Jump to content

mantik

Members
  • İçerik sayısı

    1.008
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    36

Everything posted by mantik

  1. mantik

    14 Mayıs 2023

    Hoş, bir sonraki seçimde yasal olarak aday da olamaz ama, bir dikatörü durduracak engeller değil bunlar.
  2. mantik

    14 Mayıs 2023

    Bizim millet tek adamcıdır. Parti ve onun organizasyonuyla gelecek ekibi seçme mantığını anlamaz, padişah beğenir gibi tek adam, veya milli şef seçer, bir adamı öbürüyle kıyaslar sadece, başka faktörlere pek bakmaz. Orası doğru. Dolayısıyla, o açıdan bakınca, aday gösterilen kişinin kim olduğu elbette herşeyden önemli oluyor, ama olay o kadar basit de değil. Bizim millet tek adam seçer seçmesine, ve mesela İmamoğlu aday olsa muhtelemelen seçimin sonucu farklı olurdu bence de, ama bizim millet aynı zamanda da takım tutar gibi parti tuttuğundan, ve %65 muhafazakarlardan oluştuğundan, sol bir partinin, bu sol sadece adında da olsa destek bulması zor. Parti CHP oldu mu, tepesindeki lider mevcut adayların en karizmatiği de olsa, partinin geleneksel oy miktarını %5-%10’dan fazla arttıraması zor. 1970’lerde Ecevitin aldığı oy miktarını CHP hiç görmedi bir daha. CHP’nin doğal oy miktarı, %20-%30 arası kalıyor hep. Seçmeni o kadar. Başında Deniz Baykal gibi iyi konuşan, karizmatik bir lider bile olsa, sonuç çok fazla değişmiyor. İmamoğlu olsa da sonuç belki en fazla %5-%7 farklı olurdu, ama rakamların bu kadar yakın olduğu böyle bir seçimde belki o durum bir fark yapardı, ve Erdoğan kıl payı da olsa kaybedebilirdi o durumda belki. Zaten o yüzden işi şansa bırakmadı, avucunun içinde tuttuğu yargı sistemi ve medya yoluyla bir cerrahi operasyon düzenleyip sorunu ortadan kaldırdı. Bu adam bir diktatör artık. Uzun süredir öyle zaten. Bu yüzden diktatörlükle gelen güçlere ve avantajlara da sahip. Netflix’de “how to be a dictator” (nasıl diktatör olunur) diye bir belgesel var, ve yakın tarihin bazı ünlü diktatörlerini konu ederek, her birinin nasıl benzer taktikler ve stratejiler kullanarak önce gücü ellerine geçirip, sonra da ellerinde tuttuklarını anlatıyor. “Dictator’s playbook” (“diktatörün el kitabı” diye çevrilebilir belki) diye birşeyden bahsediyor, yani yazılı bir kitap anlamında değil tabi, ama kullandıkları yöntemlerin tarifi açısından, ve iktidarlarının hangi döneminde oldukları, ve mevcut problemlerinin ne olduğuna bağlı olarak kullandıkları yöntemleri anlatıyor. Erdoğan’ın siyasi geçmişinde yaptığı pek çok şey de buna uyuyor. Ben hatta bu seçimden önce adamın telaşa düşüp, “dictator’s playbook”daki daha radikal bazı önlemlere yelteneceğimi düşünüyordum. Mesela savaş çıkarıp, sıkı yönetim ilan ederek seçimleri iptal etmek veya ertelemek gibi. Bu tür birşeyler yapmamış olması bana tuhaf geliyordu. Demek ki bir bildiği var diyordum. Kendi desteğinin miktarını, ve Kılıçdaroğluna karşı hemen her zaman kazanacağını gayet iyi biliyordu adam. Muhtemelen o yüzden telaşa düşmedi, ve ekstrem önlemler almasına gerek kalmadı. İmamoğluna düzenlenen basit bir adli operasyon yeterli oldu bu seçimde. Ama bundan sonrası daha iyiye gitmeyecek. Ekonomi enkaz durumunda. Düzeltmesi de pek mümkün gözükmüyor. Bir sonraki seçimde daha radikal önlemlere başvurması gerekebilir. Kaybetmeyi göze alamaz çünkü.
  3. mantik

    Satranç soruları

    Doğru, evet. Ve6xg4 mat ediyor.
  4. mantik

    Satranç soruları

    Peki ilk hamlede Şh2h3’e cevap olarak siyah Fh5g4+ oynarsa ne olacak? Şah çekiyor o zaman. Bir sonraki hamlede mat yok o durumda?
  5. Paelone, Ateistforum’u açma kararını da kapama kararını da ben tek başıma veremem. Benim o forumun günlük işleyişi ve yönetimiyle 10-15 yıldır ilgim yoktu zaten doğru dürüst. Başkaları yapıyordu. Benim kendimin bu forum işleriyle ilgilenecek vaktim yok zaten. Burasıyla da ilgilenemiyorum, moderatör(ler) ilgileniyor. Bunun böyle olacağını baştan da duyurdum zaten. Burasını tekrar açmamın sebebi öbür taraf yazmaya kapandıktan sonra hala iletişimde kalmak ve yazışmak isteyenlere daha az dikkat çekecek, daha rahat yazabilecekleri bir ortam, ve bir alternatif sunmaktı. Ayrıca başka pek çok konu da konuşulabilir burada. İnsanların isterlerse kendi kimlikleriyle, güvenle yazabilecekleri bir ortam burası. Burasının fazla popüler olmamasıyla öbür tarafın ve hatta tüm benzer ortamların da son yıllarda popülerliğini yitirmesinin sebepleri aynı. Orası tekrar açılsa da çok şey değişmez. Ayrıca, açılmasını isteyenlerin orayı son 10-15 yıldır yönetenleri bulup onları ikna etmesi gerekir, beni değil. Eğer kendilerine ulaşabiliyorsanız onlara sorun.
  6. Bir de bunlara ek olarak mülteci olarak gelme seçeneği var. Onu da eklemek lazım. Savaştan kaçan, veya ülkesinde etnik köken, ırk, din, dil, vs gibi sebeplerden dolayı ayrımcılığa uğrayanlar, eğer bu durumu kanıtlayabiliyor ve belgeleyebiliyorsa, bir ihtimal sığınmacı olarak göçmen vizesi alabilir Amerika’dan.
  7. Benim Amerika’da yaşadığımı bilenler sık sık Amerika’ya gelip yaşamakla ilgili sorular soruyorlar bana. Geçenlerde 20’li yaşlarda bir gencin bana sorduğu benzer bir soruyu yazılı olarak cevapladım. Sonra da farkettim ki kendisine yazdığım cevap bu forumun pek çok katılımcısının ilgisini çekecek bilgiler içeriyor. Bu sebeple, aynı açıklamaları buraya da kopyalayayım dedim. Gelen soru aşağı yukarı şu tür bir soruydu: “Ben 20’li yaşlarda, maddi durumu pek iyi olmayan bir Türk genciyim. Amerika’ya gidip yaşamak istiyorum. Bunun yolları nelerdir, ve benim için mümkün müdür?” Kendisine verdiğim cevap ise şöyle: Çalışma izni olan bir vize ile buraya gelmen pek kolay değil. Ama turist vizesi alman bile yaşın ve maddi durumun yüzünden zor gözüküyor. Buraya gelip, vizesi bittikten sonra dönmeme ihtimali olanlara, yani gençlere, özellikle de maddi durumu iyi olmayan ve kendisini yaşadığı ülkeye ve topluma bağlayan fazla bir faktör olmayanlara kolay vize vermiyor Amerika. Bir kere bir vize alıp gelebilirsen, sonra en kötü ihtimal kaçak olarak kalmayı deneyebilirsin. Öyle yapan çok kişi var. Ama kolay bir hayat değil, söyleyeyim sana. Pek çoğu bulaşıkçılık, vs gibi çok düşük ücretli işlerde gece gündüz köle gibi çalışıyor ve bulundukları kısır döngüden kolay kolay çıkamıyor. Bazıları uygun birileriyle tanışıp, daha iyi işler yapıp durumunu düzeltebiliyor. Ya da bir Amerikan vatandaşıyla evlenip green kart alabiliyor. Ama kolay şeyler değil bunlar. Hem tuttuğunu koparan, becerikli biri olacaksın, hem şansın yaver gidecek. En güzeli eğitimli ve kalifiye bir eleman olarak buraya gelmek. Mesela dediğin gibi yazılımcı olarak gelebilirsen, şirketler H-1B vizesi için sana sponsorluk yaparak işe alabilir bir ihtimal. Çalışma izni olan bir vize bu ama sadece sana vizeyi almış şirkete çalışmana izin veriyor. Başka şirkete geçersen, o şirketin de senin için H-1B sponsorluğu yapması gerekiyor. H-1B belli bir yıla kadar uzatılıyor (eskiden 6 yıldı, şimdi ne kadar bilmiyorum), dolayısıyla o süre içinde çalıştığın şirketin sana green kart için de sponsor olması gerekiyor. Yoksa kalmaya devam edemezsin. Bir kere green kart aldığın takdirde ise, istediğin şirkete geçebilirsin.Vatandaşlığa çok yakın bir durum green kartlı olmak. H-1B için üniversite mezunu olman gerek, ve Amerika’daki şirketlerin zor eleman bulduğu bir sektörde, bu ülkede çok kolay bulunmayan becerilere sahip biri olman lazım. Yazılımcılık eskiden öylebirşeydi, ama şimdi ortalıkta çok yazılımcı olduğu için hala öyle midir bilmiyorum. Bir ihtimal alelade bir yazılımcı değil, iyi bir yazılımcı olman gerekiyor olabilir artık. Buraya gelişte senin için en olası yol, para biriktirip, dil eğitimi için öğrenci olarak gelmek olur. O zamanöğrenci vizesi (F-1) verirler rahatça. Sonra da gelip kaçak kalmayı deneyebilirsin belki. Ama dediğim gibi, yasal olmayan göçmenlerin işi çok zor. Sürünürsün yıllarca öyle yaparsan. O bataktan çıkamayabilirsin de sonra bir daha. Ki buraya öğrenci olarak gelmek de ucuz birşey değil. İyi para biriktirmen lazım o iş için. Bir de green card lottery’yi deneyebilirsin. Amerika her yıl belli sayıda kişiye kura ile green kart veriyor. Türkiye’den de katılabiliyorsun ona. (Web sayfasından falan katılabiliyor insanlar o çekilişe). Çıkarsa yasal bir şekilde göçmen vizesiyle gelebilirsin o zaman. Çalışma izniyle geleceğin için de iş bulman kolay olur. Ama adı üstünde piyango o. Çıkıp çıkmaması şansa kalmış. Zengin biri olsan başka yollar da var. Buraya belli bir miktar yatırım yapan iş adamlarına da doğrudan green kart veriyor Amerika. Ya da olağan dışı düzeyde yeteneği, becerisi olan biriysen de kolay green kart veriyor Amerika. Bir olimpik sporcu, dünya çapında şarkıcı, alanında uzman doktoralı bir bilim adamı, vs isen mesela. Bunlar dışında, bir de çok iyi bir öğrenciysen, burslu olarak gelebilirsin. Türkiye’den devlet veya özel sektör bursu, veya Amerika’dan burs alarak falan. Ben zamanında (90’lı yıllarda) öyle geldim buraya mesela. Sonra H-1B vizeli iş buldum, sonra da şirket sponsorluğu yoluyla green kart aldım.
  8. evrenselbirey, Bu konularda tartışmak istediğiniz noktalarla ilgili buyrun siz bir başlık açın forumun uygun bir bölümünde, ben de fırsat buldukça cevap vermeye, ve fikir beyan etmeye çalışırım. Ben eskisi gibi forum tartışmaları yapmıyorum pek artık. Ama bahsettiğiniz konuda vaktim el verdiği sürece birkaç laf etmeye çalışırım.
  9. Uzaylılar ve İsa Uzaylılar dünyaya gelir, ve dünyanın hem devlet liderleriyle, hem de dini liderleriyle görüşme yapmak isterler. Görüşme sırasında sıra Papa’ya gelir, ve Papa uzaylılara “Siz Tanrı’nın oğlu ve kurtarıcımız kutsal İsa’yı tanıyor musunuz?” diye sorar. Uzaylıların temsilcisi, “İsa mı, elbette tanıyoruz”der. “Her yıl bizi ziyaret eder, ve halimizi, hatırımızı sorar” diye devam eder. Papa buna şaşırır, ve “Nasıl olur” der, “bize en son 2000 yıl önce uğradı, ve o zamandan beri de ikinci dönüşünü bekliyoruz” der. Uzaylı bu sefer kendisini kötü hisseder, ve durumu yumuşatmak maksadıyla bir açıklamaya getirmeye çalışır. “Belki de bizim verdiğimiz çukulataları daha çok sevmiştir” der. Papa, “Çukulata mı, nasıl yani?” diye sorar. Uzaylı ise şöyle cevap verir: “Biz dünyamıza ilk geldiğinde kendisine bir kutu çukulata vermiştik. Siz ne yapmıştınız ki?”.
  10. Evet, bir ara oldukça hareketlenmişti ateizm Türkiye'de. Ateistforum'un da en yoğun olduğu yıllardı onlar. 2008 ile 2015 arası diyebiliriz muhtemelen. Bu platfomlara ilgi çoktu, pek çok forum ve tartışma ortamı vardı, bu konularda facebook sayfaları açılıyordu, hatta 2014'te ateizm üzerine dernek bile kurduk Türkiye'de ateistler olarak. Dernek hala devam ediyor bilgiğim kadarıyla. Arada bir aldıkları tehditler, sayfalarının kapatılması ve aylarca kapalı kalması, bazı üyelerin yaşadığı yasal problemler, vs oldukça problem yaşadılar ve muhtemelen yaşıyorlar da hala. Ama hala devam ediyorlar. Çeşitli etkinlikler düzenliyorlar, youtube'da aktifler, ve ana akım bir kurum haline gelmiş durumdalar gibi duruyor. Ama aynı zamanda ilgisizlikten ve maddi sorunlardan dolayı kapanma noktasına geldiği haberlerini de görmüştük geçtiğimiz yıllarda. Özellikle ülkedeki politik durumun kötüleşmesi sebebiyle insanlar biraz korkudan, biraz da önceliklerinin değişmesinden dolayı bu konuya daha az ilgi göstermeye başladılar gibi duruyor. Bunu Ateistforum'un popülaritesinin azalmasında da gördük. Son yıllarda gittikçe daha az takip edilir oldu. İnsanların ateizm konusuna ilgisi azaldı. Ama asıl soru da burada aslında. Tam olarak nedir olan biten? Ateizme ilgi mi azaldı gerçekten? O dönemde henüz yeni birşey olduğu için popülaritede önce tepe yapıp sonra inişe mi geçti? Ya da insanlar o döneme göre daha fazla mı korkmaya başladılar ateizmle ilgilenmekten? Veya hükümet bu dernekle veya ateizmle ilgilenen tüm aktivistleri davalar ve yasal takiplerle bezdirip, korkutup, sindirdi mi? Bu yüzden mi ilgilenen kalmadı? Ya da, popüler olduğu ve büyüdüğü dönemde henüz ülke için umut vardı ve bu yüzden laik ve din muhalifi kesim canla başla mücadele ediyordu da, sonradan, özellikle de AKP ve Tayyip Erdoğan tüm politik rakiplerini sindirip, yasama, yürütme ve yargının hepsini kontrol altına alıp ülkeyi bir nevi diktatörlük haline getirdiği ve ülkedeki demokrasiyi yıprattığı için mi insanlar umutlarını ve motivasyonlarını yitirdiler? "Demokrasi bile elden gitmişken, ateizmle mi uğraşacağım" diye mi düşünmeye başladılar? Ülkede ateizmden çok daha önemli sorunların olduğunu görüp, "Ateizm gibi bir konunun bu ülkeye tanıtılması bizim için lüks, biz önce laikliği ve demokrasiyi kurtaralım" diye mi düşünmeye başladılar? Bence en önemli faktör sonuncusu. Yani yukarıdaki son birkaç soru ile gündeme getirdiğim problem. İnsanlar, ateizm gibi bir konuyla uğraşmanın, bu memlekette lüks olduğuna, demokrasinin bile tehlikeye girdiği bir ortamda bu konu ile uğraşmanın boş olduğuna kanaat getirdiler. Bir yandan da kendilerini yenilmiş hissettiler, ve yıldılar. Biraz da korkup sindiler. Bekleyiş moduna geçtiler. Çünkü, ateizm konusunda görünür aktivite azaldı belki ama aslında perde arkasından hala devam etti. Sadece geri plana düştü biraz. Mesela, Ateistforum'da yazanlar azaldı, ama okuyucu olarak takip edip eski sayfalarını, arşivlerini karıştıranların sayısında bir azalma olmadı. Sonra mesela benim Ateizmi Anlamak kitabım yüzlerce web sayfasına ücretsiz indirilebilir olarak yüklenmiş durumda ve kitaba olan ilgi hala devam ediyor. Şu ana kadarki indirilme miktarının yüzbinleri geçmiş olması lazım. (Kitapla ilgili maddi kaygımız olmadığı için yayıncı da ben de ücretsiz indilmesi konusunun üzerine düşmedik). Aynı zamanda da, ülkede özellikle gençliğin ateizme yönelişinde bir azalma olmadı, tam tersi artış oldu. Hatta bunu dinci kesim de görüp itiraf etti, hatta bu konuda defalarca alarm zillerini çaldılar. Sürekli gündeme getirip konuştular, hala da konuşuyorlar. Bu konuyla ilgili sayısız haber ve makale var. Gençliğin dinden uzaklaşması ve ateizme yaklaşması muhafazakar kesimi çok endişelendiriyor. Yani anlayacağınız, görünür aktivite azalmasına azaldı, ama eski çabaların ve aktivitelerin meyvesi toplanıyor. Bu sadece bir geri çekiliş belki de. Hani hep öyle olur, mesela borsa endeksi tepe yaptıktan sonra bir düşüş yapar, yeni bir tepeye çıkmadan önce. Belki de o düşüşteyiz şu anda. Sadece şu anki politik durumun geçmesini bekliyoruz belki de. Elbette AKP bir gün iktidarı kaybedecek, ya da Tayyip Erdoğan eninde sonunda gidecek, en azından ömrünün sonuna geldiği için gidecek, başka türlü gitmese bile. Yani belki de beklenen o durumdur, o ortamdır. Bu geri çekilişten sonra daha yüksek bir tepe gelecek belki de. En azından ben bu şekilde iyimser düşünmeyi tercih ediyorum.
  11. Ateistforum’un kurucularından olduğum ve Ateizm konusunda kitap yazdığım için eskiden beri arada bir benimle bağlantı kurulup sorular sorulmuştur, Türkiye’de ateizmin durumuyla ilgili. Yerli ve yabancı kaynaklara çok sayıda röportaj verdim geçmişte. BBC’nin hazırladığı bir belgeselin Harun Yahya ve İslami Yaratlışçılık bölümüyle ilgili kendilerine danışmanlık falan da yapmıştım zamanında. Bu tür konular olduğu zaman, Amerika’da yaşayan bir Türk Ateisti olarak (ve bu konularda en azından geçmişte aktif olmuş biri olarak) özellikle Batılı araştırmacılar bilgi aradığı zaman dönüp dolaşıp beni buluyorlar sıkça, bu konulardaki sorularını cevaplayabilecek bir kişi olarak. Şimdi de yine böyle bir durum ortaya çıktı. Kanada’nın göçmenlik ve mülteci bürosu, Türkiye’de ateizm ve ateistlerin durumuyla ilgili bir araştırma yapıyor, ve bilgi topladıkları çeşitli kaynaklardan biri olarak benimle de bağlantı kurmuş durumdalar. Türkiye’de ateistlerin yaşadığı sorunlarla ilgili genel bilginin yanı sıra, özellikle de aşağıdaki sorular çerçevesinde bilgi istiyorlar: 1. Türkiye’de, fakat özellikle İstanbul’da, devlet kurumları ve otoriteler ateistlere nasıl davranmaktadır? 2. Türkiye’de, fakat özellikle İstanbul’da, halk ateistlere nasıl davranmaktadır? 3. Türkiye’de, vatandaşların dinsel etkinliklerini devlete bildiren yerel milisler (silahlı sivil gruplar) var mıdır? Bu soruları cevaplayan ve genel bilgi veren bir yazılı rapor hazırlayacağım kendileri için bu konuda. Bu soruların cevaplarında bana yardımcı olur musunuz? Ateistforum ve Düşünce Dünyası’nın siz takipçilerinin bu konularda neler bildiğini ve neler düşündüğünü merak ediyorum. Ateistlerin devlet ve halk tarafından rahatsız edildiği spesifik örnekler, ve ateistleri devlete gammazlayan silahlı gruplar türü basında çıkmış haberler falan varsa, onlara verebileceğiniz linkler de makbule geçecektir. Bu raporu kendilerine en son 25 Ekim’de ulaştırmam gerekiyor. Her türlü verebileceğiniz bilgi ve yardım makbulümdür. Teşekkürler.
  12. Benim kitabımı oku, yine ateist olursun: http://www.bilimvedin.net/ateizmi-anlamak-kitabini-edinme-secenekleri/ Ciddi söylüyorum. Kitap satıp para kazanayım diye demiyorum. Bir sürü ücretsiz indirilebilir kopyalarını da koymuşlar okurlar benim kitabımın sağa sola. Yayıncıyla zamanında konuştuk, bunları kaldırtmak için uğraşsak mı falan diye. Sonra da, zaten kar kaygısıyla yazılmış bir kitap olmadığından, bırakalım dursun dedik. Ücretli alırsanız tercihimiz tabi. Bağnazlıkla yapılan savaşa ufak bir katkı olur. Pek çok okur söylüyor, kitabı okumadan önce de dindar değildim ama agnostik, panteist, vs idim, kitabı okuduktan sonra kendime ateist demeye başladım diyen çok kişi var.
  13. Ortalama bir vatandaşa bilim ve bilimsel prensipleri yeterince öğretmek istiyorsak nasıl bir yol izlemeliyiz? Bu konuda şimdiye kadar harcanan çabaların çoğundaki temel sorunlardan biri bilimin zor olduğu ve sadece uzmanların bileceği birşey olduğu fikri ile savaşılmaması. Yani halk böyle düşünürken, bilimi halka indirmeyi görev edinmiş popüler bilim yazarları ve benzerleri de bu önyargıyla çarpışmak için birşey yapmıyor, tam tersi içten içe hoşlarına bile gidiyor bilimin o tür bir elit uğraş olarak görülmesi, ve dolayısıyla kendilerinin de o saygın ve elit dünyadan sayılmaları. Halbuki, bu konu aşılması gereken temel psikolojik engel bana göre. Elbette bilimde gerçek uzmanlık çok uzun yıllar sürecek bir eğitimi ve büyük bir özveriyi gerektiriyor. Bundan kimsenin şüphesi yok. Ama temel bilimsel prensipleri bahsettiğimiz düzeyde anlamak hiç de o derece uzun sürecek bir iş değil, ve o derece zor bir iş değil. İnsanlar bunun zor olacağını farzettikleri için hiç ilgilenmiyorlar bile. Aynı zamanda bu karar konusunda kendilerini iyi hissedebilmek için, bilime ve bilimle uğraşanlara karşı başka önyargılar da geliştiriyorlar. Filmler, diziler ve popüler medya da bu önyargıları pekiştiriyor sürekli. Bu önyargılardan kastettiğim, bilimle ve bilimsel konularla uğraşanların, bu konulardan anlayanların, inek, sosyal açıdan tuhaf, topluma ayak uyduramayan, bu konuda iyi olup günlük hayatla ilgili diğer her konuda kötü olan kişiler olarak lanse edilmeleri. Filmlerdeki tipik yakıştırmalardan bahsediyorum. İngilizce tabiri ile "nerd"ler ile, "popüler" gençler arasındaki o ayrım mesela. Bu konu, eskiye göre daha iyi aslında günümüzde. Yani son dönemleri filmlerinde ve dizilerinde "nerd"ler eski zamanlara göre daha saygın kişiler. Hatta pek çok durumda artık hikayenin asıl kahramanları falan durumundalar. Ama bunun yine de farklı ve ayrıcalıklı bir durum olduğu ve diğerlerinin bilim konusunda benzer anlayış düzeyine ulaşamayacağı hala temel bir kabul ve hala zihinlere işlenen bir önyargı. Bu konu böyle algılandığı sürece, çoğu kişinin de bilimi ve bilimsel konuları öğrenme ve anlama konusunda yeterli motivasyonu olmayacaktır. Dolayısıyla, popüler bilim yazarları ve bilimi halka indirmeyi prensip edinmiş kişilerin dikkat etmesi ve savaşması gereken konulardan biri bu. Hatta, bilimsel prensipleri anlatmaya ayrıcakları vakit kadar, belki daha fazlasını bu önargıları kırmak için ayrımaları gerek bana göre. Bilimle ilgilenmeyen, bu işi ineklere ait görüp kendisini bu konuda hem yetersiz gören, hem de bu konuda uğraşmayı tercih edilmez bir aktivite olarak gören gençlerin nasıl olup da bu konuları kolayca öğrenip herkesi şaşırttığını, ve popülaritelerinden de birşey kaybetmediklerini gösteren, bu tür hikayeleri ve temaları işleyen yeni diziler, filmler, youtube videoları, vs yapılmalı. Bilimle ve bilimsel konularla ilgilenmek, ingilizce tabiriyle "cool" hale getirilmeli. Gençlerin gözünde iyi ve popüler bir uğraş olmalı yani. Başlangıç noktası bu olmalı. Daha gerisi de var. Onları da ayrıca, başka zaman yazacağım.
  14. Evet ama bir insan kendisini yoğurup ortaya çıkaran tüm faktörlerin bir ürünü. Sadece genetik yapısı ve fiziksel bünyesinin değil. Bebekken ormanda kaybolan ve anne babası öldüğü için hayvanlar tarafından büyütülen iki kardeş bulmuşlardı bir tarihte. Bunun başka örnekleri de var. Bu şekilde insan toplumundan kopuk büyüyenler, bırakın konuşmayı, doğru dürüst yürümeyi bile öğrenemiyor. Dört ayak üstüne koşmaya çalışıyor. Hele de ahlaki kaygılar ve prensipler gibi tamemen soyut ve insan toplumunun bünyesinde öğrenilip benimsenecek şeylerden elbette tamamen kopuk olacaktır bu kişiler mesela. Ama insanlığı incelerken, tipik bir insanın temsilcisi olarak bunları alıp ona göre sonuç çıkarmak doğru olmayacağına göre, insanı insan yapan bir ölçüde de toplum içinde öğrendikleridir. Buna o tür sosyal şartlanmalar da dahil olacaktır. Dolayısıyla, bence nasıl bakarsak bakalım, insanın güç sahibi olursa mutlaka acımasız ve bencil olacağını söyleyemeyiz bence. Bunun o tür örnekleri de çok olacaktır elbette, ama tam tersi örnekleri de olacaktır. Yüzde olarak nasıl olur durum bilemiyorum. İlginç bir araştırma konusu olabilir bu. Ama araştırılması pek mümkün veya pratik olan bir konu değil.
  15. Nietzsche'nin düşünce tarzını yansıtan fikirler bunlar. Ben katılmıyorum. Çünkü, çoğumuz diğer insanlar karşısında mutlak güçlü değilsek de, bazıları karşısında yeterince güçlüyüz. Hepimizin kendimizi çevremizdeki herkesten daha güçlü hissettiği yerler, ortamlar var. En azından çocukların bulunduğu bir ortamı düşünün. O ortamda bir yetiştin olarak çevrenizdeki herkesten çok daha güçlüsünüzdür. Burada fiziksel güçten bahsetmiyorum sadece. Her türlü güç. Kendilerine zarar verip, bir karşılık görmeyeceğimizden emin olacağımız türde bir güç. Ama buna rağmen çoğumuz yine de olmadık yerde başkalarına zarar vermemeyi seçeriz. İnsanlar olarak milyonlarca yıllık bir evrim sürecinin içimize işlediği bir içgüdü bu. Toplum olarak başkalarının desteğiyle yaşamanın diğer alternatiflere göre daha avantajlı olması sebebiyle yaşam tarzımıza işlemiş bir eğilim başkaları ile geçinmeye çalışmak. Başkalarıyla geçinebilmek için ise en önemli gereksinim gereksiz yere başkalarına zarar vermemek elbette. Bu sebeple insanlığın ahlaki prensiplerinin temeli bu konu. Tabi insanlar kompleks varlıklar. Aynı zamanda bencil yönleri de var. Bu yüzden de eline güç geçtiğinde ahlaki prensipleri terkedecek insanlar da çok. Ama bunu genel bir kural, veya çoğu kişinin sahip olduğu bir eğilim olarak görmek ne kadar doğrudur emin değilim.
  16. 3. Bölüm İniş İnişleri problemsiz gerçekleşti. Yerleşim yerlerinden oldukça uzak, insanların kolay kolay işleri düşüp uğramayacakları, ormanlık ve kayalık bir alana indiler, ve aracın kamuflaj modunu aktive ettiler. Bu modun özelliği, bakılan açıya bağlı olarak, aracın öbür tarafındaki görüntüyü bu tarafa yansıtmasıydı. Bir nevi görünmezlik özelliği yani. Tabi mükemmel işleyen bir teknoloji değildi. Örneğin aracın çok yakınına yaklaşıldığında bir tuhaflık olduğu anlaşılıyor ve görenler orada birşey olduğunu farkediyordu. Ama yeterince uzaktan bakıldığında, bir bukalemunun bulunduğu ortama kamufle olmasına benzer şekilde, orada olduğu farkedilmiyordu. Televizyon yayınlarından gördükleri sırt çantalarına mümkün olduğunca benzetilmiş birer çantayı sırtlarına alarak, yakındaki bir yerleşim merkezine doğru yola koyuldular. Bu realite kendilerininkine o kadar benziyordu ki, dağlar, taşlar, doğa, ormanlık arazi, hayvanlar, vs aşağı yukarı aynı görünüyordu. Kendileri ise, kıyafetleri hariç zaten gayet normal ve buralı görünüyorlardı. Kıyafetleri ise, kendi geldikleri realiteden olduğu için, 21. yüzyıl Amerika'sında alışılmış türde kıyafetlerden farklıydı farklı olmasına, ama çok da göze batmayacağını düşündüler, ve ilk fırsatta değiştirmeyi planladılar. İkisinin de üzerinde, rahatlık açısından tercih ettikleri şalvara benzer pantolonlar, ve üstlerinde de gömlekler vardı. Fakat desen ve görüntü olarak Anadolu kıyafetlerini andıran bu giysiler, günümüz Amerikasında fazla karşılaşılacak türde kıyafetler değillerdi. Yanlarında bulunan, küçük besin tabletleri sayesinde kendilerini uzun süre tok tutabileceklerdi. Su ise, yolda karşılaştıkları akarsularda bolca mevcuttu. Yanlarında getirdikleri dezenfekte edici kimyasal maddeleri kullanarak, derelerden buldukları suyu içilir hale getirip kullandılar yol boyunca. Bir günden fazla süren bir yürüyüşten sonra küçük bir Amerikan kasabasına vardılar. Saat sabahın erken saatleriydi. İlk iş olarak para bulmaları gerekiyordu. Yaptıkları araştırmalarda hangi değerli metallerin ve az bulunur taşların para edeceğini öğrenmişlerdi. Bu yüzden yanlarında altın ve platin gibi metaller, ve zümrüt ve elmas gibi taşlar getirmişlerdi. Bir kuyumcuya girip, bir değerli taş bozdurdular. Fakat bu işlem umduklarından zor oldu. Kıyafetlerinden ve davranışlarından buralı olmadıkları belli oluyordu. İngilizce konuşmalarına rağmen, konuşmaları aksanlıydı ve zor anlaşılıyordu. Fakat Amerikalılar, turizm maksadıyla dünyanın dört bir tarafından gelen kişilere alışık olduğu için, Eda ve Kaan sadece uzak diyarlardan gelen birer turist gibi göründüler kuyumcuya, dolayısıyla, ortada çok da tuhaf bir durum yoktu. Ellerine geçen parayla, gidip başka bir dükkandan kıyafet alışverişi yaptılar. Üzerlerine birer tişört ve kot pantolon alıp, mağazanın içindeki kıyafet değiştirme odalarında üstlerini değiştirdiler, ve ödemelerini yapıp oradan da çıktılar. Şimdiye kadar herşey problemsiz gidiyordu. Sadece uzaklardan gelmiş birer turist gibi görünüyor ve davranıyorlardı. Ki zaten prensip olarak öyle oldukları da söylenebilirdi. Sonra da kalacak yer arayışına girdiler. Yine yaptıkları araştırmalar sonucunda, han ve kervansarayların bu dünyada ve bu ülkedeki karşılığı olan yerlerin oteller ve moteller olduğunu biliyorlardı. Bir basit motel buldular ve bir oda isteyip, odalarına çekildiler. Sonraki birkaç günlerini odada televizyon seyrederek ve kasabada yürüyüş yaparak geçirdiler. Gördükleri farkları not edip, aralarında konuşuyorlardı. Bir fark, insanların kıyafetleri konusundaydı. Resmi kıyafetler, kendi dünyalarında eski Osmanlının kaftanlarına benzer kıyafetlerken, burada erkekler için takım elbise, kadınlar için ise etek, ceket ve bluz idi. Günlük kıyafetler ise prensip olarak benziyordu, yani etek, pantolon ve gömlekler olmaları açısından. Fakat tarzlar uyuşmuyordu elbette. Geldikleri dünyada daha oryantal, ve orta doğu görünümlü kıyafetler modayken, burada bildiğimiz çağdaş kıyafetler modaydı. Başlara ise burada ya hiçbirşey takılmıyor, ya da nadir olarak beyzbol şapkası ve benzeri tür, daha çok güneşten koruma amaçlı şapkalar takılıyordu. Kendi geldikleri dünyada ise, erkekler için fes ve sarık hala az çok yaygın sayılırdı. Sarık dinsel bir sembol olma işlevini çoktan kaybetmiş, sadece moda ürünü bir kıyafet seçimiydi. Kadınlar ise, saçlarını kısmen kapatan, bazen sadece ince bir şerit görünümlü, renkli ve çoğu zaman tülden ve benzerlerinden yapılmış, saçı kapatmaktan çok bir aksesuar olma özelliğinde eşarp türü başlık ve örtüler kullanıyorlardı. Fakat genel olarak kadınların kıyafetlerinin, kendi geldikleri dünyada daha muhafazakar olduğunu, burada ise daha açık ve deriyi daha fazla gösteren türde olduğunu gözlemlediler ve not ettiler. Kendi dünyalarındaki gibi, burada da bilgisayarların çoğunu birbirine bağlayan bir bilgisayar ağı olduğunu biliyorlardı, ve daha fazla bilgi toplayıp araştırma yapabilmek için bir bilgisayar alıp odalarına getirmeleri gerekiyordu. Bir marketin elektronik araç bölümünde, dizüstü bilgisayarlar ve tabletler arasında seçim yapmaya çalıştılar. Hangisinden alacaklarını bilemediler. Konuşmaya dayalı arayüz yoktu bu realitedeki bilgisayarlarda. Kendi realitelerinde yapay zekanın daha gelişmiş olduğunu açıkça görüyorlardı. Sonunda ekrana dokunarak da kullanılabilen, fakat normal klavyesi de olan bir dizüstü bilgisayarda karar kılıp, alıp otel odalarına getirdiler. Biraz deneme yanılma, biraz gittikleri Starbucks ve benzeri kafelerde insanları gözlemleyerek, biraz da sorarak, telsiz internete nasıl bağlanacaklarını öğrendiler, ve kaldıkları otelde de bu hizmetin olduğunu bildileri için, otel odalarında interneti kullanabilmeye başladılar. İnternet bir bilgi hazinesiydi. Tuşlara basarak veri girmek baştan kendilerine zor gelse de, zamanla alıştılar ve bilgi edinmek için bilgisayarı bolca kullanmaya başladılar. Kaan kendi çalıştığı yüksek eğitim ve araştırma kurumlarının benzerlerine bu realitede üniversite denildiğini öğrenmişti, ve tarih konusunda, özellikle de orta doğu ve dünya tarihi konusunda uzman birilerini bulabilecekleri bir üniversite arayışına girdiler. İnternette çok fazla seçenek vardı bu konuda. Büyük üniversitelerden, kendi bulundukları kasabaya nistepen yakın sayılabilecek bir tanesini seçtiler, ve oraya girmeye karar verdiler. Tabi bunun için çok daha büyük bir yerleşim merkezine gitmeleri icap edecekti. Ama artık buna hazır olduklarını düşündüler, ve ulaşım seçeneklerini değerlendirdiler. Bu ülkede, herkeste özel arabalar vardı, ve fosil yakıt kullanıp havayı kirleten bu araçların fazlalığına hayret ettiler. Kendi realitelerinde toplu taşıma araçları çok daha yaygındı. Özel araçlar da vardı elbette ama günlük kullanım için çoğu kişi, çoğu zaman toplu taşıma araçlarını tercih etmekteydi kendi dünyalarında. Burada ise, bulundukları küçük kasabadan, daha büyük yerleşim yerlerine gitmek için bile pek bir toplu taşıma aracı seçeneği bulamadılar. Araç kiralayarak, kendileri sürmek suretiyle yolculuk yapmaları gerektiğini farkettiler. Fakat bu da problemdi, çünkü kendi realitelerinde araçlar sürücüsüzdü, ve istediğiniz yere sizi alıp götürebiliyorlardı. Burada ise, araba kullanmayı öğrenmeleri gerekecekti. Fakat bu da basit birşey olmayacağından, farklı seçenek aradılar, ve taksi tutmaya karar verdiler. Taksi ile daha büyükçe bir yerleşim merkezine gideceklerdi, ve orada toplu taşıma aracı bulabilecekler gibi gözüküyordu. Daha büyük yerlerde otobüs ve tren gibi toplu taşıma araçları vardı. Bu plana uydular, ve bir taksiye atladılar. Taksi sürücüsü kendileriyle sohbet etmeye çalıştı ve nereli olduklarını sordu. Doğu Avrupa dediler, ve çok fazla sohbet etmeden yolun bitmesini beklediler. Şöför ise, fazla konuşkan olmadığını gördüğü bu turistleri fazla rahatsız etmedi, ve istedikleri yere kadar kendilerini götürdü. Uzun bir yoldu bu, fakat ücretini almıştı. Dolasıyla, halinden memnundu. Sonunda, daha büyük yerleşim yerine vardılar, ve oradan bir trene binerek, Cincinnati denen bir şehre doğru yola çıktılar.
  17. Bilim günümüzde gittikçe özelleşmiş ve çok az kişinin anlayabildiği bir alan. Herhangi bir bilim dalını doğru dürüst anlayabilmek için doktora düzeyinde eğitim gerekiyor o alanda zaten. Doğru dürüst anlamayı bırakın, temel kavramları anlayıp, o alanda ne oldup bittiğini takip edebilecek düzeyde öğrenmek bile zor bilimi. Aslında o şeklinin çok zor olmaması gerekirdi. Yani en az lise düzeyinde bir eğitim alıp, sonra da popüler bilim dergileri ve kitaplarını takip edenlerin öğrenebileceği düzeyde bir bilim aşinalığından bahsediyorum. Bunun nispeten kolay ve yaygın olması beklenirdi. Ama öyle değil malesef hepimizin bildiği gibi. Çünkü lise mezunu olmak bile mesela, o düzeyde verilen eğitimin zihinlere kalıcı bir şekilde yerleşmesine yetmiyor. Hatta orada öğretilen temel bilimsel kavramlar bile doğru dürüst öğrenilmeden lise bitirilebiliyor. Sonuçta da mesela momentum korunumu, entropi, dalga-parçacık ikilemi gibi lise fiziğinde sözde öğretiliyor olması gereken konuların pek çoğundan habersiz kalıyor lise mezunlarının çoğu. Ya da güneş sisteminin, galaksinin ve tüm evrenin birbirine göre göreceli büyüklükleri gibi kavramlardan habersiz oluyor pek çok kişi. Veya hücre mi büyüktür atom mu gibi sorulardan afallayabiliyorlar. Bunlar çok mu önemlidir diye sorulabilir. Sınırı nerede çizmek gerektiği belki tartışılır, ama toplumda bilime belli bir düzeyde aşinalık çok temel bir gereklilik bana sorulursa. Çünkü bunun herkesi ilgilendiren, ve içinde yaşanan ülkeyi, hatta tüm insanlığı etkileyen yönleri var. Evrim teorisine karşıtlığı düşünün mesela, ve bunun bir ülkenin bilimsel geleceğine olan etkisini. Ya da güncel konular olarak, aşı karşıtlığı ve küresel ısınma gibi konuları düşünün. Temel bir bilimsel eğitim almış, ama bu eğitimin vermeyi umduğu birikimi hakkıyla edinebilmiş, ve sonra da kendisini güncel tutabilmek için arada bir de olsa popüler bilim dergi ve kitaplarını takip etmiş, belgeseller izlemiş bireylerden oluşan bir toplumda, ne aşı karşıtlığı bu düzeyde olurdu, ne de küresel ısınmaya olan inançsızlık. Bunlar ise tüm toplumu, ve hatta tüm insanlığı ilgilendiren konular. Aşı karşıtlığının bu derece yaygınlığı, bir toplum sağlığı problemi. Aşı karşıtları yüzünden pandeminin önüne geçilemiyor. Ya da küresel ısınma konusundaki bilgisizlik ve inançsızlık, bu konuda gerekli adımların politikacılar tarafından atılmasını önlüyor, sonuç olarak da gelecek nesilleri ve insanlığın geleceğini tehlikeye sokuyor. Yani bu kadar hayati sonuçları var bilimsel konulara aşinalık meselesinin. Bu yüzden de bilimin halka indirilebilmesi gerekiyor. Ama bu bir türlü becerilemiyor. Bunun nedenlerini iyi inceleyip anlamamız gerek. Bu gözardı edilebilecek bir problem değil çünkü. Çok ciddi bir konu. İnsanların ciddi zannedip kafa yorduğu pek çok konudan çok daha önemli bir konu. Ama önemini bile anlatamıyoruz, çünkü onun için önce o bilimsel cehalet sorununun üstesinden gelmek gerek. Bunun neden bu kadar önemli olduğunu anlatabilmek için bile önce o sorunun üstesinden gelmek gerekiyor çünkü. Bir kısır döngü yani. Bu konuyu sıkça düşünürüm. Elden neler gelir, neler yapabiliriz diye kafa yorarım. Çeşitli fikirlerim var. Ama toplu bir çaba gerektiren bir konu bu. Bu problemin ciddiyetini gören herkesin katılması gereken bir çaba. Tek başına üstesinden gelinebilecek bir konu değil. Fırsat buldukça, bu başlık altında bu konudaki bazı fikirlerimden bahsedeceğim.
  18. mantik

    Dürüstlük...

    Etik boşuna felsefi bir alan değil. Bu tür ikilemlerle dolu hayat. Dürüstlüğün en etik tavır olmadığı durumlar olduğu gibi, hırsızlığın, hatta adam öldürmenin bile kötü olmadığı durumlar mümkün hayatta. Bu yüzden mutlak sonuçlara kolayca ulaşılabilecek bir alan değil etik. Hukukçuların almak zorunda olduğu felsefi dersler arasında. Çok çetin bir konu aynı zamanda. Kolay bir alan kesinlikle değil.
  19. Tabu, Yeni birşey anlatabilmek önemli, evet. Ama ben, benimkine benzer bir çalışmadan haberdar değilim. Umuyorum ki, farklı birşey ortaya çıkacak.
  20. Onunkinden iyi bir iş çıkaramayız elbette, ama olduğu kadar artık diyelim 🙂
  21. Ben bildiğimiz gibi eski usul hikaye yazayım. Varsın çok okunmasın. Maksat ilgi gösterenler, merak edenler, bu konularda kafa yoranlar ilgilensin. Hele bir ortaya nasıl birşey çıkacak onu göreyim de, ondan sonra düşünülür çok kişiye ulaştırmaya değer mi diye. Belki de bırak başkalarının okumak istemesini, benim bile bastırmak istemeyeceğim birşey çıkacak ortaya. Onun için burada deniyorum önce fikri.
  22. Bu başlıkta bahsettiğim romanın (ya da uzun hikayenin, artık hangisi olacak bitince bilmiyorum) Hikaye ve Roman bölümündeki linki:
  23. 2. Bölüm Yolculuk Aradan aylar geçtikten sonra, yola çıkma günü geldi, ve büyük bir kalabalığın toplandığı bir hangarda, bizdeki küçük jetlere benzer büyüklükteki Seyahat-i Alem cihazının son kontrolleri yapılırken, onlar da kalabalık ile vedalaşıyorlardı. Bu zamana kadar artık tüm hazırlıklar yapılmış, geriye sadece son kontrolleri yapıp yola çıkmak kalmıştı. Bizdeki en yakın karşılığı için uzay gemisi diyebileceğimiz Seyahat-i Alem makinesi, son model bilgisayar sistemleri ve yapay zeka ile donatılmış, hem nükleer, hem kimyasal yakıtla çalışan, mürettebatın en çok vakit geçirecekleri bölümü kendi ekseninde uygun hızda döndürülmek suretiyle yapay çekim özelliği kazandırılmış, ve birkaç kişilik bir mürettebatın her türlü ihtiyacını karşılacayak biçimde tasarlanmış bir araçtı. Zaten yollarının çok uzun sürmesi beklenmiyordu. Asıl vakit alacak kısım, öbür realiteye ulaşıp iniş yaptıktan ve araştırmalarına başladıktan sonrası olacaktı. Seyahatin nasıl mümkün olduğu ve teorisi çoğu kişinin kolay anlayamayacağı düzeyde derin ve karmaşık olduğu için, ancak Eda ve benzeri düzeyde uzman fizikçilerin anlayabileceği bir konuydu. Fakat özetle, uzayda, veya herhangi bir vakum ortamında, yapay bir tekillik (singülarite) oluşturmak ve onun etrafındaki bir yörüngede yüksek hızla hareket etmeye dayalı bir işlemdi bu giriştikleri. İşin içinde fiziksel formüllere dayalı pek çok derin hesaplar vardı elbette, ama artık yapay zekanın çok ciddi düzeyde olduğu kendi dünyalarında bu tür hesaplar mümkündü. Kuantum fiziğinin kendi evrenlerindeki karşılığı olan bilim dalı keşfedildiğinden beri, yani son birkaç yüzyıldır, farklı evrenlerin ve farklı kuantum realitelerinin varlığı savlanmaktaydı zaten. Yeni olan, ve sadece son birkaç on yılın ürünü olan gelişme, bu realiteler arası yolculuğun yollarının keşfi ve pratik hale gelmesi olmuştu. Bu konuda da, pek çok başka fizikçi ve bilim insanıyla birlikte, Eda'nın da katkısı büyüktü. Diğer realitelere (kendi kullandıkları terim ile "alem"lere) önce insansız bilgi toplama araçları gönderilmiş, ve dünya yörüngesinin bıraz ötesine gönderilen bu cihazların, yörüngeye girerek dünyayı gözlem altına alması ve incelemesi, sonra da geriye bilgi göndermesi mümkün olmuştu. İşin teorisi gereği, seyahat ettikleri realitelerin çoğu, kuantum düzeyinde kendilerininkine benzer olanlar olmak zorundaydı. Yani, istatistiksel açıdan, belki dünyada hiç hayatın ortaya bile çıkmadığı türde realitelerin sayısı belki çok daha fazla olmak zorunda olsa da, iş seyahat etmeye gelince, ancak yakın olanlara gidilebiliyordu. Çok farklı olanlara gitmek, eldeki teknoloji ile henüz mümkün değildi. Bu yüzden, bilgi toplama cihazı gönderdikleri realitelerin çoğu dünyada hayatın ortaya çıktığı ve insanlığın benzer geliştiği realiteler olmuştu. Binden fazla realiteye gönderilen cihazların, oralarda çektikleri resimler, inceledikleri ve kaydedip raporladıkları radyo ve televizyon yayınları, yapay zeka tarafından incelenip, kendi realitelerindeki teknolojiden farklı olmalarına rağmen kodları çözülüp analiz edilebilmişti. Bu sayede toplanan bilgiler göstermekteydi ki, bu realitelerin yarısından çoğu kendilerininkine az çok benzer gelişmiş, ve Osmanlı'nın devamı olan uygarlığın gücü günümüze kadar gelmiş, ve dünya üzerindeki baskın bilimsel, teknolojik, ekonomik ve siyasi güç olarak yerini almıştı. Fakat bu realitelerin yarısına yakın kısmında, Türk/İslam uygarlığı bağnazlık ve dogmatizm batağına batıp Avrupa ve uzak Asya uygarlıklarına kıyasla geri kalmıştı. İşte Kaan ve Eda'nın görevi, bu ikinci tür realitelerin temsilcisi olarak seçilmiş bir tanesine giderek yakından incelemede bulunmak, o realitenin tarihini öğrenmek, ve durumun neden ve nasıl bu hale dönüştüğünü incelemekti. Araca bindiler, son hazırlıklarını yaptılar, ve geri sayımdan sonra araç harekete geçerek, onları dünya yörüngesinin dışına gönderdi. Yörüngeden çıkıp yeterince uzaklaştıktan sonra, realiteler arası sıçramayı gerçekleştirecek motoru çalıştırdılar, ve bir anda cihaz incelemek istedikleri realiteye sıçrama gerçekleştirdi. Ondan sonra tekrar dünya yörüngesine yaklaştılar, ve uygun bir yörüngeye girip, doğru realitede olup olmadıkları tespit etmek ve diğer gerekli ölçümleri yapmak için bir süre yörüngede kaldılar ve ellerindeki sensörlerle gerekli bilgileri toplayıp araçlarının bilgisayarına analiz ettirdiler. Doğru realiteye ulaştıklarını anladıktan sonra da, bir sonraki aşamaya geçtiler, ki bu da gerekli dili öğrenmekti. Önceki araştırmaların da söylediği gerçeği kendi cihazları da onaylıyordu. Tüm televizyon ve radyo yayınlarının uzun süre incelenmesine dayalı veriler, bu realitede ingilizcenin dünyada en çok konuşulan baskın dil olduğunu gösteriyordu, ve kendilerinin de bu dili öğrenmesi gerekiyordu. Araçlarındaki yapay zeka cihazının özelliklerinden biri de, bir iletişim türü veya dili, eğer yeteri kadar veri toplayıp, gerekli ve uygun imaj ve seslerle destekli bir şekilde analiz edebildiyse, tüm gerekli gramer özellikleri ve yaygın kullanılan kelime ve ifadelerle birlikte öğrenebilmesi, ve hatta sonra da hızlı bir şekilde öğretebilmesiydi. Bu öğretmenin yöntemi, bir sanal realite makinası benzeri bir şekilde, kafaya geçirilen bir başlık ile, uygun görüntü ve seslerin hızlı bir şekilde, uygun sırayla ve yeteri kadar tekrarla kişiye göstermesi üzerine kuruluydu. Bu öğrenmeyi yola çıkmadan önce yapmaları istenmemişti, çünkü gerekli verilerin, gidilen realiteden canlı bir şekilde toplanması ve orada öğrenilmesi tercih edilmişti. Herhangi bir sebeple, ufak hesap farkları yüzünden tam istedikleri realite değil, onun çok benzeri, neredeyse kopyası, ama yine de biraz farklı olan bir tanesine gidilme olasılığına karşı alınmıştı bu önlem. Araştırma açısından, birbirine bu derece yakın olanların herhangi birinin incelenmesinde bir sakınca yoktu. Ama, Kaan ve Eda'nın zorluk yaşamaması, ve doğrudan gidilen realiteyi inceleyip, ona özel bilgileri öğrenmeleri istendiği için bu yol tercih edilmişti. Bu yüzden, yörüngede geçirdikleri birkaç hafta boyunca, her gün hızlı öğrenme makinasında vakit geçirerek, hem gidecekleri dünyanın en yaygın dili olan ingilizceyi, hem de bu dünyadaki yaşam tarzını öğrendiler. Nihayet, gezegenin yüzeyine inip, asıl araştırmalarına başlamanın günü gelmişti. Bu realitenin en baskın siyasi ve ekonomik gücü olduğunu tespit ettikleri Amerika Birleşik Devletlerinin kırsal bölgelerinin birinde, gözlerden uzak bir yere iniş yapmaya karar verdiler.
  24. 1. Bölüm İstişare Odası Kaan yorulmuştu. Bu toplantının artık sona ermesini istiyordu. Odanın ortasında bulunan, yüzeyi oldukça geniş, alçak bir yuvarlak sehpanın etrafındaki herkes gibi o da bir minderin üzerine bağdaş kurarak oturmuş durumdaydı. Eskinin Osmalı sofralarını andıran bu yüzeyin üzerinde doğu ve islami motiflerle süslü bir ibrik, ve yine benzer şekilde süslü metal kupalardan başka sadece tablet görünümlü elektronik cihazlar vardı. Bu cihazlar, ekranlarını kolay okunur bir açıda tutan plastik ayaklara yaslanmış bir şekilde durmaktaydılar. Aşağı yukarı herkesin önünde birer tane olan bu cihazlar haricinde, odada yüksek teknoloji ürünü başka birşey göze batmıyordu. Yuvarlak sakallı yaşlı kişi, "O halde, vazifeyi anlıyorsun" dedi. "Evet" dedi Kaan. "Öte alemlerden bu bahsi geçeni ziyaret edip, tetkik etmemizi, ve neden bizimkinden değişik olduğunun, ve ne zamandan itibaren ve ne sebeple değiştiğinin idrakına teşebbüs etmemizi istiyorsunuz" dedi. "Sadece bizimkinden değil" dedi çember sakallı yaşlı adam. "Başka pek çok aleme gönderdiğimiz zat-ül hareke malumat devşirme cihazlarının gösterdiği kadarıyla nispeten çoğunluğu bizimkine benzemesine rağmen, az sayıda bazı alemler bu bahsi geçen gibi gözükmekte. Bu alemi o cinslerin bir mümessili olarak seçtik, ve onu anlamak diğer benzerlerini de anlamamıza yardım edecektir" dedi. "Ne zaman azimet edelim?" diye sordu Kaan. "Zevceniz Eda hanımın tasarlayıp inşa ettirdiği Seyahat-i Alem cihazı hazır hale gelir gelmez azimet edebilirsiniz" dedi yaşlı adam. Hemen ardından toplantı sona erdi ve Kaan evine doğru yola koyuldu. Binanın hemen dışında, bizdeki en yakın karşılığı taksi diyebileceğimiz bir ulaşım aracına binip arka koltuğuna oturdu, ve gitmek istediği adresi sözlü olarak söyledi. Araç ise hemen hakarete geçti, kendisi için ayrılmış, normal trafikten ayrı bir yolu kullanarak kısa süre içinde Kaan'ı evine ulaştırdı. Uzun sürecek bir görev için eşi ile birlikte görevlendirilmişti. Uzman bir fizikçi olan eşi Eda'nın uzun yıllar önce tasarlamış olduğu, ve nihayet son yıllarda pratik olarak kullanıma geçirilmiş bir uzay aracını kullanarak alternatif bir realiteye yolculuk edeceklerdi. Bilim ve uygarlık tarihi konusunda uzman bir akademisyen olan Kaan'dan, araştırmaları için seçilmiş olan realitenin neden kendilerininkinden farklı olduğunu araştırması bekleniyordu. Yüzyıllardır hiçbir gerçek politik gücü kalmamış olan Sultan'dan, ve halk tarafından seçilen Meclisten daha bile güçlü olan Bilgeler Heyeti tarafından bu iş için görevlendirilmşti. Dolayısıyla, kolay kolay hayır denemeyecek bir görevdi bu. Gerçi kendisi de hayır demeyi hiç aklından bile geçirmiyordu. Uzmanlık alanına giren ve merak ettiği bazı konuları incelemek için mükemmel bir fırsattı bu çünkü. Henüz çocuk sahibi değillerken, yolculuk ve macera gerektiren bu tür görevleri mümkün olduğu kadar yerine getirmenin kariyeri açısından iyi olacağını düşünüyordu. Bu araştırma sonucu çıkaracağı yayınlar sayesinde, çalıştığı yer olan, bizdeki karşılığı üniversite kabul edileblecek bir yüksek eğitim ve araştırma kurumundaki yerini iyice sağlamlaştırmış olacaktı. Eşi Eda çok istekli değildi aslında. Bu tür bir macera fikri ve başka alemlere seyahat fikri Kaan'a kıyasla Eda'nın o kadar hoşuna gitmiyordu. Ama seyahat için kullanacakları cihaz Eda'nın tasarımı olduğundan, eşini bu seyahat sırasında en güvenli tutacak kişinin kendisi olacağını düşündüğü için, ve aylar boyu süreceği tahmin edilen böyle bir görevde onu yalnız bırakmak istemediği, kendisi de yalnız kalmak istemediği için, bu göreve katılmaya razı olmuştu.
  25. Önsöz Bu roman/hikaye, yaşadığım ülke olan Amerika Birleşik Devletlerinde günümüzde yaygın bir janr olan "Alternatif Tarih" tarzında yazılmış bir hikayedir. Tarihteki belli bir noktada, eğer olaylar farklı olsaydı ne olurdu diye düşünerek ortaya çıkartılan hikayeleri kapsıyor bu. Örneğin ikinci dünya savaşını Naziler kazansaydı ne olurdu, Rusların bolşevik devrimi döneminde diğer Avrupa ülkeleri de sosyalizme geçseydi ne olurdu, vs gibi. Bu tür "Ya öyle olsaydı" düşüncesinden yola çıkarak çok hoş ve ilginç hikayeler, romanlar yazılabiliyor. Bu romanın da sorusu "Keşifler çağında Amerika'yı Avrupalılar değil de Osmanlı keşfetmiş olsaydı ne olurdu?". Maksat, günümüzde Türk/İslam uygarlığının düşmüş olduğu duruma nasıl gelindiği, bunda hangi faktörlerin kontrolümüz dışında, hangilerinin kontrolümüz altında geliştiği, tarihte farklı verilebilecek bazı kararların neyi nasıl değiştirebileceği, bağnazlık ve dogmatizm yerine bilimsel merak, düşünce özgürlüğü ve araştırmaya dayalı bir yöntem izlemenin tarihimizde neden mümkün olmadığı, aydınlanma çağı ve sanayi devrimi gibi dönemlerinde Osmanlı ve İslam dünyasının neden geri kaldığı gibi konuları incelemektir. Hangi noktada neler farklı yapılsaydı ne olurdu sorularının bir olası cevabının verilmesi gayesi güdülmektedir. Hayal ettiğimiz alternatif dünyada, Osmanlı farklı kararlar vermiş, farklı yollardan gitmiş ve farklı yerlere ulaşmıştır. Osmanlının bu realitedeki uzantısı olan uygarlık, Bilim, Teknoloji, Ekonomi ve askeri güç bakımından, ve hatta fikir özgürlüğü bakımından bile başarılı olmuş (ki bu olmasaydı diğerleri de olmazdı zaten savında buluncağız), ve dünya üzerindeki baskın güç haline gelmiştir. Bu hayali dünyadakiler bunu nasıl başarmıştır, ve bizim dünyamızda bu neden başarılamamıştır sorularını cevaplamaya çalışacağız bu hikayede. Çok sayıda bölümden oluşacak bu hikayeyi, yazdıkça bölüm bölüm paylaşacağım burada. Mantık Not: Bu hikayeyi tartışmak isterseniz, bu projeyle ilgili daha önce bu bölümde açmış olduğum, fakat şimdi Kafe bölümüne taşınmış şu başlık altında fikirlerinizi yazabilirsiniz: İsmi henüz konulmamış alternatif tarih romanım
×
×
  • Create New...