Jump to content

panteidar

Members
  • İçerik sayısı

    464
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    16

Everything posted by panteidar

  1. AKP'lilerin kasetleri değil, gayrimeşru çocukları var yahu. Yakında onlar da patlar. Başakşehir AKP'lilerin 2. hatunlarına 2.evlerinin mekanı olmuş diye basında az çıkmadı. Neymiş, imam nikahlılarmış. Yalan! Karısından, çocuklarından habersiz imam nikahı mı olurmuş. Olsa olsa muta nikahı olur.
  2. 1. Dünya Savaşında ayrılmış olmalarının, saltanatın ve hilafetin kaldırıldığı 5-6 yıl sonrasıyla ilgisi yok değil mi? Yani, Atatürk'le, devrimlerle ilgisi yok. Ama sen hala "pardon" demek yerine ilişkilendirmeye çalışıyorsun. Kime neyi yutturacaksın. karşında Işık evi ya da Kuran Kursu talebeleri yok. Biraz ölçü lütfen. Gerisine yanıt vermeye gerek duymuyorum. Objektif olmasını bilip öyle tartışacağız. Yalan-yanlış bilgileri kabul ettirmeye çalışmadan.
  3. Murat Belge, Nişanyan'ın tersi eleştirilerde bulunuyor. Biri dilden yabancı kelimelerin atılmış olmasını eleştirirken, diğeri hala dilimizde çok sayıda yabancı sözcük olduğunu ve yeterince arındırılamadığını eleştiriyor. Yani, eleştir de, nasıl eleştirirsen eleştir. Yahu bugünün çok daha bariz örnekleri var. Yüzlerce insan görevinden alınmış, idare mahkemelerinde hakkını alıyor ama buna rağmen yine göreve getirilmiyor. Ordan oraya sürülüyor. Günümüzde yaşananlar zulüm değil de, 80 yıl önce işten atılmış olan mı bize örnek olacak? Özgürlük ve demokrasi konusunda ilerleyeceğimize geriye mi gideceğiz hep? 150 sene öncesini nasıl 80 sene öncesiyle kıyaslarken hakkaniyetli olacaksak, bugünü de 80 sene öncesiyle kıyaslarken tartımızı doğru tutmalıyız. Hüseyin Cahit dil devrimcilerindendir. İyi araştırmalısın. Dedikodu haberlerden değil, doğru kaynaklardan.
  4. Yani, "sekuler olan dinsiz, laik olan dindardır" anlamı mı çıkartacağız bu ifadenden? Sekulerlikle laiklik arasındaki farkı ortaya koyup, bu ifadeni biraz daha netleştirirsen daha anlaşılır olacak evrensel-insan.
  5. Güzel bir konuyu ele almışsın Evrensel-insan. Ne yazık ki 12 eylül'den, PKK'nın ortaya çıkışından ve SSCB'nin yıkılışından sonra kimin-neyin sol-devrimci olduğu, kimin halkın ve ülkenin çıkarlarından yana olduğu çok karıştı. Çünkü bu ortam gerçek devrimcileri susturdu, pasifize etti ve o birkaç yıllık şok döneminde meydan döneklere, liberallere ve liberal sol sıfatla sola sızan oportünistlere kaldı. Sosyalist solda sağa kayma oluştu. Sosyal demokrat bloktada benzer durum yaşandı ve onlar da milliyetçiliğe kaydılar. Buna karşın dinsel yanı olan sağ partiler sosyal demokrat ve sol söylemleri kullanarak yoksul halk kesimlerini, varoşları kendi yanlarına çekmeyi başardılar. Neoliberallerin solun içine soktuğu en tehlikeli virüs yurtseverlik karşıtlığı oldu. Bunu da Marx'ın "İşçilerin vatanı yoktur" ifadesini cımbızlayıp çarpıtarak yerleştirmeye çalıştılar ve bir ölçüde başarılı oldular. 80 öncesi sosyalistlerinin dilinden eksik etmediği yurtseverlik, bu dönemde milliyetçilik olarak nitelendirilmeye çalışıldı ve yurtseverliği ağzına alanlar suçlanmaya başladı. Bu etkiyle kendilerini sol olarak ortaya koyan birçok parti ve örgüt yurtsever söylemlerden kaçınmaya çalıştı. TKP gibi Türkiye solunun en köklü tarihine sahip komünist parti bile bu oportünistlerce Kemalistlikle yaftalandı. Aynı durumu Ergenekon tezgahına olan yaklaşımlarda yaşadık. Sol içinde bir grup Ergenekon'un safsata olduğunu, amacın derin devleti-kontrgerilla'yı yargılamak değil, muhalifleri sindirmek olduğunu belirtip tavır alırken, bir başka grup "Yesinler birbirini" diyerek tavırsızlığı tercih etti. Liberallerin ve iktidar destekçilerinin yer aldığı sol kesimde ise Ergenekon davasına destek verilerek geçmişteki karanlık işlerin aydınlanacağı, cuntacıların cezalandırılacağı iddia edildi. Bugün gelinen noktada solda önemli bir kesim bu tahlil yanlışlığından döndü. En başta "Yiyin birbirinizi" diyenler ve Ergenekon'a destek verenler içinden bir kesim, Ergenekon'un bir tertip olduğunu ve muhalifleri, aydınları, gazetecileri susturma amacına dayandığını açıkladılar. Yine daha önce iktidarla dayanışma içinde görülenler, iktidarın ileri demokrasi ve demokratik açılım projelerinin maval olduğunu anlayarak aralarına mesafe koymaya başladılar. Fakat hala olaylara ve kişilere göre hareket edenler çok. Örneğin Ergenekon konusunda solda Ahmet Şık ve Nedim Şener ikilisi ağızlardan düşürülmezken, sanki diğer siyasiler, gazeteci ve akademisyenler tutukluluğu hakediyormuş gibi dile getirilmiyor. Bu durum aynı milliyetçilikle suçlanma kaygısı nedeniyle yurtseverliği ağza almamaya benziyor. Eğer Perinçek'ten, Balbay'dan, Özkan'dan, Yalçın'lardan bahsettiği takdirde Ergenekonculukla yaftalanma korkusu yaşayanlar var. Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra "Hepimiz Ermeniyiz" diyebilenler aynı cesareti "Hepimiz Ergenekoncuyuz" diyebilmekte gösteremiyorlar. Bunlara "Tuncay özkan, Doğu Perinçek, Mustafa Balbay tecriti, tek kişilik hücreye atılmayı ve senelerdir tutuklu olmayı hakedecek ne suç işlediler?" diye sorduğunuzda birçoğu suçsuz olduklarını söyleyecektir. Ama suçsuz insanları savunma konusunda aciziyetlerine ise mantıksız bir takım kılıflar ileri sürmekten de geri kalmayacaklardır. Yine de gelişmeler umut vericidir. Selahattin Demirtaş'ın MHP hakkında çıkartılan kasetlere karşı tavır ortaya koyabilmesi takdir edilecek bir yaklaşımdır. Yine BDP desteği alan bağımsız aday Sırrı Süreyya Önder'in "Ergenekon çuvalına artık solcu, sosyalist, yoksuldan yana olan, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bu manipülasyon politikalarını teşhir eden kim varsa atacaklar. Ne kadar örgütlü karşı çıkabilirsek o kadar bariyer oluştururuz." açıklaması sola-devrimciliğe yakışan yaklaşımlardır. Fakat liberaller ve liberal sol geçinenler özgürlük ve demokrasi konusunda sınıfta kalmıştır. Hala iktidara yoğun destek vermekten vazgeçmiş değiller. Zorunlu kalarak ucundan kenarından bazı antidemokratik uygulamaları eleştirmiş olsalar da, Ergenekon tertibine karşı aynı tutum içindedirler ve hala utanmaz tavırlarla tutukluların suçlu olduğunu söyleyebilmektedirler. Bu tavırlar içinde olanların liberalliklerinin bile sahte olduğu açıktır. Bunun bir açıklaması bu tertiplerin-tezgahların düzenleyicisiyle, uygulayıcısıyla aynı odaktan beslendikleri ve yönlendirildikleridir. Bir diğer açıklaması ise (bazıları için) özeleştiri erdeminden yoksun olmaları ve tükürdüklerini yalama durumuna düşmekten çekinmeleridir.
  6. Ben öz lafına takılanı görmedim bugüne kadar, Sevan Nişanyan haricinde. Ve en başta da ben karşı çıktım bu öz Türkçe olayına ama görmekteyim ki sanki birileri öz Türkçe istermiş gibi ve 1930'lara dönmeye çalışırmış gibi gösterilerek karalanmaya çalışılıyor. Öz Türkçe üzerinde 1930'larda dahi diretilmemiş ki şimdi istenmiş olsun. Ama vatandaş Türkçe konuş!" gibi Türkçeyi özendirici ve yabancı dillerden arındırıcı kampanyalara gidilmiş, bunun neticesinde de yanlış uygulamalarla Kürtçe ve azınlık dilleri üzerinde baskı oluşmuştur. Yanlış olan, eleştirilmesi gereken budur. Önemli olan bu tür yanlışlıklardan kurtulunmuş olmasıdır. Kimse de aynı yanlışların tekrarlanması talebinde değildir. İnsanların bile düşünce çizgilerinde, dünya görüşlerinde zaman zaman değişimler olur. Geçmişte yanlış çizgidedir, sonra düzeltir. Ülkeler de aynıdır. Dünya ülkelerinin çoğunun geçmişlerinde bir yığın yanlışlar vardır. Geçmişteki yanlışı kaşıyarak nemalanmaya çalışmak ahlaksızlıktır. Nitekim bunu AKP yapıyor. RTE çıkıp 1939'ların, 44'lerin, 50'lerin konularından bugünün CHP'sini vurmaya çalışıyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Sen kendi dönemine bak! Anasının karnında bile olmadığı zamanlardan kendine pay çıkarmaya çalışan, tertiplerden, kasetlerden oy sağlamaya çalışan bir zihniyet ancak Türkiye'de taraftar bulabilir. Açık oturumu reddedip televizyonda tartışmaya çıkamayan, buna karşın bindirme kıtalarla çevre şehirlerden yüzlerce otobüsle taşınan partililerle görkemli mitingler düzenleyip prompterlerden konuşarak, her tarafı bayrak kirliliğine boğarak ve millete erzak-para-promosyon dağıtarak ancak bizim ülkemizde iktidar olunabilir. Batıda böyle bir partiyi, böyle bir lideri tutmazlar, alaya alırlar. Ama AB-ABD düşkünleri, batı hayranları ve sözde liberallerimiz ellerinden gelen desteği vermekteler. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! ABD böyle istediği için mi acaba?
  7. Hilafetin kaldırıldığı tarih: 1924 Ve o tarihten önce zaten terketmek isteyenler bizi terketmişti. Ayrılık sebepleri Hilafet değildi yani. Demek ki Hilafet hakkında öne sürdüğün düşünce yanlış. Saltanat ise 1923'de kalktı. Yine saltanatın kaldırılmasından önce giden gitmişti. O halde saltanat iddian da yanlış. Alfabe değişti, okuma yazma oranı ve ilkokul, orta-lise ve yüksek okul mezunları 10 kat arttı. Cehalet 10 kat azaldı. Daha bilinçli, daha aydın, daha modern toplum olabildik. "Osmanlı değişmese daha modern olurduk" sözü karikatür gibi. 600 yılda olamayan, ne sebeple daha modern olacaktı? Sen ya da bir kısım insan 300-500 sene öncesi yazılanları okuyacak diye, bütün toplum cahil mi kalsaydı? Çok isteyen öğrenir, okur. Ben zorlansam da okuyabiliyorum. Sen de çalış, öğren. Hilkat garibesi olan da Türkçe değil, Osmanlıca'dır. Sadece sarayda ve elit çevrede konuşulan ama halkın bilmediği-kullanmadığı bir dildi. Atatürk başına buyruk hareket etmiş değil, ülkedeki ilerici-devrimci aydın potansiyelin devrimidir bu. Bunlar gerici, yeni Osmanlıcılı düşüncelerdir ve aslında kökeninde batı düşmanlığı-çağdaşlık-modernlik karşıtlığı yatar. Liberaller de Kemalizm karşıtlığına aldanarak bu batı düşmanlığıyla, çağdaşlık karşıtlığıyla ittifak ederek kendi kuyularını kazarlar.
  8. Hiç birşey gelmemiştir. Türkçüler Turancılar arası tartışmada yalnız kalmış, küsüp yurt dışına çıkmış, sonra yine dönmüştür. Kendisi de Turancıydı zaten ama kavimler göçü konusunda farklı düşünüyordu. Sanki başına birşeyler gelmiş, işkenceler görmüş, öldürülmüş vs. gibi ortaya atmayı anlamsız buluyorum.
  9. Develioğlu'nun Osmanlıca Sözlüğünün 60.000 kelimeden oluştuğunu ve tümünün çöpe atıldığını yazıyor. Yalan! Elimde 1974 senesine ait Kemal Demiray başkanlığında hazırlanmış TDK Türkçe sözlük mevcut. Develioğlu'nun sözlüğündeki kullanılabilir tüm sözcükler içinde var. Bugünkü sözlükten de örnekler verdim. Mükerrer, istiare, muhalif, muktedir, müsait, peygamber vb. birçok Arapça-Farsça sözcük bulunuyor. Bunlar Develiöğlu'nun sözlüğünde yok muydu ki, hepsinin atıldığını iddia edebiliyor. Ben kalkıp da Türkçe'de şu kadar sözcük var iddiasıyla vermedim o linki. Tabi ki türevleriyle, deyimleriyle birliktedir. Verme amacım öz Türkçe sözlük kıyaslamasıyla yanılgıya düşülmemesi içindir. 121.000 sözcük de saf kök sözcükler değildir. Örneğin "kafi gelmek" sözcüğüne karşın "yetmek" sözcüğünün zengin türevleri mevcuttur: yetmek-yeti-yeter-yetenek-yetenekli-yeteneksiz-yetki-yetkin-yetkili-yetkisiz-yeterli-yetersiz-yeterlilik vb.. Ve bunların tümü sözlükte mevcuttur. Yani, 121.000'de aşağı çekilebilir. 60-70 binlere indirilebilir. Mesele bu değil. Mesele sanki Osmanlıca sözcükleri attığımız, ama attığımız kadar yerini dolduramadığımız iddiasıdır ki doğru değildir.
  10. Bu konuda Atatürk'ün siyasi hareket ettiğini yazdık. Ama okuyanlar sanmasın ki bu teori Atatürk'e aittir ve onun zorlamasıyla olmuştur. Güneş Dil teorisi komisyonunda kaç yabancı akademisyen vardı biliyor musunuz: 32 kişilik komisyonun 15'i yabancı profesörler, araştırmacılardı. http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtuyeler.pdf Bunlara ilaveten bir kısmı da kendi ülkelerinde çalışmalarını sürdürüyormuş. http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtraporu.pdf Böyle bir ekibin raporlarını ciddiye almış olanları suçlamak da haksızlık olur diye düşünüyorum. Herhalde bu yabancı profesörler Atatürk çekincesiyle saçma teori peşinde koşmuyordu. Demek ki o dönem araştırmalarında karşılaştıkları ilginçlikler, örneğin Kızılderililerin dillerindeki benzerlikler onları bu yönde düşünmeye itti ve inanarak bu çalışmalara giriştiler. Sonrasında sonuç alamadılar ve bilimselliğe ulaşamadıklarından terkettiler. Bazı yazarlar, Atatürk'ten çekindikleri için bu konuya itiraz etmediklerini yazmışlar. Ama bizzat Atatürk'e bu teorinin saçma olduğunu belirtmiş olanlar da var. Yani, ortada bir baskı olduğunu sanmıyorum. Baskıdan ziyade bazılarında saygıdan doğan çekince oluşmuş.
  11. Bitiyorum böyle tahlillere. Basit bir örnek vereyim: Çevreci gruplar birleştiler ve "Büyük Anadolu Yürüyüşü" etkinliği düzenleyerek Ankara'ya geldiler ama polis tarafından şehre sokulmadılar. Çankaya Belediyesi bu insanlara seyyar tuvalet, su vb. ihtiyaçları için destek gönderdi ama polis bunu da engelledi. Halktan gelen desteklere de polis tarafından el konuluyor. http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=246232&kw=%DD%FEte+yeni+yasaklar! Şimdi egemenler kimler, ezilenler kimler? Doğayı-çevreyi bozanlar kimler, bu çevreciler kimler? Zenginler bu çevreciler-köylüler mi yoksa onların doğasını yokeden müteşebbisler mi? Polis egemenlere-zenginlere mi engel oluyor, yoksa halka mı? Çankaya belediyesi CHP'li. Zenginlerden-egemenlerden yana mı, halktan-çevrecilerden mi? Buna benzer yüzlerce örnek sıralanabilir. Öyleyse tahlillerimizi neye göre yapmaktayız? Cumhuriyet mitinglerini zenginlere maletmek nasıl bir tahlilin ürünü? Sabancılar, Koç'lar, Karamehmet'ler, Eczacıbaşı'lar, Boyner'ler, yeni yetme İslami burjuvazi, Müsiad milyarderleri, Ülker'ler, İhlas'lar iktidarı mı yoksa muhalefeti mi desteklemekteler? Egemenleri ve ezilenleri belirlerken düzen partilerine göre mi belirleyeceğiz? Benim bildiğim büyük sermaye böyle kayıkçı kavgalarının içine pek girmez. Dalgasız, fırtınasız bir ortam ister. Ortam böyleyken pek suya sabuna dokunmaz ve rahatının devamı için açık açık olmasa da iktidar partisini destekler. Muahlaefeti destekleyip de gereksiz yere kumar oynamaz. Onun için önemli olan ekonomik istikrar ve güvenliktir. Cumhuriyet mitinglerinin zenginlikle-fakirlikle ilgisi yoktur. AKP'nin kendi kadrolarını egemen kılma ve diğerlerini tasfiye etme girişimleri karşısında doğan bir tepkidir o mitingler. O mitingler sürdürülemediği-pasifize olunduğu için bugün Ahmet Şık'lar-Nedim Şener'ler, Baha Okar'lar tutukludur. AKP o engelleri aştığı için Doğu perinçek'ler, Mustafa Balbay'lar, Tuncay Özkan'lar tecritte, zindandadır. O yüzden basılmamış kitaba yasak konabilmiştir, o yüzden KPSS, YGS skandalları vardır, o yüzden internet sansürü gündemdedir, o yüzden hiçbir açıklama yapılmadan siteler kapatılmaktadır. O yüzden kasetlerle partiler çökertilmeye çalışılabilmektedir. Çünkü gözü demokrasi dışı hedeflerde olan siyasi iktidarları ancak halkın tepkisi, duyarlılığı engelleyebilir. Bu tepki bastırılınca, basın baskı altına alınıp konuşanlar susturulunca yasaklar önündeki engeller kalkar, despotluk büyür. Heykelini de yıkarlar, yasal derneğini basıp grup yorum üyelerini de gözaltına alırlar, elele tutuşmana-öpüşmene dahi müdahale ederler.
  12. Tekrar tekrar vermene gerek yok. O zırvayı okudum. Ama sen benim söylediğimi anlayamamış gözüküyorsun. Nişanyan öz Türkçeden söz ediyor. Bugün sadece öz Türkçe yazacak olsam, tercüman ararsın. Bazı Türkçü arkadaşlar yazıyorlar, hiç anlaşılmıyor. Ben diyorum ki Türkçeden Osmanlıca sözcükler çıkarılmış değil. Örneğin TDK'ya yaz mükkerrer sözcüğünü, yaz istiare sözcüğünü bulursun. Ama birçoğu kullanımdan düşmüş. Nasıl ki 40 yıl öncesi 6000 sözcükten 2000'i tutmayıp kullanıma girememişse, Osmanlıcanın da kullanımdan düşenleri var. Örneğin payidar sözcüğünü kullanmayız, "sonsuza dek" deriz. Ama istersen payidar de, ilelebet de engelleyen yok. Fakat Said-i Nursi'nin diliyle de konuşulduğunda kimse anlayamayacaktır. Çünkü çoğu kullanımdan düşmüş ya da uydurma sözcüklerdir. O hesapla işim olmaz. Çünkü 36 sene öncesinin bir kitabından yola çıkıyor. Neden bugünün TDK'sını yazmıyor. Eğer TDK'nın sözcüklerini ele alsaydı, sen de "Bu 600 bin sözcük nereden çıktı?" diye sormayacaktın. Tam rakam: 617.767 Linki vermiştim, tekrar vereyim: http://tdkterim.gov.tr/bts/
  13. Yanlış yazmış, çünkü sanki konuşma ve yazma dilinde sadece öz Türkçe sözcükler kullanılıyormuş gibi yansıtmaya çalışmış. Halbuki dilimizde hala eski sözcüklerin bir kısmına sahibiz. O 6000'i baz alırsan yanılırsın. 40-50 yıl öncesinin üzerinden çok sular aktı. Bugün sözcük sayısı 600.000'den fazla ise Nişanyan bunun üzerinde bir çalışma yapıp ortaya koysun. Bakalım çıkarılan sözcük sayısının kaç katı sözlük kazanmışız. Yani, sonuçta fakirleşme iddiası doğru değil, tersine 10 kat zenginleşme var. 6000 sözcüğün 4000'inin tutması büyük başarıdır. Osmanlıcada da 40.000 sözcük varsa, bunun tamamı tutmuş ve kullanılıyor değildi. Belki 10-15 bin sözcük kullanılmaktaydı. O da elit kesimce. Halk ise daha ziyade Türkçe ağırlıklıydı ve belki ortalama 2-3 bin kelime kullanmaktaydı. Bugün 600 bin sözcüğe sahibiz ama büyük çoğunluk bunun %10'unu bile kullanmıyordur.
  14. Okudum, yanlış yazmış. Yeni yaratılan bir sözcük tutarsa yerleşir, kullanılır. Örneğin otobüs için "oturgaçlı götürgeç" demek zorunda değiliz ve bu tür uydurma kelimeler tutmaz. Ama günümüz dili oldukça zengin ve kullanışlı bir dildir. İşte forumlardaki yazılarımız. Bir aykırılık-eksiklik varsa gösterin, bilelim. Çeviri yaparken bir eksiklik yaşıyorsan o Türkçe'den kaynaklanmıyor. Bunu sen de gayet iyi bilirsin. İngilizce'deki ya da diğer yabancı dillerdeki bazı sözcükler tam olarak karşılığını vermez. Türkçedeki bir sözcüğün ya da deyimin de diğer dillerde karşılığını bulmakta zorlanırsın. Bu Arapçada da böyledir, diğer dillerde de.
  15. Sevan Nişanyan fena halde yanılıyor, yanıltıyor. http://tdkterim.gov.tr/bts/ 600.000'den fazla sözcüğün sadece yaklaşık %15'i yabancı kelime içeriyor. Ben konuşurken, yazarken hiç sıkıntı çekmiyorum. Gerektiğinde, zaten dil alışkanlığıyle yabancı sözcük de kullanıyorum. Dil devrimi yabancı kelimeyi yasaklamış değil. Sadece 1-2 sene denenmiş, eksikliği görülünce kullanımına devam edilmiş, sıkıntı kalmamış. Eski Osmanlıca kullanılmıyorsa gerek duyulmamasındandır.
  16. Ben dilde bir fakirlik görmüyorum. Ve dil devriminin gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Dilde fakirlik derken, kaybedilen nedir? Sözcük-deyim sıkıntısı mı yaşamaktasın?
  17. Yani "devrim yapılmasaydı, sorun olmazdı" diyorsun. Bu mantıkla 1908 Jöntürk devrimi de yapılmasaydı diye düşünülebilir. Çünkü 1908'den sonra sorun bitmedi. Gericilerin dertleri sorun oluyor da, ilericiliğin, çağdaşlığın, uygarlığın gereksinimleri sorun olmuyor mu? Onlar sorun çıkarmasın diye taviz verilecek ve geri kalmışlık batağında kalmaya devam edilecek öyle mi? İşte bu devrimcilikle tutuculuk-muhafazakarlık arasındaki farktır. Liberalliği katmıyorum, çünkü liberal düşünce bile bu denli tutucu değildir, onun da devrimci bir yanı vardır. Rusya, Çin örnekleri Türkiye'de yapılan devrimlere uymaz. Türkiye devrimlerinde başarılı olmuştur. Rusya, çin örneklerinde kültür devriminin sıkıntısı değil, ekonomik başarısızlıklar, sistemin yürütülememesi, bürokratik devletçilik sorunu vardır. Bu düşüncene karşı verilecek örnekler ise Avrupa'daki rönesans ve reform hareketleri, Fransız devrimi, Endüstri devrimi ve burjuva demokratik devrimleridir. Ve başarılı olunmuştur. Demek ki olabiliyormuş. Ancak yeterince evrimini tamamlayamamış konularda erken atılımda bulunmak geri tepebilir. Türkçe ezan bu konuda iyi bir örnektir. Çünkü din konusunda, anadilde ibadet konusunda toplumda bir ilerleme kaydedilmeden, topluma rağmen yapılan bu değişimler büyük sıkıntı oluşturduğu gibi yönetime ve devrimlere karşı olanların elini güçlendirmiş, taraftarlarını çoğaltmıştır. Tek başına bir Arapça ezan yasağı bile DP'yi iktidar yapmaya yetmiştir. Kürtlerin entegrasyonu ve dillerini-kültürlerini özgürce kullanıp geliştirebilmeleri yerine zaman zaman uygulanmaya çalışılan asimilasyon politikaları da bu yanlışlardan biridir. Ekonomik sistem, din ve etnik konularda yeterli gelişim ve evrim tamamlanmadan yukardan aşağıya yapılan devrimlerin başarı şansı çok düşüktür. Direnişlere, isyanlara sebep olup gereksiz kayıplar verdireceği gibi başarısız olunduğu takdirde, sonradan tekrar denenmesi-ele alınması zorlaşır, olanaksızlaşır. Örneğin başlangıçta 20-30 sene halkın eğitilip bilinçlendirilmesine, değişim yapılacak konuda aydınlatılmasına uğraşılmış olsa başarı şansı daha yüksek olabilirdi. Ama bunu yapmadan zorlamayla yapılan bir devrim başarısız olup da ters teptiğinde o 20-30 sene yerine belki de 100-150 sene kaybedilebilir. Eğer anlatmaya çalıştığın bu son 2 paragrafta anlattığım ise haklısın. Ama cumhuriyet gibi, hilafet, harf, dil, laiklik gibi konularda devrim için şartlar olgunlaşmış ve yeterli potansiyel mevcuttu. 1850'lerden itibaren gelen bir birikim vardı çünkü. Yani, tek başına Atatürk getirmedi bunları. Jöntürk mücadelesinin ve ardından doğan İttihatçı ve İtilafçıların da getirdiği birikimin ürünüdür. Cesaretli, kararlı bir lider gerektiriyordu ve Atatürk bu görevi başarıyla yerine getirdi.
  18. Astur'a bu noktada katılmakla birlikte Atatürk'ün bir bilim adamı değil, bir siyasi lider olduğunu belirterek dil ve tarih tezinin bilimsellikten öte siyasi amaçları olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Siyasi bir liderin de her konuda tam bilimsel olması mümkün değildir. Kafasında İslam'a uygun bir siyasi düzen olan lider, bunu gerçekleştirebilmek için sürekli İslam'a, müslümanlığa atıfta bulunur. Dini söylemleri ve bu yönde icraatlarıyla o düzenin önünü açmaya, toplumu da o düzeni benimseyecek bir zihniyete yönlendirmeye çalışır. Bu siyasetinde bilimi, bilimselliği önemsemediği gibi, İslam'ın bilimle uyuştuğunu, bilime ters olmadığını pompalar. Bilmemkim hazretlerinin yanıbaşında olduğu gibi bilimdışı gerekçeyle bir insanlık anıtını yıktırabilecek teşebbüslerde bile bulunabilir. Kafasında ümmetçi toplumdan ulus bilincine sahip topluma geçiş ve aşağılanmış bir ulusa yeniden özgüvenini kazandırma düşüncesi olan bir siyasi lider de, Türk dilinin ve Türk tarihinin yüceltilmesi, diğer dillerin ve tarihlerin tahakkümünden kurtulması için güneş dil teorisi ve Türk tarih tezi gibi bilimsel temelleri olmayan düşünceleri benimseyip destekleyebilir. Ama birinin zihniyeti uygulamada toplumun gelişiminde büyük yaralara sebebiyet verirken ve çağdışı kalmış düşünceleri topluma egemen kılarken, diğeri sadece dildeki yabancı kelimeleri temizler, kaybolan sözcükleri yeniden kullanıma kazandırır ve bu yönde yeni araştırmaların, çalışmaların önünü açar. Birinin bilimdışılığından asırlar boyunca kurtulunamazken, diğerinin bilimdışılığı sadece birkaç yıl sürer ama o birkaç yılda istenilen siyasi amaca ulaşılmış ve dil devrimi tamamlanmış olur.
  19. Yazdıklarımdan bağımsız adayların desteklenmemesi sonucu çıkartılmasın. "Yetmez ama evet" çiler destek veriyor diye örneğin bir Süreyya Önder'in suçu yok. Aynı şekilde Demirel destek veriyor diye CHP'nin eleştirilemeyeceği gibi. Ayrıca bağımsızlar arasında ayrım da yapmıyorum. İktidardan eksiltilecek her milletvekili ve mecliste AKP'nin kabul edilemez yasa tasarılarına direnecek her bağımsız benim için değerlidir. Tabi gerçekten bağımsız kalabildiği sürece. Örneğin yeni bir anayasa yapımında gerçek demokratik bir anayasa yapma mücadelesi vermek, AKP'nin-RTE'nin anayasası olmaması, halkın anayasası olması yönünde çaba sarfetmek son derece önemli. Bu konuda da bağımsızın hangi bloktan geldiği önemli değil. Örneğin İstanbul 3. bölgeden Ümit Ülgen de olabilir. Tanıdığım, İstanbul Makina Mühendisler Odası başkanlığını yapmış, demokrat ve sosyalist yapıda temiz bir insan. Ya da AKP karşıtlığının yanında ulusalcılığı önemseyenler, seçim bölgeleri uygunsa Tuncay Özkan'a, Çetin Doğan'a, Doğu Perinçek'e, Hulki Cevizoğlu'na oy verebilirler. Onlar arasından seçilecek olanlar, AKP'nin muhalif gazetecileri, aydınları, akademisyenleri susturma-sindirme ve toplumda korku imparatorluğu yaratma girişimlerine karşı keskin mücadele vereceklerdir.
  20. Şunları tanımıyor musun Peleuze: Ben bildiklerimi sayayım, diğerleri için de link vereyim merak ediyorsan araştırırsın: Adalet Ağaoğlu Oya Baydar Rony Marqulies Erol Katırcıoğlu Balçiçek İlter Aydın Engin Ayşe Günaysu Ayşe Hür Baskın Oran Halil Ergün Garo Paylan Hayko Bağdat Sami Evren Kerem Kabadayı Bahri Belen Çağatay Anadol Ümit Şahin Ali Nesin Yıldız Önen Necmiye Alpay http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1284111411&year=2010&month=09&day=10 http://www.yetmezamaevet.com/ http://www.odatv.com/n.php?n=o-heykel-yikilirsa-sizlerin-de-payi-olacak-1001111200
  21. Kandilli Rasathanesi, depremin büyüklüğünü 5,9 açıklarken Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının 5,7 olarak bildirmesi de ilginç.
  22. Peleuze, duyduğuma göre Cigi de deve gibiymiş. Sen bakma öyle yazdığına; Böyle ani öfkelenenler kin tutmaz. Buluşana kadar öfkesi geçecek, davetine icabet edene tahminimce güzel bir yemek ısmarlayacaktır.
  23. Sevgili Cigi; Bilimsel Felsefe'de absürdlüklerine hatta hakaretlerine tahammül ettiğimiz Cemozen karşısında Diriliş'i düşünüyorum da; "Vay haline Cemozen'in!" diyorum. İkisini Ateistforum'da karşı karşıya getireceksin. Bence tartıştıkları başlığın 5'er mesajlık ömrü olur. Başlık kilitlenir, ikisi de şutlanır.
  24. Peleuze; Cigi'nin yazısında "analarını satan" değil, vatanını satan var. Ama haklı, ben de benzerini yazdım. Çünkü vatan kavramını kabul etmeyenlerler bunlar. Bağımsızlık düşüncesini zırva bulanlar bunlar. Dolayısıyla bunlar için "vatanını satar" ifadesi pek rahatsız edici olmaz herhalde. Seni bilmem, ne düşünürsün. Yavşaklık ise, bu tipler ve yazıları için uygun nitelemedir. Yavşak, kaypaktır, kıvırtkandır, kanıtsız-belgesiz iddialarda bulunur ve çamur atar. Yavşak genelde demagoji yapar. Yapılanları abartır. Gerçekleri saptırır. Sürekli manipulasyona başvurur. Yavşak olmayan, adam gibi kalkar Kürt sorununu savunur, anadilde eğitimi savunur. Kafasına yatmayan, fikrine uymayan anayasa maddelerine karşı çıkar. Karşıysa İstiklal marşını eleştirir, andımız'ı eleştirir. Devletçiliğin-milliyetçiliğin kendince yanlışlarını yazar. Kalkıp da laikliğe, medeni yasalara, bilimi rehber almaya b.k atmaz. Dincilere, gericilere destek çıkmaz. Sen yazıdaki fikirleri savunuyorsun. Ama yavşaklığı görmüyorsun. Benim lafım o yavşaklığa, sana değil. "Yazıdaki demagojilere, yalanlara, isnatlara, ajitasyonlara, manipülasyonlara da katılıyorum, iyi yapmış" dersen ancak o zaman yavşaklık nitelemesini üstüne alınabilirsin.
  25. Tarih bilgisi vardır da, işine geldiği gibi çarpıtarak yazmış. "Ben bu vatanı bir kiraz ağacının gölgesine ve bir çift kadın memesine satarım" diye yazanın yazısına benziyor. "Vatan neymiş, bağımsızlık-yurtseverlik neymiş?" diyen zihniyetlerden başka türlü bir bakış açısı beklenmez. Destek verdikleri zihniyet, gün gelir kitapları-dergileri yasaklar, aydınları-yazarları zındana tıkar, laikliği kaldırır, ulemayı danışman yapar, berbat-tehlikeli dedikleri interneti-facebook'u kapatır, ucube diye heykelleri yıkar, resimleri yakar; bunlar yine boyun eğip destek verir ve bunu özgürlük olarak görür. Ama buna direnenler, yasaklara boyun eğmeyenlerinki özgürlük mücadelesi olarak görülmez. Tersine onlar Ergenekonculuktan, darbeleri savunmaktan hapislerde çürütülürken, bunlar da şakşakçılık ve jurnalcilik yaparlar.
×
×
  • Create New...