Jump to content

panteidar

Members
  • İçerik sayısı

    464
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    16

Everything posted by panteidar

  1. Türkiye’nin içinde bulunduğu şu dönemde ve basın özgürlüğü sıralamasındaki şu utanç tablosunda kalemini satanlar ve iktidarı savunmak için kullananlar bize Mütareke basınını hatırlatıyor. Aklımıza Ali Kemal’ler geliyor. Kuvayi Milliyeye karşı kalemlerini kırıyorlar, Ulusal Kurtuluş Savaşını aşağılıyorlar, İşgalcileri öven ve kurtuluşumuzun onlar sayesinde olacağı mavallarını yazıyorlardı. Bu işbirlikçi basının kalemşörleri Milli Mücadelenin önderlerine küfrediyor, haydutlukla suçluyor ve saltanatı övmeyi sürdürüyorlardı. Günümüzün işbirlikçileri de kurulan tezgahın bilincinde olmasına, tertiplerin farkında olmasına rağmen bu yolla varılacak sonun ülkemiz için daha yararlı olacağı düşüncesindeler. Sanıyorlar ki bu sayede AB’ye girilecek ve uygar ülkelerin yanında yer alınacak. Tabi sanmanın ötesinde bile bile kalemini çıkarları uğruna satanların olduğu da bir gerçek. Bunlar ya yazar denmeyecek nitelikte olan cazgır takımıdır ve istihbaratçıların adamı haline gelmişlerdir ya da AB fonlarının duygusallığı ile hareket eden itibarlı yazarlardan sözde sol ve liberal olanlardır. Elbette iktidar yanlısı düşüncelerde olanlar da olacak. Onlar da yazacaklar, düşündüklerini savunacaklar. Olmaması zaten tuhaf olurdu. Eleştirimiz iktidar yanlısı olmaya değil, demokrasi ve özgürlük yanlışlarını, demokratiklik ve özgürlükçülük taslamalarına rağmen eleştirmemeleri. Eleştirenleri ise suçlamaları hatta jurnallemeleri. Muhalefete dayanamamaları, normal bir muhalefet içinde olan arkadaşına bile katlanamayıp “Çok muhalifsin şekerim, çok.” diye suçlamaları. Yani, henüz tutuklanmamış ve dik durmayı sürdürmekte olanlara bile tahammülleri yok ve istiyorlar ki muhalefet olmasın ve herkes iktidara biat etsin. Medyanın elde avuçta kalan bağımsız organlarına gelirsek topu topu 4-5 küçük gazete ve 1-2 tv’dir ki bunların da çoğunun sağlıklı bir çizgide oldukları söylenemez. Muhalif oldukları halde duruşlarıyla, yanlış muhalefetleriyle iktidara bilmeden destek sunarlar. Bunlar içinde sol geçinenlerin Türkçü ve İttihatçıları olduğu gibi, sağ çizgideki Türk-İslamcıları da vardır ki haklı oldukları muhalefetleri, bu çizgileriyle tutarsız kalmaktadırlar. Ne yazık ki gerçek demokrasiyi ve laikliği, ülkenin ve hukukun tam bağımsızlığını doğru dürüst tutarlılıkla savunan ne sol bir muhalif medya ne de sağ, merkez ya da liberal bir medya yok gibidir. Sonuç olarak medyamızın hal-i pür melali içler acısıdır. Bu kısıtlı muhalif gücüne rağmen medyadaki boyun eğmeyen, kalemini satmayan, korkmayıp susmayan gazeteci ve aydınlarımıza onurlu direnişlerinden dolayı saygı duyuyoruz. Ve biliyoruz ki kısa vadedeki kayıplarına rağmen uzun vadede kazanan onlar olacaktır.
  2. Ne yazık ki iktidar destekçisi olan liberal takımı, kendi canları da yanmadan bu konuda bir tavır almıyorlar. Bunları destekleyen kitleler, giderek demokrasinin ve özgürlüklerin arttığı söyleminin maval olduğunu ancak bunların kendi kuyruklarına basıldığı zamanki yakarışlarından anlayabiliyorlar. İktidar yanlısı olmayanların eleştirileri ve endişelerini paranoya olarak gören bu kesim, ne zaman ki kendi rehberlerinden biri de bunları söylemeye başlayınca uyanabiliyor ve ancak o vakit iktidar eleştirisinde bulunabiliyor. Bunun en güzel örneğini 2. Cumhuriyetçilerin sembol ismi Mehmet Altan’ın yandaş gazete olan Star’dan kovulmasından sonra yaşadık. Bakalım ne diyor Mehmet Altan: “Pek çok gazetede, gazetecilik ilkeleri değil, siyaset geçerli. Siyasetçiye biat edenler yönetime geliyor. Geriye kalanların da, hoşa gitmeyen bir şey yaptıklarında nasıl sindirildikleri ortada.” “Bir kere oto-sansür var. Gazetecilerin konuşabildikleri ve konuşamadıkları var. Biraz önce bahsettiğimiz, hükümetin bugüne kadarki olumlu adımlarına hiç yakışmayan, olmaması gereken ama gittikçe artan konuların altı çizilmiyor. Mesela, Deniz Feneri hakkında bir haber bulacak olursanız eğer, bu ancak savunma düzeyinde bir yazı olur, haber olmaz. Bu konu, Uludere ve şike gibi bir tabudur. Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine “hükümet buna kızar, buna kızmaz” anlayışı devreye giriyor…” “AKP’ye yakın gazeteler siyasi baskıyla ilan topluyor”. “Düne göre vahim noktadayız”. http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=311848 Bu eleştirileri ve acı gerçeği Mehmet Altan’ın dile getirmesi çok önemli. Daha önce de NTV hadisesinde benzer eleştiriyi Can Dündar yapmış ve geleceğe yönelik kaygılarını seslendirmişti. Önemli çünkü bu tip eleştirileri Kemalist, ulusalcı bilinen bir yazar yaptığında liberal kesim tarafından normal karşılanmıyordu. Hatta bırakın normal karşılamamayı, Ergenekonculukla suçlamaya kadar varabiliyordu. Dolayısıyla özellikle liberal sol geçinen kesim bilmelidir ki Basın özgürlüğü sadece Ahmet Şık ve Nedim Şener olayı değildir. Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan dahil, Odatv tutuklularına kadar düşünceleri ve muhalif duruşları nedeniyle tutuklu olanların tümünü sahiplenmedikçe, “ama şu bucu, bu şucu” diye ayırt etmedikçe liberallikleri inandırıcı olmayacak ve liboş olarak görülmeye devam edeceklerdir.
  3. Kürtlerin ulusal mücadelesi ayrı konu, Türkiye'nin ve halkın genelinin sorunları ayrı konu elektro. Ki ulusal mücadeleler milliyetçiliktir. Milliyetçiliğin olmadığı yerde ulusal mücadele olmaz. BDP'nin ulusal mücadelesi, kimsenin karnını doyurmuyor. Ne Van'da çadırlarda yaşayanların çilesine çare oluyor ne de Tokat'taki, Burdur'daki dar gelirlinin geçim çilesine. Kimsenin bu zamanda ulusallıkmış, bağımsızlıkmış taktığı yok. Büyükşehirdeki Kürd'ünde yok, köydeki çiftçinin de. Dolayısıyla Kürt sorunundan başka gündemi olmayan BDP'den halkın genelinin bir beklentisi yok. Biliyorlar ki bunlar hep milliyetçi ayrılıkçı Kürtlere çalışacaklar. Ee, kalkıp da kendi sorunları varken, hele kendi sorunlarıyla Kürtlerin sorunlarını aynı görüyorken ne diye kendi sorunlarına eğilmeyen bir partiyi desteklesin. Kaldı ki, teröristleri destekliyor, vatanı-milleti bölmeye çalışıyor diye BDP'ye antipati duyuyor. Senin nasıl ki Türkiye'nin laiklikten uzaklaşması, giderek gericileşmesi umrunda değilse ve önceliğin Kürt sorunuysa, herkesin de kendi önceliği var. Ve 80-100 sene önceki ulusal mücadelelerin gerekliliği ile bugünküler çok farklı artık. O dönem kölelik vardı, o dönem hukuk yoktu, ayrımcılık vardı, ilkellik vardı, siyah-beyaz ayrımı vardı. Ama şimdi öyle değil ki? Ben anadil sorunundan ve geri kalmışlıktan-feodaliteden başka bir sorun görmüyorum ve bunun için de etle-tırnak olmuş halkların bölünmesi gerekmiyor. Buna rağmen ulusal kurtuluş mücadelesi verenleri desteklerim yeter ki emperyalistlerin maşası olmadan, bağımsız bir mücadele versinler ve teröre-uyuşturucuya girişmesinler.
  4. Medyayı 4. Kuvvet olarak biliriz. Eskiden basın-yayın organları olarak anılan medya, artık gazete, radyo, televizyon ve internet gibi yayın araçlarının tümü için kullandığımız bir sözcük. Sosyal medya denilen interneti bir yana bırakırsak acaba medyanın 4. kuvvet niteliğini koruduğunu söyleyebilir miyiz? Ya da bu kuvveti bağımsız olarak kamuoyu yönünde kullandığı düşünülebilir mi? Örneğin eskisi gibi kamu adına denetimci rolünü etkin olarak uygulayabilmekte midir? Devletin ve hükümetin seyirci kaldığı yolsuzluk, haksızlık, usulsüzlükleri kamuoyuna özgürce teşhir edebilmekte midir? İktidardan çekinmeden bir olayı olduğu gibi tüm gerçekleriyle aktarabilmekte ve iktidar mensuplarını yanlış icraatlarında korkusuzca eleştirebilmekte midir? Ne yazık ki bunu söylemek mümkün değildir. Medya organlarının yarısından çoğu iktidarı destekleyen ve yanlışlarında bile iktidarı savunma içinde olan bir yapıda olup, diğerlerinin büyük kısmı ise sindirilmiş bir acziyet içindedir. Medyanın tarafsız gibi görülen büyük grupları gerek diğer sektörlerdeki faaliyetlerde ve girdikleri ihalelerde zarar görmemek için iktidara şirin görünmekte, gerekse gelebilecek vergi cezası korkusu nedeniyle iktidara göbekten bağlı olabilmektedir. AKP destekçisi iktidar zihniyetinin düşünce üreticileri ile kendilerini liberal ve liberal sol olarak tanımlayan kesime bakarsanız, Türkiye’de basın özgürlüğünün olduğunu öne süreceklerdir. Son yıllarda ülkeye kara bir bulut gibi çöken ve giderek ekranlarda, köşe yazılarında çoğalan bu çevreler, özgürce yazabildiklerini hatta başbakanı ve iktidarı da zaman zaman eleştirdiklerini dile getirip herhangi bir baskı altında olmadıklarını iddia ederler. Onlara göre bazı eleştirilerinden dolayı başbakanla mahkemelik bile olsalar bu durum önemsendiklerini ve fikirlerinin dikkate alındığının göstergesidir. Hakkında soruşturma açılan, hapse atılan gazeteci ve yazarlar ise, gazeteciliğin ötesinde uğraşlarla ilgili ve hükümeti yıkmaya yönelik faaliyetlerle ilişkilidirler. Ne var ki bu bayağı yaklaşım gerçeklerin üzerini örtememekte ve mızrak çuvala sığmamaktadır. Tarih: Kasım-2010, Dünya Basın Konseyleri Birliği (WAPC), Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğüne ilişkin endişe verici bir rapor hazırladı. WAPC Raporu şu ifadelerle başlamakta: “Türkiye’de gazeteci ve yazarlar aleyhine 5 binden fazla soruşturma başlatılmıştır. En az 46 gazeteci ve yazar hapse atılmış ve birçoğu tutuklu olarak duruşmaları yapılmadan veya hüküm giymeden hapiste bulunmaktadır.” Ve şu ifadelerle sonlanmakta: “Türk Hükümeti’ne ve halkına demokratik idealleri yükseltmeye ve insan hakları desteklemeyle çağırıyoruz. Sırada hapisteki gazeteci ve yazarların salıverilmesi ve yargılamaların hızlı biçimde sonuçlandırılması var. Bunun ardından ceza yasasının genel kabul gören demokratik standartlar çerçevesinde gözden geçirilmesi ve ifade özgürlüğünün, sınırlandırılması yerine genişletilmesi gerekir.” Peki aradan geçen zamanda ne değişti? Basın özgürlüğü konusunda olumlu bir değişim yaşandı mı? Ne gezer! Tersine gazeteciler üzerindeki baskı arttı, tutuklu gazetecilerin sayısı çoğaldı. Raporda tutuklu sayısı 46 iken sadece 14 ay sonra rakam 105’e ulaştı ve dünyada en fazla gazetecinin tutuklu olduğu bir ülke oluverdik. Türkiye 1 yıl içinde 10 sıra birden geriledi ve basın özgürlüğü konusunda dünyada 148. Sıraya düştü. Milliyet / Tutuklu Gazeteci Sayısı
  5. BDP'nin ne için çalıştığını görüyoruz elektro. Kürt milliyetçisi ve Kürdistan'dan başka gözü hiçbir şeyi görmeyenleri halk ne yapsın?!! Bize Kürt-Türk demeden tüm halkı kucaklayabilecek gerçekten demokrat bir parti ve lider lazım.
  6. Laiklik ilkesine anayasasında yer vermiş olan ülkeler olduğu gibi, anayasasında yer almadığı halde laikliği uygulayan ülkeler de var. Türkiye 1937 tarihinde anayasasına laikliği eklerken dünyada bu ilkeye sahip 2 ülke vardı, Fransa ve Sovyetler Birliği. Anayasasında laiklik ilkesi olan ülkelerin bazıları Kongo, Zaire, Çad gibi eski Fransız sömürgeleridir. Bunların dışında Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Arnavutluk, Rusya, Angola, Hindistan, Japonya, Meksika ve Portekiz'i sayabiliriz. Anayasasında laiklik olmadığı halde uygulamada laik olan ülkeler ise genelde Doğu blokunun eski sosyalist ülkeleridir. Polonya, Letonya, Moğalistan, Slovakya, Slovenya, Ukrayna gibi. Ayrıca ABD, Avustralya, Küba, İspanya gibi ülkeleri de sekuler-laik çizgide görebiliriz. Bana göre laikliği hakkıyla uygulayan ülkeler Hollanda, Belçika, Fransa, Portekiz, İspanya, İrlanda ve eski sosyalist ülkelerden bazılarıdır.
  7. Elbette ekonomik faktör çok önemlidir. Refahı, zenginliği bulduktan sonra bırakın Türklüğü-Kürtlüğü bir zengin gezegen keşfetse dünyasını terkeder insanlar. Ancak bölgeye sunulacak ve ayrılıkçı-isyankar düşünceleri silecek bir refah-saadet yaşamının mümkün olmadığını bölge halkı da bilmektedir. Basit ekonomik çözümler ise, örneğin işsizliğin azaltılması, kişi başına düşen milli gelirin yükseltilmesi, sosyal alanların geliştirilmesi vs. atılımlar ise sadece isyanın derecesini düşürür, terör örgütüne katılımı azaltır. Bu da yeterli olmaz. Çünkü bu atılıma geç kalınmıştır. Eğer 70'li, 80'li yıllarda olabilseydi faydası büyük olurdu. Artık milliyetçilik had safhaya ulaşmış, ulus bilinci kitlelerde büyük ölçüde oluşmuştur. O yüzden ekonomik düzeyi daha iyi olan batıdaki Kürtlerden de destek bulmaktadır. Örneğin Avrupa'da yaşayanların ekonomik durumları Güneydoğu'da yaşayanlara göre çok çok iyi olmakla beraber, umursamazlık yapmamakta ve Kürt hareketini desteklemektedirler.
  8. panteidar

    E-Kitaplar

    Dinsiz e-kitap sitesinde sorun var, şu sıra kitaplar indirilemiyor galiba. Biz yine de linkini verelim. Belki indirilebilen kitaplar olabilir: http://www.dinsizekitap.co.nr/ İkinci olarak Bernard Lewis'in iki bin yıllık Ortadoğu tarihini ve dinleri anlatan kitabı: Ortadoğu
  9. panteidar

    E-Kitaplar

    Bu başlıkta e-kitap önerilerimizi yazalım. İlk olarak Nagehan Alçı'nın Che Guavera'yı barbarlık ve yamyamlıkla suçlayıp, yanında getirdiği "işte burada birisinin beynine nasıl sıktığını yazıyor" diye gösterdiği kitabı verelim: Che Guavera-Devrimci Bir Hayat
  10. Sadece günümüzü değil, başından itibaren tüm Kürt isyanlarını düşünerek sebeplerini işaretleyiniz. Yani, Osmanlı'dan-Cumhuriyet kurulmadan önce başlayan isyanlarla birlikte tümünün ortak sebeplerini ele alın. Ankette birden çok şıkkı işaretleyebilirsiniz. "Diğer" şıkkını işaretleyenler açıklamada bulunurlarsa yararlı olur.
  11. Senin örneğin adice, ahlaksızca bir örnek! Tartışılacak bir yanı yok. Toplumun önemli bir kesimini aşağılayacak derecede adiliğe gireceksen hiç tartışmayalım.
  12. Nikahsız sevgilileri toplamak diye birşey olmadığı gibi 3-4 karısı olan adamın ve nikahsız karıları da toplanmıyor zaten. Varsın resmi nikah yapmasın. Kimse nikahı zorlamıyor. Ancak "medeni kanun, çok eşlilik yasal olsun" isteklerine olanak vermiyor, veremez. Kaptan nikahı diye birşey yok. Uluslararası sularda verilen evlenme kararı kaptanla ve tuttuğu raporla delillendiriliyor sadece. Daha sonra resmi başvuruda bulunup asıl nikaha dönüştürülmeden bir geçerliliği yok. Sadece sembolik bir olaydır bu. Dört kadın almak ahlaksızlıktır, haksızlıktır, saygısızlıktır. Çünkü kendi şeyinin keyfi için başkalarını mutsuz etmektedir. "Kumalar birbirinden razıyken" diye birşey yok. Hangi kadın kumalığa razı olabilir. Anadolu'da resmen satılıyor kadınlar. Büyük şehirlerde ise genelde gizli yapılıyor. Asıl eşinin haberi-onayı olmadan yapılıyor. İlahiyatçı Abdülaziz Bayındır TNT'deki programda: "Nikah topluma, yakınlarına, akrabalarına duyurulur ki zina olmaktan çıksın, herkesin haberi bilgisi olsun" dedikten bir müddet sonra kendisine gelen bir soru aktarılıyor: "Ben 2 eşliyim ama ilk eşimin 2. eşimden haberi yok. Bu durumda 2. eşimle nikahım geçersiz mi olur, zina mı sayılır?" Bayındır'ın soruya yanıtı şöyle: "Hayır, geçersiz olmaz. İlk eşine haber vermek gibi bir zorunluluk yok" İlk açıklamasına tamamen zıt bir yanıt. Önceki eşin ya da eşlerin rızasının alınması yalandır ve uygulanmaz. Önceki eş, hiçbir baskı altında kalmadan, özgür olarak izni alınmak istendiğinde eğer yatalak değilse, muhtaç değilse asla buna razı olmaz. Kaldı ki sorulduğu yok, zorla dayatma var.
  13. Dünyanın bozuk düzeninin temelinde adaletsiz paylaşım vardır. Birileri-mutlu azınlık, herşeye fazlasıyla sahipken büyük çoğunluk asgari ihtiyaçlardan bile mahrumdur. B.k gibi parası olmak demek; kadınları mal gibi görüp satın alabilmek demek değildir. O yüzden istediği kadar kadın alabilmek bir özgürlük olamaz. Olsa olsa ahlaksızlık olur, densizlik olur, diğer eşlerine-çocuklarına ve yakınlarına karşı büyük saygısızlık hatta alçaklık olur. Nikahın ise imamı-hocası olmaz. Nikah sözleşmedir. O sözleşme de resmidir, kanunidir. İmama, hocaya bırakılamaz. Resmi nikahı yapıldıktan sonra isterse gidip imam nikahı da yaptırabilir, papaz nikahı da.
  14. Son dönemde 27 yılın en azgın terörünü yaşatan ve sivillere de saldıran PKK, dün gece 200 civarında teröristle Hakkari'yi kana boğdu. 8 ayrı noktaya saldıran teröristler, en büyük kaybı Kekliktepe'deki birliğe verdiler. Sadece burada 21 asker şehit oldu. Toplam 24 şehit ve 18 yaralı olduğu açıklandı. Terör en azgın dönemini yaşıyor. Bunun sebebini uygulanan siyasette aramak gerekir. 2002'de sıfır terör devralan hükümet, bugün 27 yılın en azgın terörüyle başedemez durumdaysa ve 2. adamı vasıtasıyla cezalarını Allah'a havale ediyorlarsa; bunun tek müsebbibi kendisidir. Habur'da mahkeme kurup beraat kararı verdiren ve teröristlerin anlı-şanlı karşılama törenlerine göz yumarak onlara yüksek moral sağlayan ve bu sayede Güneydoğulu gençlere teröristliği imrendirenler; Habur'un yıldönümünde ülkeyi büyük acıya boğmuş oldular. Hem de cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu bölgeyi ziyaretinden 5 gün sonrasında. Belli ki terörist zihniyetin siyasi merkezi, bu ziyarete tepki verdi. Bizimkiler de ayağa kalkmayan, elini sıkmayan, sırıtmayan, eğilip bükülmeyen komutanlara tepki veriyor. Silivri, Hastal, Metris hapishaneleri komutan kaynıyor. Neymiş: darbeciymiş. Yersen! Komutanları tutuklamaya devam etsinler. Birkaç paşayı, birkaç albayı-yarbayı daha atsınlar içeri. Özellikle Güneydoğu cephelerinde görev yapanlardan. Böylece askerin moral motivasyonunu çok daha yükseltir, teröre karşı savaşma azmini maximum yaparlar. Benzer operasyonların-tasfiyelerin terör örgütü içinde yapıldığını varsayalım. Olmaz ya olduğunu farzedelim: Örneğin Karayılan'ı, Bayık'ı, Fehman Hüseyin'i ve bazı ileri gelenleri görevden alsalar-cezalandırsalardı; örgüt mensuplarında moral-motivasyon ne olurdu?! Peki böyle bir ahmaklığı onlar yapar mıydı? ABD bile istese, Apo bile istese yapmazlardı herhalde. Keriz değiller çünkü.
  15. AB ve euro çöküşe doğru yol alıyor. Yunanistan batıyor ve kredi görüşmelerinden bir türlü sonuç alamıyor. AB ülkeleri kendi dertlerine düşmüş Yunanistan'a el uzatamıyor. İtalya, İspanya, portekiz ve Belçika'dan sonra diğer AB ülkeleri de alarm vermeye başladı. Bu ülkeler yüksek cari açıkları nedeniyle borç batağına girmiş durumdalar ve tek çareleri kredi bulmak. Nereye kadar dayanacaklar? Örneğin Yunanistan, emekli aylıklarının sadece 1/3'ünü ödeyebiliyor. Avrupa'da bir büyük banka çöktüğü takdirde gerisinin çorap söküğü gibi geleceği tahmin ediliyor. Ki ekonomistlerde olsun, AB halklarında olsun böyle bir beklenti oldukça yüksek. ABD'nin durumunun AB'den aşağı kalmadığı ve çöküşe doğru yarış halinde oldukları ifade ediliyor. ABD ve AB çöküşe doğru Türkiye'nin cari açığı bu ülkelerden de yüksek olmasına rağmen kurumların özelleştirilmesi ve arazi-mülk satışları sayesinde krizden pek etkilenmemiş gözüküyor. Peki Avrupa'da yaşanacak bir çöküş Türkiye'yi nasıl etkiler? Çöküş, beraberinde savaşı getirebilir mi? Türkiye'nin olası bir büyük savaşta yeri ve rolü ne olabilir? 2. Dünya Savaşında olduğu gibi usta politikalarla savaşa bulaşmadan sıyrılabilir miyiz yoksa...?
  16. Tarhan Erdem'in yazısını vermen çok yararlı oldu ogobi. Bu arada hoşgeldin, iyi forumlar. http://c1110.hizliresim.com/11/10/5/12036.jpg Tarhan Erdem'in anketi yapanlardan elde ettiği bu kesin tablodan görülüyor ki; oranların toplamı %117'yi buluyor. %17'lik fazlalık Tarhan Erdem'in de belirttiği gibi deneklerin birden çok şık işaretlemesinden ya da kendini çift sıfatla nitelemesinden kaynaklanıyor. Yani, örneğin bazı denekler kendisini "milliyetçi muhafazakar", "Atatürkçü, ulusalcı", "Muhafazakar islamcı" gibi tanıtıyor. Bu yüzden de sonuç 100'ün üzerinde çıkıyor. Bu bir hatadır. hata deneklerden değil, araştırma şirketinden kaynaklanıyor. Ya da bilinçli olarak özellikle böyle sunuluyor ki; AKP'ye oy veren kitle içinde laik-sekuler kesimin de önemli yer tuttuğunu vurgulayabilsinler. Buna rağmen AKP'ye oy veren kitlenin sadece islamcı, liberal ve muhafazakarlardan oluşmadığı, çeşitli nedenlerle Atatürkçü, ulusalcı, sosyal demokrat ve milliyetçi olanların da oy verdiği açıktır. AKP'nin milliyetçi kesimden oy aldığı zaten biliniyordu, bu şaşırtıcı değil. Kendisini Atatürkçü, ulusalcı ve sosyal demokrat görenlerin AKP'ye oy verme sebepleri ise kolay izah edilebilecek bir konu değil. Sebepler içinde elbette hatır için, menfaat için, küskün oldukları için, sözde istikrarın devamı için ve muhalefeti yetersiz gördükleri için gibi nedenler vardır ama bunlar tek başına ikna edici olamaz. Bu sebeplerden her birine saflığı, salaklığı ya da ahmaklığı da eklemek gerekir.
  17. AKP'nin %50 sırrı ortaya çıktı AK Parti'nin araştırmasına göre, 12 Haziran'da 3.5 milyon Atatürkçü-Kemalist seçmen AK Parti'ye oy verdi. Atalay "AK Parti'ye azımsanmayacak oranda seküler kimliğe sahip grup oy verdi" dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 12 Haziran seçimlerinde alınan yüzde 50 oy oranı sonrasında "yüzde 50 neden oy verdi, diğer 50 neden vermedi araştıralım" dediği çalışma tamamlandı. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın koordinasyonunda Anar ve Pollmark tarafından yapılan çalışma geçen hafta içinde Başbakan Erdoğan'a sunuldu. 22 Haziran-10 Temmuz tarihlerinde 26 ilde 28 bin 723 AK Parti seçmeni üzerinde gerçekleştirilen araştırmada ilginç bulgulara ulaşıldı. SEKÜLER KİMLİK Sabah gazetesinin haberine göre AK Parti'ye oy veren 21 milyon 466 bin 356 seçmenin yüzde 27.1'i kendini muhafazakar, yüzde 24.4'ü Türk Milliyetçisi, yüzde 16.4'ü Atatürkçü- Kemalist, yüzde 7.2'si sosyal demokrat, yüzde 5.9'u liberal- demokrat, yüzde 3'ü ulusalcı ve yüzde 1.4'ü Kürt Milliyetçisi olarak tanımlıyor. Bu değerlendirmeler ışığında Erdoğan'a yapılan sunumda şu ifadelere yer verildi: "AK Parti'ye azımsanmayacak oranda seküler kimliğe sahip toplumsal gruplar oy verdi. İdeolojik kalıplar kırıldı." Değerlendirmelerde kendisini Atatürkçü-Kemalist olarak tanımlayan AK Parti seçmenin oy oranının CHP, MHP ve BDP'nin aldığı oy oranı açısında ne anlama geldiği de yorumlandı. İşte o ayrıntılar: * Kendisini Atatürkçü- Kemalist olarak tanımlayan yüzde 16.4 oy oranı AK Parti seçmeninin 3 milyon 520 binini temsil ediyor. Bu oran kendini Atatürkçü değerlerle özdeşleştiren ve 11 milyon 147 bin 736 oy alan CHP seçmenin üçte birine, 5 milyon 575 bin 993 oy alan MHP seçmeninin yarısına, 2 milyon 826 bin 31 oy alan BDP destekli bağımsızların seçmeninin 1.5 katına karşılık geliyor. * Kendisini Türk Milliyetçisi olarak tanımlayan yüzde 24.4'lük oran AK Parti seçmeninin 5 milyonuna karşılık geliyor. Bu sayı da kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan MHP seçmeninin tamamını karşılıyor. * Kendisini Kürt Milliyetçisi olarak tanımlayan seçmenin oranı yüzde 1.4. Bu oran yaklaşık 150 bin seçmene karşılık geliyor ki bu BDP destekli bağımsızların aldığı oyun yüzde 6'sına eşit. http://www.gazeteport.com.tr/haber/55460/iste_yuzde_50nin_sirri#
  18. Tansiyonun yükselmesin d@rbe. Gözleri görmeyen adamın yanında durduğu için karısını ikaz edenin hastalık derecesinde kıskanç olduğunu söylemişsem, kaygılanma. Peygamber efendine hasta demiş değilim. Çünkü tüm bu zırvalar uydurmadır. Hasta kişiliklerin kendilerini haklı kılmak için kanıt olarak peygamberi öne sürmeye kalkışmalarıdır. Eminim sen gözleri görmeyen birinin yanında eşini kıskanmazsın. Yine eminim sen 8-10 yaşındaki kızını dedesi yaşında biriyle evlenmeye zorlamaz hatta böyle bir taleple geleni ahlaksız sapık diye kovarsın. Ve yine eminim sen, seni ya da çocuğunu köle yapacak bir düzeni lanetlersin. Ayrıca ben bütün sarıklı cübbelileri sahtekar olarak nitelendirmiş değilim. Ama üfürükçü-büyücü bütün sahtekarlar onların kılığında milleti dolandırıyor. Gerici-yobazlara ders vermek isteyen, sokaktaki sakallıya ya da türbanlıya gitmesin. Yanılır yoksa, ders vereyim derken ders alabilir. Orospu becermek isteyen de sokaktaki mini etekliye değil, geneleve gitsin. Becermek isterken becerilir yoksa.
  19. Dünyaya, yaşama, düzene sadece İslam şeriatı penceresinden bakarsan bu tür bir yanılgı içinde normal. Bir devlet, İslam şeriatinden farklı bir kanun çıkarmışsa; bu kanunu ateist kanun olarak görmek yanlıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde İslam'a ters bir yığın madde mevcut. Ama hiçbirinin ateist kanunlar olduğu söylenemez. Bunlar ancak hümanist kanunlar olarak nitelendirilebilir ki hümanizm, ateizmin tekelinde değildir. Hristiyanlıkta, Budizmde, Hinduizmde, Taoizmde, Bahaizmde ve diğer çeşitli dinlerde de hümanist yasalar mevcuttur. Önemli olan toplumun, insanlığın yararına olan yasalar edinmektir. Trafik kanunları, ormanları koruma kanunları, çocukları koruma kanunları, tecavüz yasaları İslam'da olmamasına ya da olumsuz olmasına rağmen İslam kanunlarında diretmenin mantığı yoktur. Örneğin 8-10 yaşındaki çocukların 50-60 yaşındaki dedelerle evlendirilmesini engelleyen bir yasa İslam'da yoktur. Tersine bunu teşvik eden örneklerle doludur. Muhammed'in Ebubekir'in kızı ile, Ömer'in Ali'nin kızı ile evlilikleri günümüze kötü örneklerdir ve İslam ülkelerindeki yasaları olumsuz etkilemektedir. Kur'an ayetlerini hem evrensel olarak niteleyip değişmezliğini savunup, hem de Kur'an'da geçen köleliğin kaldırılmasının teşvik edildiğini iddia etmek büyük çelişkidir. Şöyle düşünün: TC anayasasında kölelere iyi davranılmasından, cariyelerle olan ilişkilerden bahsediliyor olsun. Bu durumda köleliğin serbest olduğu açıktır değil mi? Bu anayasada her ne kadar köle azad etmenin iyi taraflarına değinilmiş olsa da; diğer taraftan bu anayasanın kıyamete kadar asla değiştirilemez olduğu savunuluyorsa, köleliğin kaldırılmasını teşvik ettiği söylenebilir mi? Söylenemez. Ayetler de aynıdır. Amaç, din adamı kıyafetleriyle sıradan insanların kıyafetlerini farklı kılmaktı. Önüne gelen hoca gibi, imam gibi cübbe-sarık giyemez. Cübbenin-sarığın giyildiği yer camiler-mescitlerdir. Bunları sokakta-çarşıda giyenin niyeti farklı demektir. Din sömürüsü, din bezirganlığı, insanların zaaflarından-hastalıklarından-başlarındaki belalardan nemalanmaya çalışmak, onların dertlerine bir dert daha katmak bu tür hoca kılıklı sahtekarlarla oluyordu. Cincilik, üfürükçülük, büyücülük toplumun başındaki en büyük belalardan biriydi. Bugün hala izleri var. Ama bu seviyeye düşürülmesinde çıkarılan bu kanunların yararı büyüktür. Bugün neredeyse bütün hocalar pantolon-gömlek-tişört giyiyor. Ellerini tutan mı var? Şalvar-etek giysinler. Böyle özgürce istedikleri giysiyi giyebilmelerinin önünü bu kanunlar açmıştır. Aksi halde dini kıyafet tabusu altında ezilmeye devam ederlerdi. Ne faydası yahu? Gözlerini bile kapatacak derecede kapanmanın ne faydası var? Başörtüsünün kenarından saçı görünen kadın görünce bir tarafı kalkan erkek varsa, sorun kadının giysisinde değil, o erkektedir. Gözleri görmeyen bir insanın yanında bile eşinin durmasını-konuşmasını kıskanan bir erkek hastadır. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Kadınların yabancı erkeklerle konuşurken ağızlarına çakıl taşı almaları çok bilinen bir husustur. İslamcılar arasında "kadın sesi haram mı değil mi?" tartışmaları neticesinde kadın sesinin haram olduğunu öne süren İslamcıların kadınlara insaflı (!) yaklaşımıdır. Yani, "erkeklerle konuşulmaz, haramdır. Ama çok zaruri bir durum ise ağzına çakıl taşı alıp konuşulabilir" şeklinde tavsiye edilmiştir. Ayet ya da hadis olduğunu belirtmedim zaten. Bu zihniyetin vardığı nokta budur neticede.
  20. Ateist düzen diye bir düzen yoktur, olamaz da. Kanunları yapanlar arasında ateistler olabilir ama çıkarılan kanunlar ateist kanunlar değildir. Ben "... Devleti ateisttir. Dini inanç ve ibadetler yasaktır." vb. kanunu olan bir ülke bilmiyorum. Şimdiye dek de olmadı. Laiklik ya da sekularizm ateistlik değildir. Devlet işlerinin dini inançlara dayalı olarak yürütülmemesi ve farklı inanç gruplarına eşit mesafede olup adalet ayrımı yapılmaması için bu sistemlere gerek duyulmuştur. İnsan hak ve özgürlükleri, insanın insana köle olmaması dinsel kanunlarla engellenemez, engellenememiştir. Tersine dinler köleliği onaylamışlardır. Dünyada kölelik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile silinmiştir. Köleliğin son kaldırılabildiği ülke de bir İslam ülkesidir, Suudi Arabistan'dır. Bugün dünyada çok sayıda din ve mezhep var. Her ülkede çeşitli din ve mezheplerden insanlar var, tabi dinsizleri de var. Örneğin %40'ı Hristiyan, %22'si müslüman, %10'u Budist, %5'i Hindu, geri kalanı dinsiz olan bir ülkede hangi dinin kanunlarını uygulayacaksınız? Modern ve sosyal yasalar varken, kalkıp da ilkel ve gerici yasalar mı kullanılacak? Şapka giyme zorunluluğu hiç olmadı. Sadece "Giyiyorsan takke, sarık değil, şapka giy" denildi ve devlet memurlarına zorunluluk getirildi. "Şapka giymediği için idam edildiler" iddiası koca bir yalandır. Şapka giymedikleri için değil, yasalara karşı gelip halkı isyana çağırdıkları için idam edilenler olmuştur. Cilbab, bildiğimiz çarşaf ya da burka. Kadını poşete, çuvala sokan anlayışın neresinde mantık var? Erkeklerin bakmasını önlemek için bundan daha ilkel bir kanun düşünülemezdi herhalde. Ama bu tür kanunları erkeklere çıkaramamışlar, çünkü bunları çıkaranlar erkekler zaten. Ha, dersen ki "erkek için gerekmiyor, kadın tahrik olmaz" diye, bir örnek vereyim: Muhammed, evine gelen gözleri görmeyen bir adamla konuşurken yanlarına gelen Ayşe'yi daha sonra uyarınca Ayşe, adamın kör olması nedeniyle yanlarına geldiğini söyler. Bunun üzerine Muhammed: "O görmüyor ama sen görüyorsun" der. Aşırı kıskançlık psikolojisinde olanların kadını mal gibi görüp eve kapatan, poşete sarar gibi çarşaflayan, perde arkasına gizleyen, bir erkeğe karşı ağzında çakıl taşı ile konuşturan zihniyetin savunulacak bir yanı yoktur ve yavaş yavaş tarihe gömülmektedir. Sakala gelince; o senin düşüncen. Her insan sakal konusunda farklı düşünür. Ama sakal bırakma şartı asla ilahi olamaz. Bu da nerden çıktı şimdi. Ben böyle birşey savunmadım. İnsanların adalet önünde eşit olması ve eşit işe eşit ücret alması ile adil paylaşıma sahip olması, herşeyin-herkesin eşit olması demek değildir. Herşeyden önce meslekler ve yapılan işler arasında fark vardır. Bir mühendisle bir işçiye aynı ücret verilemez tabi ki. Köpek örneği de çok absürd olmuş. Doğada eşitlik-adalet yoktur ve sağlanması da mümkün değildir. Önemli olan insanların kendileri için adaleti en yüksek düzeyde sağlamaya çalışmalarıdır.
  21. Doğa-Fizik kanunları dışında insan yapımı olmayan kanun mu var? İlahi kanun da neymiş? Yok öyle bir kanun. Onlar da insan uydurması. Hem de bilim'in b'sini, uygarlığın u'sunu bilmeyenlerin 1400 yıl, 2000 yıl, 3000 yıl önce uydurdukları kanunlar. İlahi diye nitelendirdiğin kanunlar, senin inançların sadece. Şapka giymenin zorunluluğu yok. Kimseye neden şapka giymediği sorulmuyor, sorulmaz. Ama ilahi kanunlar dediklerinde o şartlar var. Cilbab giymenin, sakal bırakmanın neresi bilimsel, neresi mantıklı? Cilbab giymeyi, kadınlara yarım miras ve yarım şahitlik hakkı vermeyi, erkeklere ikişer-üçer-dörder eş almayı ve sınırsız cariye edinmeyi insanlığın "en iyi kanun", "temel ihtiyaçlarımızı karşılayan kanun" olarak değerlendirmesi mümkün mü?
  22. Yıllar önce bir dilekçe yazmış ama yanıt alamamıştım. Hazır bulmuşken elden teslim edeyim: Tanrıya Dilekçe
  23. ÇHD: Diri diri yaktılar Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, dün cezaevi aracında 5 mahkumun yanarak can vermesi ile ilgili bir yazılı açıklama yaptı. Açıklamada sorumlunun tecrit politikası ve bu politikanın uygulayıcısı AKP iktidarı olduğu ileri sürüldü. Açıklama şöyle: Ring aracının kapılarını güvenlik sebebiyle açmayan jandarma 5 tutuklu ve hükümlüyü diri diri yaktı! Van’dan İstanbul’a tutuklu ve hükümlüleri taşıyan cezaevi ring aracında, bugün sabah 06:30 civarında Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesi ile Sivas'a bağlı Gürün İlçe yolu arasında çıkan yangında beş tutuklu ve hükümlü ring aracının kilitli kapıları açılmadığını için diri diri can verdi. Araçta bulunan 2 şoför ve 2'si rütbeli olmak üzere 10 jandarma hafif yaralarla kurtulurken ring aracında bulunan 5 tutuklu ve hükümlüden kurtulan olmadı. Kurtulan olmadı çünkü; ring aracının kapıları, bilinçli açılmadı ve Medeni Demir, Akif Kırınlı, İsmet Evim, Sinan Aşka ve Abdulsedar Ölmez adlı tutuklu ve hükümlünün aracın içinde diri diri ölmelerine seyirci kalındı. http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/chd-diri-diri-yaktilar-haberi-46476
  24. panteidar

    Zaman Nedir?

    Zaman algısı sadece insanlara mı mahsustur? Hayvanların zaman algısı içgüdüsel midir? Güneşin doğuşunu bekleyen hayvanlar ya da güneş batmadan önce yuvasına çekilen hayvanlar, kışa hazırlık yapanlar, mevsimlere göre göç eden kuşlar hep içgüdüsel mi hareket ediyor yoksa zaman algısına sahip olanlar var mıdır? İçgüdüsel olduğunu savunan, açıklamasını da yaparsa aydınlatıcı olacaktır.
  25. Anket güzel ama benim açımdan doğru seçeneklere sahip değil. - İslam, Arap paganizminin uzun bir süreç sonunda değişimiyle ortaya çıkmış ve Muhammed, İlk dönemde bu değişime en etkili olmuş kişi olabilir. - Kur'an, Muhammed'den önce monoteistlerce yazılmış şiirlere Muhammed ve ekibi tarafından yeni eklemeler yapılmasıyla ortaya çıkmış ve sonrasında birkaç kez elden geçirilerek islam'a maledilmiş bir kitap olabilir. - Muhammed, büyük olasılıkla yaşamış bir Arap önderi olabilir ama hakkında yazılanların çoğu uydurulmuş efsanedir.
×
×
  • Create New...