Jump to content

Ataturk uzerine


evrensel-insan

Recommended Posts

Dinci cemaatci takiminin ve kaypak düsünceli liboslarin Atatürk takintilari ayni...

 

Hayret nedendir acaba?

 

Sosyalistlere göre liberallerle faşistler, liberallere göre sosyalistlerle faşistler, faşistlere göre sosyalistlerle liberaller aynı soydan, aynı dalga boyundan insanlar. Her üç durum için de soruyorum: Hayret, nedendir acaba?

Link to comment
Share on other sites

''Sosyal-iktisadi reformların bir şekilde (ne şekilde?)/kendiliğinden (ne demek o?) kültürel yapıyı kendine uyduracağı'' ifadesi tam da en karikatürize haliyle İkinci Enternasyonal Marksizminin altyapı-üstyapı modeline oturuyor esasında. Doğu Asya'daki iktisadi kalkınma, politik-toplumsal özgürlükleri kendiliğinden getirmedi, getirmiyor.

 

Bir şekilde derken şöyle oluyor. İnsanlar şehirlerde yaşamaya başlıyor, tekstil vs. sanayiler gelişiyor, insanların evine internet, televizyon vs. giriyor, gençler her yerde MTV falan izliyor; sonunda hem pratik nedenlerden hem de moda vb. etkenlerden ötürü herkes kot, tişört, gömlek vs. giymeye başlıyor; devletin kıyafeti regüle etmesine hiç de gerek olmadan. Dışardan sana kültür gelmesi için falan da belli maddi şartlar gerekiyor; internet erişimi olmasa, evlerde tv olmasa ya da sadece bir devlet kanalı olsa, ülkeden çıkamasan, hatta köyünden çıkamasan nasıl bileceksin dış dünyayı da orada gördüğünü talep edeceksin (bu demokrasi, şeffaflık vs. de olabilir giyim kuşam unsurları da)?

 

Güney Kore, Endonezya gibi ülkeler iktisadi kalkınmaya paralel olarak özgürlükler alanında da ilerlemediler mi hem?

 

değişikliklere sebebiyet vereceğini somuta değmeden söylemek, yani toplumlara ilişkin tarihaşırı, genelgeçer a priori bir ilke formüle etmek mümkün değildir.

 

Sosyal bilimlerin alanına giren konularda tümdengelim kesinliğinde hiçbir şey söylenemez zaten. Ama son iki yüzyılda olan bitene bakarak bazı mekanizmaların nasıl işlediği vs. öğrenilebilir, bunlar temel alınabilir.

 

Victoria Çağı İngilteresinden bugünün İngilteresine kendiliğinden mi vardık? Nerede sufrajetlerin, kadın hakları mücadelelerinin, grevlerin ve sendikal haklar için direnişin payı?

 

Derdin anlaşıldı da, Poyra kendiliğinden derken zaten bu tarz bir şeyden bahsediyor sanırım. Devletin tepeden kültürü şekillendirmesi yerine reformlarla bu saydığın tarz şeylerin tetiklenebileceğini düşünüyor olsa gerek. Neticede sanayileşme, şehirleşme olmadan işçi sınıfı da olmuyor, sendikal mücadele de. Kadınlar 1. Dünya Savaşı döneminde erkekler savaştayken çalışma hayatında büyük rol oynamasalar kadın haklarından bazıları daha geç tanınacaktı vs.

Link to comment
Share on other sites

Yok yok Türkce konusup yazdigin icin kahroluyorsun.Biraz simarsan hemen dilin siser ingilizce sakirdamaya baslarsin.Benim buralarda deve cobanligi yaptigimi biliyorsun neden atilip kovuldugun yere durmadan geliyorsun?

 

Sen forum yazılımı aynı olunca hangi forumda olduğunu şaşırmışsın anlaşılan, burası Düşünce Dünyası forumu.

Link to comment
Share on other sites

Okudum, yanlış yazmış.

Yeni yaratılan bir sözcük tutarsa yerleşir, kullanılır.

Örneğin otobüs için "oturgaçlı götürgeç" demek zorunda değiliz ve bu tür uydurma kelimeler tutmaz.

Ama günümüz dili oldukça zengin ve kullanışlı bir dildir.

İşte forumlardaki yazılarımız. Bir aykırılık-eksiklik varsa gösterin, bilelim.

 

Çeviri yaparken bir eksiklik yaşıyorsan o Türkçe'den kaynaklanmıyor. Bunu sen de gayet iyi bilirsin.

İngilizce'deki ya da diğer yabancı dillerdeki bazı sözcükler tam olarak karşılığını vermez.

Türkçedeki bir sözcüğün ya da deyimin de diğer dillerde karşılığını bulmakta zorlanırsın.

Bu Arapçada da böyledir, diğer dillerde de.

 

Neyi yanlış yazmış? Üretilen 6 bin küsür sözcükten 4 bin küsürü tutmuş, dilden çıkarılan sözcük sayısı ise bunun bilmem kaç katı. Demek ki dil nesnel ölçütlerle bakıldığında fakirleşmiş diyor.

 

O astığım yazıda bizim sadece tek sözcükle ifade ettiğimiz bir sürü farklı kavramın İngilizce ve Osmanlıcada nasıl bir sürü farklı sözcükle ifade edildiğine ilişkin örnekler de var.

 

Gelişigüzel bir kelimeyi, örneğin bir önceki paragrafta geçen çıkarmak sözcüğünü ele alalım. Çıkarmak/çıkartmak/çıkarsamak sözcük grubuna karşılık olan Osmanlıca kelimelerin bazıları, yaklaşık İngilizce karşılıklarıyla birlikte, şunlardır: ihraç (evict), istihraç, istihlas, i'tisar (extract), azl, tard (expel, discharge), istintaç, istidlal (deduce, infer), ıskat (exclude), tarh (deduct, subtract), neşr, ısdar (issue), ifrağ, ifraz (excrete), istifrağ (vomit), istinbat (derive), hazf (delete, elide), hal' (undress, remove, dismantle), i'la, ref' (elevate). Bu listeye, daha, diş çıkarmak, hır çıkarmak, şapka çıkarmak, cıcığını çıkarmak gibi deyim şeklindeki kullanımlar dahil değildir. Birbirine iyice yakın anlamdaki karşılıklar arasında bile, türeyişten gelen nüans farkları vardır: istihraç, bir şeyi içeriden dışarı çıkarmayı; istihlas, bağlı olduğu yerden kurtarmayı; i'tisar, suyunu sıkıp çıkarmayı ima eder. İstintaçta neticeye varmak, istidlalde bir delilden yola çıkmak anlamları gizlidir. İfrağ ile istifrağ, ihraç ile istihraç arasındaki çaba ve derece farkını, İngilizce gibi olağanüstü zengin bir dil bile neredeyse ifade etmekten acizdir.

 

Yeni Türkçe'deki saldırı/saldırmak deyimi, Osmanlıca'da birbirinden net bir biçimde ayrılan en az beş kavramın karşılığıdır: hücum (assault, charge), taarruz (offensive), tecavüz (violation, transgression), tasallut (molestation) ve taaddi (aggression).

 

Benzer listeler, sayısız örnekte (amaç/erek, bağlı/bağımlı, belirlemek, dayanmak/dayandırmak, doğurmak, dönüşmek, gerekmek, karşılık, kaynak, sonuç, uyarlamak, uygulamak...) tekrarlanabilir. Soyut kavramlar alanında Arapçanın sağladığı olağanüstü zenginliğe karşılık, insani duyarlıklar ve betimleyici sıfatlar alanında Farsçanın dile getirdiği renkler de (perişan, mendebur, pejmürde...), üzerinde durulması gereken bir başka alandır.

Link to comment
Share on other sites

Neyi yanlış yazmış? Üretilen 6 bin küsür sözcükten 4 bin küsürü tutmuş, dilden çıkarılan sözcük sayısı ise bunun bilmem kaç katı. Demek ki dil nesnel ölçütlerle bakıldığında fakirleşmiş diyor.

 

O astığım yazıda bizim sadece tek sözcükle ifade ettiğimiz bir sürü farklı kavramın İngilizce ve Osmanlıcada nasıl bir sürü farklı sözcükle ifade edildiğine ilişkin örnekler de var.

 

Yanlış yazmış, çünkü sanki konuşma ve yazma dilinde sadece öz Türkçe sözcükler kullanılıyormuş gibi yansıtmaya çalışmış.

Halbuki dilimizde hala eski sözcüklerin bir kısmına sahibiz.

O 6000'i baz alırsan yanılırsın. 40-50 yıl öncesinin üzerinden çok sular aktı. Bugün sözcük sayısı 600.000'den fazla ise Nişanyan bunun üzerinde bir çalışma yapıp ortaya koysun. Bakalım çıkarılan sözcük sayısının kaç katı sözlük kazanmışız.

Yani, sonuçta fakirleşme iddiası doğru değil, tersine 10 kat zenginleşme var.

 

6000 sözcüğün 4000'inin tutması büyük başarıdır.

Osmanlıcada da 40.000 sözcük varsa, bunun tamamı tutmuş ve kullanılıyor değildi. Belki 10-15 bin sözcük kullanılmaktaydı.

O da elit kesimce. Halk ise daha ziyade Türkçe ağırlıklıydı ve belki ortalama 2-3 bin kelime kullanmaktaydı.

 

Bugün 600 bin sözcüğe sahibiz ama büyük çoğunluk bunun %10'unu bile kullanmıyordur.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Batı Avrupalı gibi davranamadığım için aşağılanmak istemiyorum.

 

Kim tarafından aşağılanmak istemiyorsun? Avrupa tarafından mı? ABD tarafından mı? Yoksa her ikisi mi?

 

Benim için burada en önemli kıstas: Avrupalının, ABD'linin tek başına ne düşündüğü filan değil. Yoksa Avrupalı benden övgüyle söz etsin diye Çinli işçi gibi ayda 30 dolarla çalışmak bana çok gurur verici gelmiyor.

 

Birçok vatandaş için en önemli kıstaslar özetle şunlar olabilir diye düşünüyorum: (Tabii burada ölçüler ve kriterlerde bazı değişiklikler olabilir kuşkusuz.)

 

"Ben ve ailemin, komşularımın, çevremdeki insanların karınları doyuyor mu? Ben, ailem ve çevremdeki insanlar sağlıklı ve düzgün şekilde beslenebiliyor mu? Güvenli, sağlıklı bir ortamda mı yaşıyorum? İş güvenliği var mı ve tüm bunlar yasalarla güvence altında mı? Sağlıklı bir ortamda mı çalışıyorum? Çalıştığım ve yaşadığım yerde örgütlenme ve sorunlarımı (özgürce ve baskı altında kalmadan) dile getirme ve bunlara demokratik biçimde çözüm yolu bulma imkanım var mı? Varsa bu imkan ne ölçüde gelişmiş? Ve en önemlisi tüm bu imkanlar ne ölçüde sürdürülebilir?"

 

Ayrıca burası Türkiye. Ben de kendimin. Elbette dünyada yaşıyoruz ve tümüyle bağımsız değiliz diğer ülkelerden.

 

Ama Sabancıya'ya bakıp, Nasıl ki Sabancı beni aşağılamasın diye onun gibi olmaya kalkışacak değilsem de; ABD vb. aşağılamasın diye Türkiye'nin, ABD vb. gibi filan olmasına filan gerek yoktur. Her ülkenin koşulları farklıdır vb.

Link to comment
Share on other sites

Yanlış yazmış, çünkü sanki konuşma ve yazma dilinde sadece öz Türkçe sözcükler kullanılıyormuş gibi yansıtmaya çalışmış.

Halbuki dilimizde hala eski sözcüklerin bir kısmına sahibiz.

O 6000'i baz alırsan yanılırsın. 40-50 yıl öncesinin üzerinden çok sular aktı. Bugün sözcük sayısı 600.000'den fazla ise Nişanyan bunun üzerinde bir çalışma yapıp ortaya koysun. Bakalım çıkarılan sözcük sayısının kaç katı sözlük kazanmışız.

Yani, sonuçta fakirleşme iddiası doğru değil, tersine 10 kat zenginleşme var.

 

6000 sözcüğün 4000'inin tutması büyük başarıdır.

Osmanlıcada da 40.000 sözcük varsa, bunun tamamı tutmuş ve kullanılıyor değildi. Belki 10-15 bin sözcük kullanılmaktaydı.

O da elit kesimce. Halk ise daha ziyade Türkçe ağırlıklıydı ve belki ortalama 2-3 bin kelime kullanmaktaydı.

 

Bugün 600 bin sözcüğe sahibiz ama büyük çoğunluk bunun %10'unu bile kullanmıyordur.

 

Ne alakası var Pante ya? Sanki seninle aynı metni okumuyoruz. Tekrar veriyorum:

 

Sözlükler bu konuda ipucu sağlayabilir. Örneğin Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Sözlük'ü, yaklaşık 60,000 madde başlığı içermektedir. Bunlar, 20.ci yüzyıl başlarında kültürlü bir Türkün kelime hazinesine dahil oldukları halde bugünkü Türkçe kullanımdan hemen hemen bütünüyle düşmüş olan sözcük ve terkiplerdir. Daha eski divan edebiyatının uç örneklerine sözlükte genellikle yer verilmemiştir; örneğin Nefi'nin bir kasidesinde, bu satırların yazarının yabancısı olduğu sekiz deyimden üçünü sözlükte bulmak mümkün olmamıştır. Ayrıca -li, -siz, -lik, -lenmek, -leşmek gibi sontakılı kelimeler ile, bayraktar, emektar gibi, Türkçe köklerden Farsça ve Arapça kurallarla türetilmiş kelimeler de sözlükte yoktur. Arapça ve Farsça dışında, örneğin Türkçe veya Rumca, İtalyanca, Slavca gibi köklerden türeyip, yazı dilinden çok konuşma diline ait olan ve bugün unutulmuş bulunan kelimelere de sözlükte rastlanmamaktadır.

 

Buna karşılık Ali Püsküllüoğlu'nun Öztürkçe Sözlük'ünün 1975'te yapılan dördüncü (Türk Dil Kurumu'nun hizmetlerine son verilmesinden önceki son) baskısının içerdiği kelime sayısı 4,600'dür. Bu sayıya, sabuklama, sağgörü, sağgörülü, sağgörüsüz, sağgörüsüzlük, sağın, sağistem ve benzerleri dahildir. Sözlüğün sunuş yazısında TDK başkanı Prof. Dr. Ömer Asım Aksoy, şu hususları, gerçek bir iftihar uslubuyla okurların dikkatine sunmaktadır: dil devrimin başlatıldığı 1932'den 1970'lere kadar 6500 yeni sözcük yaratılmıştır; bunlardan "tutan" ve Türk diline malolanlar bu sözlükte yer almaktadır. Yeni türetilmiş sözcükler, Prof. Aksoy'a göre, günümüzde Türkçe genel kullanımda bulunan toplam 28,000 sözcüğün sevindirici bir oranını temsil etmektedirler.

 

Devellioğlu ve Aksoy'un verilerini aynen kabul eder ve Püsküllüoğlu'nun toplamından, sözlükte gereksiz bir yer kaplayan 1,500 kadar sontakılı türevi çıkarırsak, dil devriminin sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: Türk dilinden yaklaşık 60,000 kelime atılmış, yerine 3,100 kadar yeni kelime (atılanın % 5'i) konmuştur. Yüzyıl başında kültür dilinde bulunan 83,400 civarında kelime (60,000 atılan artı 23,400 kalan) yerine, bugünkü yazı Türkçesi en çok 26,500 kelimeye sahiptir. Bir başka deyimle, Türkçe yazı dili en az %68.2 oranında fakirleşmiştir

 

Bu hesabın neresini anlamadın ki?

 

Bu arada 600 bin sözcük olduğunu nereden çıkardın? Çok uçuk bir rakam o yav. İngilizce için bile birkaç yüz bin denir.

Link to comment
Share on other sites

Bu ülkenin zengin kesimi tarafından tabii ki. Hani şu cumhuriyet mitingcileri tarafındna yani :)

 

Bazı insanlar vardır gerçekten aşağlık komplekslerine sahiptirler.Biri bir söz eder, eğip büker ve kendisinin aşağlındağını düşünür.Bu lafım size değil yanlış anlamayın ama sizler kemalistleri gözünüzde öyle "öcü" durumuna getirmişsiniz ki ne deseler "halkı aşağılıyorlar" teranelerine başlıyorsunuz.Ayrıca ülkenin zengin kesimi cumhuriyet mitingçileri değil.Belki Türkiye dışında yaşıyorsunuzdur bilemiyorum.O zengin kesim hacı-hoca,türbanlı takım.

Link to comment
Share on other sites

Bir şekilde derken şöyle oluyor. İnsanlar şehirlerde yaşamaya başlıyor, tekstil vs. sanayiler gelişiyor, insanların evine internet, televizyon vs. giriyor, gençler her yerde MTV falan izliyor; sonunda hem pratik nedenlerden hem de moda vb. etkenlerden ötürü herkes kot, tişört, gömlek vs. giymeye başlıyor; devletin kıyafeti regüle etmesine hiç de gerek olmadan. Dışardan sana kültür gelmesi için falan da belli maddi şartlar gerekiyor; internet erişimi olmasa, evlerde tv olmasa ya da sadece bir devlet kanalı olsa, ülkeden çıkamasan, hatta köyünden çıkamasan nasıl bileceksin dış dünyayı da orada gördüğünü talep edeceksin (bu demokrasi, şeffaflık vs. de olabilir giyim kuşam unsurları da)?

 

Bir dakika, ben ''esas olan kültüreldir'' demiyorum. Aşağıda sanayileşmenin rolüne değinmişsin. Benim buna bir itirazım yok. Ben sadece karşılıklılığa vurgu yapıyorum.

 

Hem, Avrupalılar nereden/kimden görüp de talep etti hak ve özgürlüklerini? ''Dışsal faktörün'' oynadığı olumlu ve olumsuz bir dizi rol var -dönüşümün Doğudaki içsel kaynaklarını hafifsiyor, bu yolla ''Eyvah, Araplaşıyoruz!'' diyenlerle aynı safta konumlanıyorsun-; Doğulu madun kitlelerin kendi taleplerini formüle edip mücadeleye geçtikleri pek çok tarihsel/toplumsal uğrakta Batılı devletlerin yerel despotlarla işbirliği içinde olduğunu da gördük, biliyoruz.

 

Yukarıda saydığın etmenlerin bir tanesi dahi hukuk hakimiyetini ya da iktisadi gelişmenin devamlılığını garantilemiyor: MTV dünyanın dört bir yanında izleniyor, dünyanın dört bir yanında McDonalds var, moda hemen her yerde takip ediliyor; lakin dünyanın çeşitli ülkelerinde hak ve özgürlüklerin gelişme derecesi oldukça farklı, üstelik geriye gidişler de vaki. Türkiye'de hemen her evde kablolu TV olmasına rağmen, MTV'nin düzenli izleyicilerinin belirli bir demografik niteliği var -mesela ''Beyaz Türkler''in oranı nedir?-. T.C.'nin 80 küsür yıllık eğitim ve kültür politikalarının yarattığı hakim kültürel iklime mündemiç ''oto-oryantalizasyon''un rejimin sürdürülebilirliğine olan katkısından bahsetmek mümkün de, MTV seyircisinin demografisiyle olan ilişkisine değinmek mümkün değil mi? Eğitim düzeyi yüksek kesimde yaygın milliyetçilik, komplo teorilerine yönelik tevessül vs. yalınkat ''önce eğitim oradan da modernizasyon+hukuk hakimiyeti ve siyasi liberalizasyon'' formülasyonunu sorunlu kılıyor.

 

Güney Kore, Endonezya gibi ülkeler iktisadi kalkınmaya paralel olarak özgürlükler alanında da ilerlemediler mi hem?

 

Ne ölçüde peki? Her iki ülke de, ''kendiliğinden'' bir tekabüliyet tezini berhava edecek ölçüde farklı bir yol izliyor Batı deneyiminden. Çin deneyimi de keza öyle.

 

Derdin anlaşıldı da, Poyra kendiliğinden derken zaten bu tarz bir şeyden bahsediyor sanırım. Devletin tepeden kültürü şekillendirmesi yerine reformlarla bu saydığın tarz şeylerin tetiklenebileceğini düşünüyor olsa gerek.

 

Gerek kültürel, gerekse iktisadi değişimin ''aşağıdan'' ve ''yukarıdan'' çeşitli metotları olabilir, her ikisi içinde pozitif aşağıdan ve yukarıdan süreçlere atıf yapmak mümkün olabilir. Mesele bu değil yav :)

Link to comment
Share on other sites

Hala onların mı çok daha zengin olduğunu düşünüyorsun? AKP 8 yıldır iktidarda diye biliyorum. İktidarda olmayla bir şey değişmedi mi diyorsun?

 

Evet onlar daha çok zenginler. Benim orada dediğim ülkenin üst ve orta-üst kesimi diğerlerini aşağılıyor. Mesela Mine G. Kırıkkanat nasıl yazılar döşüyordu değil mi bir ara?

Link to comment
Share on other sites

En zenginler niye sokağa insin. İddiam bu değil. Zenginlerin hemen bir altındaki toplumsal kesim sokağa indi

 

Ben de onu merak ettim zaten. ''Zenginler, yani cumhuriyet mitingçileri'' ifadeni açmanı isteyişim ondan.

 

Yukarıda dillendirdiğin iddianın doğruluğu hususunda ciddi şüphelerim var: CHP'nin tabanı içinde Alevilerin, örgütlü kamu emekçilerinin/işçilerin, büyük şehirlerdeki orta sınıf ahalinin -bildiğin orta sınıf, zengin mengin değil!- ağırlığı muazzam. Referandumda hayır oyu kullanan yüzde 48'in ağırlıklı bir kısmı da bunlardan müteşekkil.

 

CHP kitlesinin haletiruhiyesine mündemiç ideolojik arazlardan söz etmek mümkün; lakin bu kitleyi zenginlere ya da ''zengin ama daha az zengin''lere eşitlemek doğru olmaz.

Link to comment
Share on other sites

Evet onlar daha çok zenginler. Benim orada dediğim ülkenin üst ve orta-üst kesimi diğerlerini aşağılıyor. Mesela Mine G. Kırıkkanat nasıl yazılar döşüyordu değil mi bir ara?

 

Tabii birde şu var: İnsanlar zenginleştikçe ve eğitim düzeyleri arttıkça mı CHP'li oluyor; yoksa daha önce ellerine geçen iktidar yardımıyla bu insanlar zengin ve eğitimli oldular diyorsun?

 

Fakat Türkiye Cumhuriyetinin tarihine baktığımızda CHP'den ziyade sağ partilerin iktidarda olduğunu görürüz. Ve şöyle bir gerçekte var:

 

Toplumun çoğu zaten zengin değil. Eğitim düzeyi zaten genelde yüksek de değil.

 

Ayrıca CHP'liler arasında da büyük ihtimalle gelir dağılımı konusunda ciddi bir dengesizlik var; çünkü zaten Türkiye'nin gelir dağılımı bozuk.

Link to comment
Share on other sites

 

 

CHP kitlesinin haletiruhiyesine mündemiç ideolojik arazlardan söz etmek mümkün; lakin bu kitleyi zenginlere ya da ''zengin ama daha az zengin''lere eşitlemek doğru olmaz.

 

Sokağa inen kitle homojen değil, doğru da, bu kitleye hakim olan renk formüle ettikleri talepler rejimin devamlılığını sağlayan şeyler ve temalar.

Link to comment
Share on other sites

Ne alakası var Pante ya? Sanki seninle aynı metni okumuyoruz. Tekrar veriyorum:

 

Tekrar tekrar vermene gerek yok. O zırvayı okudum.

Ama sen benim söylediğimi anlayamamış gözüküyorsun.

Nişanyan öz Türkçeden söz ediyor.

Bugün sadece öz Türkçe yazacak olsam, tercüman ararsın.

Bazı Türkçü arkadaşlar yazıyorlar, hiç anlaşılmıyor.

 

Ben diyorum ki Türkçeden Osmanlıca sözcükler çıkarılmış değil.

Örneğin TDK'ya yaz mükkerrer sözcüğünü, yaz istiare sözcüğünü bulursun.

Ama birçoğu kullanımdan düşmüş. Nasıl ki 40 yıl öncesi 6000 sözcükten 2000'i tutmayıp kullanıma girememişse, Osmanlıcanın da kullanımdan düşenleri var. Örneğin payidar sözcüğünü kullanmayız, "sonsuza dek" deriz. Ama istersen payidar de, ilelebet de engelleyen yok. Fakat Said-i Nursi'nin diliyle de konuşulduğunda kimse anlayamayacaktır. Çünkü çoğu kullanımdan düşmüş ya da uydurma sözcüklerdir.

 

Bu hesabın neresini anlamadın ki?

 

Bu arada 600 bin sözcük olduğunu nereden çıkardın? Çok uçuk bir rakam o yav. İngilizce için bile birkaç yüz bin denir.

 

O hesapla işim olmaz. Çünkü 36 sene öncesinin bir kitabından yola çıkıyor.

Neden bugünün TDK'sını yazmıyor.

Eğer TDK'nın sözcüklerini ele alsaydı, sen de "Bu 600 bin sözcük nereden çıktı?" diye sormayacaktın. Tam rakam: 617.767

Linki vermiştim, tekrar vereyim:

 

http://tdkterim.gov.tr/bts/

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Tabii birde şu var: İnsanlar zenginleştikçe ve eğitim düzeyleri arttıkça mı CHP'li oluyor; yoksa daha önce ellerine geçen iktidar yardımıyla bu insanlar zengin ve eğitimli oldular diyorsun?

 

CHP'li olup olmamak dert değil. Evet ellerine geçen imkanlarla bu insanların önemli bir kısmı zengin oldu. 100 sene önce herkesin babası çobandı zira :)

Link to comment
Share on other sites

Guest DİRİLİŞ

Dil konusunu eksik ve son derece dar bir bakış açısıyla değerlendirenler var.

Gerçi bunların bazıları buraya sözleşip gelmiş olan troller ama madem konu açıldı ve gırla manyakça ileti girildi en azından kirli bilgi yayımına karşı birkaç düzeltme yapalım.

 

İlkin bir dili sadece kelime sayısı ile değerlendirmek yanlıştır.

Dağarcık, anlamda nüans farklılıklarını vurgulamak ve derinlik katmak için elbette gereklidir ve önemlidir.

Ama bunun yanında dilin bütünlüğü, fonetiği, ses uyumu da akıcı ve hoş bir iletişim için elzemdir.

Her dilin kendisine özgü bir fonetik örgüsü vardır.

Türkçedeki küçük ve büyük ünlü ses uyumları buna örnek verilebilir.

 

Türkçe gibi kelime dağarcığı zengin olmayan diller kendi özgün yapısı korunarak geliştirilebilir.

Aksi halde, dile, diğer dillerden olduğu gibi sokulan kelimeler türetilemeyecek ve statik halde kalacaktır.

Bu yabancı kelimeler ilaveten girdikleri dilin melodik yapısını da bozacak, dil akıcılığını yitirecektir.

Yabancı kelimelerin istilasına uğrayan bir dil böylelikle özgünlüğünü, bütünlüğünü ve gücünü yitirecek, kısırlaşacaktır.

 

İşte bu nedenlerle Dil Devrimi, Türk diline kensine özgün kelimelerin türetilmesi yoluyla gelişme olanağı tanıyan, son derece zekice tasarımlanmış bir atılımdır. Bu sayede binlerce Türkçe kelime dilimize kazandırılmış, dilin kendine has güzellikleri korunmuştur.

 

Bu çabalar sürdürülmüş, TDK'nın çalışmaları baltalanmamış olsaydı bugün çok daha zengin ve güzel bir Türkçeye sahip olabilirdik.

Atatürk Devrimlerine sadık kalmayışımızın bir başka acı sonucu da kültürümüzle birlikte dilimizi de yozlaştırmış olmamızdır.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...