyle başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası ile Türk kültürünün ve dilinin tüm vatandaşlara benimsetilmesi kararlaştırılmış, daha da ileri gidilerek 1925 tarihli Başbakanlık kararnamesine dayanılarak devlet dairelerinde, çarşı, pazar ve okullarda Türkçe’den başka dil konuşanların cezalandırılması öngörülmüştür. Yeşiltuna’nın çalışmasının önemli bölümlerinden biri ise yine bu tip uygulamaları öngören ve bizzat Atatürk’ün emriyle hazırlanan Şark Islahat Planı’dır. Atatürk’ün emriyle yayınlanan Şark Islahat Planı yine bu çerçevede Kürtçülük akımının bütün hayat damarlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen ve aynı zamanda da Türklerin Kürtleşmesini engellemek için yürürlüğe konan kapsamlı bir Kürtçülükle mücadele programıdır. Şark Islahat Planı uyarınca isyana katılanların ve yakın akrabalarının batıya nakledilmeleri, sivil ve askeri mahallelerde asker ya da yerli sivil hakimlere yer verilmemesi, tali mahkemelere bile Kürt memur atanmasının yasaklanması, Türkçe dışında dilleri konuşmakta ısrar edenlerin cezalandırılması gibi Kürtçülüğün etkisini güçlendiren her etkene karşı amansız bir savaş açılmıştır. Atatürk’ün Kürt politikasına dönüş Ancak Atatürk’ün ölümüyle başlayan geri dönüş süreciyle birlikte Kürtçülükle mücadele programı terk edilmiştir. Özellikle DP iktidarının işbaşına gelişi ile birlikte Atatürk’ün ortaya koyduğu tüm çözüm mekanizmaları bir bir ortadan kaldırılmıştır. CHP içindeki Kürt ağaların desteğiyle iktidara gelen DP’nin Kürtçülüğe verdiği tavizler Türkiye’yi bugün yeniden bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya getiren sürecin önünü açmıştır. DP iktidarının Kürtçülüğe prim veren uygulamalarının başında, Atatürk’ün kurduğu Umum Müfettişlik kurumunun kaldırılması gelmiştir. Dönemin DP Diyarbakır Milletvekili olan Mustafa Remzi Bucak Umum Müfettişliklerin kaldırılması için yürütülen mücadelenin baş aktörlerinden birisi olacaktır. Aynı Bucak daha sonra Kürdistan’a özerklik tanınması ve Kürtlerle bir federasyon kurulması için de İsmet İnönü’ye başvuran isim olacaktır. Atatürk’ün doğudaki Kürt feodalitesini dağıtmak için uygulamaya koymak istediği toprak reformu ise sağcı iktidarların işbaşına gelmeye başladığı çok partili dönemden itibaren tümüyle unutturulmuştur. Milli Mücadele’nin ilk yıllarından itibaren Meclis’te Atatürk’ün Kürt bölücülüğüyle mücadele programına her fırsatta karşı çıkan liberal, Şeriatçı ve Kürtçü çevreler bugün de aynı şekilde Kürt ayrılıkçılığını kışkırtmaya devam etmektedirler. İsmet İnönü’nün 1925 yılında sarf ettiği şu sözler : “Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe karşı her türlü anasırı kesip atacağız.” ve 1960 askeri ihtilalinin ne oldugu da boylece daha iyi algilanir.
-
Ataturk'un "turkluk" vurgusu ilk defa; "genclige hitabesi" dir- 27 Ekim 1927 Daha sonrada 29 Ekim 1933 konusmasi "ne mutlu turkum diyene" ile son bulmustur. Onuncu yil soylevi, "Turk ulusu" diye baslar. Ucuncu paragrafta " bu asnda buyuk turk ulusunun bir bireyi olarak...." diye devam eder. Yine ayni konusmada "ben turk ulusunun bir bireyiyim." der. "Turk ordusu" tamlamasini da yine ayni konusmada kullanir. Atatürk’ün Medeni Bilgiler kitabına koydurduğu şu sözler Atatürk’ün Kürt meselesine bakışını oldukça net biçimde ortaya koyar: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış mevsimler birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl edememiştir.” Yine 1924 Anayasası Encümeni tarafından ortaya konulan şu sözler de Cumhuriyet idaresinin “Kürt sorunu” dayatmalarını reddeden anlayışının en iyi örneğidir: “Devlet Türk’ten başka millet tanımaz Devlet dahilinde hukuku müsaviyeyi haiz başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan, bunların ırki ayrılıklarını ayrı birer milliyet olarak tanımak caiz değildir.” Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğe karşı tavizsiz tavrını gösteren dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkarılmasına sert tepki gösteren ve “Hükümetin gayrikanuni tevkif hakkı yoktur” diyen Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey’e şu yanıtı verir: “Efendiler, hükümet hapsetmiyor ve hükmetmiyor, mücrime mahkemenin kapısını gösteriyor, en medeni, en mütemeddin memleketlerde dahi bundan başka ne yapılabilir efendiler? Koca bir vatanın şark kısmı baştan başa irtica ateşi içinde yanaken Feridun Fikri Bey’e soruyorum. Asilerin karşısına anarşizmin hürriyetiyle mi çıkacağız ve böyle çıkmağa hakkımız var mıdır?” Bugün de özgürlük ve insan hakları propagandasıyla bölücülükle mücadeleyi engellemeye çalışan anlayışa o dönemde verilen yanıt budur. Ancak bu yanıt sözden ibaret de kalmayacaktır. Tartışmaların bu şekilde sürüp gitmesi üzerine Mustafa Kemal 2 Mart günü kürsüye çıkar ve Fethi Bey kabinesi yerine İsmet Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kurulduğunu şu sözlerle ilan eder: “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır!” Bu sözlerle birlikte Mustafa Kemal’in Meclis içindeki Şeriatçı ve Kürtçü unsurlarla mücadelesi iyice hızlanacaktır. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu ile birlikte İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu ve faaliyetleri hız kazanır. Yargılamaların ardından Şeyh Sait’in de aralarında bulunduğu 48 kişi için idam cezası verilir ve Şeyh Sait ve adamları idam edilir. Takrir-i Sükun Yasası oldukça kapsamlı bir mücadele programıdır. Kürtçülük ve Şeriatçılıkla mücadelenin en önemli maddelerinden birisi bu iki hareketin propaganda kanallarının kesilmesidir. Bu suretle yurtdışında yayınlanan ve Türkiye’ye sokulan Kürtçü propaganda kitapları yasaklanır. Kürtçüleri destekleyen ve Cumhuriyet idaresinin politikalarına karşı halkı kışkırtan basın-yayın organları kapatılır. Mustafa Kemal, Şeyh Sait İsyanı’nın ardından yeni isyanların geleceğini ve Kürtçülüğün daha da güçleneceğini görmektedir. Çünkü Meclis içinde temsil edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensubu pek çok milletvekili açıkça Kürtçü tezleri dillendirmekte ve halkı Cumhuriyet rejimine karşı kışkırtmaktadırlar. Bu nedenle önce Şark İstiklal Mahkemesi görev bölgesi içindeki Terakkiperver Fırka şubelerini kapatır. Daha sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla Terakkiperver Fırka tamamen kapatılarak Kürt ayaklanmalarına önayak olan siyasi mekanizma tümüyle devre dışı bırakılır. Atatürk Kürtçülükle mücadele ederken öncelikle onun basın ve siyaset içindeki kollarını ortadan kaldırmıştır. Ardından da kapsamlı bir askeri saldırı ile tüm Kürt isyanlarını en sert biçimde bastırmıştır. Ve bu nedenle başarı kaçınılmaz olarak ardından gelmiştir. Devlet otoritesinin sağlanması: Umum Müfettişlikler Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesini çözmek yönünde attığı önemli bir adım da Umum Müfettişlik uygulamasıdır. İstiklal Mahkemeleri’nin çalışma süresinin dolmasının ardından bu kez mevcut idari tedbirlerin devam ettirilmesi ve Kürtçülükle mücadelenin aynı hızla devam ettirilebilmesi için 25 Haziran 1927’de Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun kabul edilir. Bu kanun Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğün siyasal ve toplumsal ayaklarını tümüyle kırmak ve yıllardır devlet otoritesinin tesis edilemediği yerlerde bozulan otoriteyi tekrar oluşturmak için bölgenin tüm idari işlerinden sorumlu bir genel vali ataması şeklinde ortaya çıkmıştır. Umum Müfettişler Atatürk’ün en yakın ve güvendiği çalışma arkadaşları içinden seçilmişler ve uzun yılar Atatürk’le birlikte mücadele eden isimlerdir. Umum Müfettişlik uygulamasının zamanı ve kapsadığı bölgeler de ayrıca incelenmelidir. Şeyh Sait İsyanı’ndan hemen sonra Diyarbakır, Urfa, Batman, Mardin, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Bitlis, Muş illerini kapsayan Birinci Umum Müfettişlik, Ağrı İsyanı’ndan sonra Erzurum, Ağrı, Iğdır, Kars, Ardahan, Rize, Trabzon, Bayburt, Gümüşhane ilerini kapsayan Üçüncü Umum Müfettişlik, Dersim İsyanı döneminde ise Erzincan, Tunceli, Elazığ ve Bingöl illerini kapsayan Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur. Yeşiltuna’nın kitabında Kürtçülüğü toplumsal yapıdan kazımak için özel bir kurum olarak oluşturulan Umum Müfettişliklerin kuruluş ve çalışma ilkeleri bütün ayrıntılarıyla veriliyor ve günümüz açısından Kürtçülükle mücadelenin yasal ve idari boyutlarının nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir örnek oluşturuyor. Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını ortaya koyan bu Umum Müfettişlik uygulaması da yine Meclis içindeki Kürtçü muhalefetin tepkisini çekmiştir. Burada da Kürtçü muhalefetin temel propagandası hukuk, adalet, özgürlük gibi bugün de sıklıkla duyduğumuz kavramlardır. Ancak Atatürk, Kürt bölücülüğünün bu kavramların arkasına sığınarak ülkeyi sürüklediği tablo karşısında kararlılığını bozmamış ve muhalefetin tüm karşı çıkışlarına rağmen tıpkı Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkartılması ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması sırasında olduğu gibi Umum Müfettişliklerin kurulmasında da tüm ağırlığıyla meselenin üzerine gitmiştir. Dördüncü Umum Müfettişi ve Koçgiri İsyanı’nı bastıran Nurettin Paşa’nın oğlu olan Abdullah Alpdoğan Paşa’nın 7-22 Aralık 1936 tarihinde toplanan Umum Müfettişler toplantısına sunduğu rapordaki şu sözler Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını özetler niteliktedir: “...Türkçe bilmeyen çocuklara bu mekteplerde Türkçe öğretiliyor. Türk duygusu aşılanıyor. Tunceli içerisinde dilini unutmuş Türk soyundan insanların kasaba ve nahiyelerle civarına iskanları düşünülüyor. ... Toplu bir Türk camiası hususa getirecek bu hususta hazırlıklıyız.” Umum Müfettişlikler özellikle Kürt isyanlarının silahla bastırılmasının ardından bölgenin Cumhuriyet idaresine tam anlamıyla bağlanması, buralarda devlet otoritesinin sağlanması ve bölgedeki halkın Cumhuriyet’e yakışan birer yurttaş haline gelebilmeleri için bir dizi sosyal ve kültürel tedbiri de hayata geçirmiştir. Böylelikle Atatürk’ün başlattığı yeni Türk uluslaşmasının Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde etkin kılınması, Kürtlük cereyanının ortadan kaldırılması ve Türkleştirme programının planlı biçimde ilerletilmesi sağlanmıştır.
-
İsmet İnönü`nün 1925`te söylediği "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları Türk yapmaktır" sözüyle tamamen bir cark degistiren; Kurd kavrami ve Ataturk tarafindan degerlendirilisinin belgeleri ile aciklanisi. ataturk'un kurt politikasi iki halkin kardesligine dayanir... belge :1 “iki halki çarpiştiran haindir!” mustafa kemal’in 17 eylül 1919 günü istanbul’daki senato üyesi fuat paşa’ya gönderdiği mektuptan:“...bu başbakan’ın (damat ferit) cinayetlerine ortak olan içişleri ve savaş işleri bakanları da ulusun sesini boğmak yasal bir toplantısını (sivas kongresi) tanımamak kürt’ü türk’ü birbirine düşürerek müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor...” (atatürk’ün özel arşivi’nden seçmeler kültür bakanlığı yayını sayfa: 71) belge:2 “kürt türk kardeşinden ayrilmayacak” mustafa kemal’in 3. ordu müfettişi olarak amasya’dan erzurum’daki kazım karabekir paşa’ya gönderdiği 24 haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi: “1- mr.novil adındaki bir ingiliz yüzbaşısı urfa’dan siverek yoluyla viranşehir’e giderek milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve urfa’ya dönmüş. osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. kürtler türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. ayrıca ingilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir...” (atatürk’ün tamim telgraf ve beyannameleri nimet arsan sayfa: 43) belge:3 “kürtler oyunun farkina vardi” mustafa kemal’in sivas’tan 24 eylül 1919 günü amerika birleşik devletleri inceleme kurulu başkanı general harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan: “imparatorluğu bölmek ve türkler ile kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak ve bağımsız bir kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere kürtler’i kışkırttılar. ileri sürdükleri aaa imparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. her türlü casusluğa başvurdular. noil adında bir ingiliz subayı uzun süre diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. ama bizim kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak o’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular...” (atatürk’ün tamim telgraf ve beyannameleri nimet arsan sayfa: 74-84) belge: 4 “türk kürt çerkes kardeşiz” mustafa kemal’in ankara’dan çerkes ethem’in ağabeyi reşit bey’e gönderdiği 7 ocak 1920 tarihli telgrafından: “konu dışı olarak şunu da belirteyim ki anzavur’un alçaklığı kendisine ve kışkırtıcı olan ingilizler ile ayakçılarına yöneliktir.bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan çerkez kardeşlerimiz hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. asıl bugün düşmanlarla çevrili türk kürt çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi sarsılmaz bir bütün oluşturmaları namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...” (harp tarihi vesikaları dergisi sayı: 34 belge no: 849 ) belge: 5 “kürtler türklerle birleşti” mustafa kemal’in “nutuk” adlı eserinin “samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüş” başlıklı bölümünden: “anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. bütün kararları bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı. ingiliz koruması altında bir bağımsız kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. kürtler türkler ile birleşti...” (nutuk türk dil kurumu ankara 1976 sayfa 15 belge: 6 “kürdistan’i ayaklandiriyorlar!” mustafa kemal’in nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. kolordu komutanı’nın padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden: “...komutanlar mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve kürdistan’ı ayaklandırarak yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar...” (nutuk inkılap yayınevi ankara 1996 sayfa 100 ) belge: 7 “kürdistan’a otonom yönetim!” altında “büyük millet meclisi ve mustafa kemal” imzası bulunan ve el-cezire komutanıtuğgeneral nehat paşa’ya gönderilen masaj: “kişiye özel. el-cezire cephesi komutanı tuğgeneral nihat paşa hazretlerine 1-aşamalı olarak bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. kürtlerle dolu bölgede ise hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız. 2-ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. biz de bu ilaaai benimsiyoruz. kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerinikurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları bmm (büyük millet meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi el-cezire cehpesi komutanlığı’nın görevidir. 3-kürdistan’da kürtler’in fransızlar ve özellikle irak sınırında ingilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir. 4-kürdistan’ın iç politikası el-cezire cephesi komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. cephe komutanlığı bu konuda büyük millet meclisi başkanlığıyla yazışmalar yapar. iller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer cephe komutanlığı’dır. 5-el-cezire cephe komutanlığı yönetim adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe bunun uygulanmasını hükümete önerir. bmm başkanı mustafa kemal.” (tbmm.gizli celse zabıtları türkiye iş bankası kültür yayınları ankara 1985 cilt: 3 sayfa: 550) belge: 8 “kürdistan’da bulunmaktan kivanç duydum!” mustafa kemal’in adana’dan 24 mart 1919 günü kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık istanbul’a savaş işleri bakanlığı’na gönderdiği mektuptan: “arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; benim anafartalar’da kürdistan’da suriye’de başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular haydutların değil osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..” (öyküleriyle atatürk’ün özel mektupları sadi borak çağdaş yayınları istanbul 1980 sayfa: 139) belge: 9 “ayrilikçi kürtler kazanildi!” mustafa kemal’in amasya’dan22 haziran 1919 günü sivas valisi reşit paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı: “devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada ingiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler görüşmeler yoluyla kazanılarak halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (sivas) çağrılmışlardır. bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever sözünü bilir düşünürlere düşen özveri özellikle çok büyüktür..” (tarih vesikaları dergisi ankara 1949 sayı: 15 sayfa: 162) belge: 10 “bağimsiz kürdistan isteyenlerle görüşüldü" mustafa kemal’in 3. ordu müfettişi ünvanıyla istanbul’a başta halide edip adıvar senato başkanı ahmet rıza bey ve eski başbakan ahmet izzet paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan: “...bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur herhalde. anlattığım durum bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. bu çağrı her yere ulaştırılmıştır. devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada ingilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da karşılıklı görüşmelerle bu düşüncenin savunucuları halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..” (milli mücadele sebahattin selek cilt: 1 sayfa: 324) belge: 11 “osmanli ülkesinin parçalari” 11 eylül 1919 günü yayınlanan sivas kongresi bildirgesi’nin 1. maddesi: “1- yüce osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu müslüman olan osmanlı ülkesinin parçaları (ki bu parçalar bir sonraki belgede yani amasya protokolü’nün ilk maddesinde –osmanlı toprağı türkler ve kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur. bu parçalarda yaşayan bütün müslümanlar; birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu etnik ve sosyal haklarıyla bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler...” sivas kongresi vehbi cem aşkın ankara 1963 sayfa: 158 belge: 12 “türk ve kürtlerin oturduklari yerler” amasya protokolü tutanağı’nın 1. maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor: “bildirgenin 1. maddesinde osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları türk ve kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve kürtler’in osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.bununla birlikte yabancılar tarafından görünüşte kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de bu durumun kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü...” (1-yurt ansiklopedisi cilt: 1 amasya maddesi. 2-atatürk’ün kurtuluş savaşı yazışmaları mustafa onar kültür bakanlığı yayınları 1995 cilt: 1 sayfa: 268 belge no: 348) belge: 13 “kürdistan’l a ilgilenmek gerekiyor” 9. ordu birlikleri müfettişi mustafa kemal havza’dan 29 mayıs 1919 günü genelkurmay başkanlığı’na çektiği telgraf: “bağımsız kürdistan görüşünü savunan diyarbakır’daki kürt kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. kürtler’e ve kürdistan üzerinde etkili savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan bazılarına kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek etkili öğütlerde bulundum. son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor bunun için bağımsız kürdistan olmak üzere ingilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok...(bu cümlenin sonu okunamıyor.) yine ingilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? bu konuda yüksek başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim...” (har tarihi vesikaları dergisi sayı: 4) belge: 14 “kürtler’le uzlaşin!” mustafa kemal’in 15 haziran 1919’da diyarbakır valiliği’ne gönderdiği telgraftan: “bütün milletin hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin ülaaai parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan kürt kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür.. ....... bu nedenle diyarbakır ve bağlı yörelerde müdafaa-i hukuk ve redd-i ilhak derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemli salık veririm. ve özellikle kürt kulübünün üyeleriyle bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur...” (söylev hıfzı veldet velidedeoğlu sayfa: 10) belge: 15 “kürtler’i temsil etmiyorlar” mustafa kemal’in diyarbakır valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık erzurum’daki kazım karabekir paşa’ya gönderdiği telgraftan: “diyarbakır’da kürt kulübünün ingilizler’in kışkırtmasıyla ingilizler’in koruyuculuğunda bir kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda dağıtılan bu kürt kulübü’nün hiçbir kürt’ü temsil etmediği birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir... ...hükümetin (istanbul) bayağı tutsak bir durumda olması başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunun yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. bu nedenle ben kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak bütün ulusu bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya müdafaa-i hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım...” (söylev hıfzı veldet velidedeoğlu sayfa: 49) belge: 16 “ezici coğunluk türk ve kürt” mustafa kemal’in edirne’deki 12. kolordu komutanı mehmet selahattin bey’e gönderdiği bir mesajdan: “ezici çoğunluğu türk ve kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez...” (söylev hıfzı veldet velidedeoğlu cilt:1 sayfa: 72) belge: 17 “bedirhanlar ve malatya olayi” “bay novel adında bir ingiliz binbaşı bedirhanlar’dan kamuran celadet ve cemil beylerle ve yanında 15 kadar kürt atlısıyla malatya’ya gelmiş ve kendilerini mutasarrıf bedirhanlı halil bey karşılamıştır. harput (elazığ) valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille malatya’ya gelmiştir. bu amaçla bunlara adıyaman’daki birlik de verilmiştir. amaçlarını kürdistan kurmaya söz vererek kürtler’i işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur. bu arada vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. malatya mutasarrıfı da kürt aşiretlerini malatya’ya çağırmıştır. bunun üzerine 13. kolordu işe girişti. gereken önlemler alınmıştır. yarın akşam harput’tan gönderilen bir birlik ortalığı karıştıranları tepeleyecektir...” (nutuk) BELGE: 18 “DĠN VE ULUSUNU SATMIġ KÜRTLER!” Mustafa Kemal’in, Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaĢayan ve Kürt aĢiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e, Sivas’tan, 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan: “...Ġngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan Ġngiliz BinbaĢılarından Mr. Novel’in, din ve ulusunu satmıĢ Kürt Beylerinden Ekrem, Kamran, Ali, Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve Ġstanbul hükümetini tutan, açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriĢtikleri öğrenildi. ġöyle ki, Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp, padiĢah ve ulusa karĢı Ġngilizler’le iĢbirliği yapmak hainliğine kalkıĢan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boĢ yere öldürülmelerine ve padiĢaha, ulusa baĢkaldırmıĢ duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip, çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu iĢe hemen giriĢilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz...” (Rauf Orbay’ın Hatıraları, YakınTarihimiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 30, Belge no: 1113) Hızlı bir bakışla 22 Ekim 1919 gününe gidelim ve İstanbul Hükümeti`nin Başbakanı Salih Paşa ile Heyet-i Temsiliye üyeleri (Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf ve Bekir Sami beyler) arasında imzalanan Amasya Protokollerine bakalım. 2 No`lu protokolün ilk maddesi şu cümleyle başlıyor: "Beyannamenin birinci maddesinde Devlet-i Osmaniye`nin tasavvur ve kabul edilen hududu Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin camia-i Osmaniye`den ayrılması[nın] imkânsızlığı izah edildikten sonra bu hududun en asgari taleb olmak üzere temin-i istihsali lüzumu müştereken kabul edildi." Özetleyelim: 1. Osmanlı Devleti`nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türkler ve Kürtlerin oturdukları araziyi kapsar. 2. Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkânsızdır. 3. Türkler ve Kürtlerin yaşadıkları bölgenin kurtarılması ortak olarak en asgari talebimiz olarak kabul edilmiştir. Cümlenin devamında ise İngilizler kastedilerek, yabancıların görünüşte Kürtleri bağımsızlıklarına kavuşturacakları vaadiyle yaptıkları tezvirlerin önüne geçmek maksadıyla bu hususun, yani Türk-Kürt ayrılmazlığının Kürtlere bildirilmesinin uygun görüldüğü belirtiliyor. (Orijinali: "Maahazâ ecanib tarafından Kürtlerin istiklali maksad-ı mahsusu altında yapılmakta olan tezviratın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması tensib edildi.") Belgeler konusunda uyanık olmamız şart. Nitekim burada şüphemizi çeken bir nokta var. Bekir Sıtkı Baykal`ın yayınladığı "Heyet-i Temsiliye Kararları"na (Türk Tarih Kurumu Yay., 1989, s. 25) baktığımızda yukarıya aldığımız ilk cümlenin devamındaki tam 3 sayfanın `kopuk` olduğu yazılıdır! Evet kopuk! İyi de bu kadar hayati bir kararın 3 sayfası neden kopuktur? Kim kopartmıştır? Arşivlerimizin birileri tarafından elden geçirildiğini mi anlamamız lazımdır bundan? Demek ki, belgeler üzerinde operasyonlar sadece Erzurum Kongresi tutanaklarına mahsus değilmiş. Salih Paşa`ya verilen ve Mustafa Kemal, Rauf Orbay ve Bekir Sami beylerin imzalarının bulunduğu 2 numaralı protokoldeki o sansürlenen cümlenin baş tarafını orijinalinden okumayı deneyelim: "Maahaza Kürtlerin serbesti-i inkişâflarını temin edecek vech ve surette hukuk-i örfiye ve ictimâiyece mazhar-ı müsâedat olmaları dahi tervîc ve ecânib tarafından Kürtlerin..." ("Atatürk`ün Bütün Eserleri", cilt 4, Kaynak Yay., 2003, s. 344`teki belgenin fotokopisinden okudum.) Gerisi, yukarıdaki cümlenin aynısı. Ancak bu kısım, birileri tarafından müthiş bir beceriyle temizlenmiş ve belge düpedüz kesilip yeniden yapıştırılmıştır. Üstelik bu operasyonun yıllarca arşivlerde çalışmış olan Mithat Sertoğlu gibi bir `üstad` tarafından yapılmış olması, insanda kime güveneceğine dair sağlam bir his bırakmıyor. Gerçekten de belgeler bile makaslanarak bu hale sokulduysa, yani hafızamıza şiddet uygulandıysa bizleri hangi polis koruyacaktır? Çıkartılan cümlede ne var peki? Şu: "Bununla beraber, diyor belgemiz, Kürtlerin serbestçe gelişmelerini sağlayacak tarz ve biçimde kültürel ve toplumsal haklar bakımından müsaadelere mazhar olmaları dahi desteklenmiştir..." Bir başka deyişle Kürtlerin kendilerini geliştirmeleri için kültürel ve toplumsal haklarına erişmeleri konusunda mutabakat sağlanmıştır. İşte size Milli Mücadele`nin en kritik belgelerinden birisinin hal-i pür-melâli. Artık siz karar verin bu ülkede gerçekten tarihçilik yapılıp yapılamayacağına. Hoş, aynı ameliyat, Mustafa Kemal Paşa`nın İzmit konuşmasına da yapılmadı mı? Vaktiyle Doğu Perinçek sayesinde ("2000`e Doğru" dergisi, sayı 35, 30 Ağustos-5 Eylül 1987) Atatürk`ün "hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir" sözünün yer aldığı kısmın, 1982 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından basılan metinden çıkarıldığını öğrenmiştik. Bu kısımların neden çıkartıldığını İsmet İnönü`nün 1925`te söylediği "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları Türk yapmaktır" sözüyle veya 1980 darbesinden sonra Kürtçenin, hatta Kürt sözünün bile yasaklandığı bir inkâr fırtınası içine yerleştirdiğinizde anlayabilirsiniz ancak. Türk-Kürt kardeşliğini ve Kürtlerin ortak kurucu unsur olduklarını vurgulayan Mustafa Kemal`den "Cumhuriyetimizin dayanağı Türk camiasıdır" fikrindeki Atatürk`e; Türk vatanı içindekileri Türk yapmaktan söz eden bir asker başbakandan Türkler dışındaki etnik unsurları, daha açık söylersek Kürtlüğü "Türkiye halkı" olarak tanıyan bir başka askere.
- 2 yanıt
-
- 2
-
-
Atatürk'ün Meclis'te 1 Mayıs 1920'de yaptığı konuşma şöyle: 'Efendiler, meselenin bir daha tekrarlanmaması ricasiyle bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada istenilen ve Yüce Meclis'imizi oluşturan kişiler, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden oluşmuş İslam ögeleridir. Samim” bir topluluktur. Bundan dolayı, bu yüce heyetin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için karar verdiğimiz emeller, yalnız bir İslam unsuruna ait değildir. İslami unsurlardan oluşmuş bir kütleye aittir. Hep kabul ettiğimiz esaslardan belki birincisi olan, sınır meselesi tayin ve tespit edilirken, mill” sınırımız İskenderun'un güneyinden geçer, doğuya doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü içine alır. İşte mill” sınırımız budur dedik! Halbuki Kerkük'ün kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları ayırmadık. Bundan dolayı korunması ve savunmasıyla uğraştığınız millet doğal olarak bir ögeden ibaret değildir. Bundan dolayı çıkarlarımız ortaktır. Kurtarılmasına karar verdiğimiz birlik, yalnız Türk, yalnız Çerkez değil hepsinden oluşmuş bir İslam ögesidir. Bunun böyle kabul edilmesini ve yanlış anlamaya meydan verilmemesini rica ediyorum.' 1921 TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNU Eski yazılı orijinal metni karşılaştırmalı olarak görmek için burasını tıklayınız. Kanun No: 85 Kabul Tarihi: 20 Kânun-ı Sani 1337 (20 Ocak 1921) Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt 1, s.196-199. Ceride-i Resmiye, 7 Şubat 1337 (1921) TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNU Mevaddı Esasiye MADDE 1 - Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatanı bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. MADDE 2 - İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder. MADDE 3 - Türkiye Devleti, Büyük Milleti Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti "Büyük Millet Meclisi Hükûmeti" unvanını taşır. MADDE 4.- Büyük Millet Meclisi, vilâyetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir. MADDE 5 - Büyük Millet Meclisinin intihabı iki senede, bir kere icra olunur. İntihap olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup fakat tekrar intihap olunmak caizdir. Sabık heyet lâyik heyetin içtimaına kadar vazifeye devam eder. Yeni intihabat icrasına imkân görülmediği takdirde içtima devresinin yalnız bir sene temdidi caizdir. Büyük Millet Meclisi azasının herbiri kendini intihap eden vilâyetin ayrıca vekili olmayıp umum milletin vekilidir. MADDE 6 - Büyük Millet Meclisinin heyeti umumiyesi teşrinisani iptidasında davetsiz içtima eder. MADDE 7 - Ahkâmı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. kavanin ve nizamat tanziminde muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı zamanaevfak ahkamı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muamelât esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilenin vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tayin edilir. MADDE 8 - Büyük Millet Meclisi, hükümetin inkısam eylediği devairi kanunu mahsus mucibince intihap kerdesi olan vekiller vasitası ile idare eder. Meclis, icrai hususat için vekillere veçhe tayin ve ledelhace bunları tebdil eyler. MADDE 9 - Büyük Millet Meclisi heyeti umumiyesi tarafından intihap olunan reis bir intihap devresi zarfında Büyük Millet Meclisi reisidir. Bu sıfatla Meclis namına imza vaz'ına ve Heyeti Vekile mukarreratını tasdika selâhiyettardır. İcra Vekilleri Heyet içlerinden birini kendilerine reis intihap ederler. Ancak Büyük Millet Meclisi reisi Vekiller Heyetinin de reisi tabiisidir. .............................. .............................. ..................... 1924 ANAYASASI T. Düstur, Cilt 26, s.170 Resmi Gazete 15/1/1945-5905 Kanun No Kanun Tarihi 4695 10/1/1945 BİRİNCİ BÖLÜM Esas Hükümler Madde 1- Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir. Madde 2- Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi Layik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankara’dır. (**) Madde 3- Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Madde 4- Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Madde 5- Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır. Madde 6- Meclis, yasama yetkisini kendi kullanır. Madde 7- Meclis, yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanır. Meclis, Hükûmeti her vakit denetleyebilir ve düşürebilir. Madde 8- Yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. ----------------------------------------------------- Madde 88- Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir. Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelipte memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türktür. Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur. Vatandaşlıkta "Türklük" Tanımı 1924'te Başladı Anayasada vatandaşlık tanımının "Türklük" üzerinden yapılması, 1924 Anayasasına konulan "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir" maddesiyle başladı. Meclis'in de açılmasıyla yeni Anayasa tartışması, hem TBMM hem Türkiye gündeminin birinci sırasına yerleşiyor. Kurucu meclis, ilk üç maddenin değişmesi, Anayasa'yı hazırlayacak Meclis'in buna yetkin olup olmadığı, bu tartışmanın ana maddeleri. Tam da bu zamanda, Türkiye'nin Anayasa yolculuğunu özetlemek ve bundan önceki anayasaların nasıl, kimler tarafından, hangi koşullarda hazırlandığını hatırlamak, önümüzdeki aylarda daha da sık meşgul olacağımız Anayasa tartışmaları için bir giriş niteliğinde... 1921 Anayasası Cumhuriyet döneminin ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 20 Ocak 1921'de kabul edildi. Bu anayasanın hazırlanması ve yapısı Milli Mücadele günlerinin olağanüstü şartlarını yansıtıyor. 18 Eylül 1920'de İcra Vekilleri Heyeti'nin (kabine) Meclis Genel Kurulu'na sunduğu taslak, özel bir komisyona (Encümen-i Mahsus) havale edildi. Komisyonun hazırladığı rapor, Genel Kurul'da iki ay tartışıldıktan sonra kabul edildi. Bu anayasa, "katı anayasalar" için öngörülen nitelikli çoğunluk gibi özel kuralların uygulanmadığı bir anayasaydı. Diğer anayasalara oranla kısa olan 1921 anayasası 23 maddeden oluşuyordu. "Hakimiyetin kayıtsız, şartsız millete ait olduğunu" vurgulayan ilk anayasaydı ve yönetim şekli de "halkın kaderini bizzat ve bilfiil idare etmesi" olarak düzenlenmişti. 29 Ekim 1923'te bu anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesiyle Cumhuriyet ilan edildi ve Cumhurbaşkanlığı makamı konuldu. Üç yıl üç ay yürürlükte kaldı. 1924 Anayasası Savaşın ardından yeni ihtiyaçları karşılayacak daha ayrıntılı bir anayasaya ihtiyaç duyulmasıyla Büyük Millet Meclisi'nde (BMM) "Kanunu Esasî encümeni" adlı bir komisyon oluşturuldu. 1921 anayasasında, anayasanın değiştirilmesini öngören herhangi bir madde olmadığından BMM, kurucu gücü özelliğinden de yararlanarak anayasanın kabulü için üye tam sayısının üçte ikisinin oyuna ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Komisyonun Fransa II. Cumhuriyeti ve Polonya Anayasası'ndan yararlanarak hazırladığı tasarı mecliste görüşüldü; bazı maddeleri değiştirilerek 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edildi. Altı bölümdeki 105 maddeden oluşan 1924 anayasası, 1921 anayasasındaki milli hâkimiyet prensibiyle kuvvetler birliğini gerçekleştiren meclis hükümeti sistemini korudu. Yani yasama ve yürütme yetkisi TBMM'deydi. Meclis yasama yetkisini bizzat kullanırken, yürütme yetkisini de kendi seçtiği "İcra Vekilleri Heyeti" yani hükümet eliyle kullanıyordu. Meclis, heyeti her an denetleme ve düşürebilme yetkisine sahipti. Yürütme, Cumhurbaşkanı ve Bakanlardan oluşuyordu. Bakanların göreve başlaması için meclisin onayı gerekmiyor, Cumhurbaşkanının onayı yetiyordu. Anayasada "Türklerin Hukuku Ammesi" başlığı altında sadece klasik ve bireysel hak ve hürriyetler tanınıyor; sosyal haklara yer verilmiyordu. 1960'a kadar yürürlükte kalan 1924 Anayasası döneminde, fiili siyasi rejim, anayasanın öngördüğü meclis hâkimiyeti sisteminden farklı oldu. Meclis değil parti iktidarı 1945 yılına kadar tek parti (Cumhuriyet Halk Partisi) rejimi hâkimdi. Siyasi kuvvet, mecliste değil partide, özellikle hükümette ve partinin yöneticilerindeydi. Parti disiplini, meclise, hükümetin icraatlarını denetleme yetkisi vermiyordu. Böylece tatbikatta, Anayasa hâkimiyeti yerine tek parti hâkimiyeti; meclis üstünlüğü yerine hükümet üstünlüğü getirildi. 1924 Anayasası, yedi defa değiştirildi. 1928'deki ilk değişiklikle Anayasa'da bulunan dini ibareler çıkarıldı. Anayasanın, "Türkiye Devleti'nin dini İslamdır, resmi dili Türkçedir, makkarı Ankara şehridir" şeklindeki 2. maddesi, "Türkiye Devleti'nin resmi dili Türkçedir; makkarı Ankara şehridir" biçiminde değiştirildi. 1934'teki değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1937 değişikliğiyle de CHP'nin altı ilkesi Anayasa hükmü şekline getirildi. 1945'te yapılan altıncı ve 1952'de yapılan değişiklikler Anayasa'nın diliyle ilgiliydi. İlk değişiklikte, Osmanlıca kelimeleri yeni Türkçeye çevrilen Anayasa, ikinci değişiklikle yeniden, Osmanlıcaya döndürüldü. Anayasa, 27 Mayıs 1960 darbesiyle yürürlükten kalktı. Günümüzdeki tartışmalarda Anayasadan çıkartılması konuşulan "Türk" tanımı da ilk kez 1924 anayasasında kullanıldı. 88. maddesinde, "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir" yazılıydı. 1961 Anayasası 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ardından bir bilim kurulu, anayasa değişikliğini hazırlamakla görevlendirildi. 12 Haziran 1960'ta da "geçici anayasa" kabul edildi ve TBMM'nin yerine Milli Birlik Komitesi (MBK) geçirildi. Meclisten farklı olarak oturumlarını gizli gerçekleştiren ve tutanakları yayımlanmayan MBK'nın başkanı, komite üyeleri arasından alfabetik sıraya göre değişecek ve aynı zamanda devlet başkanı olacaktı. Yürütme yetkisi de MBK Başkanı'ndaydı. Başlangıçta "geçici kanun" niteliği taşıyan MBK'nın yayımladığı metinler, 12 Temmuz 1960'tan sonra doğrudan doğruya "kanun" olarak kabul edildi. MBK, anayasa tasarısının kendisinin de katılacağı bir Kurucu Meclis'te sürdürülmesini ve tasarının daha sonra halkoyuna sunulmasını kararlaştırdı. 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunulan ve yüzde 61.5 oyla kabul edilen anayasa, kendi 157. maddesi gereğince "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası" oldu. 15 Ekim 1961 seçimlerinden sonra TBMM'nin 25 Ekim 1961 günü toplanmasıyla MBK rejimi sona erdi. 157 asıl, 11 geçici maddeden oluşan 1961 anayasası, diğerlerine göre, sosyal ve sendikal haklar alanında "demokratik ve ilerici" kabul edilmiştir. Bu anayasadaki değişiklikler daha çok meclisin içyapısı ve yetkileriyle ilgiliydi. 1961 Anayasası'ndaki yürütme organı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulundan meydana geliyordu. Bu anayasanın yargı alanında getirdiği önemli bir yenilik, Yüksek Hakimler Kurulu oldu. 1961 Anayasası, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Uyuşmazlık Mahkemesi gibi yüksek mahkemeleri de düzenledi. 1961 anayasasının yargı alanında getirdiği önemli yeniliklerden bir diğeri, kanunların Anayasa uygunluğunu denetlemekle görevli bir Anayasa Mahkemesi'ni kurmasıydı. "Askeri vesayet" Anayasa, devleti, 2. maddesinde "insan haklarına dayalı" olarak nitelendirdi. Bu hükümle, devlet, "insanı temel değer olarak" kabul eden, "kendi varoluş nedenini insan haklarının korunması ya da gerçekleştirmesi" amacına dayandırıyordu. 1961 Anayasası "askeri vesayet"in yerleşmesinde yol açıcı oldu. Daha önce Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olan Genelkurmay Başkanlığı 1961 Anayasası'nın 110. maddesiyle düzenlendi: "Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur." Anayasanın yeniliklerinden bir diğeri de, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri arasına "sosyal devlet" kavramını eklemesiydi. Buradaki "sosyal devlet" ilkesi, 1924 Anayasası'ndaki yalnız kişisel özgürlükler için garanti sağlayan devlet düzeninden farklıydı. 46. maddesinde işçilere sendika kurma hakkı, 47. maddesinde "toplu sözleşme ve grev hakkı" gibi çalışma hayatını düzenleyen temel hak ve özgürlükler vardı. Böylece ilk kez sendika, toplu sözleşme ve grev hakları anayasayla güvence altına alındı. Ayrıca, mülkiyet hakkının, özel teşebbüs hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği kabul edildi ve zirai üretimi düşürmeksizin çiftçiye toprak dağıtımı öngörüldü. (AS/HK) http://www.felsefe.net/images/misc/progress.gif
-
- 1
-
-
Bunyesinde yasadigimiz cografi topraklarin tarihler boyu suregelen ve pek degisime ugramayan, iki etik yonlendirimi ve yaptirimi vardir. Bunlardan biri; Dinilesmek, digeri Millilesmektir. Insanoglunun basina musallat olan bu iki inancsal ideolojik ve dogan her bir insanogluna verilen deger, veri ve tabu; genelde uzerinde yasam ve iliski surdugumuz topraklarin, neden cagdisi kaldigi ve cagi yakalamak yerine de cagdan gerilediginin en guzel izahidir. Osmanlidan basliyan, dinilesme politikasi bir yerde Ataturk eliyle TC tarihini millilestirme ile baslatmis ve gunumuze gelene kadar ise, iktidarlar ve onlarin devleti yonlendirmesi eliyle bu iki etik yonlendirme donem donem el degistirerek devam etmistir. Bilindigi gibi, 2000 lerle gelen ve halen devam eden, dinlilestirme su an on planda ve iktidarin devlet eli ile topluma ve farkli halklarina dayattigidir. Evet, bir kisinin bunyesinde bulundugu cografya ve toplumda dini ve milli yonlendirim ve yaptirim almasi kacinilmazdir. Burada sorun, bunlarin her seyin basini cekmesi ve kisiden toplumsal bir kutuplasmaya sicratilmasi ve de her turlu iktidarin politik cikar somurusu halini almasidir. Iste toplumun yetistirim, egitim, ogretim ve yonlendirim olarak bu temelde bilgilendirilmesi; cagdasligin onundeki en onemli engeldir. Bugun toplumun ve her bir ferdinin insanoglunun geldigi duzeyde alacagi egitim, aslinda zihinsel ve davranissal insanlasma, bilimsellesme ve bilissellesme olmasidir. Bu her seyden once bir kisinin birey bilisselligi ve yasam ve iliskisini kendi serbest iradesi ile yurutmesi ve kontrol etmesi demektir. Devletin ve iktidarlarin gorevi ise, iste toplumuna ve ferdine bu egitimi olanagi ve secenegi saglama olmalidir. Beyinler tek duze calisamaz ve dusunemez hale getirilmek yerine, biat ve suru psikolojisi yerine; her turlu kritik, analitik beynini kendi serbest iradesi ile dusundurtebilmesi ve hem kendi hem toplumu hem ulkesi hem de insanlik adina, dunyasina bilginin bilimin her turlu gelisiminde beyin gucu ile yardimci olabilmesidir. Amac emir eri olan robot olan boyun egen biast eden v.s. nesiller yetistirmek degil; neyin ne oldugunu arastiran sorgulayan arayan bulan ve her turlu beyin jimnastigini serbestce yapabilen bilgili bilincli ve bilimsel nesiller yetistirebilmektir. Evet bir kisi kendi adina dini ve de milli kokenini inancini ideolojisini kimlik degeri olarak yasam ve iliskisine tasiyabilir ve bu onun hak ve ozgurlugudur. Fakat bunun ne bilgiye ne bilime ne beynin dusunmesine ne insanliga ne de herhangibir gelisime yenilenime hic bir katkisi yoktur. Aksine ferdi eliyle toplumu gericilige tutuculuga yobazliga dirence mahkum etmek ve dusunmeyen sadece verileni robot ya da emir eri gibi uygulayan beyinlerden olusturur. Zaten basta bilimsellik ve bilissellik, iste bu kimlik deger farklarinin bir arada birbirine saygili olarak birlikte yasamasini saglamada en onemli rolu oynar. Dolayisi ile ferd bu konuda kendi kimlik farkini baskasina kabul ettirme mucadelesi degil; kendi beyninin ortaya koydugu dusuncenin insanliga ve bilime olan yararini gosterme mucadelesi verir. Iste asil baris sakinlik normallik sivillik sosyallik ve saygili birlikte yasam butun bu etik farklara ve bunlarin hak ve ozgurlukler temelinde yasamda ve iliskide yer almalarina ragmen; boyle saglanir. Evet, toplumun birer farkli kimlik degeri olan ferdleri olarak dininizi milliyetinizi koruyun, sorun burda degil; sorun bunu toplumsal ve politik bir otekilestirme ve mucadele haline getirme. Egeriktidar ve devlet size bunu saglamiyorsa, siz bunu kendinize kendi olanaklarinizla saglayin. Okuyun, ogrenin, bilgilenin. Kendi beyninizle herseyi sorgulayin bilimin ve bilimselligin yararini kendi ve toplumunuz adina gorun ve gosterin. Devlet ve iktidar sizi birbirinizle savastirarak insanliktan cikarmak istiyorsa, siz ayak direnin ve insanliginizdan sayginizdan bilimden bilgiden ogrenmeden yenilenmeden cekinmeyin. Sonucta emperyalist zihniyetin her turlu ve her alanda at kostuirdugu ve kisileri toplumlari kendi cikarina alet ettigi dunyamizda, siz buna bilginizxle bilimselliginizle ve insanbliginizla boyun egmeyin. En azindan bunu toplumunuz icin degil; kendiniz icin kendi vicdaniniz icin ve gelecek nesillere ornek olmak icin yapin. Yoksa dogustan bir ozelliginiz olmayan ve yasamdan giydirilen etik elbisenin kulu kolesi maddesi ve emir eri robotu olur cikarsiniz. Ya kendiniz bilimselliginiz insanliginiz; ya da kullugunuz koleliginiz maddeliginiz ve bunlar ve her turlu isdeolojik inancsal degerleri, verileri ve tabulari ugruna harcadiginiz yasam ve baskalarinin yasamlari. Aslinda secim bu kadar acik ve net.
-
- 13
-
-
Bilindigi gibi, "guvenlik" gerekcesi ile Taksim Meydani, 1 Mayis kutlamalarina kapanmis, fakat isciler ve emekciler ise; "Kanli 1 Mayis" dan sonra, bu meydani 1 Mayis kutlamalarina tarihi bir alan olarak secmisti. 1 Mayis'tan bir gun once, devlet elinden geldigi sekilde, Taksim Meydani'na cikan butun yollari kapattigi gibi, Istanbul bunyesinde de Avrupa yakasindan Asya yakasina her turlu gecisionleyen ve de avrupa yakasinda Taksin'e ulasan her turlu ulasimi engelliyen; sadece sikiyonetim sartlarinda gorulebilen bir ulastirma zorlugu karari almisti. Bu aslinda Anayasa'ya gore seyahat ozxgurlugunu onleyen bir suctu. Bu sabah Besiktas'ta toplanmis olan ve CHP agirlikli bir grup secim otobusleri ile birlikte henuz polise dogru yuruyuse gecmeden, birden bire tazyikli su ve biber gazi saldirisina maruz kaldilar. Ayni saldirilar, Sisli ve Mecidiyekoy'de de yasandi. Sanki polis bir kac kisinin bir araya gelmemesi icin, her turlu insanlikdisi saldirisini amansizca surduruyordu. Tazyikli suyun, lagam suyu oldugu, biber gazinin duzeyinin fazlaligi ve her turlu gaz bombasinin duzeyi polisin ne kadar vicdansiz ve acimasiz oldugunun gostergesiydi. Istanbul sanki bir savas alanina donmustu. Bu arada aranan ambulanslar gelmiyor ve polis kacanlari bile kovaliyordu. Ortalik can pazarina doinustu. Besiktas tarafinda toplanan ve CHP agirlikli kalabalikta, CHP genel baskan yardimcisi G.Tekin'de biber gazindan nasibini almis ve rahatsizlanmisti. Ambulans beklerken, orada bulunan bir evde dinleniyordu. Isin ilginci, ambulans geldiginde ve kendisi ambulansta iken; savas ortamlarinda bile gorulmesi mumkun olmayan sekilde polis, ambulansin icine biber gazi s1kt1. Sisli'de oturanlar evlerinde bile biber gazindan etkilendiler. DISK merkezi ablukada biber gazinin hedefi oldu. Iki kisinin ciddi olarak basindan yaralandigi ve cok sayida fenalik gecirenlerin oldugu soylendi. Bu arada hastahane goruntulerinde bile biber gazi dumani hastane icine kadar uzaniyordu. Polisin bu devlet teroru ve vicdandan yoksun saldirisi, yine ulkede bir ilkti. Guya, taksim alan'ina guvenlik icin alinmayanlar; devlet terorunun elinde guvenlikten yoksun kaldilar. Burada baska bir ilginc konu da, yolda giden ozel arabalarin ya da taksilerin yollarinin kesilmesi ve seyahatlerine izin verilmemesi idi. Hatta polis boyle bir durdurmada "sokaga cikma yasagi var, bilmiyor musun?" gibi garip bir soru sormustu. Her turlu teknigin oldugu ve 1 Mayis'ta olanlarin her aninin BBG evi gibi gozlem altinda oldugu dusunulurse, basta CHP yetkililerine yapilanlarin gayet bilincli ve emir uzerine yapildigi da algilanabilir. Evet, bugun istanbul'da polis devlet teroru estirdi. Iktidarin ve esbaskaninin boylece tum yuzu de aciga cikti. Surasi unutulmamali ki, birincisi toplumunun ve halkinin uzerine saldiran iktidarin iki durumu vardir. Iktidari kaybetme korkusu Baskiyi her yonde artirma ve sindirme politikasi. Burada aci olan iktidar usagi medyanin vermis oldugu yanlis ve yalan bilgiler, gozden kacmadi. Bu haberlerden birinde guya "marjinal gruplar" a mudahele edildi. Yani CHP marjinal grup oldu. An kara'da ise iki farkli kutlama vardi. Sihhiye'deki kutlama isciler ve emekciler kuruluslarina yonelik iken; Tandogan'daki kutlama da basi IP cekiyordu. Bu arada iktidarin usagi Hak-is'e sembolik ve mehter takimi esliginde taksim'e celenk koymasina izin verildi. Anlasilan o ki, dunyada bile artik hemen hemen her yerde olaysiz kutlanan 1 Mayis gosterilerinin, ulkemizde bu duzeye gelmesi epey zaman alacak. Tum isci, emekci, calisan ve insan haklari evrensel hukuk demokratik hak ve ozgurluklerden yana olan herkewsin 1 Mayis'i kutlu olsun.
-
- 2
-
-
Tesekkurler, bizden de sevgiler/saygilar. Gorusmek uzere.
-
Peki yukaridaki karikaturun sondan bir onceki "Ben turkum" karesini, "herkes turktur" e cevirirsek, sence digerleri son karede ne derler? Cunku sadece kendi etik milli ya da etnik kokenini aciklamak, bir kisinin hak ve ozgurlugudur. Herkesi kendi kimliginden yapmak ise hak ve ozgurluk ihlalidir.
-
Bugun farkinda olmadan ve hatta bilincsizce, hem toplum hem farkli haklari basta insan haklari, evrensel hukuk ve hak ve ozgurlukler olarak Parlementer bir yapilanmanin uygulanirliga koydugu ve surekli bir sekilde de planli olarak uyguladigi ve parlementerlestirdigi bir sekilde karsi degisim/donusum ile karsi karsiyadir. Bunu bir ulusalci/milliyetci/Ataturkcu v.s. ile demokratik ozgurlukcu, libos cekismesi olarak almak ve gostermek tam da bu parlementer degisimin istedigidir. Burada artik boyle bir kutuplasma yoktur, TC'nin tarihsel olarak bir osmanli'ya ve onun dini onculugune, ve her turlu cemaat/ummet yapisina olan bir donusum soz konusudur. O yuzden toplum ve farkli halklari ve ulke aydinlari, ilericileri, medyasi, her turlu kitlesel platformu; bunun farkina ve bilincine varamazsa; ulke bu guya politik fark cekismesinde ucuruma dogru suruklenmektedir. O yuzden konu kimin ne oldugu, hangi izmi savundugu degil; ulkenin bu gidisatindan memnun olup olmadigini ortaya koyma ve bu gidisata yonelik ve karsi bir platform olusturma durumundadir. Cunku her turlu ic cekisme ve orgutsuz, ortak noktasiz bir konumsal, bolgesel baskaldiri artik yeterli degildir. O yuzden herkes kendi izmini unutup, bu gidasata karsi olup olmadigina once karar vermek ve bunun bilinc ve farkina varmak durumundadir. Kisaca ya karsi parlementer devrim den yana olunacak, ya da karsi cikilacaktir. Iste boyle bir bakis acisi, eminim bir muslumani bile bir sosyalist ile birlestirebilir. O yuzden parlemento eli ile yerlestirilecek bu karsi devrime ya razi olunacak, ya da karsi cikilacaktir. Su andaki tarih Turkiye toplumuna, farkli halklarina, medyasina, aydinina, ilericisine her kim ise ona boyle bir ikilem sunmaktadir. Eger ortak bir noktada orgutlenilemez ve herkes kendi izm inadini birakmaz ve birbiri ile savasmaya devam ederse, kaybeden onlar olacaktir. Ya karsi devrim tarafligi, ya da bertaraflik ve bu karsi devrime karsi cikma, orgutlenme ve planli programli hareket etme, dusunme, davranma taraftarligi. Herkes etegindeki tasi doksun ve bu parlementer gelen karsi devrime karsi, tavrini ortaya koysun. Gun izm kavgasi gunu degildir, gun milliyetciligin v.s. one cikarilacak gunu degildir. Gun, Ulkeyi, toplumunu, farkli halklarini, bu karsi devrime karsi uyarma, bilgilendirme, bilinclendirme ve bu bilinc ve farkindaliga sahip olma ve bunun icin dusunce, davranis ve planli/programli eylemsel davranma gunudur. Gun her koldan gelen karsi devrime karsi cikma gunudur.
-
Bilindigi gibi, bugun Silivri tutuklularinin bulundugu yerleskede tutuklu saniklarin "savunusu" ile ilgili bir siyasi tertip vardi. Aslinda bugun olan ve yasanan olaylar, T.C tarihine yeni bir sayfa olarak gecti. Disarida yurdun ve hatta yurt disinin cesitli ulke ve bolgelerinden sehirlerinden gelen insanoglu kitlesi, onceden tahmin edildigi gibi, yerleskeye en az bir kac km uzaklikta durduruldu ve yerleskeye giden yoldan degil de, tarladan hemen hemen yerleskeye bir km uzaklikta bulunan ilk barikatlara kadar gelmeleri izin verildi. Hava soguk yagmurlu ve ruzgarliydi ve bu havada oraya gelen kitle, ilk cefasini tarla uzerinden cekti. Bu arada kitle ilk barikatlari devirerek, ikinci barikatlara kadar geldi. Disarida bunlar olurken, yerleskedeki salona giris cikislar tam bir diktatorluk temelinde s1k1 bir denetim de idi. Hatta bazi milletvekillerini ve gazetecileri iceri almak istemediler. Parlementodan 41 milletvekili oradaydi. Tutuklu yakinlarinin cogu iceri alinmadi. Tutuksuz olarak oraya savunma adina cagiranlarin yakinlari salona alinmadi. Salonda da bir ilk yasandi. Salonda daha once gazetecilere ayrilmis masali bolum ve on siralar bos oldugu halde milletvekilleri dahil, gazeteciler ve avukatlarin orada oturmasina izin verilmedi. Istanbul/Ankara barosu elemanlarinin salondan cikmasi istendi. Bu arada disarida gelen kitlenin coskusu eylemi surerken, ikinci barikatlar zorlandi. O zamana kadar orada korumayi jandarma uslenmisti. Bu konuda guya alinan bir duyum "salonu 1500 kadar teroiristin basacagi" idi. Halbuki orada sadece halk vardi. Barikatlarin zorlanmasi ve jandarmanin "yetersizligi" orada bulunan polisleri devreye soktu ve polis kuvvetleri, barikatlara dayanmis halkin uzerine tazyikli su, biber gazi ve GAZ BOMBASI atmaya basladi. Yaralananlarin oldugu ve bir kisinin kalp krizi gecirdigi soylendi. Orada bulunan silivri nobet cadiri sanki bir revire donmustu ve bu arada gaz bombasinin cadira geldigi goruldu. Jandarma ve polis yaralananlara mudaheleye izin vermemek icin cabaladi. Bu arada iceride salonda, ruzgarin da yardimi ile s1k1lan biber gazi, iceridekileri de etkiledi ve 6 aylik oldugu soylenen bir tutuksuz olarak savunu vermeye gelen bir sanigin bebegi gazdan etkilendi. Durusmayi yonetenler bu gazdan kacarcasina durusmayi ogleden sonraya ertelediler. CHP'nin davetlisi olarak siliden sosyaslist enternasyonelin genel sekreteri de oradaydi ve izlenimlerini anlatirken, "kendisinin her turlu fasizan rejimlerde bulundugunu fakat ilk defa bir durusma salonunun tutuklularin bulundugu yerleskede olmasina sasirdigini" dile getirdi. Yine oradaki izlenimlerini hayretler icinde karsiladigini tamamen halka acik olarak yapilmasi gereken durusmanin bu sekilde bir baski ve organize icinde yapilmasinin esi gorulmemis oldugunu vurguladi. Ogleden sonra durusmayi acan yetkili "gerginlik nedeniyle" durusmanin "11 Nisan'a ertelendigini" soyledi. Bilindigi gibi onceden H.Celik halkin oraya gitmemesi icin elinden gelen propaganda ve provakasyonu dile getirmisti. Onemli bir olgu da saldiriya ugrayan halkin verdigi karsiliklarin, Istiklal Marsi soylemek, slogan atmak ve bayrak sallamak olmasiydi. Evetgorunen o ki, artik turkiye halklarinin buyuk bir cogunlugu; Ergenekon ve benzeri tertiplerin SIYASI BIR BASKI VE DIKTATORLUK ARACI oldugunu algilamis durumda. Yani bir hukuktan, haktan, adaletten, savunudan, hukuki yontem ve disiplinden isleyisten v.s. bahsetmenin ve bunun uzerine bir elestiri getirmenin bir anlami yok. Bir yerde orasi bir "savas alani" idi ve tek yapilmak istenen YILDIRMA/CAYDIRMA VE KOTKU SALMA politikasi ve psikolojisiydi. Aslinda boyle bir politika ve psikolojik hazirlik icinde olanlarin durumunun KENDI KORKUSUNUN VE TEDIRGINLIGINI disa vurusu oldugunu algilamak o kadar da zor degil. Evet belki halk 11 Nisan'da orada toplanmayacak. Yalniz halkin bugunku orada gosterdigi durus, parlementer karsi devrim acisindan yeni bir KORKU dalgasi getirecek.
-
Bilhassa "acilim" tartismasindan beri yukselen ve TC tarihinde gerek aleni gerek goze batmadan her donem ve zamanda var olan "turk ve kurd" farki tartismasinda; en onemli ve algilanabilir olan; turkcemizdeki -lik, luk ekleri ile; cu, ci ekleri farkinin ne oldugunu algilamaktir. Turkce'de li, li soneki eklendigi kelimeye, aitlik, sahiplik icerigi verirken; ci, cu eki eklendigi kelimeye; taraflik, yandaslik v.s. anlam ve icerigi verir. Bu anlam ve icerik; kelimeyi fiziksel bir sahiplikten, zihinselsel bir ustunluk, hakimiyet, otekilestirme, distalama, ayirma, asimiliye etme, yok etme v.s dusunce ve davranisina goturur. Turkluk/Kurtluk- Bir kisinin kendine verilen ve kabullendigi kendi etnik koken ve ayni kokenin etnisitesinin aitligi sahipligidir. Turkculuk/Kurtculuk- Bir kisinin sahiplendigi ve kabullendigi kimligin her turlu ustunluk, hakimiyet, savasimini vermesi ve milliyetcilik ya da asiri bir sekilde irkcilik yapmasidir. Turkluk ve kurdluk ve de her turlu etnik kokenin etnisite kimligine bir kisinin sahip cikmasi onu yasamak ve yasatmak istemesi onun insan haklari evrensel hukuk temelli hak ve ozgurlugu iken; turkculuk/kurtculuk ve de her turlu etnik kokenin etnisite kimligini milliyetcilik temelinde diger etnik koken ve etnisitelere nazaran one cikarmasi tek kilmasi ve digerlerini yok saymasi gale almamasi ve iktidar, guc ve otorite olarak diktatorlugu altinda yasatmasidir. Bir kisinin kendini turk veya kurd olarak lanse etmesi, onun hak ve ozgurlugu iken; bir kisinin kendi etnik koken ve etnisitesini herkesin kabul etmesi dusunce ve davranisi politiktir. Demekki ilk ana fark, turk ve kurd politikasi yerine, turk ve kurd hak ve ozgurlugu farkini algilamaktir. Turkluk/kurtluk bir kimlik hak ve ozgurlugu olarak sadece kendi kimligine degil; diger kimlige de hak ve ozgurluk tanirken; turkculuk/kurtculuk turk ve kurd kavramlarini politik bir cikar olarak ustunluk hakimiyet iktidar ve guc/otorite olarak kullanmaktadir. Iste bu temelde TC tarihinde kurucusu Ataturk dahil; bugune kadar sadece turk politikasi temelinde turkculugu uygulamislar ve devleti buna alet etmislerdir. Yine bu temelde TC tarihinde her donem dahil, 1980'den bu yana yogun olarak kurtluk yerine, kurtculuk politikasi one cikarilmis ve toplum devlet buna alet edilmistir. Demekki ana sorun turk ve kurd kavramlarinin, politik cikar temelinde turkculuk ve kurtculuk olarak kullanilmasinda yatmaktadir. Cozum burada degildir, cunku burada cozum yoktur. Sadece turk ve kurd kavramlarinin politik cikara alet edilisi vardir. Ustelik bu alet edilisten kurd halki da tuirk halki da yarar degil, zarar gormektedir. O zaman cozum turk ve kurd kavramlarinin kimlik olarak taninmasinda ve bu kavramlarin kimlik hak ve ozgurlugu etnisite olarak taninmasindadir. Sonucta ayni cografya da iki farkli kimlik biribirlerinin hak ve ozgurlugunu insan haklari ve evrensel hukuk olarak tanirsa yasayabilirler. Iste bu kavramlarin -culuk temelinde politikaya alet edilmemesi icin de; devletin her iki hak ve ozgurlugu koruyan ve yasatan bir yapi ve isleyiste olmasi gerekir. Yani uniter bir devlet. Bu iki kavramdan yola cikarak, kavramlari cogalttigimizda ister fark etnik ister dini olsun; degisen bir sey olmayacaktir. Yeterki bu kavramlar politik cikar amacli kullanima yonelmesin. Sadece biribirlerini hak ve ozgurluk olarak saygi ile icsellestirebilsin. Ornek olarak hak ve ozgurluk temelinde, kavramlari artiralim; Turkluk, kurdluk, ermenilik, yahudilik, hristiyanlik, alevilik, sunnilik, muslumanlik, dinlilik, dinsizlik v.s. Ayni ornegi bu kavramlari kimlikten cikarip, ustunluk hakimiyet ikdidar mucadelesi temelinde politik cikara tasiyalim. Burada tasiyacagimiz bazi kavramlar turkce dili olarak "garip" gelebilir. Ayni sirayi takip edelim. Turkculuk, Kurdculuk, ermenicilik, yahudicilik, hristiyancilik, alevicilik, sunnicilik, muslumancilik, dincilik, dinsizcilik v.s. Iste maalesef TC tarihinde ilk ornegimiz hic bir zaman yasama gecirilememistir. Yasamda olan ve yasama gecirilen ikinci ornek listesidir. Bu da hak ve ozgurlukler degil; sadece politik cikar mucadelesidir ve devlet bu politik cikar mucadelesine iktidarlar eliyle tarafli kilinarak kullanilmistir. "Ben turkum/kurdum v.s." Bir kimlik tanitimi iken ve hak ve ozgurluk iken; "herkes turktur/kurddur v.s." soylemi politik cikarin guc ve otoritesi ve baskalarina mudahele ve onlar uzerinde politik diktatorluktur. Eger "luk" eki ile "culuk" eki ya da "li" eki ile "cu" eki farki algilanirsa ve hak ve ozgurluk olarak uygulanirsa; ancak birlikte yasam cozumu ufka girer. O yuzden herkesin kendine tanidigi kimligi yani ...luklugu onun hak ve ozgurlugu iken; bu kimligin politik cikar temelli ustunluk, gc/otorite ve iktidar savasimi ve de devleti ve kurumlarini buna alet etmesi ise politiktir. Hak ve ozgurlukler bir cozum iken; politik olan sadece bir cikar savasimidir. Insanlik ve onun yasam ve iliskisi, politik cikardan degil; hak ve ozgurluklerden yanadir. Ustelik bu savas turk kurd ermeni v.s. farklarinin ayrimi ile degil; farklar esitligindeki birlesimi ile verilir. Yani verilen savas her turlu ...lugun ortak hak ve ozgurluk savasidir. Iste ancak bu bilinc ve farkindaliktaki savas; emperyalist zihniyet tasimayan savastir. Cunku emperyalist zihniyet ....lukleri ayirmak icin savas verir ve bu savasta herbirini destekler ve biribiri ile savastirir ve de yok eder. Kendi de parseyi toplar. Halbuki farkli...luklerin verecegi ortak savasim; hak ve ozgurluk savasi olacaktir. Ustelik emperyalist zihniyetin ic ve dis mihraklarina karsi ve kendi devletini kurmak adina. Sonucta o devlet hem politik olmayacak hem de sadece bir ..luklugun yandasi tarafi olmayacak her bir ...luklugu kucaklayan ve koruyan bir yapi ve isleyiste; yani, evrensel hukuk ve insan haklari temelinde olacaktir. Ustelik bunun ....culuk cikarli politikasina da izin vermeyecektir. Bu da emperyalist zihniyete izin vermemek anlamina gelir.
- 40 yanıt
-
- 12
-
-
Insanoglunun yukaridaki sorulari sorarken ve yanitlarken vermis oldugu yanitlar ve sorularin icerigi ve beyinlerinin bilincalti alisilagelmisliginin temelinde ya da bilincli ve farkinda olarak bilissel temelde soru ve yanitlara yonelimi bir yerde; insanoglunun her turlu ortaya koyumu farkinin da temelini teskil eder. Ne sorusu genelde varliksal/ontolojik/teolojik temeldeki ideolojik inancsal dogrulama/gerceklestirme temelli metafizigin "seyin ne oldugu" uzerine yuzyillardir yaptigi tartismanin sorusudur. Kisaca varligin gercekligin dogrulugun temelinde indirgemeci ve determinizm iceren etik ve estetik dallarini da bunyesine alan sorudur. Burada genelde kim sorusu pek sorulmaz, ya da teolojik taban olarak olumlu/olumsuz bir yanit bulur. Bu temeldeki evrensel-insan zihniyetinin temeli bellidir. Qua felsefesi ve yapilandirmaci epistemoloji. Yani "seyin ne oldugu yerine, seyin ne olarak neden ve nasil olusturuldugunun" aciklanmasidir. Kim sorusu ise tamamen ya ozel/oznel ve ozsel temelde metafizigin teolojik temeldeki insanoglu ustu bir gucu iceren fizik otesi aklin yaratimina dayanan bir yaratici, akilli tasarimci ve genelde ya ne nin kendisi ya da ne nin yaraticisi olma durumundadir. Ozelde ise bir seyi dile getiren insanoglu akla gelir. Evrensel-insan zihniyetinin hem genel hem de ozelde tek bir kimi vardir, o da insanoglu ve onun epistemolojik alternatifsizligidir. Bu temelde fizik otesi bir yaratici kimi aramaz ve gerek duymaz. Ozelde'de insanoglu nesini algiladigindan ve bilisselligine vardigindan neyi ortaya koyanin kim oldugunun insanoglu olarak bilisselligindedir. Qua felsefesi bunu aciklamaktadir. Ayrica yapilandirmaci epistemolojideki yapilandiran kim de insanogludur. Neden ve nasil sorulari ise tamamen epistemolojik temelde bilgisel, bilimsel ve bilissel alani iceren sorulardir. Bilim bilimsel olarak ne metafizigin ne tartismasina ne de kim tartismasina dahil olmaz. Bir bilimsel olguyu teoriyi v.s. aciklayan bilim kisisinin bile aciklamasi onun kisisel degil; genel bilim adina olan aciklamasidir. Iste burada bilim kisisinin ne ve kim temelli aciklamasi bilimsel degil; onun kisisel aciklamasi olarak yansir. Iste bu temelde evrensel-insan zihniyeti "seyin ne oldugunu ve de kim tarafindan ne olduruldugundan ziyade; seyin ne olarak ve kim tarafindan neden ve nasil olusturuldugunu" aciklar. Hem ne nin tartismasina girmez ve bilirki yapilandirilmistir, hem de kim tartismasina girmez ve bilirki her seyi kendi adina icin eliyle ve kendine ortaya koyan tek kim insanogludur. Ustelik bu bir dialog degil, monologdur. Yani insanoglunun ortaya koydugu ne sadece insanoglu algisi, gozlemi, akli, bilgisi temelinde konur ve ortaya konan neyi de baglamaz. Cunku insanoglu disinda kalan her bir ne nin insanoglu ile kurabilecegi ortak bir dialog yoktur. Bir yerde "5N 1K" yi tamamlama adina "ne zaman" sorusuna da deginelim. Zaman konusu insanoglu ortaya koyumunun her alaninda gecerlidir ve insanoglunun ortaya koyma noktalamasidir. Zaman bir insanoglu yaratimidir. Iste bu temelde kimin ve nenin ortaya koyumu ve koydugu ne nin mekansal degil; zamansal noktalamasidir. Cunku herhangibir kim herhangibir neyi zamansal olarak ortaya koyabilir, mekansal degil. Ustelik burada zamansal kavramlarin ilkligi, tekligi onceligi ve sonraligi sozkonusudur ve bu bir kisir dongudur. Cunku bir kim bir neyi zamansal nasil ortaya koyarsa koysuun, onun bir ilklik ve oncelik kisir dongusu vardir. Iste bunu onleme adina fizik otesi kimler "zamandan ve mekandan muaf" tutulurlar ki, bunun mantiksal olabilirlik olasiligi yoktur. Varliksal olarak ta zamansal oretaya koyum, ister istemez varliksal ideolojileri inanc olarak ilklige teklige ve mutlakliga iter. Cunku baska turlu neyi ideolojik inancsal dogrularina gore ya kime oldurtamazlar ya da neyi indirgemeci ve determinist olarak ortaya koyamazlar. Nerede sorusu ise mekansal bir sorudur ve genelde "sabit" bir mekani belirtmek icin kullanilir. Iste yine burada metafizigin bu soruya hem varliksal hem de fizik otesi olarak yaniti ya "heryerde/hicbiryerde" seklindeki bir yanittir. Burada unutulmamasi gereken bir nokta, bu soru yanitlanirken zamanlama olarak sabitlenerek yanitlanir. Yoksa vurgulanmak istenen mekanin sabitligi degildir, belirtilen mekanin o durum an ve sarta gore noktalanmasidir. Aslinda bu baslik 21. yuzyilda insanoglu bilisselligi bilimsellik ve bilgi olarak cok onemli bir icerige sahiptir ve eminim algi olarak ve verilen anlam ve icerik olarak hic bir okuruna tatmin edici bir yanit olmayacaktir. Iste bu temelde bu baslik ile ilgili herhangibir okurun soru, katki, yanit ve bilgi vermesi ve konu uzerinde dusuncesini belirtebilmesi adina, konu ile ilgili mesajini iletmesi rica olunur. Son olarak bilimsel bilgisel ve bilissel temelde bir ornek verelim. Tasi elden birakirsaniz, yere duser. Iste bilimsellik bilissellik ve bilgisellik; ne tas ne de eldir. Bilim tasla da elle de ilgilenmez. Sadece tasin neden ve nasil yere dustugu olgusuna yanit verir. Bunu da gozlemi teorisi ve test ettigi teorisinin bilimsel yontemi ile yapar. Ayrica bu aciklamasi da, gozlem farki dogurursa yanlislanir ve yeni bir gozlemin olgusal gecerliligini dogurur. Tasin ne oldugunu bir fenomen olarak metafizigin varliksal ideolojik inanclari varlik ve gerceklik temelinde indirgemeci determinist olarak tartisir. Fizik otesi ise sadece tasi birakan el olarak kim sorusuna yonelir ve yanit arar. Iste bu temeldeki bir doga olayina bir inancli ve din "bu kari yagdiran tanridir" derken ve ontoloji "kar budur/budegildir" diye tartisirken, bilim bilimsel olarak "bu kar neden ve nasil yagiyor?" sorusunu aciklar ve sorar.
-
Turkce'de algi ve bilgi olarak cok karistirilan diger iki kavram da etnik ve etnisite kavramlari algisi bilgisi ve ifadesidir. Etnisite : Etnik koken ya da etnik grup, ortak kultur yada milliyet temelindeki sosyal katagoridir. Etnik kimlik grubun ortak karakteristiklerini diger gruplardan farkli kilandir. Bunlar zorunlu olmamak sartiyla, ortak: nesil/soy , gorunus, giyim/kusam, mutfak/ascilik, miras/kalitim, tarih, dil, sive, din, gelenek, simge/imge ya da etik/kulturel faktor farki icerebilir. Konuyasoyle bir baslangic yapalim. Yukarida etnisitenin ETNIK KOKEN/KIMLIK ile ilgili bagi aciklanmistir. Nedir bu bag; Her ETNIK KOKEN/KIMLIK BIR ETNISITEDIR. Yani etnik koken olarak aynilik iceren etnik koken sahipleri bir etnisite toplumunu olustururlar. Buradaki ilk algi farki ve hatasi "AZINLIK" konusudur. Bir etnik koken sahibi etnisite olusturan toplumun, neye gore bir etnisite ve neye gore bir azinlik olusturdugfunun farki, YERLESIM konusudur. Eger ayni etnik kokenden olusan etnisite toplumu bulundugu cografyanin YERLISI/YERLESIGI ise azinlik degil; etniktir. Eger ayni etnik kokenden olusan etnisite toplumu bulundugu cagrafyaya SONRADAN GELMIS VE ORADA YASIYOR ISE; azinliktir. Simdi bu farki algilamak icin Avrupa'dan bir ornek verelim. Cografi olarak, Buyuk Britanya (GB) ve siyasi olarak Birlesik Krallik (U.K.) olan cografya da; VATANDASLIK HAKKINI ALMIS HERKES BRITISHTIR. Iste buradaki british olmanin farklari soyle aciklanir. Ingilizler, Iskoclar, Gallerliler ve K.Irlandalilar; azinlik degil; etnik toplumlardir. Cunku bu cografyanin yerlesigi ve yerlisidirler. Hindistanlilar, bengaldesliler, G.Amerikalilar, Afrikalilar, Diger Avrupa ulkesi yerlileri, Turkler, kurdler, Iranlilar v.s. vatandaslik haklarini almis birer british olsa da, cografyanin yerlisi yerlesigi degil; cografyaya sonradan gelip yerlesmisler olarak AZINLIKTIRLAR. Ister yerli ister sonradan gelme olsun her bir biritishin kendine ait bir etnisite grubu ve etnik kokeni vardir ve bu onun kisisel toplumsal kimligidir. Bu kimliginin getirdigi her turlu etik degerini de yasamak ve yasatmak onun hak ve ozgurlugudur ve bunu yapar. Burada ilginc olan tek fark; yerli etnisite gruplarinin, yani ingiliz, iskoc, galler ve K.Irlandalilarin etnisite topluluk varliklarinin uluslararasi kabulu ve uluslararasi arenadaki kendilerini temsilidir. Mesela Futbol ve diger spor dallari. Bu uluslararasi arenada, B.Britanya cografyasinin bu yerli etnisite topluluklari kendi etnisitelerini kendi etnisiteleri adina temsil ederler ve hatta rakip olurlar. Mesela Ingiltere ile galler ya da Iskocya v.s. rakip olur. Kendi bayraklari vardir. Burada cografi ve siyasi olarak BELIRLEYICI OLAN DEVLETTIR. B.Britanya Tek bir devlettir ve tek bir parlementosu vardir. Bu parlementoda her bir etnisite grubu ve hatta azinlik etnisite gruplari kendi toplumlarini temsil adina secilirse parlementoya girerler. Gelelim Ulkemiz Turkiye'ye halihazirdaki cografi adi Turkiye, siyasi adi Turkiye Cumhuriyeti dir. Gozlem talep ve dile gelim olarak CESITLI ETNIK KOKENLERIN OLUSTURDUGU ETNISITE TOPLULUKLARINA SAHIPTIR. Ornek verirsek; Kurdler, lazlar, cerkezler, ermeniler, ya da din temelli aleviler, hristiyanlar, museviler. Yaziyi devam etmeden once su aciklamayi yapalim. Etnisite DIGERLERINDEN FARKLI ETNIK KOKEN TASIYAN TOPLUMDUR. Buradaki fark, dil, din, tore, gelenek, kultur, tarih, soy v.s. olarak yukaridaki tanimda aciklanmistir. O yuzden yukarida verilen etnisite ornekleri etnik koken kimligi olartak hersey ve hepsi degildir. Peki bunlar azinlik midir? Eger bu cografyada yerlesik ve yerlesmis bir gecmise sahipse degildir. Yani bu cografya onlarin da cografyasi ise azinlik degillerdir. Yani yukarida sayilan kurdler, ermeniler aleviler, hristiyanlar v.s. AZINLIK DEGIL; YERLESIK OLARAK ETNISITE GRUPLARIDIR. Her birinin bu cografya da kendi etnisitesinin degerini yasama ve yasatma hak ve ozgurlugu vardir. Peki Turkiye cografyasinda etnisite olarak azinliklar var midir? Elbette. Turkiye cografyasina daha sonradan gelmis ve yerlesmis, O.Dogu, U.Dogu, Afrika, Avrupa v.s. kokenine sahip etnisiteler de mevcuttur ve bunlarin da degerlerini yasamak ve yasatmak onlarin hak ve ozgurlugudur. Mesela bunlar sonradan ya vatandaslik almislar ya da hala misafir olabilirler, ama VATANDASLIK ALDILAR DIYE TURK VATANDASI DEGILDIRLER. Cunku etnisiteleri ve de etnik kokenleri turk degildir. Iste bunlar siyasi olarak T.C. vatandaslaridir. Bir yabanci sporcunun vatandaslik almasi onu turk yapmaz. Zaten ona turk dedirtmek bir hak ve ozgurluk ihlalidir. Burada bir noktayi daha aciklayalim. Eger bir etnisite toplulugu kendi devletinde yasiyorsa, yerli; baska bir devlette yasiyorsa azinliktir. Yani B.Britanya'da yerlesik olarak yasiyan diyelim Hintlilerin kendi ulke ve devletleri vardir, oradaki hintliler yerli iken; G.B. da yasiyan yerlesmisler etnisite toplumudur. Her etnisite toplumunun kendi devleti olmayabilir ve yasadigi her cografya da etnik koken olarak ya yerli ya da sonradan yerlesme olabilir. Mesela kurdler, Turkiye'de yerli iken; Avruopa'nin bir ulkesinde azinliktir. Ermeniler hem yerli hem azinlik hem de kendi devleti olan bir toplumdur. Iste fark uc turludur. Kendi etnisitesine ait bir ulkesi, cografyasi ve devleti olmak Kendi etnisitesine ait bir ulkesi ve cografyasi olmak. Kendi etnisitesinde baska bir ulkeye sonradan yerlesmis olarak o ulke ve toplumda azinlik olmak. Butun bu aciklama temelinde devlet bas rolu oynamaktadir. Icinde yasanan ulke ve toplum ya yerlesiktir, ya da oraya sonradan gidilmistir. Iste bu temeldeki millet ya da milliyet algisi karmasasi ortaya cikmaktadir. Cunku; Millet: Ortak bir dil, kultur, etnisite koken ve tarih paylasan halk toplumu/toplulugu. Yine ayni zamanda, toplulugun/toplumun etnisite farkina bakilmaksizin ortak sinir ve hukumet paylasan halk anlamina da gelir. Milliyet : Tek bir kisinin millet devlet ile kanuni iliskisidir. Milliyet, normalde kisinin devlet tarafindan korunmasini icerir ve kisinin devlete bazi yukumluluklerini icerir. Bu korunma haklari ve yukumluluk gorevlerinin ne oldugu ulkeden ulkeye degisim gosterir. Milliyet teknik ve kanuni olarak vatandasliktan farklilassa bile, cogu modern ulkede butun milliyetler, devletin vatandasidir ve butun vatandaslar devletin millilerindendir (milli takim, milli egitim v.s.) Basta milliyet, sadece millet devlet ile ilgili bir kavram ve kullanimdir. Yani herhangi bir etnik koken; icinde yasadigi cografya da devlet sekli olarak millet devletinde yasiyorsa, milliyettir. Eger etnik kokenin icinde yasadigi cografya millet devleti degilse, milliyet yerine etnisiteye ya yerlesik ya da azinlik olarak sahiptir. Kisaca MILLIYET KONU VE KAVRAMI SIYASIDIR VE SADECE MILLET DEVLETLERDE GECERLIDIR. Halbuki etnik koken ve etnisite etiktir ve hak ve ozgurlukler olarak evrensel hukuk ve insan haklarina girer ve POLITIK BIR ICERIGI YOKTUR. Sadece kisinin etnik koken bir kimligidir ve bu kimlik bir etnisite grubuna aittir ve bu etnisite grubunun da her turlu degerini yasamak ve yasatmak onlarin hak ve ozgurlugudur. Iste bu temelde politik olarak millet devletine sahip cografya ve toplumumuzda karmasa iyice gun yuzune cikmaktadir. Ama yine de ana sorun daha onceleri cesitli basliklarda dile geldigi gibi; TEK BIR MILLIYETIN DIGER MILLIYETLER UZERINDEKI HAKIMIYETI VE IKTIDARI VE DE DEVLETININ BU HAKIM VE USTUN MILLIYETIN TARAFI OLMASI konusudur. Iste buradaki cozum eger millet devleti yapisi korunacaksa; devletin bir milliyetinin olmamasi ve her bir milliyete ayni mesafede olmasi ve her bir milliyetin yasam hak ve ozgurlugunu tanimasina temsiline ve yasatmasina hic bir milliyeti ust ve hakim kilmadan izin vermesi ve bu yapiyi politik iktidar mucadelesine tasitmamasidir. Yada unitert bir devlet olarak millet devlet yapisindan etnisite ve etnik koken temelli bir birliktelik kurmak ve bunu cumhuriyet altinda yapmak ve her bir kisinin etnik kokenini ve bir etnisite grubuna aitligini ve bu aitligin degerlerini yasayabilmesini hak ve ozgurluk olarak saglamaktir. Anadolumuz, belki de dunyada esine az rastlanir bir tarihi farklilik mozayigine sahiptir. Uc ibrahimi dinin ve tarihin tarihler boyu suren devletlerinin cografyasi olmustur. Bu, bu topraklarda yerlesik olan her bir kisinin cesitliligi olmassi gerekirken; bunu teke indirmek ve digerlerini yok saymak ve gale almamak, sadece tarihe ters dusmek degil; ayni zaman da evrensel hukuk ve insan haklarinin hak ve ozgurluk ihlalidir. Bu da ancak her birferdin kendi her turlu kokenini korumasi ve diger kokenlere de saygi gostermesi ve onu farki ile birlikte icselllestirebilmesi olmasi gerekendir. Aynilik ve her turlu devlet bayrak toplum tekligi ancak bu cesni ve cesitliligin farkinda olarak ve farklarinin hak ve ozgurlugu taninarak ve korunaak saglanir.
-
Baslikta adi gecen deyimler; Cografi ve toplumsal etigimizin iki deyimidir. "Yangina Körükle Varmak" Genelde ortada olan bir rahatsizligi sorunu "bertaraf etmek/azaltmak ve cozume yonlendirmek yerine; daha cok ustune gidip, daha bir sorunlu kilmak rahatsiz edici kilmak olan sorunu daha bir buyutmek. Genelde toplumumuzda "evham/felaket tellali" olarak da degerlendirilir. "Pireyi deve yapmak" Buradada bir yerde ayni anlam ve icerik yukludur. Yani olan bir seyi buyutmek, oldugundan farkli gostermek kucucuk bir sorunu devhasal hale getirmek. Bu iki tarihsel ve etik deyimimiz, genelde toplumumuzun "korku" yapisindan ve "guvensizlik" yapisindan kaynaklanir. Yani ortada olan seyden bir korku vardir ve bu korku ortada olan sorunun cozulemeyecegine yonelik bir guvensizlik isaretidir. Buradan iki farkli sonuc cikar. Korku ve guvensizlik aslinda kavramsal anlam ve icerik olarak olumsuz/negatif bir icerikte olsa da aslinda burada ister istemez bir olumluluk ve pozitivite vardir. Yani bunu baska bir deyimimiz ile dile getirebiliriz "Dereyi gormeden pacayi sivamak/olmayacak duaya amin demek/dogmamis cocuga don bicmek" Kisaca bu deyinleri biribiri ile ozdeslersek; "Yangina Körükle Varmak/Pireyi deve yapmak" "Dereyi gormeden pacayi sivamak/olmayacak duaya amin demek/dogmamis cocuga don bicmek" tir. Yani ortada olani sanki daha baska seyler olmus gibi gostermek. Buna en guzel ornek emperyalist zihniyetin "komunizm" anti propagandasidir. Yani yasanmis devlet kapitalizmlerini birakin sosyalizm, komunizm olarak degerlendirerek, oturmamis ve olmamis komunizmi vesosyalizmi sanki yasanmis gibi gosterip "bek gordunuzmu, bunlar sorundur" algisi vermek. Ya da olan bir hak ve ozgurlukler ihlalini en uc noktada gostererek abartarak, aslinda gelecekte ve yasanmamis olan daha buyuk hak ve ozgurluk ihlalini gelmis/olmus gibi algilamak. Buradaki sorun da, gercek bir hak ve ozgurluk ihlalinde ne yapilacagini bilememektir. Emperyalist zihniyetin bu antipropagandasi disinda kalan, ve "korku" nun dile gelmesi adina da bu deyimlerin anlami sudur. Mesela milliyetcilerin en buyuk korkusu nedir? Bolunmus bir ulke, farkli devlet yapilari, federasyon, eyalet sistemi ve de ozerklik. Iste burada bugun olanlar ve tum tartismalar bu gozle bakildiginda "oyle olmasa bile" korkunun en uc yaninin dile gelmesi adina, boyle degerlendirilmekte ve deyimler yerine gelmektedir. Evet ortada yangin da vardir, pire de derede vardir, amin de ve hamile olan da; ama bunlarin korku temelli buyutulmesinin en buyuk soirunu; BUNU YAPMAK ISTEMEYECEK OLANLARA BILE BUNU HATIRLATMAK VE AKILLARINA GETIRMEK" tir. Peki ne yapmak gerekir? Yapilmasi gereken sudur. Iki atasozu/deyimin daha hatirlanmasidir. "Kustan korkan dari ekmez/korkunun ecele faydasi yoktur" Demekki bunlari dile getirmerk ve sorunlari buyutmek ve oldugundan fazla farkli gostermek yerine; OLANI ALGILAMAK VE NEDEN NASIL OLDUGUNU SORGULAMAK ve Olan ne ise ona yonelik tedbir almak ve hareket etmek. Evet butun bunlar olmazmi, tabi ki olabilir. Yalniz OLMADAN OLDURMAK VE OLMADAN ONLEMEK aslinda yapilacak olandir. Politika zaten bir pragmatist cikar yanasimi ve uygulamasi degil mi? Bugun basta olan iktidarin yrin ulke ve toplum adina dile getirdigi her seyi, sanki o olmus gibi algilamak; sadece caresizlik ve karsi tarafa koz vermektir. PKK'nin ilk baslardaki ayri devlet cikisini bugun dile getirmemesi; ayri devletten vaz gectigi anlamina gelir mi? bunu zaman gosterecektir. Yalniz bunu "gelir" temelinde degerlendirmek; sadece bunu yapacak durumunda olanlarin aklina getirmekten baska bir ise yaramadigini algilamak gerekir. Gecmiste cok yogun olan ebeveynlerimizin evhamlarini hatirlayalim. Diyelim esi oglu kizi ya da ayni evde yasadigfi bir yakini, biraz gec kaldi ve haber de vermedi. Hemen evham ve yazimizdaki deyimler baslar dile gelmeye "basina bir sey mi geldi, araba mi carpti, kacirildi mi, su an kimbilir nerde v.s. "seklinde bu kisinin gecikmesi buyur de buyur. Iste burada aslinda bunlari aklina getiren ve dile doken ebeveynin kendince olasi korkulari dile gelmektedir. Iste bu acidan gozlemin ve bu gozlemin ne verdiginin oldugu gibi algilanmasi cok buyuk onem kazanir. Cunku bu deyimlerin akla ve dile gelmesi, sadece korkularin dile gelmesi ve bunun getirdigi sosyo-psikolojik caresizliktir. Yani bir yerde bir sey yapilabilecekken yapilamaz hale gelinir, hani "basireti baglanmak" var ya; iste o. Evet Turkiye'de toplumsal olarak ve ulke olarak un seker ve gereken her turlu malzeme vartdir. Sorun ise bundan kimin cikarina ve nasil bir helva ortaya cikacagi. Iste bu helva henuz yapilmamistir. Bunu yapilmis gibi gostermek sadece korkunun caresizligidir. Ustelik emperyalist zihniyetin gudumundeki iktidar ve en kucuk ortagi ve PKK emperyalist zihniyetin gudumunde olarak bu atasozlerini sirf nabiz yoklama adina antipropaganda ve propaganda olarak dile getirebilir. O yuzden N.Hoca'nin gole maya salip "ya tutarsa" zihniyetini iyi algilayip; "golun maya tutmayacaginin bilinc ve farkinda olmak gerekir. Bu da maya tutmamis golu maya tutmus gibi gosterme korkusunun ve caresizliginin onune gecmek adina gerekendir.
-
- 3
-
-
Once kelimenin anlamina bir bakalim. akil Ar. ¤¥®il sf. (a:kil) esk. Akıllı: Bilindigi gibi bu PKK ile olan iliskiler gun yuzune ciktigi anda, Mecliste, kamuoyunda ve medyada bir "akil adamlar" konusu aldi ve gidiyor. Birincisi buradaki akilin anlami olan "akilli" temelinde kullanilan ve "Akilli adamlar" olarak algilanan bu kelime; kavramsal olarak basta bir asagilama icermektedir. Ne demek yani bu ise soyunanlar "akilli adam" degiller miki bir de akilli adam araniyor? Kimse konunun bu taraji-komik ironi yonunu degerlendirmediginden; ben degerlendireyim dedim. Konunun gundeme gelisi yapilan tartismalar ve yazilip cizilenler temelinde ortaya atilan "akil adamlar" dan benim algiladigim su. Bu adamlar (tabi burada adam insanoglu temelli genelbir soylem; yani cinsiyet olarak kadini da icerir/yoksa icermiyor mu?) bir yerde hem toplumu ve farkli halklarini, hem de konudaki taraflari (AKP/IKTIDAR/MECLIS ve PKK/IMRALI/KANDIL) "akillari" ile birbirleri ile andlastirmaya, uzlastirmaya bazi alinacak kararlara razi etmeye v.s. yarayacak. Hal boyler olunca da bu akil adamlarin; Toplumca taninmis kisiler olmasi. Toplumca sevilen kisiler olmasi Toplumca guvenilen kisiler olmasi Toplumca sozleri dinlenilen kisiler olmasi Toplumca kitle onunde konusabilme becerisi olmasi Toplumca ikna kabiliyeti olmasi Toplumca ve basta bu taraflar arasi uzlasmaya kisi olarak kendinin de razi ve gonullu olmasi Toplumca her iki tarafinda kabuledilir, guvenilir bulmasi Toplumca her iki taraftan birinin tarafi olmamasi Teror, terorizm, politika, gerilla v.s. konularinda bilgili tecrubeli!? olmasi. Sozlerini taraflara dinletebilir/kabul ettirebilir olmasi Iki tarafinda bu andlasmadan zarar gormemesini saglamasi Belki ve gerektiginde kurd kokenli ve kurdce dilini bilir ve konusur olmasi Toplumca kurd yonunu belirtmis/tanitmis olmasi Aslinda da daha da sayilabilir. Isteyenler de bu "olmasi" siklarina eklemek istedigini ekliyebilir. En onemli "olmasi" aslinda bir grup olarak aralarinda is bolumunu yapabilecek konusabilecek ve bir grup gibi disiplinli calisabilecek bilgi ve tecrube de olmalari. Soyle bir bakinca aslinda bu aranan "akil" adamlarin, pek te oyle "enten/puften-rastgele" secilemeyecek kisiler olduklari anlasiliyor. En azindan bir tahsil bilgi birikimi aydin olma turkiye gundemini ve gecmis gelismeleri takip ediyor olma v.s. gibi ozellikler on plana cikiyor. Hani bizde bir deyim vardir "agir/oturakli/kelli-felli" v.s. Iste bu duzeyde adamlar olmalari gerekiyor ki; en azindan ustlenecekleri gorevin bilincinde farkinda yukumlulugunde ve sorumlulugunda bu isi yapabilsinler. Su anda bile ortalikta bir suru o tarafin/bu tarafin onerdigi isimler ortada dolasiyor. Hatta BDP ve Ocalan'in listesi "gizli" bile tutuluyor. Bakalim bu "akil" adamlar kimler olacak, nasil bir grup/komisyon kuracak ne gibi gorevler yuklenecek? v.s. Bakalim bu surecte kimleriu hangi tarafi/taraflari nasil memnun edecekler? Siz ne dersiniz?
-
- 1
-
-
Bilindigi gibi gecenlerde Israil'den yapilan katliama yonelik bir ozur geldi. Aslinda iktidar tarafindan beklenen uc seydi. Ozur Tazminat Gazze'den Cekilim. Ozurun arkasindan belirli bir tazminat odenecegi de belirtildi. Ustelik bu sanki buyuk bir basari imis gibi iktidarca karsilandi. Gazze'mi bosverin, o bir sadece gafti. Aslinda olan Obama'nin devreye girmesinde ozur kismi degilde; gelen ozrun sorgulanmadan basbakandan kabulunun istenmesi idi. Ustelik ozrun nedeni de ilginc, yani Suriye'deki saldirilara baglanmasi. Bazilarimiz "ne alaka" diye dusunebilir. "Ne alaka" oldugunun "kokusu" yakinda Suriye ye getirilen bir cesit yaptirim olarak yansiyacaktir. Ama once su PKK bir "hale/yola konsun." Nasil konacaksa! Fakat burada algilanmasi gereken, Basbakan'in o meshur "one minute" cikisinin "yumusadigi" ve israil ile ilgili varmis gibi gosterilen "buzlarin eridigiydi." Sonucta Suriye'ye yonelik her turlu saldiri ve ic karistirma ve yaptirimin tek elden yureyebilmesi icin ABD/Israil ve Turkiye ayni tarafta ve soylemde olmasi gerekir. Tabiki oncelikle de Turkiye'nin PKK ile catismasinin "sukuna erdigi" susu verilmesi gerekir. En azindan emperyalist zihniyetin; Suriye'den istedigini alana kadar.
-
- 1
-
-
Bilindigi gibi BOP projesi artik bir komplo olmaktan cikmis aleni ve net gorunur hale gelmistir. Peki BOP' un emperyalist zihniyetin her turlu ekonomik/politik ve diplomatik cikari adina yapmak istedigi tam olarak nedir? Bilindigi gibi bolgede elinde belirli bir enerji gucu bulunduran SII Iran bulunmaktadir. Ayni Iran diger yatirimci emperyalist zihniyet olan Cin ve Rusya'dan da her turlu destegi gormektedir. Ilk amac bolgede sorosun etik mikroayrimciliginin ulke ici olarak islemesi ve ulke toplumlarinin bolunebildikce bolunmesi. Ikincisi de evengalizmin "dinler altinda dialog" safsatasi altinda tum SUNNI GUCLERININ IKTIDARI VE iRAN SII Rejimine karsi birlestirilmesi. Bunun icin ilk proje ikiz kuleler bahanesi ile Irak'in parcalanmasiydi. Buradaki dini kutuplasma temelinde soros mikroayrimciliginin en temel birlestirimi milliyet temelinde kurdlerdi. Ilk basta K.Irak ayrimi ile kurdlere mesruluk tanindi. Simdi kurdlerin bu mesrulugu iki koldan yurutuluyor. Ilk kol Turkiye kurdler, ikinci kol Suriyenin parcalanip kurd bolgesi yaratilmasi. Boylece SII Iran'a karsi SUNNI DESTEKLI TURKIYE, IRAK VE SURIYEYI ICINE ALAN BIR EMPERYALIZM YONLENDIRIM VE YAPTIRIMLI KURDUSTAN'IN KURULMASI. Iste emperyalist zihniyet; bu kurulacak kurdistan ve sunni bir ittifak ile; Iran'i parcalayip; enerji kaynaklarini eler gecirmek istiyor. Asil amac bu. O yuzden basta Turkiye'deki Esbaskanli iktidarin BDP ve PKK'ya yanasimini kimse BIR KURD VARLIGININ COZUMU HAK VE OZGURLUGU olarak algilamasin. Cunku butun bu olanlar emperyalist zihniyetin hazirladigi planin kollarini teskil etmekte ve NE KURD VARLIGI NE INSAN HAKLARI, NE EVRENSEL HUKLUK NE DE HAK VE OZGURLUKLER ADINA BIR ICERIGI BULUNMAMAKTADIR. Aksine butun bu olanlar bir politik duygu somurusu kandirmaca, dalavere kiskirtma ve her turlu ayrimci hareketi bolgede korukleme besleme ve silahlandirma olarak insanlikdisi bir sekilde hukum surmektedir. O yuzden tum bu politik/ekonomik ve diplomatik cikardan ne bolge toplumunun ne de farkli halklarinin bir hak ve ozgurluk kazanacagi ve Turkiye'nin de ulke ve toplumu adina herhangibir cikar saglayacagi sakin dusunulmesin. Sonucta boyle bir dusunce, emperyalist zihniyetin "demokrasi/ozgurluk" v.s. temelli duygu somurusu politikasina kanmak olur. Dun bunu bir komplo olarak goren beyinler, artik bunun hala bir komplo oldugunu dusunuyorlarsa; tekrar dusunsunler ve soyle biryakin tarihi ve olanlari ve bugun hala olmakta olanlari ve olacak olanlari tekrar dusunsunler. Emperyalist zihniyetin amaci SUNNI/KURD TEMELLI BIR MUTTEFIKI KONTROL ALTINDA TUTARAK SII IRAN'I PARCALAMAK VE ORTADOGUINUN HER TURLU NIMETINI ENERJISINI KAYNAKLARINI KENDI EGEMENLIGI ALTINA ALMAK VE BOLGEDE CIN/RUSYA ITTIFAKINA FIZIKI VE POLITIK RAKIP BIR GUC HALINE GELMEKTIR. Ne turkiye, ne irak, ne suriye, ne de iran umurunda degildir. Ne bu bolgenin toplumu farkli halklari refahi hak ve ozgurlukleri umuruinda degildir. Hatta canlari bile umurunda degildir. Yoksa CHURCHILL "Bir damla petrol, bir damla insan kanindan daha degerlidir" diyebilir miydi? Aslinda konu yazildigindan dahadetaylidir. Bata gorunurdeki kurd sorununun hic bir sekilde cozumune yonelik degildir. Aslinda uzun vadede PKK'nin mesrulasmasi ve silahini korumasini da icermektedir. O yuzden basliga gelen yanitlarin iceriginde konu detaylanabilir.
-
Komplo kelimesi ve kavram olarak icerdigi algi ve anlam; iki turludur. Birincisi, komplonun yasama/hasyata gecirilmesi ve gozlem veren bir olgu halini almasi. Ikincisi teori olarak algilanan "akil yurutumu/uydurma/yalan/yanlis" algisi. Bilindigi gibi yakin gecmisimizde emperyalist zihniyetin hayata gecirdigi her iki anlami da algi ideoloji inanc ve dogrulama olarak gerceklestiren iki ana olay vardir ve bunlar biribirinin devamidir. Ikiz kulelerin cokertilmesi (47 katli ucuncu bir bina ile birlikte) BOP- Orta Dogu ve Kuzey Afrika Projesi. Bu ikisininde artik birer teori olmadiklari ve yasamda uygulanmakta olarak gozlem verdikleri asikar ve alenidir. Bu iki olayi da hala teori temelinde bir komplo olarak degerlendiren beyinler; ya hala olani algilayamamakta ya da emperyalistzihniyet gibi bilerek carpitmakta ve beynin uyanisini bilinclenmesini algilatmamaya calismaktadir. Yaalniz bunun bilerek ya da bilmeyerek hala boyle algilanmasi ister bilincli ister ideolojik inancsal korluk olarak tezahur etsin, fark etmemektedir. Cunku olanlar ve ollacak olanlar gun gibi asikardir. Bu acidan "komplo kurmak" deyimini aciklamak gerekirse; bunun anlam ve icerigi "birisini oyuna getirerek istenen amacin elde edilmesidir" Mesela bir cinayet komplosu, ekonomik komplo suclama komplosu v.s. bugun dunyada gorunen komplo cesitleridir. Iste bunun emperyalist zihniyet eliyle yapilmasi ve bilincli olarak ta teori algisi temelinde carpitilmasi ve bu carpitmaya kendi aklini inandiran beyinler; hem emperyalizmin komplosuna dusmekte hem de gerceklesen ve yasayan komployu algilayamamaktadirlar. Belki taa siranin kendilerine ideolojilerine veya inanclarina gelene kadar. Tabi bu da bir sorgulama ezber bozma ve imansal inancin "acaba" temellisupheye dusmesi ile baslayacak bir surectir. Cunku bilimsel bilgisel ve bilisselolarak iki komplo anlam ve icerigi algi olarak biribirine tamamen zittir. Biri karsi koyma olarak pasifligi icerirken, digeri aktifligi; biri uygulamanin algisi olarak pasifligi icerirken, digeri aktifligi icerir. Iste BOP' un Afganistan ile baslayan, Irak ve Libya ile devam eden Su anda Suriye uzerindeki ve Turkiye eliyle ortaya konan Komplo; planlandigi gibi islemekte ve gozlem vermektedir. Bunun teorisi zaten ikiz kulleler ile birlikte yazilmistir. Oncesi de SSCB'nin parcalanisina dayanir. Yani temeli 1990 oncesi olarak 1960'larda atilmistir. Terorizmin yaratilmasi ve hayata gecirilmesi bunun islami goruntusu gerilla ve silahlanma orgutlenmesi ve debunlardan sanki bunu yapanlar sorumlu degilmis gibi ustelik toplumlarin rahatini huzurunu demokrasi ve ozgurlugunu koruma ve kollama adina her turlu saldiriyi mubah ve mesru kilma asamasidir. Diger bir ayagida toplum ve halkin guya terorizmden guvenligini saglama adina takibi fislenmesi ve her turlu bilginin kaydi ve ayni komplo dogrultusunda kullanimidir. Yoksa Saddamlar, Usama Bin Ladenler kullanilip isi bitince harcanmaz, ulkeler iceriden karistirilmaz ve ele gecirilmez toplumlar kandirmaca ve her turlu duygu somurusu ile kaosta ve sicak mucadele icinde tutulmazdi. Ne komplo kuralim ne de olan bir komployu teori olarak algilayalim. Cunku bu algi zxaten komploya dusmus olmak demektir.
-
Konu Ataturk'un donemsel pragmatisizmi oldugundan, felsefe bolumune acilmistir. Ataturk'un pragmatisizminin temeli de sonucta politik cikara dayanir. Bilindigi gibi her konuda ve kavramda ve de tarihi karakterde oldugu gibi tarihimiz ve ortaya konanlar nedense ve nasilsa bir biri ile celiskili yerine gore sakli yerine gore carpitlali ama her zaman donemin iktidar politikasina ve onun her turlu cikarina gore pragmatist (yararci) bir icerik gosterir. Bunun en buyuk sorunu ulke ve toplumunda yetisen yetistirilen ve egitim/ogrenim ve ogretim goren nesillerin bilgilendirilisinin farki ve biribiri ile celismesi ve catismasi olarak yansir. Kisaca TC tarihinden bu yana hic bir nesil ayni algi ve bilgi ile yetismemis ve her gelen iktidar tarihi ve gercekleri kendi ideolojik inancsal cikari dogrultusunda carpitmis ve yanlis bilgilenmis ve bilgilendirilmistir. Bu bassta savunu ve karsi cikis olarak Osmanli ve TC tarihi celiskisini yaratmis; kimin neden nasil ve neye gore nerde Osmanli'dan yana nerde TC'tinden yana olup olmadigi bir karmasa olarak yansimistir. Tarihte yasamis karakterlerdenKimin kime gore ve neye "vatan haini" hangi vatanin (Osmanli/TC) "haini" olup olmadigi da ayri bir karmasa konusudur. Osmanliyi savunan 1919 sonrasi bir cesit "vatan haini" ilan edilirken, tarih te ilerledikce degerlendirme tarihsel carpitma ve donemsel olarak carpitilmis; bir zamanin asilani diger zamanin kahramani haline gelmistir. Aslinda ne toplum ne de kamuoyu ne de medya aydin ilerici devrimci v.s. olarak kimse neyi neden ve nasil savundugunu/karsi ciktigini bilmemekte; sadece donemsel olarak bir savunu/karsi cikis icinde kendini bulmaktadir. Bunda hem tarihimizin hem de okuma arastirma sorgulama aliskanligi olmayan ve her denilene guvenen inanan toplumumuzun her turlu cikar dogrultusunda donemin subjektif algisi ile carpitilan tarihi kendsi algilarinca degil; kendilerinden istenen sekilde degerlendirmeleri de buyuk bir rol sahibidir. "Kim kimdir, ne nedir; kime/neye gore odur/degildir?" sorularinin her turlu cevabi tarihin olmusaluguna ters dusecek sekilde donemsel cikarsal duygusal olarak degisime ugratilmistir. Biri tarihi "boyledir" derken; digeri "hayir, soyledir" diyebilmekte; tarihte yasanmisligi gizlemeye calisanlarin oldugu ortalarda soylenmektedir. Bunun tek nedeni bunu yapanin kendince mesala "Ataturk bu, toplum soyle biliyor; o zaman onun burada soyledigi su cumlesi konusmasi buna ters duser, o zaman bunu burdan kaldiralim" temelli tarihe ihanet eden carpitmalara donemin iktidarlari tarafindan imza atilmistir. Iste bu temelde konumuzun basligi olan ve TC devletinin kurucusu toplumun "Ataturk" olarak lakaplandirdigi, dunyanin da yakindan tanidigi ve doneminin tarihine adini yazdiran tarihi karakterin. 1881-1938 yillari arasindaki tum yasami boyunca yaptiklari; her neden ve nasilsa her turlu ideolojik inancsal dogru inanci temelinde kendine yer bulur. Ornek verelim; Ilericisi, devrimcisi solcusu, sosyalisti, komunisti v.s. de Ataturk'u bir yerde savunur; gericisi, karsi devrimcisi, yobazi, tutucusu, muhafazakari fasisti sagcisi da. Ateisti deisti dinsizi de Ataturk'u savunur; Teisti dindari, dincisi muslumani alevisi inaniri da., inancsizi da. Kisaca gunesin altinda hangi ideolojik inancsal dogru varsa; hepsi kerndinde bir Ataturk bulur. Ustelik bu iki turludur. Ilericisi, devrimcisi, solcusu, sosyalisti, komunisti liberali de Ataturk'e karsi cikar; Gericisi, karsi devrimcisi, yobazi, tutucusu, muhafazakari, fasisti sagcisi da. Ateisti, deisti, dinsizi, inancsizi da Ataturk'e karsi cikar; Teisti, dindari, dincisi muslumani, inaniri da. Bu konuda donemsel olarak ve gunumuzde o kadar cok kamuya mal olmus isim sayabiliriz ki! Evet, dahafazla detaya ve orneklere girmeden tarihi donemlere bakalim. 1881-1919-Osmanli donemi ve Mustafa kemal; Osmanli Askeri 1919-1923-Kuvay-i Milliye, Kurtulus Savasi ve Mustafa Kemal 1923-1938-Cumhurbaskani, yenilikler, devrimler, Osmanli'nin tarihe gomulusu ve Ataturk. Bu uc donem bizlere tarih bilgi algi v.s. olarak hem onun kimligi ve kisiligi hem de yaptiklari dedikleri olarak cok farkli uc Mustafa Kemal tarihi veriyor. Hem kisisel olarak kendi ile ilgili her turlu bilgi carpitmasi ve kirliligi; hem de her donem ile ilgili yaptiklari dedikleri ve bunlarin sansuru carpitilmasi v.s. Evet simdi soruyorum. "Benim gecmisim ile ovunmeyiniz, bugun vatan ve millet icin neler yapilmasi gerekir, onu dusununuz" diyen ve "Ben bir dogma birakmiyorum" diyerek te "herseyin bir degisim" oldugunu vurgulayan; Ataturk'un tarafi ya da karsitligi adina; Hangi doneminin tarafi/karsitisiniz? Hangi donemin Ataturkcusu, ya da Ataturk karsitisiniz? Dogma birakmayan Ataturk'un Kemalizmini bugunlere cagdasliga nasil tasiyorsunuz? Yaptiklari ve soyledikleri temelinde hangi doneminde ve neye gore demokrat/diktatordu? "Tek adamligi" neye dayanmaktadir, rakiplerini nasil ve neye dayanarak "bertaraf etti?" En son olarak en yakin silah arkadasi Ismet Inonu ile hangi konularda ve neden ayri dustu? Babasinin kokeninin ailesinin ne oldugu; inancinin ne oldugu muzayede'de neye gore nasil davrandigi Sebataylilik ve yahudilik ingiliz ajanligfi soylemleri v.s. Son olarak su atasozunu hatirlatalim "ates olmayan yerden duman cikmaz" o yuzden Ataturk hakkinda tum yazilip cizilen kimine gore olumlu kimine gore olumsuz tarihin "bu zaten Ataturk'e karsi tabi ki oyle yazacak/diyecek" seklinde bir "gecistirmesinin" ne tarihimize ne de Ataturk'u algilamaya bir yarari olmayacagini dusunerekten ve mumkunse, dusunce bilgi yorum ve gorus/fikir belirtimlerinizi TARAFKAR YANI SAVUNU/KARSI CIKIS YERINE OBJEKTIF SORGULAMA ALGISIYLE degerlendirmenizi sizlerden isteyerek, sozu sizlere birakiyorum. Evet hangi donemin Ataturk'u ve neden o donem? Konu vekavramlar ve de Ataturk ile ilgili bilgiler detaylandikca Ataturk ve yasam tarihinin ve her bir doneminin daha bir aydinlanacagi ve aciga kavusacagi umuduyla.
-
"Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim." Recep Tayyib ERDOĞAN Bu metin Trabzon Tire Askeri Arşivi'nde mevcuttur. * elhamdulillah şeriatçıyız. (21.11.1994 milliyet) * yılbaşına karşıyım. (19.12.1994 sabah) * ben tekkeye değil dergaha gittim. (22.1.1997 gözcü) * ata'ya saygi duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.(12.5.1994 hürriyet) * 10 kasım'da yaygara kopartıldı. (14.11.1994 hürriyet) * içki yasaklansın. (1.5.1996 hürriyet) * istanbul'u medine yapacağız. (akis) * bütün okullar imam hatip yapılacak. (17.9.1994 cumhuriyet) * ben istanbul'un imamıyım. (8.1.1995 hürriyet) * mayo reklamı şehvet sömürüsüdür. (6.3.1996 hürriyet) * milli piyango zulumdür. (29.9.1994 hürriyet) * taksim'deki caminin temelini inşallah atacağız. (1.7.1994) * cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır. (5.2.1996 akit) * sarık operasyonu çok komik. (15.5.1995 sabah) * yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir. (25.6.1994) * ben, meclis'in dua ile açılmasından yanayım. (8.1.1996 milliyet) * imamlar da nikah kıysın. (9.5.1995 milliyet)"Sadece imamlar resmi nikah kiysin" (9.5.1995 Milliyet) "Ben Millet Meclisi'nin de dua ile açilmasyndan yanayim" (8.1.1996 Milliyet) (Belediye Baskanligi döneminde Belediye meclisinin her acilisi Istiklal Marsi yerine Kuran okunarak yapilmistir. Yine böyle bir duali açilistan sonra bunu söylüyor.) 1999 - Pınarhisar Cezaevi "Başbakanlık koltuğuna oturmadan ölürsem gözüm arkada kalır. Allah nasip ederse bir nihai hedefim Çankaya Köşkü'ne çıkmaktır." "Türkiye kendine din olarak Kemalizmi almis ve ba?ka hiçbir dine hayat hakki tanimayarak kitlelere zorla dikte ettirmistir..." "Türkiye'nin yarininda artik Kemalizme ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu degildir. Bizim için en üst belirleyici, Islam'in etkileridir. Her sey ona göre belirlenir." "Camiler kisla, minareler süngü, kubbeler migfer, müminler askerimizdir." "Demokrasi bizim için bir amaç degil, araçtir. Amacimiza ulasana kadar demokrasiye bagliyiz." "Demokrasi bizim için bir tramvaydir. Istedigimiz duraga gelince ineriz." "Türkiye'yi eyaletlere bölmek lazim.Merkezi yönetimin bir takim yetkileri bunlara verilmelidir.Belediye Baskanlari da bu konuda en yetkili olmalidirlar. O bölgelerdeki her türlü egitimde bunlara birakilmalidir." "Hem laik, hem müslüman olunmaz. Ya müslüman olacaksin, ya laik. Ikisi birarada olunca ters miknatislanma yapar. Mümkün degil, ikisi birarada olamaz." "Referansimiz islamdir. Tek hedefimiz islam devletidir." Oglunun nikah davetiyesindeki tarih: "29 Zilkade 1421" (Nikah tarihi olarak Arap takvimindeki tarihi kullaniyor) "1.5 milyarlik islam alemi, müslüman milletimizin ayaga kalkmasini sabirsizlikla bekliyor. Kalkacagyz, bu ayaklanma baslayacak." "Bir tutturmuslar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabii ki gidecek be." "Kadin nereye isterse oturur, Sana ne yaa! Ayip yaa!" (Kars'ta AKP toplantisinda kadinlarla erkeklerin ayri yerlerde oturtulmasini elestiren gazeteciye) "Bana verilen maas çok düsük, yetmiyor. Sen ne kadar maas aliyorsun?" (Almanya Basbakani'na) "Ben müslümanim diyenin ayni zamanda laikim demesi mümkün degil" "Fazla içmedin degil mi? Agzin içki kokuyor." (Avusturya'nyn Ankara Büyükelçisi'ne) "Dur dinle be!.. Dur dinle!.. 9 ay 10 gün be!.." (Seçim konusmalari sirasinda vatandasa) "Yahu, bu millet yatyp kalkip size mi çalisacak." (Erzurum'da çiftçilere sesleniyor) "Sana mi kaldi türban konusunda karar vermek, bu ulemanin isidir. Ulema ne diyorsa o olur." (Avrupa Insan Haklari Mahkemesi'ne) (Danistay'in türban karari konusunda) "Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (seriat hukuku) karar verir" (Bir kaç hafta sonra isareti alan seriatçi bir terörist Danistay'i basti ve türban karari veren Danistay üyelerini silahla taradi, Danistay üyesi bir hakimi öldürdü.) "ABD'de özgürlük anlayisi var ama benim ülkemde yok" (Benim ülkem özgür degil diye, ABD gezisinde ülkesini Amerikalilara sikayet ediyor.) "Ulan terbiyesizlik yapma! Artistlik yapma ulan! Hadi anani da al git burdan" (Mersin'de bir vatanda?a) Cumhurbaskani tarafindan onaylanmayan yüzlerce atamanin vekaletlerle yürütülmesi konusunda: "Biz hukuka aykiri bir sey yapmiyoruz. Mecelle'de (seriat hukuku) böyle bir kaide var." "Askerlik yan gelip yatma yeri degil" (Sehit yakinlarina) "Kendisine kefilim, babam gibi güvenirim, Ona kendime inandigim gibi inaniyorum." (Birlesmis Milletler tarafindan tüm dünyada terörist ilan edilen ve aranan El Kadi hakkinda) "Onlari hoplatacagim." (Terörist El Kadi'yi elestiren muhalefet üyeleri ve gazetecilere) "Cumhurbaikani'nin imam hatipli olacagi günler yakindir." (5.2.1996 Akit) 2002 seçimlerinden hemen önce ve Basbakan olunca: "Ben geliserek degistim." Basbakanliginin 4. yilinda: "Ben hiçbir zaman degismedim. Islami fikirler degismez." Evet bir yerde ulke ve toplumun "nereden nereye geldigini" algilamak adina; her zaman en saglikli ve tutarlisi gecmise bir goz atmaktir.