
haci
Members-
İçerik sayısı
516 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
9
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by haci
-
Bu konuda bildiklerimi kısaca özetlersem: Atom en küçük madde değildir. Madde Big Bang sırasında enerjinin hızla soğumasından ortaya çıkmıştır. Sıcaklık düştükçe farklı elementer parçacıklar sentez edilmişlerdir. Sentez edildikleri şey doğası hiç bilinmeyen bir enerjidir. Onlar birleşerek diğer parçacıkları oluşturmuşlardır. Fizik o temelden yola çıkar. Onların davranışlarını inceler. Burada hakkında hiç bilinmeyen enerjidir. Herşeyin kaynağı ve başlangıcı odur.
-
Ben bu konuyu felsefi terimler ve kavramlarla tartışmak istemiyorum.
-
Evet Bu sorunları ben de düşündüm. Hem var hem de yok olan birşey olabilir mi? Olmaması lazım. Bu ilginç çelişkiyi şöyle açıklayabiliriz. Doğada maddenin davranışları olarak rafine (yalın, bireysel) fizik kanunları yoktur. Evren bir bütün olarak davranır. Bütün maddeler birlikte davranışlarda bulunurlar. Onların spesifik davranışlarını doğada görmemiz mümkün değildir. Evrende karşılaştığımız fenomenlere sığınmışlardır onlar. Onların içindedirler. Onlarin içinde gizlenmişlerdir. Bu nedenden spesifik bir maddenin (elektronun örneğin) gözlemlediğimiz davranışları kabadır. Çünkü diğer maddelerin (protonların örneğin) etkisi altında davranışlar sergilemektedir. Elektronu içine bulunduğu ortamdan alıp, laboratuvara taşırsak ve protondan uzaklaştırırsak, veya onu normalde doğada yapmadığı davranışları yapmaya zorlarsak, ilginç durumlarla karşılaşırız. Elektronların davranış örmeklerini biz fizik yasaları olarak nitelendiriyoruz. Son derece sınırlı koşullarda elektronlar ilginç davranışlar yapacaklardır. Onlara biz kanun diyoruz. Çünkü elektronlar o davranışları aynı koşullarda her zaman aynı şekilde yapacaklardır. Elektronların davranışları doğada farklıdır, laboratuvar koşullarında farklıdır. Fırtınalarda gözlemlediğimiz yıldırım ve şimşek olaylarını hala yeterince anlayabilmiş değiliz. Bu ilginç gözlemi elektronların doğada laboratuvardaki davranışlarından çok daha karmaşık davranışlar şeklinde yapması olarak açıklayabiliriz. Fizik kanunları doğada diğer kanunlarla birleşmiş oldukları için gizlidirler. Vardırlar ama doğalarını kesin olarak belli edemezler. Bütün fizik kanunları birlikte etkilerini gösterirler. Yani bütün maddeler birbirlerini etkilerler. Evren bir bütün olarak davranır. Bu teori için Mach ilkesine bakınız.. http://en.wikipedia.org/wiki/Mach%27s_principle
-
Fizik kanunlarının olduğunun ölçütü onların gözlemlenmesidir. Laboratuvarla doğanın farkı yapılan gözlemlerden çıkarılıyor. Gözlemi olmayan bir fizik kanunu olamaz. Gözlemi olan çok sayıda fizik kanunu var. Elektronların fiks orbitellerde yer alması örneğin. Her orbital yalnız belli sayıda elektrona yer veriyor. Protonlar elektronun birbirlerini çekmelerine rağmen birleşmemeleri, örneğin.
-
Fizik kanunları maddenin davranışları ise vardırlar. Doğada onlar bir arada ve iç içedirler. Evren bir bütün olarak davrandığı için onları teker teker inceleyemezsin. Laboratuvar koşullarında onları birbirlerinden ayırabilrsin ve ayrı ayrı inceleyebilirsin. Doğada olmayan özelliklerini ortaya koyabilirsin. Madde laboratuvarda doğadaki davranışlarından çok daha farklı ve rafine davranışlar sergiler. Doğada o davranışlar yoktur.
-
Fizik kanunlarına dönecek olursak diyebiliriz ki: fizik kanunlarının var oldukları argümanı, olmadıkları argümanı kadar sağlam temellere dayanıyor. Çünkü bu gözlemlenen bir fenomendir. Laboratuvar koşullarında fizik kanunları vardır. Ama onlar doğada yoktur. Doğada fizik kanunları maddenin rafine davranışlarının bir araya gelmesinden oluşmuş bir kümedir. Bu nedenden doğada ve laboratuvarda gözlemlenen fizik kanunları aynı şeyler değildir.
-
Önemli bir gereksinimi basit bir öneri ile açıklayamazsınız. Uyku olgusunu basite indirgeyemezsiniz. Uyku bir gereksinimdir belki ama, aynı zamanda karmaşık bir olgudur. Çeşitli etmenlerin etkisi alında uyunur veya uyunamaz. Melatonin onlardan yalnız biridir. Uykusuzluğa beyin adapte olamaz. Sorun çok karışık...
-
Yanlış bir açıklama.. Bazı insanlar ışıkta uyuyamaz. Çünkü ışıkta pineal bez melatonin salgılamaz. Uykuyu başlatan melatonindir. Retina ile pineal bez arasında anatomik ilişkiler vardır. Retinadan pineal beze gönderilen sinyaller ortamın ışıklı olduğu haberini iletir ve pineal bez melatonin salgılamaz. En azından teorisi böyle..
-
Fizikçi hem fenomeni gözlemliyor, araştırıyor ve elindeki formul ve teori ile test ediyor, hem de fenomende olan özellikleri ortaya koyuyor. Fizikçi daha da ileri gidiyor ve maddenin çeşitili spesifik davranışlarını laboratuvar koşullarında ve dar sınırlar içinde araştırıyor. İnsanda zaman kavramının evrimsel başlangıcı circadian rhytym'dir. İnsan diğer her olguda olduğu gibi zamanı üstün aklı ile manüple ederek kendine adapte etmiş ve yaşamının vazgeçilmez bir öğesi yapmıştır. Yani insanda zaman kavramının evrimsel bir kökeni vardır. İnsanın genetik yapısına kazınan zaman kavramı, oradan bilince yansımış ve bugünkü şeklini almıştır. Hayvanların birçoğunda bilinçli bir zaman kavramımın olduğunu tahmin ediyorum. Bu sadece bir tahmin ama.
-
Benim felsefe ile ilgilenmediğimi biliyorsun. Fizikçilerin de felsefe ile işleri yok. Aslında senin benim ve fizikçiler konusundaki tutumun, fizikçilerin fizik kanunları konusundaki tutumuna benziyor biraz. Yani olmayan bir şeyle uğraşıyorsun. Pineal gland evrimsel olarak kazanılmış bir organ. Hayvanlarda var. Beynin ortalarında ve arkaya bakan bir yerde olmasına rağmen üçüncü göz olarak da bilinir. Zaman kavranımın genlere işlenmesinin nedeni gece ve gündüz arasındaki farkların farkedilme zorunluğudur. Tabii mevsimler de canlılar tarafından yine zaman algısından dolayı bilinirler. Bebeklerde zaman algısının varlığının delili, bebeklerin geceleri daha uzun zaman uyumasıdır. Bu önceleri pek belirli değildir ama birkaç ay içinde iyice belirli hale gelir. Nedeni de karanlıkta melatonin hormonunun daha çok salgılanmasıdır. Pineal bez bu hormonu salgılar. Beynin başka yerleri de uyku-uyanıklık ritminden sorumludur.. İnsanda ve canlılarda circadian rhytm vardır. http://en.wikipedia.org/wiki/Circadian_rhythm
-
Benim birşey algıladığım yok. Hem ben algılasam bile o yalnız beni ilgilendiriyor. Ben fizikçilerin bu konudaki görüşlerini yansıtıyorum.
-
Bebekte zaman algısı doğuştan vardır. Her canlıda (bitkiler, bakteriler dahil) zaman algısı vardır. Bu konuya değineceksen, onlardan da bahsetmelisin. İnsanda zaman algısı beyne kazınmıştır. Beyinde zamanla ilgilenen yöreler vardır. Pineal bez örneğin... Ama bu ayrı bir konu.. Fizik kanunları ile ilgli değil. Doğal kuvvetler konusu hakkında bir açıklama yapmamışsınız. Bence o konu çok daha önemli.
-
Bu dört doğal kuvvetin tek bir kuvvetten çıktığı ileri sürülüyor. Daha doğrusu bu dört doğal kuvvet tek bir kuvvetin farklı manifestasyonlarıdır diyorlar. Bu tam anlamı ile bilimsel bir konu..
-
Peki doğal kuvvetler için ne düşünüyorsunuz? Güçlü nükleer kuvvet, Zayıf nükleer kuvvet, Elektromanyetik kuvvet ve Çekim kuveti...
-
Fizik kanunları nedir? Fizik kanunlarının ne olduğuna, önce ne olmadıklarının tanımı ile başlamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Fizik kanunları madde ve enerjiye hükmeden ve onları manüple eden kuvvetler değillerdir. Fizik kanunları madde ve enerjinin davranış şekilleridir. Evrende madde ve enerjinin davranışları deterministik olmayıp, rastlantısaldır. Evrende mükemmel bir düzen yoktur. Evrene giderek artan bir düzensizlik hükmeder. Madde ve enerjinin davranış şekilleri olarak fizik kanunları evrende gözlemlenen düzenden (veya düzensizlikten) sorumludur. Madde ve enerjinin davranışları kaotiktir. Maddenin rafine davranış şekillerini laboratuvar koşullarında incelerseniz, onlarda müthiş ve kesin bir düzenin olduğunu görürsünüz. O düzen evrende yoktur. Mükemmel fizik kanunları yalnız laboratuvar koşullarında vardır. Yani madde yalnız laboratuvar koşullarında mükemmel davranışlar sergiler. O koşullarda madde ve enerjinin davranışları son derece dar sınırlar içinde tutularak araştırılmaktadır. Evrende laboratuvar koşullarında tasarımlanan dar sınırlar yoktur. Evren bir bütün olarak davranır. Madde ve enerjinin davranışlarının (fizik kanunlarının) evrenin her yerinde aynı olduğu söylenir ama, gözlemlenen davranış mükemmel değildir. Evrenle ilgili olarak yapılan her gözlem onun düzensizliğinin gösterisidir. Evren genişlemekte ve güneş sisteminde gezegenler ve güneş arasındaki mesafeler zamanla değişmektedir. Evrende değişmeyen ve hep aynı olan hiçbir şey yoktur. Madde ve enerji sürekl bir değişim ve devinim içindedir. Evrende mükemmel düzeni sağlayacak fizik kanunları yoktur. Evrende maddenin bütün davranışları rastgele ve düzensizdir. Madde ve enerjiyi evrenden alıp laboratuvar koşullarına taşıdığımız zaman karşılaştığımız müthiş düzeni biz fizik kanunları ile açıklarız. Aslında bütün yaptığımız bizim madde ve enerjiyi manüple etmek, onların sınırlı koşullardaki davranışlarını öğrenip, onları istediğimiz davranışı yapmaya zorlamaktır. Doğada onlar hiçbir zaman düzenli davranmayacaklardır. Canlı veya cansız varlıklarla ilgili doğal olguları incelersek, onlarda karşılaştığımız düzenin aslında bir uzlaşma olduğunu görürüz. Evren madde ve enerjinin davranışlarının düzenli olmadığı bir ortamdır. Canlılığı incelerken onda da müthiş bir düzenin olduğu izlenimi alırız. Ama bu bir yanılsamadır. Canlılarda genetik yapının etkinliği stokastiktir. Yani hangi genlerin ne zaman ve ne kadar etkin olacakları tümüyle rastlantısaldır. Canlı vücudunu oluşturan doku ve organların varlığından ve düzenli organizasyonundan sorumlu santral bir otorite yoktur. Canlılık bir uzlaşmadır. Evren madde ve enerjinin uzlaşmak üzere bir araya geldiği çok ilginç bir mekandır. Evrende fizik kanunları yoktur belki ama, madde ve enerjinin toplu davranış şekillerinden sorumlu bir takım kurallar vardır. Biz maddeyi evrenden laboratuvara taşırsak müthiş bir düzenin varlığı ile karşılaşırız. Aslında evrende madde ve enerji laboratuvarda davrandığı gibi davranmaz. Diğer madde ve enerjilerle birlikte karmaşık ve doğası iyi anlaşılmayan davranışlar sergiler. Örneğin laboratuvar koşullarında davranışları çok iyi bilinmesine ve anlaşlılmasına rağmen, fırtınalarda karşılaştığımız yıldırım ve şimşeklerden sorumlu elektronların davranışı şekilleri hala yeterince iyi bilinmemektedir. Doğada lazer yoktur. Radyo dalgaları informasyon iletmez. Buna rağmen doğada fotonlar ve radyo dalgaları vardır. Ve onlar ve diğerleri bize evren hakkında bilgi verirler. Ama bu kaba bir bilgidir. Rafine edildikten sonra bize iletilen bilgilerden çok daha fazla anlamlar çıkarılabilir. Madde ve enerji evrende mevcut olan yerel koşullara bağlı olarak rastgele hareket etmektedir. Laboratuvar koşullarında biz onlardan rastgeleliği alınca geride ilginç bir düzen kalıyor. Başka bir deyişle biz onların evrendeki davranışlarını kısıtlayarak değiştiriyoruz. Onlar başka türlü hareket edemeyince ortaya bir düzen çıkıyor. Ve biz o düzene fizik kanunu diyoruz.Aslında bütün yaptığımız madde ve enerjinin davranışlarını kısıtlayarak fizik kanunlarını yaratmaktır. Madde ve enerjinin bazı spesifik düzenli davranışlarına biz fizik kanunları diyoruz. Mühendislerin bütün yaptığı elektromanyetik kuvveti manüple etmektir. Aslında bulunan kanunlar maddenin değişik koşullarda daha önce farkedilmeyen davranışlarından başka birşey değildir. Maddenin evrende o şekilde davrandığı bir ortam ve koşullar yoktur. Onların sadece o şekilde davranma potansiyeli vardır. Evrende mevcut fizik yasaları maddenin kaba, brüt, şekilsiz ve belirsiz davranışlarından başka birşey değildir. Laboratuvar koşullarında onlar canlanmakta, hassas, ince, zarif, estetik ve belirli fizik kanunlarına dönüşmektedirler. Evrendeki düzen mükemmel değildir. Buna rağmen orada düzen arıyoruz. Düzensizlikte mükemmel düzenler aramamızın nedeni insan olarak başka türlü düşünmemizin imkansızlığı. Düzensizlik bize hiç bir şey ifade etmiyor. Düzensizliği anlamak için onu düzenli parçalarına ayırıyoruz. Fizik düzensizliklerle uğraşmıyor. Düzensizliklerdeki düzenlerle uğraşıyor. Evrende mevcut düzen mükemmel değildir. Mükemmel düzenin olmadığı bir yerde mükemmellik arıyor ve buluyoruz. Önce düzensizlikte düzen arıyoruz. Bulamayınca düzensizliği laboratuvara taşıyor ve o ortamda düzensizlikte düzen arıyoruz. Madde ve enerjiyi öğelerine ayırınca, onların davranışlarında bir takım düzenlerin olduğunu görüyoruz. Örneğin elektronları yakından inceleyince onlarda müthiş bir düzenin varlığı dikkatimizi çekiyor. Elektronlar doğada düzenli davranmıyorlar. Aynı şekilde fotonları inceliyor ve bir takım kanunlara uyduklarını buluyoruz ama bulunan kanunların hemen hepsi yalnız laboratuvar koşullarında var. Doğada lazer yok örneğin. Doğada ışığı durduramıyoruz. Ama laboratuvar koşullarında fotonları yavaşlatabiliyor, hatta durdurabiliyoruz. 21'nci yüzyılda bilimin yeni teorilerle kendini tazelemesi mümkün olmayabilir ama, mevcut verileri yeniden yorumlayarak farklı sonuçlara ulaşmamız mümkün. Bu özellikle canlılık için önemli. Canlı nedir?, neden vardır? gibi soruların cevabını bize biyoloji sağlayamıyor. Bu soruların bilimsel yanıtları için fiziğe baş vurmaktan başka çaremiz yok. Fizik tek bir bilim olarak bütün bilimlerin üstünde. Ama onu bile bir takım fantezilerle açıklıyoruz. Onu bile doğru yorumlayamıyoruz. İnsanlığımız araya giriyor. Egomuza yeniliyoruz. Onlardan kurtulup tam anlamı ile nesnel olamıyoruz. Ama olmalıyız ve bu süreç başlamıştır. 21'nci yüzyıl bilimin şimdiye kadar bulduklarını yeniden yorumlayarak farklı sonuçlara ulaşacağı bir zaman dilimi olacaktır. Bu bir zorunluktur. Bizim bildiğimiz fizik kanunları ancak laboratuvar koşullarında vardır. Evrende onlar karmaşık bir yumak oluştururlar ve bir düzeni yansıtmazlar. Çünkü evrende mükemmel bir düzen yoktur. Evrende fizik kanunları yoktur. Oysa laboratuvar koşullarında fizik kanunları mükemmeldirler. Her zaman aynıdırlar. Evrenin her yerinde laboratuvar koşullarında fizik kanunları aynıdır. Şurasını da ihmal etmemeliyiz: Evrende madde ve enerji fizik kanunlarına uymak üzere davranmıyor. Evrende madde ve enerjinin davranışları fizik kanunlarını yaratıyor. Evrende madde ve enerji mevcut dört doğal kuvvet tarafından manüple ediliyor. Fizik kanunları bu manüplasyon sonucu ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle fizik kanunları evrenin davranışlarının nedeni olarak değil, sonucu olarak ortaya çıkıyor. Örneğin ışık suda kırılmasından su ve ışıkla ilgili bazı özellikler sorumlu.. Ve ışığın suda hep aynı şekilde kırılmasını biz bir yasa ilan ediyoruz. Çünkü aynı koşullar altında su ve ışığın davranışları her zaman aynı oluyor. Değişmiyor. Buna biz kanun diyoruz. Aslında bir kanuna uyanlar su ve ışık değil. Su ve ışık davranışları ile o kanunu yaratıyorlar. Uçak neden uçuyor? Bernoulli ilkesinden dolayı mı uçuyor.? Evrende öyle bir ilke olduğu için mi uçuyor? http://en.wikipedia.org/wiki/Bernoulli%27s_principle Yoksa uçak özel bir şekilde dizayn edilip şekil verildiği için mi uçuyor? Havada uçan uçak evrende mevcut Bernoulli ilkesine mi uyuyor, yoksa şekli ve şemayili ile o ilkeyi mi yaratıyor? Bu ilke ayrıca denizaltıların denizlerin derinliklerinde nasıl hareket edebildiklerini de açıklıyor. Uçakların uçmaları, denizaltıların denizlerin derinliklerinde dolaşabilmeleri için bir kanun yok. Onların bazı fiziksel şekle sahip olmaları yetiyor. Bernoulli ilkesi laboratuvar koşullarında bulunan bir ilkedir. Daha önce doğada gözlemlenmemiştir. İnsanlık bu ilkeyi uçak ve denizaltı yapmak için kullanmıştır. Uçakların uçmasından, denizaltıların denizin derinliklerinde dolaşmasından sorumlu bazı fizik kanunları yoktur. Var olan maddenin davranış şekilleridir. Hiç kuşkusuz evrenin gerçek doğasının öğrenmek için fizik kanunlarına ihtiyacımız vardır. Onlarsız evrenin işleyiş mekanizmasını öğrenemeyiz. Evrene düzensizlik hakimdir. Fizik düzensizliklerle uğraşmaz. Fizik düzensizliklerde mevcut düzenleri bulup çıkarır ve onları kendine konu edinir. Her düzensizlikte düzen vardır. Bu konuda bilge bir fizikçi bakın neler diyor: Eugene Wigner: "Physics doesn't deal with processes. Physics deals with regularities, and only with regularities among processes." "Fizik süreçlerle uğraşmaz. Fizik düzenlerle ve yalnız süreçler arasındaki düzenlerle uğraşır" Fizik bilimini evrenin doğasını öğrenmek için kullanırsak, yalnız evrende madde ve enerjinin düzenli olan davranışlarını öğreniriz. Düzensiz davranışlarını öğrenemeyiz. Buna rağmen madde ve enerjinin laboratuvardaki davranışlarını araştırmaya devam ediyoruz ve bu arada yeni davranış örnekleri buluyoruz. Tabiri caizse yeni fizik kanunları buluyoruz ve onları evrene uyguluyoruz. O kanunlar sayesinde evrendeki düzensizliklerden bir kısmının gizemini çözüyoruz. Evrendeki düzensizlikler aslında çok sayıda bir küme oluşturan düzenlerden ibarettir. Laboratuvar çalışmaları sonunda o düzensizliklerde mevcut düzenleri bulabiliyoruz. Aslında içinde fizik kelimesinin geçmesine rağmen fizik kanunları bilimin değil, felsefenin konusudur. Çünkü fizik kanunlarının doğası hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Maddeden soyut fizik kanunları var mıdır? Yoksa fizik kanunları yalnız madde ve enerjinin davranış biçimleri midir? Eğer fizik kanunlarını maddenin davranış biçimleri olarak kabul edersek, bağımsız var olmadıklarını da kabul etmiş oluyoruz. Zamanla fizik kanunları arasında ilginç bir benzerlik olduğunu söyleyebiliriz. Madde ve enerjiden bağımsız soyut bir zaman kavramı var mıdır? Yoksa zaman, madde ve enerjinin davranış biçimlerinin ürünü mü? Zamanı madde ve enerjinin davranış biçimlerinin ürünü olarak kabul edersek, onlardan bağımsız olmadığını ve dolaysıyla var olmadığını da kabul etmiş olmuyor muyuz? Şu ana kadar fizik kanunlarının olmadığını iddia etmedik. Sadece onların yalnız laboratuvar koşullarında var olduklarını savunduk. Onlar için hiç yoktur diyebilir miyiz? Eğer fizik kanunları madde ve enerjinin davranış biçimlerinin ürünü iseler, yokturlar. Yani madde ve enerjinin davranışlarına anlam veren, onların boyun eğdiği fizik yasaları yoktur. Madde kendi doğası gereği belli bir şekilde davranmaktadır. Bu durumda fizik yasaları maddenin yapısındadır. O nedenen madde her zaman aynı şekilde davranmaktadır. Fizik yasaları maddenin kendinden menkuldür...Maddenin içsel nitelikleridir. Böyle bir sonucu kabul edebilir misiniz? Nasıl keserseniz kesiniz, fizik kanunları konusu felsefenin ilgi alanına giriyor. Fizik kanunları bilimin açıklamakta zorluk çektiği bir konu. Fizik kanunları zamanda olduğu gibi, üstün insan aklını zorluyor. Maddeden bağımsız bir zaman olmadığını biliyoruz. Ama zamanın olduğunu da biliyoruz. Maddeden bağımsız bir fizik yasasının olmadığını biliyoruz. Buna rağmen, fizik yasalarının var olduklarını biliyoruz. Her ikisi de hem var, hem de yok.
-
Canlılığı yalnız değişim olarak değil de, maddenin belli bir süre için, geçici olarak, bir sıra izleyerek dizilimesi ve düzenli bir değişimi deneyimlemesi şeklinde kabul etmek mümkün. O sürenin sonunda canlı madde ölerek cansız maddeye dönüşüyor. Burada ölümü canlının yapısını oluşturan maddenin deviniminin durması olarak tanımlayabiliriz.
-
Bilim bazen hızlı, bazen yavaş, bazen sıçramalar yaparak ilerliyor. Yapılan deneylerin sonuçları, gözlemler ve bulgular data şeklinde birikiyor ve daha sonra onlar rafine edilerek informasyona dönüştürülüyor. Zamanla bu informasyondan yararlı bilimsel bilgiler elde ediliyor. Teknolojiye uygulanan bu bilgilerdan yararlanılarak kurulan uygarlıklar yayılıyor, gelişiyor, dal budak salıyor. İnsanlık durmadan, ara vermeden, sanki bir yere yetişecekmiş gibi ve panik içinde, harıl harıl bilgi üretiyor. Bu acele neden? İnsanlık sanki doğanın yaratıcılığı ile yarışıyor. Arada sanki ilginç bir rekabet var. Ama insan ne yaparsa yapsın değil doğanın yaratıcılığı ile başarılı bir şekilde yarışmak, onun yaratıcılığının sınırlarını bile saptayamıyor. Kendi sınırlı imgeleme yetisi insanı doğa ile yarışmaya itiyor ama, doğanın nelere muktedir olduğunu bile bilmiyor. Bu yarışı kimin kazanacağı gibi absürd bir sorun yok ortada. Bu yarışta doğa her zaman ilerde olacak. İnsanın kazancı ise, doğadan öğrendikleri bilgi kırıntılarından yararlanarak, biraz daha zengin ve rahat yaşamaya çalışmak olacak. Bilginin teknolojiye uygulanması ile uygarlık gelişiyor ama, bütün çabalara rağmen yararlı ve bilimsel bilgi üretimi arzu edildiği kadar hızlı ilerlemiyor. Son 50 yıl içinde fizikte devrim sayılacak anlamlı ilerlemelerin olmaması dikkat çekiyor. Bu duraklama dönemi geçici olabilir. Hiç kuşkusuz bilimin yeni teorilere ve onlara ek olarak şimdiye kadar yapılan gözlemlerin farklı ve özgün yorumlarına ihtiyacı var. 21'nci yüzyıl bilimin yeni, özgün ve cesur yorumlara açık olduğu bir zaman dilimi olmak zorunda. 20'nci yüzyılda kazanılan bilgilerin hemen tümü bu sürece açık ve duyarlı. Hemen her bulgu ve gözlemi sorgulamak ve değişik bir bakış açısı ile yeniden yorumlamak mümkün. Hatta zorunlu. Bu süreç için de başlamıştır diyebiliriz. Bilimdeki ilerlemelerin en ilginç olanlarının biyolojide gerçekleşeceği kesin. Buna rağmen 21'nci yüzyılda canlı-cansız ayırımı açıklık kazanacağına, giderek muğlaklaşacağa benzemektedir. Bundan biyolojideki ilerlemelerden çok fiziğin farklı yorumu sorumlu olacaktır. 21'nci yüzyılda biyolojinin fizikten soyutlanamayacağı ve onun bir dalı olduğu gerçeği sonunda kesin olarak kabul edilecektir. Bu da kaçınılmaz bir zorunluktur. Evrende mevcut canlı-cansız herşeyin, madde ve enerjinin sürekliliğinin ürünü olması, onun en büyük esprisidir. Fizik kanunlarının biyoloji için de geçerli olduklarını reelize etmek biyolojiye yeni anlamlar kazandıracaktır. Ama bence 21'nci yüzyılın en ilginç ve sürpriz kabulü, evrenin canlı bir varlık olduğunu idrak etmek olacaktır. Bu da kaçınılmaz bir çıkarımdır.
-
Düşüncenin biyolojisinden bahsederken ben somut gözlemlere değinmek istiyorum. Beyin de alt tarafı somut bir organ. Gizemli bir organ değil. Ne olduğu iyi bilinen bir organ. Bazı işlevlerinin ayrıntıları bilinmeyebilir ama, genel olarak nasıl çalıştığı bilinen bir organ. Bu bağlamda örneğin karaciğer veya böbreklerden ve diğer organlardan farklı değil. Onlar nasıl işlevselse, kendine ait bazı nitelikleri farklı da olsa, beyin de öyle işlevsel. Diğer organların işlevselliklerini nasıl başardıklarına bakarak, beynin nasıl işlevsel olduğunu anlayabiliriz. Vücudun her hücresinde aynı genetik yapı vardır. Ama bazı organlarda onların çoğu işlevsiz hale getirilmişlerdir. Geride kalan genler organların spesifik işlevleri için kullanılmaktadır. Karaciğer hücrelerinde mevcut genlerden yalnız bazıları etkindir. Diğer bütün organlarda yalnız bazı genler etkindir. Beyin hücrelerinde de beynin işlevlerine adapte olmuş ve özelleşmiş genler vardır. Vücutta yer alan hücrelerin genlerinin nasıl etkinlik gösterdiğini bilirsek, beyindeki hücrelerin de işlevlerini nasıl yaptıklarını biliriz. Bu nedenden ben önce diğer organların işlevselliği ile ilgili genetik niteliklere değineceğim.
-
Ben bu açıklamadan birşey anlamadım. Bilimsel bir açıklamaya benzemiyor. Sorunun cevabı değil. Soru şu: İnsan beyni neden her an çok sayıda anlamlı anlamsız, iyi kötü, birbirleri ile çelişen düşünler üretir? Ama onlardan yalnız bazıları günlük yaşama yön verir. Çoğu düşünüldükleri an yok olur gider. Üzerlerinde durulmaz ve anımsanmaz. Bu ilginç durumun mantıklı bir açıklaması var mıdır?
-
İnsan beyni neden her an çok sayıda anlamlı anlamsız, iyi kötü, birbirleri ile çelişen düşünler üretir? Ama onlardan yalnız bazıları günlük yaşama yön verir. Çoğu düşünüldükleri an yok olur gider. Üzerlerinde durulmaz ve anımsanmaz. Bu ilginç durumun mantıklı bir açıklaması var mıdır?
-
Fiziksel kadercilik ne demek? Kader denen bir kavrama mı inanıyorsun? Bizim kaderle işimiz yok. Fizik herşeydir. Fizik, kadere inananlar için de kaderdir aynı zamanda. Ama kadercilik değildir. Fizik dogma değildir. Bilimin kendisidir. Özüdür. Herşeyidir. Evet.. Ben senin algıladıklarını algılayamıyorum. Bundan da şikayetçi değilim. Memnunum. Ama benim algıladıklarım da var. Onları da fizikle açıklamak mümkün. Ben fizikle açıklayamadığım algılarım üzerinde durmam. Onlar hiç kuşkusuz aklımdan sürekli olarak geçen düşünlerdir. Onların aklımdan geçmesini önlemeyi düşünmem bile. Çünkü onların önlenmesi kişiye zarar verebilir. Belki sana zarar veriyordur onları engellemeye ve kontrol etmeye çalışman. Düşünleri manüple eden istemli veya istemsiz her teşebbüs akıl hastalığına neden olabilir. Şizofreni örneğin düşünce hastalığıdır. Bipolar hastalık da öyledir. Psikozlar düşünce hastalıklarıdır. Hasta kendiliğinden ortaya çıkan düşünlerini bazı alanlara yönlendirirse, patolojik düşünmeye başlar. Tabii bu yönlendirme onun elinde değildir. Nörotransmiterler ve medyatör bozuklukları ile ilgili bir olaydır. Düşünce üzerinde ciddi olarak durumlması gereken bilr konudur. Çok az bilinidiği için de felsefesinin yapılmasını doğal karşılıyorum.
-
Sen öyle zannediyorsun. Aklından geçen bütün düşünleri kontrol edemezsin. Çünkü onlar korteksin kontrol edemediği ilkel beyin yörelerinden kaynak alıyor. Düşünerek çok şey başarırsın belki ama, sözünü ettiğin zihinsel devrimi gerçekleştiremez, daha iyi ve üstün bir insan olamazsın. Nasıl iyi, üstün insan olunduğu henüz bilinmiyor. Muhtemelen asla bilinemeyecek. Çünkü zihinsel devrim doğaya karşı bir isyan gibi duruyor. O da insanın doğasında yok.
-
Normal koşullarda bir konuya, çözmek istediğin bir soruna konzantre değilsen, düşüncelerinin bir hedefi ve amacı olamaz. Her an aklından herşey geçiyor. Onların ne olduğunu biliyor musun? Onlar seni olmak istediğin insan yapıyor mu? Onlardan memnun musun? Onlar sende nasıl hisler olduğunu yansıtıyor. Onlar sayesinde kendini nasıl tanıyorsun? İnsanoğlu olduğumu devamlı düşünecek değilim. Olduğumu biliyorum. Düşünerek yaşamımda bir devrim yapmam mümkün elbette ama o da yalnız bana bağlı değil. Başkalarının katkısına ihtiyacım var. Sosyal bir hayvan olduğumun bilincindeyim. Herşeyden önce başkalarına zarar vermemeye çalışmalıyım. Seninle insanlık konusunda temel ilkelerde ayrılıyoruz. Ben kendi insanlığımla barışığım.. Diğerlerini de benim istediğim gibi değil, oldukları gibl kabul etmeden yanayım. Zihinsel devrim yapınca daha iyi bir insan olacağının ne gibi bir garantisi var. Eğer bu yazdıkların gibi olduysan, içinde biraz öfke, biraz nefret, biraz hırs olduğunu düşünüyorum. Ben bunlardan kendimi arındırmaya çalışıyorum.
-
Düşünce insanoğlundan soyutlanarak incelenecek bir konu değil. O nedenden son derece önemli bir konu. Önce düşüncenin ne olduğunda bir konsensusa varmamız gerekiyor. Umarım bir konsensusa vardık. Burası felsefe forumu olduğu için düşünce hakkında her türlü görüşe yer verilebilir. Düşünme bilinç ve farkındalıkla çok yakından ilgili. Düşünmek insan olmakla özdeş. Bu da düşünmenin ayrı bir öneme sahip olması demek. Yani düşüncenin insan yaşamındaki yerini abartmak mümkün değil. O kadar önemli.. Mind (akıl) hakkında öyle düşünmüyorum. Bilim o konuda çok derin bir karanlıkta ve konuyu felsefeye terketmiş durumda..
-
İnsan beyni her gün onbinlerce düşün üretir. Düşünmeden geçen bir anımız yoktur. Düşünce insanı diğer hayvanlardan ayıran son derece önemli bir beyinsel etkinliktir. Bu etkinliği küçümsemek mümkün değildir. İnsan başarılarının tümünü düşünmesine borçludur. İnsan düşünen hayvandır. İnsan düşünebildiği için bilim ve teknolojide devrimler gerçekleştirebilmiş, güzel sanatlarda estetiği sağlamış, edebiyatta ve müzikte yaratıcılığın doruğuna tırmanabilmiştir. Düşünen insan katı ve acımasız doğa yasalarına tabi olmasına rağmen, doğada kendine mutlu, sağlıklı, uzun ve özgürce yaşayabileceği bir niş oluşturabilmiştir. Bu düşünlerin kaynağı beyindir ama hangi beyin yöreleri onlardan sorumludur? Bu sorunun cevabı sanıldığından çok daha zordur. Çünkü insanda beynin en gelişmiş tabakası olan korteksin yaygın zedelenmelerinde bile insan, çevresinin daha az farkında olmasına rağmen, düşünebilmektedir. İnsanın düşün üretmesinin önüne geçmek mümkün değildir. Komaya girmeden hemen bir an öncesine kadar insan beyni düşünür. Bazı beyin yörelerinin, örneğin serebral korteks, talamus, limbik sistem ve formasyo retikülarisin, düşün üreten yöreler olduğu konusunda genel bir konsensus vardır. Buralardan aynı anda çıkan nöral sinyaller düşünmeden sorumludurlar. Bazı kaba düşüncelerin daha ilkel beyin yörelerinden çıktıkları sanılmaktadır. Örneğin ağrı ile ilgili düşünceler kaynağını beynin kortekse göre ilkel olan yerlerinden almaktadır. Korteks ağrıdan muafdır. Elektrik sinyalleri ile korteksin uyarılması ağrıya neden olmaz. Oysa hipotalamus ve mezensefalon'un uyarılması şiddetli ağrı hislerine neden olmaktadır. Buna rağmen görme duyusu korteksle ilgilidir. Visual korteksin zedelenmesi renkleri algılama ve görme duyusunun yok olmasına neden olmaktadır. Düşüncenin holistik teorisine göre düşünce korteks, talamus, limbik sistem ve formasyo retükülarisin bir düzen dahilinde ve bir sıra izleyerek aynı anda uyarılmasından oluşan bir etkinliktir. Muhtemelen buraları içeriğine alan bir takım nöral devreler bu süreklilikten sorumludurlar. Başka bir deyişle beynin bu yöreleri arasında mevcut nöral devreler sürekli sinyal iletimi ile düşün üretmektedirler. Talamus, limbik sistem ve formasyo retikülarisin uyarılması, haz, rahatsızlık, memnuniyet, ağrı ile ilgili kaba düşüncelerin ortaya çıkmasından sorumludur. Korteksin spesifik yörelerinin uyarılması ise, vücutla ilgil belli yerlerin düşünülmesini sağlamaktadır.