Jump to content

Insanogluna Dogumdan Gelen Hicbir Kavramsal Deger/Bilgi Yoktur.


evrensel-insan

Recommended Posts

Insanoglu turu ya da evrimsel adiyla homo sapiens sapiens; hic bir kavramsal deger ya da bilgi ile dogmaz.

 

Butun degerleri ve kavramsal bilgiyi yasamdan ogrenir. Butun ogrendiklerini de kendi zihni temelinde uygulama ya da uygulamamasi da kendisine aittir.

 

Burada onemli bir not; Insanoglu KAVRAMSAL DEGER YA DA BILGI ILE DOGMAZ, AMA KAVRAMSAL DEGER VE DE BILGIYI YARATACAK/TURETECEK BEYIN YETISI ILE DOGAR.

 

Yani bir zihniyet ile dogmaz, sadece ZIHIN YETISI ILE DOGAR. Beyninin tum zihinsel faaliyetinin degersel kavramsal bilgisini yasamindan ogrenir.

 

Kisaca, insanoglunun bir dogasi da dogalligi da yoktur. Insanoglu her turlu davranisini dogumdan sonra ogrendigi kavramsal degerler ve bilgi ile yonlendirir.

 

Insanoglunun vucudunu yonlendiren her turlu davranisi onun beyninde yer etmis her turlu kavramsal deger ve bilgi temelindedir.

 

Insanoglunun dogasi ve dogalligi onun beyninde yarattigi dusuncesini davranisa sisteme duzene kurumlasmaya ve de her turlu bilgiye tasiyarak; yasam ve iliskisinde somutlastirmasidir.

 

Insanoglunun davranisi yine insanoglunun ZIHINSEL YAPILANDIRILMISLIGIDIR.

 

Beynin soyutlamis degerve bilgileri yonlendirir, vucut da davranir.

 

Iste sekilci ve formek mantik, sadece davranan vucudu gorur ve onun arkasindaki zihniyeti algilayamaz ve degerlendirmez.

 

Vucudun davranisini da yine sekilci ve formel olarak; sadece fiziksellige biyolojiye evrime v.s. temelli DOGAYA VE DOGALLIGA BAGLAR ve boylece bu kavramsal deger ve bilgi ile yapilandirilmis doga ve dogalliga kendini teslim eder.

 

Buna da kadercilik ya da determinizm der. Ya da bir akilli tasarima, yaraticiya tanriya v.s. baglar.

 

Kisaca, insanoglu kendisini kendi yarattigi ve somutlastirdigi deger ve bilgilerle kendine teslim eder ve teslim alir.

Iste bu temelde de insanoglu kendi bunyesinde kontrol eden/yoneten/yonlendiren v.s. ile kontrol edilen/yonetilen/yonlendirilen diye iki ana kutuba ayrilir.

 

Etken olanin edilgen olan uzerindeki ustunluk ve hakimiyeti de; bu dogallik masalinin yaninda, guc otorite iktidar hukuk hak yasa kanun mukafat ceza v.s. temelli kurum ve kurumsallasmis duzen ve sistem ile saglanir.

 

Bunun temeli "Korku felsefesi" ve yarattigi "suru psikolojisi" ve de yetistirdigi "emir kullari ve robotlasmis" lardir.


Burada insanoglunu suru psikolojisi korku felsefesi biat kulturu temelinde evrimsel, biyolojik, ontolojik, teolojik, yaratilissal, dogal, fizik otesi temelli her turlu dogal/fenomenal zihniyet; AYNI TESLIMIYETIN TEMELINI TASIR.

 

Her turlu dogumdan itibaren dogana giydirilen etik ideolojik inancsal deger veri ve tabu tasiyan ve core faith temelinde egoyu olusturan bilincaltina yerlesmis ve otomatiklesmislerle yapilan ve uygulanan zihinsel davranislar, bu teslimiyetin urunudur.

  • Like 5
Link to comment
Share on other sites

  • 3 weeks later...

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanın bir doğasının var olduğunu kabul ederek, felsefi bir temellendirmeye oturtulmadan, insan hakları evrensel bildirgesi kabul ediliyor. 

 

Sizce İnsan hakları evrensel bildirgesi diye bir bildirge yazılabilir mi. 

 

Mesela, 1995 yılında bir çocuk dünya ya geldi. Bu çocuk ağaçsız küçük bir adaya bırakıldı, ve burada hiç bir insan görmeden fiziki ihtiyaçları karşılandı ve devamlı fiziksel olarak şiddet uygulandı (gözleri kapalı tutuldu) başka hiç bir şey yapılmadı. 18 yaşına geldiğinde gözleri açıldı ve görebileceği şekilde karşı bir adada (ada yeşillikler içinde) evli ve çocuklu bir aileyi gördü, bu aile birlikte oynaşıyor, gülüyor, güneşleniyorlar, ağaçların altında gölgede yatıyorlar. Adadaki çocuğa gözleri açıldıktan sonra ve karşı adayı gördükten sonrada fiziksel şiddet uygulanmaya devam ediliyor. 

 

Hangi soruları sorabiliriz kendimize burada.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanın bir doğasının var olduğunu kabul ederek, felsefi bir temellendirmeye oturtulmadan, insan hakları evrensel bildirgesi kabul ediliyor. 

Nasil bir "insan dogasi kabulu" bu? Yani degismez/sabit/mutlak bir dogadan mi bahsediyorsun? 

 

Insanoglunun dogasi yoktur, insanoglunun dusunce olarak kendisine verdigi bir doga/dogallik vardir.

 

Sizce İnsan hakları evrensel bildirgesi diye bir bildirge yazılabilir mi.
 

Tabiki yazilabilir. Saygi, vicdan, evrensel hukuk, insan haklari hak ve ozgurlukler ve bunlarin savunusu, talebi, destegi ve hukuki guvencesi uzerine; evrensel/insansal/bilimsel ve bilissel bir bildirge ve de beynin gelisimi bilginin yenilenimi yasam ve iliskilerinin duzen ve sistemin degisimi temelinde de cagdaslasan ve yenilenen.

 

Mesela, 1995 yılında bir çocuk dünya ya geldi. Bu çocuk ağaçsız küçük bir adaya bırakıldı, ve burada hiç bir insan görmeden fiziki ihtiyaçları karşılandı ve devamlı fiziksel olarak şiddet uygulandı (gözleri kapalı tutuldu) başka hiç bir şey yapılmadı. 18 yaşına geldiğinde gözleri açıldı ve görebileceği şekilde karşı bir adada (ada yeşillikler içinde) evli ve çocuklu bir aileyi gördü, bu aile birlikte oynaşıyor, gülüyor, güneşleniyorlar, ağaçların altında gölgede yatıyorlar. Adadaki çocuğa gözleri açıldıktan sonra ve karşı adayı gördükten sonrada fiziksel şiddet uygulanmaya devam ediliyor. 

 

Hangi soruları sorabiliriz kendimize burada.

Boyle bir yetistirim, o kisinin sosyo-psikolojik sorunlu bir yetistirimidir. Cunku bu yetistirimde yetistirilen kendisine uygulanan dusunce ve davranisi bilincaltina kayit eder ve bilincsiz olarak yasam ve iliskisinde bunu uygular. Sadist, mazosist, katil, iskenceci ve hatta seri katil olabilir.

 

Burada kendisine gosterilen ve uygulanan farki tabiki kendi beyninde degerlendirecek, kendine uygulanana direnecek ve hatta karsi cikacak, belki de intihar edecektir.

 

Bu kisinin karsi adaya tasinmasi ve onlar ile birlikte yasamasi da sosyo-psikolojik sorun olacaktir.

 

Yalniz bu verilen ornekte, basliga ters dusen bir durum yok. Yani dogan her bir kisi her turlu kavramsal bilgi ve ona yonelik dusunce ve davranisi yasam ve iliskiden ogrenir.

 

Burada sorulacak ilk sioru "kisiye uygulanan bu insanlikdisi ve hak ve ozgurluik ihlalini uygulayanlarin elinden bu kisinin kurtarilmasi ve tersine hak ve ozgurluk temelinde insanca egitilmesi psikolojik destek verilmesi.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Çeşitli insan hakları teorileri vardır, bu insan hakları teorilerinden bazıları şöyle der,  İlk olarak, insan doğası zorlama altında başarılı bir etkinliği gerçekleştirmeye elverişli değildir. İnsanın bu doğal özelliği, onun özgür bırakılmasını gerektirmektedir. İkinci olarak, rasyonellik, daha doğrusu akıl sahibi olmak da insan doğasındandır. İnsanın akıl sahibi bir varlık türü olması, onun amaçlı bir varlık olmasının ve tercihlerler yapabilmesinin de temelidir. İşte insan hakları insanın bu kendine özgü doğasının, bu özel var oluş tarzının zorunlu bir şartıdır: “(İnsan) haklar(ı), insan tabiatının, insanın insana yaraşır bir şekilde yaşayışı için gerekli (zorunlu) kıldığı varlık şartlarıdır.” der.

 

Bazı Psikologlar ise insanın özünden bahsederler, çocuklu çağında kişinin engellenmelere ve zorlanmalarla karşılaşmadığına kendi gelişimini en iyi şekilde tamamlar diyorlar; içindeki coşkunluğu yitirmez, insan ilişkileri iyi olur, en sağlıklı öğrenmeyi başarır, yaratıcı olurlar diyorlar. Nevrozların insan ilişkilerinden kaynaklandığını söylerler bu psikologlar. çocuğun kaygı ile karşılaştığında kendi benliğini korumak için çeşitli savunma düzenlerine başvurur.

 

Neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bir karara varırken. İnsanın yaratılışına/İnsanın varoluşsal durumuna ve insanın gelişmesini yöneten yasalara bakarak bir karara varmalıyız. Böyle yapmadığımızda sana göre bana göre olur diye düşünüyorum. Saygı, vicdan kişinin yetişme ortamına göre çok farklı algılanmaktadır...

 

 

Burada kendisine gosterilen ve uygulanan farki tabiki kendi beyninde degerlendirecek, kendine uygulanana direnecek ve hatta karsi cikacak, belki de intihar edecektir.

 

Gözleri kapalı ve fiziki şiddet gören kişi beyninde değerlendirecek evet, ama kendine uygulanana direnecek ve hatta karşı çıkacak, belkide intihar edecek derseniz, intihar etmek öğrenilen birşeydir, bu kişi bunu nereden öğrendi, bu kavramsal bir bilgidir, direnecek demişsiniz direnmeyi nasıl öğrendiki, bu da kavramsal bir bilgidir. Siz şöyle demişsiniz yazının içinde "dogan her bir kisi her turlu kavramsal bilgi ve ona yonelik dusunce ve davranisi yasam ve iliskiden ogrenir" yaşam ve ilişkisi böyle kavramları öğrenecek ortam yok ki. 

 

Karşı adayı yaratmanın ve içinde ki her bir kimseyi oraya koymamın nedeni kişinin kendi durumunu gözlemleyerek ve karşılaştırarak kendinin farkına varıp varmayacağını sınamak idi, kendi durumunu yadsıyacak mı, yoksa kendi durumu hakkında nasıl bir sonuca varacak. karşı adaya geçmeyi düşünecek midi (100 metre aradaki mesafe). Aşağıda saydığım varoluş durumları ve gereksinmeleri insanda var ise bu adadaki kişide test edilebilirdi. 

 

Sanki insanın varoluşundan kaynaklanan bazı durumları/gereksinmeleri, tutkuları var.

 

Kendi dışındaki canlılarla ilişki kurmak onlarla bütünleşmek istiyor. karşı canlının kokusunu duymak bile iyi geliyor insana, yalnız kalmak çok zor gelir. ilişkiyi ya sağlık bir şekilde paylaşarak, saygı duyarak, güven içinde yürütür, yada narsist bir şekilde bu varoluşsal ihtiyacı gidermeye çalışır. 

Kendini kendine kanıtlamak ister hep, güç sahibi olmak ister gibi, bunu da yaratıcılık ve yıkıcılıkla yapar.

Bir yere ait olmak ister. birşeylerle, birileriyle kendini tanıtmak ister, bunu bireyselliğini koruyarak yapar veya kendi bireyselliğini yitirerek de olsa bu varoluşsal ihtiyacı karşılamak için sürünün içinde kaybolarak yapar.

Kendine hep bir amaç hep bir yapılacak şeyler koyar,  geride birşey bırakmak istemekte. Böyle yaparak ölümden mi kaçmak istemekte bilemedim.

 

Bende bu varoluş gereksinmeleri, tutkuları hepsi var. Gereksinmelerden, tutkulardan biri karşılanmadığında akıl sağlığı bozulmaya başlamakta sanki.

 

Adadaki kişide de bu yukarıda saydığım varoluşsal durumlar/gereksinmeler, tutkular var mıdır.

Link to comment
Share on other sites

 

 

Çeşitli insan hakları teorileri vardır, bu insan hakları teorilerinden bazıları şöyle der,  İlk olarak, insan doğası zorlama altında başarılı bir etkinliği gerçekleştirmeye elverişli değildir. İnsanın bu doğal özelliği, onun özgür bırakılmasını gerektirmektedir. İkinci olarak, rasyonellik, daha doğrusu akıl sahibi olmak da insan doğasındandır. İnsanın akıl sahibi bir varlık türü olması, onun amaçlı bir varlık olmasının ve tercihlerler yapabilmesinin de temelidir. İşte insan hakları insanın bu kendine özgü doğasının, bu özel var oluş tarzının zorunlu bir şartıdır: “(İnsan) haklar(ı), insan tabiatının, insanın insana yaraşır bir şekilde yaşayışı için gerekli (zorunlu) kıldığı varlık şartlarıdır.” der.[/qouote]

Tamam da, burada "insana yarasir"in olcutu nedir? Kime/neye goredir?

 

 

 

Bazı Psikologlar ise insanın özünden bahsederler, çocuklu çağında kişinin engellenmelere ve zorlanmalarla karşılaşmadığına kendi gelişimini en iyi şekilde tamamlar diyorlar; içindeki coşkunluğu yitirmez, insan ilişkileri iyi olur, en sağlıklı öğrenmeyi başarır, yaratıcı olurlar diyorlar. Nevrozların insan ilişkilerinden kaynaklandığını söylerler bu psikologlar. çocuğun kaygı ile karşılaştığında kendi benliğini korumak için çeşitli savunma düzenlerine başvurur.

 

Neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bir karara varırken. İnsanın yaratılışına/İnsanın varoluşsal durumuna ve insanın gelişmesini yöneten yasalara bakarak bir karara varmalıyız. Böyle yapmadığımızda sana göre bana göre olur diye düşünüyorum. Saygı, vicdan kişinin yetişme ortamına göre çok farklı algılanmaktadır...

 

 

Gözleri kapalı ve fiziki şiddet gören kişi beyninde değerlendirecek evet, ama kendine uygulanana direnecek ve hatta karşı çıkacak, belkide intihar edecek derseniz, intihar etmek öğrenilen birşeydir, bu kişi bunu nereden öğrendi, bu kavramsal bir bilgidir, direnecek demişsiniz direnmeyi nasıl öğrendiki, bu da kavramsal bir bilgidir. Siz şöyle demişsiniz yazının içinde "dogan her bir kisi her turlu kavramsal bilgi ve ona yonelik dusunce ve davranisi yasam ve iliskiden ogrenir" yaşam ve ilişkisi böyle kavramları öğrenecek ortam yok ki.

Buradaki degerlendirme, zaten; bunu bilenin degerlendirmesidir. Yani yapilani gozlemleyenin. Direnmek te onun hareketini gozlemleyenin degerlendirmesidir.

 

 

 

Karşı adayı yaratmanın ve içinde ki her bir kimseyi oraya koymamın nedeni kişinin kendi durumunu gözlemleyerek ve karşılaştırarak kendinin farkına varıp varmayacağını sınamak idi, kendi durumunu yadsıyacak mı, yoksa kendi durumu hakkında nasıl bir sonuca varacak. karşı adaya geçmeyi düşünecek midi (100 metre aradaki mesafe). Aşağıda saydığım varoluş durumları ve gereksinmeleri insanda var ise bu adadaki kişide test edilebilirdi. 

 

Sanki insanın varoluşundan kaynaklanan bazı durumları/gereksinmeleri, tutkuları var.

 

Kendi dışındaki canlılarla ilişki kurmak onlarla bütünleşmek istiyor. karşı canlının kokusunu duymak bile iyi geliyor insana, yalnız kalmak çok zor gelir. ilişkiyi ya sağlık bir şekilde paylaşarak, saygı duyarak, güven içinde yürütür, yada narsist bir şekilde bu varoluşsal ihtiyacı gidermeye çalışır. 

Kendini kendine kanıtlamak ister hep, güç sahibi olmak ister gibi, bunu da yaratıcılık ve yıkıcılıkla yapar.

Bir yere ait olmak ister. birşeylerle, birileriyle kendini tanıtmak ister, bunu bireyselliğini koruyarak yapar veya kendi bireyselliğini yitirerek de olsa bu varoluşsal ihtiyacı karşılamak için sürünün içinde kaybolarak yapar.

Kendine hep bir amaç hep bir yapılacak şeyler koyar,  geride birşey bırakmak istemekte. Böyle yaparak ölümden mi kaçmak istemekte bilemedim.

 

Bende bu varoluş gereksinmeleri, tutkuları hepsi var. Gereksinmelerden, tutkulardan biri karşılanmadığında akıl sağlığı bozulmaya başlamakta sanki.

 

Adadaki kişide de bu yukarıda saydığım varoluşsal durumlar/gereksinmeler, tutkular var mıdır.

 

Iste bu degerlendirmeler de senin degerlendirmelerin. Yani, kavramsal bilgi sahibi olanin gozleminin ve algisinin degerlendirmesi. Kisi sadece dogal olarak davraniyor ve davranisinin ne oldugunu ogrenmemisse, yaptiginin ne oldugunun bilgisinde ve bilincinde degil.  

Link to comment
Share on other sites

Tamam da, burada "insana yarasir"in olcutu nedir? Kime/neye goredir?

 

İnsan hayvana benzemiyor, bitkiye de benzemiyor, diğer hiçbir canlıya benzemyor, hayvanları ve

bitkilerin doğal bir ortamları var, bu doğal ortamlarından koparıldığında, hasta oluyorlar veya

yaşamlarını sürdüremiyorlar, her hayvanın ve bitkinin doğal ortamını bildiğimizden onların

hastalanmaması ve yaşamlarını sürdürmek için yapılması gerekenleri kesin çizgilerle çizebiliyoruz.

Varoluş durumunu bildiğimiz bir şeyin yaşamını sağlıklı sürdürmesi için yapılması gerekenleri

kolayca ortaya koyabiliriz. Yaşamlarını zamanın yok ediciliğinden ötürü sonlanırsa, diyebiliriz ki

hayvana yaraşır bir şekilde yaşadılar.

 

İnsan diğer canlılara göre değişik bir varoluşsal yapıya sahip görünüyor, çünkü insan diğer insanlara

bir şey anlatmak için intihar edebiliyor. Etrafında dönen olayları anlamadığında/uyum

sağlayamadığında/hayat anlamsızlaştığında da intihar edebiliyor. İnsanın çevresini anlama ve kendini anlatma/anlaşılma

ihtiyacı içinde.

 

İnsan anlaşılarak ve kendini anlatarak yaşamını sürdürmek istiyor. Anlaşılmak için başta çeşitli

işaretlerle bunu yapmaya girişir, anlatmak için kendisi gibi bir canlıya ihtiyacı var -yalnızlığı bu

yüzden sevmez-. Anlaşıldığını bildiği yerde bulunmak istiyor ve anlaşıldığını bildiği yerde

gelişimini sürdürebiliyor. Hiç kimse tarafından anlaşılmadığını (en uç sınırda) düşündüğünde onu tek anlayan yere

anne karnına geri dönmek istiyor. Anlaşıldığını hissettiğinde kendini değerli görüyor. Bir yere aid

hissediyor kendini. Değerli gördüğü yerde kök salmak istiyor. İşte insan kendi kendini

yadsıyabiliyor/aşağılık durumuna kendini getirebiliyor. Anlaşılmadığında ve kendini

anlatamadığında kendisiyle ve çevresiyle ilişkileri bozulduğundan kişi kendi kendine çeşitli

oyunlara girişebiliyor/akıl sağlığı bozuluyor.

 

 

İnsana yaraşır bir hayat için yukarıda anlattıklarımdan bir ölçüt çıkarılabilir mi.

 

Sorduğunuz bu soruya siz nasıl cevap verirdiniz.

Link to comment
Share on other sites

 

Tamam da, burada "insana yarasir"in olcutu nedir? Kime/neye goredir?
 
İnsan hayvana benzemiyor, bitkiye de benzemiyor, diğer hiçbir canlıya benzemyor, hayvanları ve
bitkilerin doğal bir ortamları var, bu doğal ortamlarından koparıldığında, hasta oluyorlar veya
yaşamlarını sürdüremiyorlar, her hayvanın ve bitkinin doğal ortamını bildiğimizden onların
hastalanmaması ve yaşamlarını sürdürmek için yapılması gerekenleri kesin çizgilerle çizebiliyoruz.
Varoluş durumunu bildiğimiz bir şeyin yaşamını sağlıklı sürdürmesi için yapılması gerekenleri
kolayca ortaya koyabiliriz. Yaşamlarını zamanın yok ediciliğinden ötürü sonlanırsa, diyebiliriz ki
hayvana yaraşır bir şekilde yaşadılar.
 
İnsan diğer canlılara göre değişik bir varoluşsal yapıya sahip görünüyor, çünkü insan diğer insanlara
bir şey anlatmak için intihar edebiliyor. Etrafında dönen olayları anlamadığında/uyum
sağlayamadığında/hayat anlamsızlaştığında da intihar edebiliyor. İnsanın çevresini anlama ve kendini anlatma/anlaşılma
ihtiyacı içinde.
 
İnsan anlaşılarak ve kendini anlatarak yaşamını sürdürmek istiyor. Anlaşılmak için başta çeşitli
işaretlerle bunu yapmaya girişir, anlatmak için kendisi gibi bir canlıya ihtiyacı var -yalnızlığı bu
yüzden sevmez-. Anlaşıldığını bildiği yerde bulunmak istiyor ve anlaşıldığını bildiği yerde
gelişimini sürdürebiliyor. Hiç kimse tarafından anlaşılmadığını (en uç sınırda) düşündüğünde onu tek anlayan yere
anne karnına geri dönmek istiyor. Anlaşıldığını hissettiğinde kendini değerli görüyor. Bir yere aid
hissediyor kendini. Değerli gördüğü yerde kök salmak istiyor. İşte insan kendi kendini
yadsıyabiliyor/aşağılık durumuna kendini getirebiliyor. Anlaşılmadığında ve kendini
anlatamadığında kendisiyle ve çevresiyle ilişkileri bozulduğundan kişi kendi kendine çeşitli
oyunlara girişebiliyor/akıl sağlığı bozuluyor.
 
 
İnsana yaraşır bir hayat için yukarıda anlattıklarımdan bir ölçüt çıkarılabilir mi.
 
Sorduğunuz bu soruya siz nasıl cevap verirdiniz.

Benim, evrensel-insan zihniyeti olarak cesitli soyut ve yasam ve iliskide uygulayarak somutlastirilabilecek, hatta duzen/sistem haline getirilebilecek kavramlarim var.

 

Bunlari ben yeri geldiginde konu ve kavramina gore dile getiriyorum.

 

Zaten evrensel-insan zihniyetinin amaci; insanoglu goruntusunun, zihinsel/davranissal insanlasmasi.

 

Burada onemli olan olanin neden zihinsel/davranissal insanligi yansitmadiginin, bu zihniyete gore gozleminin dile gelmesidir.

 

Burada zihinsel/davranissal insanlasmanin, tum insanoglu turunu kapsamasi ve turun  her birinin yararina olmasidir.

 

Ben aslinda tum bunlari cesitli basliklarda konu ve kavram olarak isledim.

 

Kisaca ana hatlari ile; evrensel, bilimsel, bilissel, bilgisel insansal; hukuk insan haklari, baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele etmeyen,  hak ve ozgurlukler, evrensel-insan anlam ve icerikteki saygi ve vicdan.

 

Ben temelli bireyci, bencil, bananeci, bireysel temelli insanoglu farkindaliginin bilincinin, tursel duzeye cikmis birey bilinci.

 

Bunun icin gerekli olan basta kisinin kendi beyninde yer etmis her turlu degerini sorgulamasi, dusunce ve davranisi ile baskalarinin kendine sorgulatmasi, bu temeldeki yetistirim, egitim, ogretim.

 

Oyuzden her turlu cikilacak yolun, insanliktan degil; insanlasilamamasinin gozleminin verdigi sonuc, sebep analiz, analojik ve INSANOGLUNUN INSANLASMASINA GORE MANA VE ANLAM CIKARMA ve her turlu temel ve tabanin INSANOGLUNUN ORTAYA ATTIGI DEGERLERIN DEGERSEL TARTISMASINDAN DEGIL; AKSINE INSANOGLUNUN KENDISINDEN VE BASTA SOYUTLAMA YETISINDEN VE DE BU YAPILANDIRILMISLIGIN HER TURLU YAPI VE ISLEYIS TEMELINDEN baslamasi gerekir.

 

Ornek-metafizik/varliksal temellerin"hangisi dogru" v.s. tartismasi yerine, insanoglunun metafizigi ve yapi ve isleyisinin yapilandirilmisliginin nasilindan ve nedeninden ve de sorunlarindan.

 

Aslinda konu o kadar genis ve detayli her bir detayini ayri ayri algilamak ve bilincine ve farkina varmak gerekir. 

Link to comment
Share on other sites

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanın bir doğasının var olduğunu kabul ederek, felsefi bir temellendirmeye oturtulmadan, insan hakları evrensel bildirgesi kabul ediliyor. 

 

Sizce İnsan hakları evrensel bildirgesi diye bir bildirge yazılabilir mi. 

 

Mesela, 1995 yılında bir çocuk dünya ya geldi. Bu çocuk ağaçsız küçük bir adaya bırakıldı, ve burada hiç bir insan görmeden fiziki ihtiyaçları karşılandı ve devamlı fiziksel olarak şiddet uygulandı (gözleri kapalı tutuldu) başka hiç bir şey yapılmadı. 18 yaşına geldiğinde gözleri açıldı ve görebileceği şekilde karşı bir adada (ada yeşillikler içinde) evli ve çocuklu bir aileyi gördü, bu aile birlikte oynaşıyor, gülüyor, güneşleniyorlar, ağaçların altında gölgede yatıyorlar. Adadaki çocuğa gözleri açıldıktan sonra ve karşı adayı gördükten sonrada fiziksel şiddet uygulanmaya devam ediliyor. 

 

Hangi soruları sorabiliriz kendimize burada.

Bunlar ve benzeri teorik soruların cevabı hiç de sandığını gibi değildir.

İnsan sosyal bir hayvandır.

Sosyal olması insan olması kadar önemlidir.

İnsandan sosyal olmayı çıkarırsanız, geride hiçbirşey kalmaz.

 

Yukardaki teorik senaryonun cevabı budur. Böyle bir insan yaşayamaz. Çevreden sürekli olarak bazı uyarılar almayan bebek ölür. O uyarılar olumsuz olamazlar.

Besleyici olmaları gerekir. Bebeğin sinir sistemi olumlu, besleyici değeri olan uyarılar almaya evrilmiştir. Bebek onlarsız tırmanamaz. Büyüyemez. Gelişemez.

O uyarılar bebekte çeşitli hormonların, medyatörlerin, beyinde ve diğer organlarda bazı kimyasal maddelerin salgılanması için gereklidir.  

Bebeğin gelişip büyümesi o maddelerin salgılanmasını gerektirir.

 

Bebeğin doğumla kazandığı potansiyellerin manifest  olması zorunluğu vardır.

Bebeğin yalnız fiziksel gereksinimleri yoktur. Doğduğu andan itibaren psikolojik gereksinimleri de vardır. Bu bağlamda annelik içgüdüsünün önemini abartmak mümkün değildir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Bunlar ve benzeri teorik soruların cevabı hiç de sandığını gibi değildir.

İnsan sosyal bir hayvandır.

Sosyal olması insan olması kadar önemlidir.

İnsandan sosyal olmayı çıkarırsanız, geride hiçbirşey kalmaz.

 

Yukardaki teorik senaryonun cevabı budur. Böyle bir insan yaşayamaz. Çevreden sürekli olarak bazı uyarılar almayan bebek ölür. O uyarılar olumsuz olamazlar.

Besleyici olmaları gerekir. Bebeğin sinir sistemi olumlu, besleyici değeri olan uyarılar almaya evrilmiştir. Bebek onlarsız tırmanamaz. Büyüyemez. Gelişemez.

O uyarılar bebekte çeşitli hormonların, medyatörlerin, beyinde ve diğer organlarda bazı kimyasal maddelerin salgılanması için gereklidir.  

Bebeğin gelişip büyümesi o maddelerin salgılanmasını gerektirir.

 

Bebeğin doğumla kazandığı potansiyellerin manifest  olması zorunluğu vardır.

Bebeğin yalnız fiziksel gereksinimleri yoktur. Doğduğu andan itibaren psikolojik gereksinimleri de vardır. Bu bağlamda annelik içgüdüsünün önemini abartmak mümkün değildir.

Fiziksel ihtiyaclari karsilandiktan sonra, her bebek yasar.

 

Sen, ilk insanlarin ya da kolelerin nasil yasatildigini/yasadigini zannediyorsun?

Link to comment
Share on other sites

Fiziksel ihtiyaclari karsilandiktan sonra, her bebek yasar.

 

Sen, ilk insanlarin ya da kolelerin nasil yasatildigini/yasadigini zannediyorsun?

Yaşamayabilir. Çünkü çocukluk dönemini aşamayabilir. Yaklaşık ilk beş yıl çok kritiktir. Tabii çocuğun büyüdüğü ortama bağlı bu durum.

Olumsuzlukların ne kadar olduğuna, derecesine, bağlı.. Çok aşırı değillerse çocuk yaşar elbette. İlk insanlar yaşayabildiklerine gore..

Köleler de yaşayamaz aslında. Köleler arasında ölüm oranı çok yüksektir. Özellikle çocuk ölümleri çok yüksektir.

Fiziksel ihtiyaçlar çok önemlidir ama herşey değildir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Bir karıncayı yuvasından ayırıp her türlü fiziksel gereksinimlerini karşılayarak yaşatamazsınız.

İnsan bebeğini annesinden ve yakınlarından ayırıp, hiç bir insanla karşılaşmayacağı bir ortamda bütün fizik gereksinimlerini karşılamak üzere tutarsanız, onu bir insan olarak yaşatamazsınız.

Link to comment
Share on other sites

Yaşamayabilir. Çünkü çocukluk dönemini aşamayabilir. Yaklaşık ilk beş yıl çok kritiktir. Tabii çocuğun büyüdüğü ortama bağlı bu durum.

Olumsuzlukların ne kadar olduğuna, derecesine, bağlı.. Çok aşırı değillerse çocuk yaşar elbette. İlk insanlar yaşayabildiklerine gore..

Köleler de yaşayamaz aslında. Köleler arasında ölüm oranı çok yüksektir. Özellikle çocuk ölümleri çok yüksektir.

Fiziksel ihtiyaçlar çok önemlidir ama herşey değildir.

Konu oran degildir, yasayabilme olasiliginin olmasidir. sosyo-psikoloji niceligin degil; niteligin getirdigidir.

 

Insanoglu da dogal olarak verilen niteligi alir ve kabullenir. Teslimiyet ve biat etmek te zaten budur.

Link to comment
Share on other sites

Bir karıncayı yuvasından ayırıp her türlü fiziksel gereksinimlerini karşılayarak yaşatamazsınız.

İnsan bebeğini annesinden ve yakınlarından ayırıp, hiç bir insanla karşılaşmayacağı bir ortamda bütün fizik gereksinimlerini karşılamak üzere tutarsanız, onu bir insan olarak yaşatamazsınız.

Insan olarak yasamak ne demek?

 

Mesela kitlesel bir konu olan "Tarzan" nasil yasiyor?

 

Insanlar sanki insan olarak mi yasatiyor? O yuzden mi birbirlerini her turlu deger ugruna olduruyorlar?

 

Sen once insani fiziksel/biyolojik v.s. olarak mi, yoksa zihinsel/davranissal olarak mi algiliyorsun?

 

Insani hayvandan ayiran nedir?

Link to comment
Share on other sites

Insan olarak yasamak ne demek?

 

Mesela kitlesel bir konu olan "Tarzan" nasil yasiyor?

 

Insanlar sanki insan olarak mi yasatiyor? O yuzden mi birbirlerini her turlu deger ugruna olduruyorlar?

 

Sen once insani fiziksel/biyolojik v.s. olarak mi, yoksa zihinsel/davranissal olarak mi algiliyorsun?

 

Insani hayvandan ayiran nedir?

İnsan olarak yaşamayı bilmiyorsanız, size lafım yok.

Tarzan bir efsanedir. Masaldır.

İnsanların birbirlerini öldürmesi ile bu konunun hiç alakası yok.

İnsan yalnız biyolojik bir varlık değildir.

İnsanı hayvandan ayıran, yalnız insana özgü, hiçbir özellik yoktur diyebiliriz. Çünkü insan da bir hayvan türüdür.

İnsanın diğer hayvanlardan farkı görelidir. Hepsi o kadar.

Link to comment
Share on other sites

İnsan olarak yaşamayı bilmiyorsanız, size lafım yok.

Tarzan bir efsanedir. Masaldır.

İnsanların birbirlerini öldürmesi ile bu konunun hiç alakası yok.

İnsan yalnız biyolojik bir varlık değildir.

İnsanı hayvandan ayıran, yalnız insana özgü, hiçbir özellik yoktur diyebiliriz. Çünkü insan da bir hayvan türüdür.

İnsanın diğer hayvanlardan farkı görelidir. Hepsi o kadar.

Senin bilmerdigin gayet acik. Insan olarak yasamak basta niteligi gerektirir.

 

Hayvanda; vicdan saygi ideoloji inanc ve bilimum soyutlama henuz yoktur.

 

Iste bu fark insanoglunun soyutlamasi yani nitelik farkidir.

 

Zaten bunu algilayamayanlar insanoglunu illa baska bir fenomen ile ozdeslestirmeye yonelirler. Cunku insanoglunun zihinsel varligindan bi haberdirler. Bunu ya baska bir fenomene, ya da tanri gibi aklin yarattigi bir fenomene verirler.

Link to comment
Share on other sites

Senin bilmerdigin gayet acik. Insan olarak yasamak basta niteligi gerektirir.

 

Hayvanda; vicdan saygi ideoloji inanc ve bilimum soyutlama henuz yoktur.

 

Iste bu fark insanoglunun soyutlamasi yani nitelik farkidir.

 

Zaten bunu algilayamayanlar insanoglunu illa baska bir fenomen ile ozdeslestirmeye yonelirler. Cunku insanoglunun zihinsel varligindan bi haberdirler. Bunu ya baska bir fenomene, ya da tanri gibi aklin yarattigi bir fenomene verirler.

Bunlar kesin olarak yanlış. Çünkü insan hayvanda ne varsa, az ya da çok, diğer hayvanlarda da vardır.

Buna vicdan da, saygı da dahildir. İdeoloji gibi diğer soyutlamalar, epifenomenler olarak, diğerlerinden türemişlerdir.

İnsanda beyin korteksi diğer hayvanlardan çok daha gelişmiştir. Aynı yapı diğer hayvanlarda da vardır ama, insanda çok geliştiği için, soyutlamalardan çok zengindir.

Ama onlar için yalnız insana özgü demek bir yerde yanlıştır. Çünkü onlar diğer hayvanlarda da olan korteksin ürünüdür.

Link to comment
Share on other sites

Bunlar kesin olarak yanlış. Çünkü insan hayvanda ne varsa, az ya da çok, diğer hayvanlarda da vardır.

Buna vicdan da, saygı da dahildir. İdeoloji gibi diğer soyutlamalar, epifenomenler olarak, diğerlerinden türemişlerdir.

İnsanda beyin korteksi diğer hayvanlardan çok daha gelişmiştir. Aynı yapı diğer hayvanlarda da vardır ama, insanda çok geliştiği için, soyutlamalardan çok zengindir.

Ama onlar için yalnız insana özgü demek bir yerde yanlıştır. Çünkü onlar diğer hayvanlarda da olan korteksin ürünüdür.

Buradaki insanogluna ozguluk, gozlem algi ve kavramsal bilgi temelindedir. Yani kendi dahil her turlu kendine gozlem vereni KENDI ALGISI VE KAVRAMSAL BILGISI ILE VE KENDINE YONELIK DILE GETIREN SADECE INSANOGLUDUR.

 

Burada hayvan ve insanoglunun kendi dahil, her turlu fenomen sadece gozlem gorevi gorur.

 

Bu GOZLEMI ALGILAYAN VE KAVRAMSAL BILGIYE DONUSTUREN SADECE INSANOGLUDUR.

 

Bunu bir hayvan turu kendi turu bunyesinde de yapabilir, yalniz BU YAPTIGINI INSANOGLUNA ILETECEK ORTAK BIR KAVRAMSAL BILGI VE DIALOG YOKTUR.

Link to comment
Share on other sites

  • 2 months later...

Doğada kırmızı-sarı kombinasyonu ( yılanlar ) zehire, siyah-sarı kombinasyonu ( leopar, jaguar, sırtlan vb. ) yırtıcı
tehlikeye tekabül eder. Bu gibi ilkel beyin kaynaklı ön bilgiler a prioriktir, evrimseldir.

Gözünü açan kedi yavrularının, insana daha çıkmamış dişini göstermeye ve korkutmaya çalışması deneyimden elde edilen bilgi kaynaklı bir davranış değildir. Yabancı varlıklara karşı gösterilen ön yargılı ( ön bilgi ) bir tepkidir.

Yine; kedi yavruları, annesiz büyümüş olsalar dahi dışkılarının üstünü örtmeyi bilirler. Bunu deneme yanılma ile değil, genetik olarak bilirler.

Yavru kediler de tıpkı insan yavruları gibi bildiklerinin bilincinde değildirler ama bilirler. Çünkü, bilmez iseler hayatta kalamazlar.

İşte bu ve buna benzer tepki ve davranışlar evrim ile kazanılmış ön bilgi kaynaklıdırlar.

Keza; İnsan türünün yavrusunun bebek dediğimiz aşamasında içgüdülere bağlı ön bilgi olmazsa hayatta kalma şansı olmaz. Bebek açlıktan ölebileceği bilgisine ( korku ) sahip olmazsa ağlamaz. Açlığa tepki vermez. Bu bilginin bilincine varması da gerekmez. Ön bilgi ( korku ) vardır ve bu bilgiye bağlı davranış vardır.

İçgüdülerin tümü ilkel beyin kaynaklı birer duyumdur. Korku duyuma bağlı bir ön bilgidir. İç güdüler birer duyumdur.

Açlıktan ölme / Beslenememe korkusu

0-1 yaş arası bebeğin dış dünya ile kurduğu ilişki yalnız ağız yoluyla ( oral )dır. Beyninin yoğunlaştığı tek algı reseptörleri ağız ve dudaklardadır. Ve bu aşamadaki bebeğin tek korkusu beslenememe korkusudur.

Bu döneme saplanan yetişkinde madde bağımlılığı ve depresif kişilik bozuklukları görülür.

Daha sonraki yaşlarda sırasıyla Anüs ve Fallus önem kazanır.

Güvenliksizlik korkusu / Kontrolü kaybetme korkusu

1-3 yaş arası Anal dönemde, nesneleri tutup bırakmama, bağımsızlık ( ben yaparım tarzı ) davranışları görülür. Bu aşamadaki bebeğin korkusu kontrolü kaybetme korkusudur. Yavaş yavaş toplumsal kurallar algılanır, çatışmalar başlar ve Süper Ego gelişmeye başlar.

Bu döneme saplanan yetişkinde obsesif-kompülsif kişilik bozuklukları görülür.

Cinselliğin yok olması ( üreyememe ) korkusu / Kastrasyon Korkusu

3-6 yaş arası Fallik dönemde ise, çocuğun beyninin yoğunlaştığı algı reseptörleri ağız ve dudaklar, anüs ve ağırlıklı olarak penis ve klitoristir. Bu dönemde ilkel beyin kaynaklı yeni bir korku daha algılanmaktadır. O da Kastrasyon korkusudur. Bu dönemde çocuğun anneye duyduğu cinsel istek, babaya karşı hissettiği rekabet duygusu ve nefret, Kastrasyon korkusu sayesinde baba ile özdeşleşme ve bu yolla anneye karşı cinsel doyum getirir. Baba ile özdeşleşme aynı zamanda Süper Egonun gelişiminin son aşamasıdır.

Bütün bunlar hayatta kalmak için gerekli korkulardır, ön bilgilerdir, ön yargılardır.

Bunların doğuştan bulunmaması demek, gözlemdi, şuydu, buydu derken hayatın tehlikeye girmesi demektir. Yaşam beklemez.

Link to comment
Share on other sites

Bu bahsettikleriniz on bilgiden ziyade "yasam yetisi" dir. Yani bu davranisi sunan canlilar, bunun bilgisine sahip degildir. Bu davranislarin bilgisinin ne oldugunu daha onceki yasayanlardan ogrenirler.

 

Mesela bebek, annesinin sutunu emerken; burada gecen tum kelime ve kavramlarin bilgisine sahip degildir. Bu yaptigi eylemin ne oldugunu yasamdan ogrenir.

 

Ayrica ogrenmek ile bilmek de ayni degildir. Ogrenmek sadece yapmayi saglar. Bilmek ise, neden yaptiginin bilinci ve farkindaligidir.

Link to comment
Share on other sites

Farketmez. Yaşam yetisini sağlayan şey de netice itibariyle bir bilgidir. Ön Bilginin kendisi zaten kavramsaldır. Bu kavramsal bilginin bilincinde olunup olunmaması onun bu " bilgi " niteliğini değiştirmez.

Maalesef fark ediyor. Cunku bir kisi kendi adina uyguladigi her turlu davranisin ne oldugunu bilerek uygulamiyor. Uyguladiginin ve davranisinin ne oldugunu yasam ve iliskilerinden ogreniyor.

 

Iste tam da bu nedenden dogan bir insanoglu, kavramsal bilgi ile dogmuyor ve kavramsal bilgiyi yasam ve iliskisinde ogreniyor.

Link to comment
Share on other sites

Maalesef fark ediyor. Cunku bir kisi kendi adina uyguladigi her turlu davranisin ne oldugunu bilerek uygulamiyor. Uyguladiginin ve davranisinin ne oldugunu yasam ve iliskilerinden ogreniyor.

 

Elbette bir davranış veya uygulamanın bilincinde olunup olunmaması arasında fark vardır. Ama benim " fark etmez " dediğim bu değildi.

 

Benim " farketmez " dediğim; bilincinde olunsun olunmasın kişiyi doğumla birlikte belirli davranış ve tutumlara yönelten bir ön bilginin bilincinde olunup olunmamasının " o bilginin bilgi olma niteliğini " değiştirmediği idi.

 

Ve elbette, bu ön bilgiyi ( information ) kişi farkında vardıktan sonra kavramsal bilgi ( knowledge ) haline getirir, isimlendirir, buna bir itirazım yok.  Ancak, bu kavramsal bilginin kaynağı doğumdan ( deney öncesi - a priorik ) gelen ön bilgi ( information ) dur. Bu ön bilginin niteliği de netice itibari ile kavrama aittir, kavramsaldır.

Link to comment
Share on other sites

Elbette bir davranış veya uygulamanın bilincinde olunup olunmaması arasında fark vardır. Ama benim " fark etmez " dediğim bu değildi.

 

Benim " farketmez " dediğim; bilincinde olunsun olunmasın kişiyi doğumla birlikte belirli davranış ve tutumlara yönelten bir ön bilginin bilincinde olunup olunmamasının " o bilginin bilgi olma niteliğini " değiştirmediği idi.

 

Ve elbette, bu ön bilgiyi ( information ) kişi farkında vardıktan sonra kavramsal bilgi ( knowledge ) haline getirir, isimlendirir, buna bir itirazım yok.  Ancak, bu kavramsal bilginin kaynağı doğumdan ( deney öncesi - a priorik ) gelen ön bilgi ( information ) dur. Bu ön bilginin niteliği de netice itibari ile kavrama aittir, kavramsaldır.

Bende bilincinde olmaktan degil, ogrenmekten bahsediyorum. Bilmek ve bilinc daha sonraki asamalar.

 

Iste o yuzden buna ben on bilgi demiyorum. Cunku bilginin TEK YARATICISI INSANOGLUDUR.

 

Eger bunu dogum oncesine baglarsak; bilginin temelini insanoglundan koparmis ve baska bir fenomene vermis oluruz. Evrim, doga, madde v.s. gibi; ya da akilli tasarimci, yaratici ya da tanri v.s. gibi.

 

Yani ve kisaca, DOGUM ONCESI DOGANA VERILMIS BIR ON BILGI DE YOKTUR, VEREN BIR OZNE/NESNE DE YOKTUR.

Link to comment
Share on other sites

Peki, " Yaşam Yetisi " ni sağlayan şey nedir ? Bir bilgi olmadan yeti olabilir mi ? Herhangi yetiye sahip bir makineyi düşünün. Bu makinenin işlevini yerine getirme yetisinin bir bilgisi yok mudur ? Makine duruma, koşullarına göre kendi işlevini kendi oluşturmadığına, bu işlevi yerine getirmesi için gereken yetiyi sağlayacak bir bilgi gerektiğine göre...

Link to comment
Share on other sites

Peki, " Yaşam Yetisi " ni sağlayan şey nedir ? Bir bilgi olmadan yeti olabilir mi ? Herhangi yetiye sahip bir makineyi düşünün. Bu makinenin işlevini yerine getirme yetisinin bir bilgisi yok mudur ? Makine duruma, koşullarına göre kendi işlevini kendi oluşturmadığına, bu işlevi yerine getirmesi için gereken yetiyi sağlayacak bir bilgi gerektiğine göre...

Burada bu soruyu sorarken bir ozne mi ariyoruz?

 

Yoksa bu soruya yaniti bilimsel gozlem ile mi veriyoruz?

 

Yeti bir kavramdir, insanoglu bilgisini daha once yarattigi kavramin uzerinde turetir.

 

Iste butun bu sorular iki turlu yanitlanir.

 

Ya oznel temelde akilciligin sonlandiran tatmini ile.

 

Ya da gozlem temelinde bilimin bilimsel olgusu ve gozlemsel yanlislanabilirligi ile.

 

Her ikisinin de temeli kavramsal bilgidir ve insanoglu urunudur.

 

Ben buna "ic dinamik" diyorum. Yani atomun parcaciklarinin biri biri ile olan hareketi ya da dogan bir bebegin memeye yonelip emmesi v.s.

 

Yani yasamanin ya da hareketin ic dinamigi. Bu dinamigi tasarlayan bir ozne yok. Yani ornek olarak evrilme var, evirme yok.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Sign in

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...