Jump to content

27 Mayis 1960 Darbesi


evrensel-insan

Recommended Posts

Bunu söyleyen ben değilim, İlhan Tekeli konferansında anlatıyordu. Sovyeterler Birliğnin kurulması, Ermenilerin bölgeden sürülmesi ve Ortadoğu ve Kafkaslarda ulus devletlerin kurulmasıyla ticari hacim daralıyor.

 

Ben de diyorum ki bu devletler kurulmadan önceki ticari verileri getir sonra da ulus devletlerin kurulmasından sonrakileri getir görelim.

Böyle bir mantıksızlık olmaz.

O dönemde üreten fabrikalar Batıda, kaynaklar da doğudaydı.

Batı hammadde ihtiyacı için doğu ülkelerini sömürgeleştiriyordu.

Doğu ülkelerinin ihraç ettikleri bu ham maddelerdi (bunları da batı sömürerek alıyordu). Kendi aralarındaki ticarette kayda değer değildi.

20. asırda artık sanayileşme zirve yapmıştı batıda. Doğuda sanayinin esamesi yoktu. Onların ticari metaları sınırlıydı. El üretimi mallar, hayvan, tarım mahsulleri vs idi. Bu, o ülkelerin ve şehirlerin kalkınması için yeterli değildi. Kaldı ki Türkiye'de cumhuriyet öncesi tarım bile kısıtlıydı.

 

Kafkaslarda ulus devletlerin kurulması Sovyetler sonrasıdır. 1.Dünya savaşı ve Rusya'daki ihtilal döneminde kısa süreli kurulan Kafkas devletlerini saymamak lazım.

Ortadoğudakiler de ulus devlet değildir. Onlar İngilizlerin cetvelle çizdiği paylaşım sahalarıdır.

Link to comment
Share on other sites

Ben de diyorum ki bu devletler kurulmadan önceki ticari verileri getir sonra da ulus devletlerin kurulmasından sonrakileri getir görelim.

Böyle bir mantıksızlık olmaz.

 

20. asırda artık sanayileşme zirve yapmıştı batıda. Doğuda sanayinin esamesi yoktu. Onların ticari metaları sınırlıydı. El üretimi mallar, hayvan, tarım mahsulleri vs idi. Bu, o ülkelerin ve şehirlerin kalkınması için yeterli değildi. Kaldı ki Türkiye'de cumhuriyet öncesi tarım bile kısıtlıydı.

 

 

http://www.birgun.net/writer_2007_index.php?category_code=1187092191&news_code=1198944238&year=2007&month=12&day=29

 

Linkten alıntı yapıyorum:

 

Sanayi Sayımı üzerine yazacağım. 1927 yılındaki sanayi sayımına göre Diyarbekir'in 772 sanayi işletmesi var. Bu 772 işletmenin 199'u dokuma, 133'ü maden ve makine imalatında faaliyet yürütüyor. Gerek teknolojik olarak, gerekse işgücü kapasitesi bir de nitelikli işgücü açısından Diyarbekir o yıllarda dokumacılıkta, özellikle de ipekli dokumada önemli bir merkez olarak kabul görüyor.

 

 

Bir başka çarpıcı sonuç Kimya Sanayinde dört ve üzeri işçi çalıştıran beş işyeri ile Diyarbekir ve Erzurum Türkiye'de altıncı sırada yer alıyor. Ve yine aynı tarih olan 1927 senesinde Diyarbekir sanayi alanında 3.276 insanı istihdam ediyor

Link to comment
Share on other sites

http://www.birgun.net/writer_2007_index.php?category_code=1187092191&news_code=1198944238&year=2007&month=12&day=29

 

Linkten alıntı yapıyorum:

 

Sanayi Sayımı üzerine yazacağım. 1927 yılındaki sanayi sayımına göre Diyarbekir'in 772 sanayi işletmesi var. Bu 772 işletmenin 199'u dokuma, 133'ü maden ve makine imalatında faaliyet yürütüyor. Gerek teknolojik olarak, gerekse işgücü kapasitesi bir de nitelikli işgücü açısından Diyarbekir o yıllarda dokumacılıkta, özellikle de ipekli dokumada önemli bir merkez olarak kabul görüyor.

 

 

Bir başka çarpıcı sonuç Kimya Sanayinde dört ve üzeri işçi çalıştıran beş işyeri ile Diyarbekir ve Erzurum Türkiye'de altıncı sırada yer alıyor. Ve yine aynı tarih olan 1927 senesinde Diyarbekir sanayi alanında 3.276 insanı istihdam ediyor

 

Ne kanıtlıyorsun burda?

1950'den sonra Kemalizmden bahsedemezsin. 61 yılın 55 yılında Kemalist olmayan iktidarlar görev yapmış.

Kemalist dönem dediğinde Atatürk dönemini ele alacaksın. En fazla İnönü dönemini de alabilirsin, 50'ye kadar.

1950'den önce Diyarbakır'da düşüş olduğundan bahsedilebilir mi? Var mı bu konuda bir kanıtın?

Tersine 1927'deki verilerde yükseliş kaydedilmiştir.

Link to comment
Share on other sites

Atatürk ve İnönü döneminde zaten Türkiye kayda değer bir ilerleme kaydetmedi. Çok da önemli değil.

Haltetmişsin sen..

Daha tarih bilmiyorsun. Utanmadan da bunları yazabiliyorsun.

 

Birleşmiş Milletlerin öncüsü olan leage of nation, bizi özel davetye ile katılmaya davet etmişti adı geçen o dönemde..

Almanya kabul edilmemişti. Birçok ülke kabul edilmemişti.

Türkiye davetye ile çağırılmıştı.. Çünkü Balkan ülkeleri üzerinde etkisi vardı.

Çünkü diğer ülkeler bizim eski eyaletlerimizdi..

 

Düşünebiliyor musunuz. Almanya değil, Türkiye davet ediliyor.

Ve Türkiye düşünüyor kabul etmeden önce.

İşine uygun olunca da kabul ediyor.

 

Adı geçen o dönemde Türkiye itibarı son derece yüksek bir ülkeydi.

Parası da kıymetliydi. Dolarla başa baş gidiyordu.

Ekonomisi en istikrarlı ülkelerden biriydi.

Link to comment
Share on other sites

 

Düşünebiliyor musunuz. Almanya değil, Türkiye davet ediliyor.

 

 

Bunun Atatürk ile alakası yok. Osmanlı bakiyesi olmakla alakası var. Osmanlı büyük devlet idi, onun etki alanı düşünülerek çağrıldı.

 

Hem zaten bu tür siyasi konular ile ekonomik atılımlar farklı şeyler. Konuyla alakası yok. Kemalist dönemde Türkiye'de büyük bir iktisadi ilerleme yok. 50 sonrasını beklemek lazım.

Link to comment
Share on other sites

Bunun Atatürk ile alakası yok. Osmanlı bakiyesi olmakla alakası var. Osmanlı büyük devlet idi, onun etki alanı düşünülerek çağrıldı.

Büyük devlet? Osmanlı?

keeeeeeeeeeeeeh keh kehhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh

 

Avrupa'nın hasta adamı..

Denizlerine, sahillerine bile sahip çıkamayan büyük imparatorluk..

Yalnız İstanbulla bütünleşen muhteşem bir imparatorluk..

Hadi oradan şaşkın..

Sen büyük birşey görsen tanır mısın?

Hiç sanmıyorum.

Küçüğü sana büyük diye kakalamışlar...

Küçüğü ve adiyi..

Link to comment
Share on other sites

EEE neymiş bunun esprisi şimdi? Osmanlı Devleti yüzyıllardır Avrupa'nın bir parçasıydı. Cemiyet-i Akvam'a çağrılmış Atatürk döneminde büyük atılım yapmışmış. Gören de diyecek eski bir sömürge. :lol: :lol:

Osmanlı Avrupa ülkelerinin sömürgesiydi elbette.

Hiç mi tarih okumazsınız.

Link to comment
Share on other sites

Osmanlı Avrupa ülkelerinin sömürgesiydi elbette.

Hiç mi tarih okumazsınız.

 

EE tamam hadin bunu kabul ettik de, nihayetinde bağımsız bir güç idi, kendi kararlarını kendisi alıyordu, konferanslara kongrelere anlaşmalara katılıyordu. Dolayısıyla Cemiyet-i Akvam'a bakiyesi Türkiye'nin davet edilmesi öyle ahım şahım bir olay değil benim kanaatimce. Ama bunun ekonomik atılımla ne alakası var? Kemalist periyotta da Türkiye büyük bir ekonomik atılım yok. Asıl ekonomik atılım Menderes döneminden sonra geldi.

Link to comment
Share on other sites

EE tamam hadin bunu kabul ettik de, nihayetinde bağımsız bir güç idi, kendi kararlarını kendisi alıyordu, konferanslara kongrelere anlaşmalara katılıyordu. Dolayısıyla Cemiyet-i Akvam'a bakiyesi Türkiye'nin davet edilmesi öyle ahım şahım bir olay değil benim kanaatimce. Ama bunun ekonomik atılımla ne alakası var? Kemalist periyotta da Türkiye büyük bir ekonomik atılım yok. Asıl ekonomik atılım Menderes döneminden sonra geldi.

Osmanlı ne güçtü, ne bağımsızdı, ne kendi kararlarını kendisi alıyordu.

Batı Osmanlı adına kararlar alıyordu.

Katıldığı konferanslar da Cuma namazları olmalı.

Hutbelere falan katılıyordu mutlaka..

Türkiye'nin Kemalist periyodu yok..

Atatürk devrimlerinin periyodu var..

Osmanlının borçlarını ödedikten sonra ABD'nin ekonomik çökmesinden bile etkilenmedi TC...

Okuyun biraz. ABD ve dünya depresyondan dolayı açlık ve sefalet içinde yaşarken, Türkiye'de açlık yoktu. Sefalet yoktu.

Hazine altın doluydu. Enflasyon yoktur... Hepsini DP çarşur etti..

Link to comment
Share on other sites

Atatürk ve İnönü döneminde zaten Türkiye kayda değer bir ilerleme kaydetmedi. Çok da önemli değil.

 

Adam olsaydın şunu yazmaktan utanırdın. Ama adam değil, liboşsun.

Atatürk ve İnönü döneminde kaydedilen kalkınma hiçbir iktidar döneminde gerçekleşmedi.

Buyrun:

 

Atatürk ve İnönü döneminde yapılanlar

Link to comment
Share on other sites

Atatürk döneminde hiçbir şey yapılmamıştır, ekonomide ilerleme kaydedilmemiştir demek ancak liboşça bir yaklaşımla olur.

Osmanlı'daki ufak tefek kuruluşları sanayide gelişmişlik olarak göstermek saçmalıktır.

Sırf Cumhuriyet döneminde yapılan demiryolları bile farkı ortaya koyar.

OSmalı demiryollarını ancak belli imtiyazlar karşılığında Avrupalılara yaptırabilmiştir.

Kapitülasyonlar ne zaman kalktı? Duyun-u Umumiye nedir? Onu da söyle bakalım.

 

Osmanlı son dönemlerinde hiç de saygın değildi.

İngilizler parasını ödediğimiz halde sipariş verdiğimiz Savaş gemisini vermedi.

Daha kurulalı 100 yıl bile olmayan Yunanistan'a burnumuzun dibindeki adaları kaptırdı.

O dönem Yunan donanması vardı da bizim donanma neredeydi.

1912 yılındaki Uşi Antlaşmasına göre İtalyanlar Oniki Adaları bize vermek zorundaydı; ama vermediler.

Ve burada daha utanç verici olanı da koskoca Devlet-i Âli'nin bu adaları Yunanistana kaptırmamak için İtalyanlara geçici olarak vermesidir.

O çok büyük sultan Abdülhamid Kıbrısı İngilizlere vermiştir. Mısır'ın İngiliz hakimiyetinde kalmasına ses çıkarmamıştır.

1830 yılında Cezayiri 1881 yılında Tunusu Fransa işgal etmiş ve ses çıkaran olmamıştır.

Bunlarla ilgili daha çok şey söylenebilir.

Link to comment
Share on other sites

 

O çok büyük sultan Abdülhamid Kıbrısı İngilizlere vermiştir. Mısır'ın İngiliz hakimiyetinde kalmasına ses çıkarmamıştır.

 

:rolleyes: :rolleyes: Siz niye dibinizdeki Musul Kerkük'ü, Batum'u, Kıbrıs'ı alamadınız peki? :rolleyes: :rolleyes:

 

Hacı efendi ekonomik gelişmişlik ile alakasız başka bir şey söyledi. Ben de ona yanıt verdim, elbette Cemiyet-i Akvam'a katılmak önemli, ama en nihayetinde geçmişte Birinci Dünya Savaşına girmiş bir ülkeydi burası. Barışı beraber kuracaklardı çağırdılar Türkiye'yi de.

Link to comment
Share on other sites

Haltetmişsin sen..

Daha tarih bilmiyorsun. Utanmadan da bunları yazabiliyorsun.

 

Birleşmiş Milletlerin öncüsü olan leage of nation, bizi özel davetye ile katılmaya davet etmişti adı geçen o dönemde..

Almanya kabul edilmemişti. Birçok ülke kabul edilmemişti.

Türkiye davetye ile çağırılmıştı.. Çünkü Balkan ülkeleri üzerinde etkisi vardı.

Çünkü diğer ülkeler bizim eski eyaletlerimizdi..

 

Düşünebiliyor musunuz. Almanya değil, Türkiye davet ediliyor.

Ve Türkiye düşünüyor kabul etmeden önce.

İşine uygun olunca da kabul ediyor.

 

Adı geçen o dönemde Türkiye itibarı son derece yüksek bir ülkeydi.

Parası da kıymetliydi. Dolarla başa baş gidiyordu.

Ekonomisi en istikrarlı ülkelerden biriydi.

 

O itibarını bile, hergün sövdüğün ve yıkmakla övündüğün(aslında yıkılmadı, sadece şekil değiştirdi) Osmanlı Devleti'ne borçlusun.

Sen ne kadar geçmişini inkar edersen et, adamlar yeni kurulan Türkiye Cumhuriye'ni Osmanlı'nın varisi olarak kabul ettikleri için büyük devlet statüsüne aldılar.

Osmanlı'da bu böyledir. Cumhuriyet ilan edilince de, bu geçmişten gelen mirası Türkiye üzerine almıştır.

Link to comment
Share on other sites

O itibarını bile, hergün sövdüğün ve yıkmakla övündüğün(aslında yıkılmadı, sadece şekil değiştirdi) Osmanlı Devleti'ne borçlusun.

Sen ne kadar geçmişini inkar edersen et, adamlar yeni kurulan Türkiye Cumhuriye'ni Osmanlı'nın varisi olarak kabul ettikleri için büyük devlet statüsüne aldılar.

Osmanlı'da bu böyledir. Cumhuriyet ilan edilince de, bu geçmişten gelen mirası Türkiye üzerine almıştır.

Hadi oradan aptal..

TC'nin itibarının nedeni Osmanlı küllerinden laik, demokratik bir hukuk devletinin çıkmasıdır.

Dünye böyle bir olayla karşışalmamıştır. ABD daha yeni kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermiştir.

Batıda demokrasi bizdeki kadar bile ileri değildir.

Sizin gib kafası örümcekli yobazlar bu gerçekleri kabul edemezler elbette.

İzanınız yok sizin. Sağduyudan yoksunsunuz siz.

Beyninizi olmayan Kemalizm dogması dumura uğratmış sizin..

 

Osmanlı imiş.. Çürümüş, kokuşmuş, ölmekte olan hasta adamı bize saygın bir imparatorluk olarak kakalamaya çalışan aptallara hatırlatılır.

Link to comment
Share on other sites

Hadi oradan aptal..

TC'nin itibarının nedeni Osmanlı küllerinden laik, demokratik bir hukuk devletinin çıkmasıdır.

Dünye böyle bir olayla karşışalmamıştır. ABD daha yeni kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermiştir.

Batıda demokrasi bizdeki kadar bile ileri değildir.

Sizin gib kafası örümcekli yobazlar bu gerçekleri kabul edemezler elbette.

İzanınız yok sizin. Sağduyudan yoksunsunuz siz.

Beyninizi olmayan Kemalizm dogması dumura uğratmış sizin..

 

Osmanlı imiş.. Çürümüş, kokuşmuş, ölmekte olan hasta adamı bize saygın bir imparatorluk olarak kakalamaya çalışan aptallara hatırlatılır.

 

Yılmaz Öztuna’nın “Diplomatik temsil” adlı yazısında yakaladığım bu ayrıntıya göre, Türkiye Cumhuriyeti daha kurulur kurulmaz, o devirde sadece büyük devletlere mahsus olan büyükelçi gönderme hakkını kazanmıştır. Peki nedir bunun anlamı?

1918 yılına, hatta 1945′e kadarki diplomatik teamüle göre yalnızca büyük devletler kendi aralarında büyükelçi (ambassadeur: sefîr-i kebîr) teati ederler, diğer devletler birbirlerine ve büyük devletlere ancak ortaelçi, yani “ministre” veya bizim deyişimizle “sefîr” gönderebilirlerdi. Bu uluslararası kural, ancak 1945 yılından sonra ortadan kalkmış ve ortaelçilik kurumu, bazı kritik durumlar haricinde hemen hemen tarihe karışmıştır.

Mesela Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olmuş ama büyükelçi göndermemiş, ortaelçi göndermekle yetinmişti. 1981 yılında Kudüs’ü “ebedî başkent” ilan ettiğindeyse ortaelçisini geri çekerek İsrail’le diplomatik ilişkilerini en alt düzeye indirdiğini biliyoruz. İsrail’e yönelik bu sert tavır, Doğu Kudüs’teki başkonsolosluğumuzu kapatışımızla ciddi bir boyut kazanmış oluyordu. Durum ancak 1991′de Madrid’de Ortadoğu Barış Süreci başlayınca değişmiş, Türkiye, İsrail’in olumlu tutumu üzerine diplomatik temsilciliğini ancak bu tarihte büyükelçilik düzeyine çıkarmıştı. Buna mukabil ne yapılmıştır? Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ankara temsilciliği büyükelçilik düzeyine yükseltilmiş ve Doğu Kudüs’teki başkonsolosluğumuz yeniden açılmıştır.

Görüldüğü gibi bazı ender durumlarda büyükelçilik yerine ortaelçilik veya daha alt diplomatik temsilcilikler hâlâ söz konusu olabilmektedir.

Ne diyorduk? Evet, 1945′e kadar ancak büyük devletlerin büyükelçi atama hakları vardı. Dikkat edin, bu büyük devletler içinde 1923′e kadar, evet yıkılana kadar Osmanlı da vardır! İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, ABD ve nihayet 1906′da Japonya büyük devletler arasına katılmışlardı ve aile içinde daha başından beri Osmanlı Devleti de bulunuyordu. (Hatta Osmanlı Devleti, bir istisna olarak büyük devletler arasında bulunmayan İran’a ayrıcalık tanımış ve İran’la büyükelçi teati etmişti (bu ayrıcalığa bir de İsviçre erişmişti, o da Fransa’nın lûtfuyla).

Şimdi bu “büyük devlet” olma ayrıcalığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e nasıl intikal etmiş, ona bakalım.

Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomatik ilişkiler alanında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan diğer devletler (mesela Bulgaristan veya Yunanistan) gibi sıradan bir ülke muamelesi görmemesi ve daha kurulur kurulmaz diğer imparatorluklar gibi büyük devlet statüsünde diplomatik temsilciler gönderip kabul etmesi, aslında bal gibi Osmanlı’nın devamı olduğunu göstermektedir ve bundan hiçbir Cumhuriyet idarecisinin gocunduğu da söylenemez. Büyük devletlerle diplomatik münasebetler Cumhuriyet döneminde de sanki hiçbir şey değişmemiş gibi devam etmiş ve değiştirilmeyip yerinde kalan diplomatlar bile olmuştur.

Düşünün ki, bu sırada yüz milyonlarca nüfusa malik Çin bile büyük devlet kabul edilmiyor, ortaelçilikle idare ediyordu. Nitekim Çin, büyük devlet olma şansını ancak İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip bağımsızlığına kavuşan sömürge ülkelerle birlikte kazanabilmiştir.

Link to comment
Share on other sites

Yılmaz Öztuna’nın “Diplomatik temsil” adlı yazısında yakaladığım bu ayrıntıya göre, Türkiye Cumhuriyeti daha kurulur kurulmaz, o devirde sadece büyük devletlere mahsus olan büyükelçi gönderme hakkını kazanmıştır. Peki nedir bunun anlamı?

1918 yılına, hatta 1945′e kadarki diplomatik teamüle göre yalnızca büyük devletler kendi aralarında büyükelçi (ambassadeur: sefîr-i kebîr) teati ederler, diğer devletler birbirlerine ve büyük devletlere ancak ortaelçi, yani “ministre” veya bizim deyişimizle “sefîr” gönderebilirlerdi. Bu uluslararası kural, ancak 1945 yılından sonra ortadan kalkmış ve ortaelçilik kurumu, bazı kritik durumlar haricinde hemen hemen tarihe karışmıştır.

Mesela Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olmuş ama büyükelçi göndermemiş, ortaelçi göndermekle yetinmişti. 1981 yılında Kudüs’ü “ebedî başkent” ilan ettiğindeyse ortaelçisini geri çekerek İsrail’le diplomatik ilişkilerini en alt düzeye indirdiğini biliyoruz. İsrail’e yönelik bu sert tavır, Doğu Kudüs’teki başkonsolosluğumuzu kapatışımızla ciddi bir boyut kazanmış oluyordu. Durum ancak 1991′de Madrid’de Ortadoğu Barış Süreci başlayınca değişmiş, Türkiye, İsrail’in olumlu tutumu üzerine diplomatik temsilciliğini ancak bu tarihte büyükelçilik düzeyine çıkarmıştı. Buna mukabil ne yapılmıştır? Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ankara temsilciliği büyükelçilik düzeyine yükseltilmiş ve Doğu Kudüs’teki başkonsolosluğumuz yeniden açılmıştır.

Görüldüğü gibi bazı ender durumlarda büyükelçilik yerine ortaelçilik veya daha alt diplomatik temsilcilikler hâlâ söz konusu olabilmektedir.

Ne diyorduk? Evet, 1945′e kadar ancak büyük devletlerin büyükelçi atama hakları vardı. Dikkat edin, bu büyük devletler içinde 1923′e kadar, evet yıkılana kadar Osmanlı da vardır! İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, ABD ve nihayet 1906′da Japonya büyük devletler arasına katılmışlardı ve aile içinde daha başından beri Osmanlı Devleti de bulunuyordu. (Hatta Osmanlı Devleti, bir istisna olarak büyük devletler arasında bulunmayan İran’a ayrıcalık tanımış ve İran’la büyükelçi teati etmişti (bu ayrıcalığa bir de İsviçre erişmişti, o da Fransa’nın lûtfuyla).

Şimdi bu “büyük devlet” olma ayrıcalığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e nasıl intikal etmiş, ona bakalım.

Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomatik ilişkiler alanında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan diğer devletler (mesela Bulgaristan veya Yunanistan) gibi sıradan bir ülke muamelesi görmemesi ve daha kurulur kurulmaz diğer imparatorluklar gibi büyük devlet statüsünde diplomatik temsilciler gönderip kabul etmesi, aslında bal gibi Osmanlı’nın devamı olduğunu göstermektedir ve bundan hiçbir Cumhuriyet idarecisinin gocunduğu da söylenemez. Büyük devletlerle diplomatik münasebetler Cumhuriyet döneminde de sanki hiçbir şey değişmemiş gibi devam etmiş ve değiştirilmeyip yerinde kalan diplomatlar bile olmuştur.

Düşünün ki, bu sırada yüz milyonlarca nüfusa malik Çin bile büyük devlet kabul edilmiyor, ortaelçilikle idare ediyordu. Nitekim Çin, büyük devlet olma şansını ancak İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip bağımsızlığına kavuşan sömürge ülkelerle birlikte kazanabilmiştir.

Osmanlıyı batı ayarında büyük devletlerden biri olarak lanse etmek için katetmeyeceğiniz yol, izlemeyeceğiniz saçmalık yok gibi duruyor.

Osmanlı imparatorluğunun sınırlarında milyonlarca insan yaşıyor. O sınırlardan bir sürü ülke çıktı.

Avrupanın hasta adamı elbette büyük, eğer büyüklük bu ise..

Başka büyüklüğü falan yok bu imparatorluğun. Osmanlı imparatorluğu demek İstanbul demek.

Bir şehir imparatorluğu bu imparatorluk.

İhmal edilen Anadolu imparatorluğa yalnız asker ve yiyecek sağlıyor.

Ordular çeşitli cephelerde umutsuz, başarısız savaşlar veriyor.

150 bin kişilik ordu savaşmadan İngilizlere teslim olabiliyor.

90 bin kişilik ordu Ziganalarda donarak ölüme terkedilebiliyor.

İmparatorluk Sevre anlaması ile batıya terkediliyor. Donanması, ordusu elinden alınıyor.

Ülke parçalanmaya başlıyor..

Ve biz itibarı yerinde, şanlı ve şerefli Osmanlıdan bahsediyoruz.

 

Utanın biraz. Utanın..

Link to comment
Share on other sites

Osmanlıyı batı ayarında büyük devletlerden biri olarak lanse etmek için katetmeyeceğiniz yol, izlemeyeceğiniz saçmalık yok gibi duruyor.

Osmanlı imparatorluğunun sınırlarında milyonlarca insan yaşıyor. O sınırlardan bir sürü ülke çıktı.

Avrupanın hasta adamı elbette büyük, eğer büyüklük bu ise..

Başka büyüklüğü falan yok bu imparatorluğun. Osmanlı imparatorluğu demek İstanbul demek.

Bir şehir imparatorluğu bu imparatorluk.

İhmal edilen Anadolu imparatorluğa yalnız asker ve yiyecek sağlıyor.

Ordular çeşitli cephelerde umutsuz, başarısız savaşlar veriyor.

150 bin kişilik ordu savaşmadan İngilizlere teslim olabiliyor.

90 bin kişilik ordu Ziganalarda donarak ölüme terkedilebiliyor.

İmparatorluk Sevre anlaması ile batıya terkediliyor. Donanması, ordusu elinden alınıyor.

Ülke parçalanmaya başlıyor..

Ve biz itibarı yerinde, şanlı ve şerefli Osmanlıdan bahsediyoruz.

 

Utanın biraz. Utanın..

 

Büyük devlet olarak gören ben değilim ki, adamlar görüyor.

Geçenlerde bir belgeselde, İskandinv ülkelerinin birinde Osmanlı'ya hasta adam dedikleri zamanda yapılan bir resmi binaya o zamanki büyük devletlerin amlemini ve ismini yazmışlardı. İlginçtir, senin çürümüş olarak gördüğün devirde, adamlar seni Osmanlıyı büyük devlet olarak görüyorlar.

Link to comment
Share on other sites

Büyük devlet olarak gören ben değilim ki, adamlar görüyor.

Geçenlerde bir belgeselde, İskandinv ülkelerinin birinde Osmanlı'ya hasta adam dedikleri zamanda yapılan bir resmi binaya o zamanki büyük devletlerin amlemini ve ismini yazmışlardı. İlginçtir, senin çürümüş olarak gördüğün devirde, adamlar seni Osmanlıyı büyük devlet olarak görüyorlar.

Onların gözünde Osmanlı büyük devlet olabilir.

Olmak zorunda da.. Çünkü yüzlerce Avrupa'da varlığını sürdüren bir imparatoluk.

İmparatorlukların çoğu Osmanlı kadar varlığını sürdürememiş.

Brüt kuvvet ve Bizans politikası ile ve daha da önemli olarak, iç işlerine karışmadan yönetmiş Osmanlı Balkan ülkelerini...

Onları bir tür korumuş ve özgür bırakmış. Bunu çok imparatorluk yapmaz. Varlığını bu kadar uzun yıllar sürdürmesinin en önemli nedeni bunlardır.

Yoksa Osmanlı imparatorluğu öyle güçlü, büyük, sofistike, teknolojide ileri, uygar bir toplum değildir.

Geri olabileceği kadar geridir. Bağnazdır.

İkinci Viyana kuşatmasını izleyen bozgun Osmanlının sonunun başını haberdar etmiştir.

Osmanlı ondan sonra kendini toparlayamamıştır.

Çökmesi iki yüzyıl almıştır. Avrupa ülkeleri kendi aralarında sorunlar yaşamasalardı, Osmanlı çok daha önce çökerdi.

Osmanlının ne olduğunu biz Türklerden daha iyi kim bilebilir.

Onun en önemli ve en çok abüz edilen sujeleri biziz. Geri bırakılan, horlanan, aşağılanan, her zaman savaşlarda kullanılan ama adamdan sayılmayan biz Türkleriz.

 

Siz bizim haykırışlarımıza kulaklarınızı kapatıyor, bazı Avrupa ülkelerinin bizim hakkımızdaki görüşlerine sığınıyorsunuz.

Siz yalancılar, siz hainler, siz ahlaksızlar bizi bu duruma düşüren bir imparatorluğa hala çanak tutuyorsunuz...

Hala Osmanlıyı hortlatmak gibi bir idealiniz var. Hala ülkemizi orta çağın karanlıklarına itmeye çalışıyorsunuz..

 

Bu kadar nankörlüğe tahammül etmek çok zor..

Ne sapıklarla uğraşıyoruz..

Link to comment
Share on other sites

Onların gözünde Osmanlı büyük devlet olabilir.

Olmak zorunda da.. Çünkü yüzlerce Avrupa'da varlığını sürdüren bir imparatoluk.

İmparatorlukların çoğu Osmanlı kadar varlığını sürdürememiş.

Brüt kuvvet ve Bizans politikası ile ve daha da önemli olarak, iç işlerine karışmadan yönetmiş Osmanlı Balkan ülkelerini...

Onları bir tür korumuş ve özgür bırakmış. Bunu çok imparatorluk yapmaz. Varlığını bu kadar uzun yıllar sürdürmesinin en önemli nedeni bunlardır.

Yoksa Osmanlı imparatorluğu öyle güçlü, büyük, sofistike, teknolojide ileri, uygar bir toplum değildir.

Geri olabileceği kadar geridir. Bağnazdır.

İkinci Viyana kuşatmasını izleyen bozgun Osmanlının sonunun başını haberdar etmiştir.

Osmanlı ondan sonra kendini toparlayamamıştır.

Çökmesi iki yüzyıl almıştır. Avrupa ülkeleri kendi aralarında sorunlar yaşamasalardı, Osmanlı çok daha önce çökerdi.

Osmanlının ne olduğunu biz Türklerden daha iyi kim bilebilir.

Onun en önemli ve en çok abüz edilen sujeleri biziz. Geri bırakılan, horlanan, aşağılanan, her zaman savaşlarda kullanılan ama adamdan sayılmayan biz Türkleriz.

 

Siz bizim haykırışlarımıza kulaklarınızı kapatıyor, bazı Avrupa ülkelerinin bizim hakkımızdaki görüşlerine sığınıyorsunuz.

Siz yalancılar, siz hainler, siz ahlaksızlar bizi bu duruma düşüren bir imparatorluğa hala çanak tutuyorsunuz...

Hala Osmanlıyı hortlatmak gibi bir idealiniz var. Hala ülkemizi orta çağın karanlıklarına itmeye çalışıyorsunuz..

 

Bu kadar nankörlüğe tahammül etmek çok zor..

Ne sapıklarla uğraşıyoruz..

 

Kişinin kendi düşüncesini kendisi tarafından açıklanması doğru değildir. Çünkü işin içerisine ego gireceği için, doğru düzgün bir değerlendirme olamaz.

Çok ilginç değil mi?

Türkleri horlayan, iten ve kakan ve de, geri bırakan devletin Resmi dili Türkçedir. Topladığı hristiyan gençleri Türk kültürünü öğrenmeleri için ailelerinin yanına veren ve de Sultânu Selâtîn’il-Arab ve’l-Acem ve’t-Türk unvanı kullanan bir devletten bahsediyoruz.

Anadolu'nun bazı şehirlerinin yapısına bakalım da, Osmanlı geri mi bırakmış onu öğrenelim.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1984 yılında çıkardığı “Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler” adlı serinin “Artvin İli” kitapçığında sıralanan binalara baktığınızda hayretle Osmanlı eserlerinin ezici üstünlüğünü görürsünüz. Artvin’de sıralanan 12 vakıf eserden 9′u Osmanlı dönemine aittir (% 75). Diğer 3 eserden birisi kilisedir ve 19. yüzyılda camiye çevrilmiştir (Hamamlı Köyü Kilise Camii). Ancak Zeytinlik bucağında bulunan iki türbe Selçuklu eseridir (% 20). Böylece Artvin örneğinde ‘Anadolu’ya ne yapmışsa Selçuklu yapmıştır’ yargısının ne kadar çürük temellere dayandığını görmüş oluyoruz.

Peki Artvin’in ilçelerinde durum nasılmış? Şimdi aynı kitapçıktan onlara bakalım.

Ardanuç’taki 4 eserden sadece İskender Paşa Camii, Osmanlı öncesinde mevcuttur ve Hz. Osman devri (644-656) yadigârıdır; ama o da önemli ölçüde tamirlerden geçerek bugüne gelebilmiştir (% 75). Arhavi’deki 4 eserden tamamı (% 100), Borçka’daki tek vakıf eser olan Muratlı Camii (% 100), Hopa’daki 5 eserden tamamı (% 100), Şavşat’taki 2 eserden birisi (% 50; öbürü 1900 yılında camiye çevrilen bir kilisedir), Yusufeli’ndeki 3 eserden 1′isi (% 33; diğer iki eser kilise iken sonradan camiye çevrilmiştir) Osmanlı eseridir ve Osmanlı eserleri ortalaması il bazında % 76′ya uluşmaktadır! Bir başka deyişle, Artvin Osmanlılar sayesinde şehir olmuştur.

Şimdi de Samsun örneğine bakalım. Aşağıdaki bilgileri Türkiye’de hazırlanmış en ciddi ansiklopedilerden “Yurt Ansiklopedisi”nin 9. cildinden aktarıyorum.

Samsun merkezde zikredilen 9 eserden 5′i (% 60; diğer 2′si İlhanlı, 2′si Cumhuriyet dönemi eseridir), Bafra’daki 9 eserden 7′si (% 80; diğer 2′si Beylikler dönemi eseridir), Çarşamba’daki 3 eserden tamamı (% 100), Havza’daki 5 eserden 3′ü (% 60; diğerleri Osmanlı tamirlerinden geçerek bugüne ulaşmışlardır), Terme’deki 2 eserden tamamı (% 100) ve meşhur Köprülülerin memleketi olan Vezirköprü’deki 7 eserden tamamı (% 100) Osmanlı dönemine aittir. Samsun’daki ortalama, benim kötü matematik bilgime göre % 85 çıkıyor. Yani Samsun da, Artvin gibi, Osmanlı döneminde şenlenmiş görünüyor ve ilginçtir, Selçuklu Devleti’nin Samsun’da yaptırdığı herhangi bir esere rastlanmıyor!

Titiz ve daha geniş kapsamlı bir araştırma bu iki sondajın diğer Anadolu şehirleri için de aşağı yukarı geçerli olduğunu ortaya koyacaktır. Kaldı ki, daha Mimar Sinan’ın Anadolu’daki eserlerine henüz değinmedik. Sinan’ın “Tezkiretü’l-Ebniye”de kendi ağzıyla saydığı 84 camiden 30′unu İstanbul haricinde kalan “Anadolu” şehirlerinde, sadece 4′ünü Balkanlarda inşa ettiğini bilmiyorsak bu meseleyi nasıl tartışacağız ki? Bu mudur Anadolu’nun ihmali? Osmanlı imarcı ruhu Artvin gibi sapa ve sarp bir Anadolu şehrine bile gidebilmişse bu nasıl bir ihmaldir?

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...