Jump to content

aynar

Members
  • İçerik sayısı

    82
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    4

Everything posted by aynar

  1. Ekşi Sözlük'teki şu 2 başlığa da mutlaka bir göz atın bence: tarih kitabı tavsiyeleri: https://eksisozluk.com/tarih-kitabi-tavsiyeleri--6298669 dünyayı kavramak için okunması gereken 10 kitap: https://eksisozluk.com/dunyayi-kavramak-icin-okunmasi-gereken-10-kitap--6622241
  2. 3 tane de siyasi tarih kitabı önerebilirim... En ünlü siyasi tarihçilerden biri, Prof. Dr. Fahir Armaoğlu'dur... Kendisi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin efsane hocalarındandır... O'nun "19. Yüzyıl Siyasi Tarihi" ve "20. Yüzyıl Siyasi Tarihi" isimli kitapları gerçekten çok sağlamdır... Belli bir dönemi ele almasına rağmen çok kalın iki kitaptır... Anlatımı da son derece akıcıdır. Olaylar ve devletler arasındaki ilişkileri çok güzel izah eder. Okuması basbayağı zevkli bir eserdir. Şu sayfada O'nun kitaplarını görebilirsiniz: https://www.kitapyurdu.com/yazar/prof-dr-fahir-armaoglu/1185.html Bir diğer ünlü siyasi tarihçi, Prof. Dr. Oral Sander'dir... 2 ciltten oluşan ''Siyasi Tarih'' isimli kitabı, en değerli kaynaklardandır. Ta İlk Çağlardan 1994'e kadar olan dönemi anlatır. Bu kitabın "özetinin" yapıldığı bir sayfa: http://politikaakademisi.org/2016/12/05/prof-dr-oral-sanderden-iki-ciltlik-siyasi-tarih/ Oral Sander'in bütün kitaplarını görmek için bakınız: https://www.kitapyurdu.com/yazar/oral-sander/8442.html Bir de tarihçi, akademisyen Dr. Rifat Uçarol'un 1560 sayfalık "Siyasi Tarih 1789-2014" isimli kitabı vardır, o da okunabilir...
  3. "...Oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman...” demiş ya Murathan Mungan… Ben de bu mısraları "okunacak ne çok kitap var ve ne kadar az zaman..." diyerek değiştirmek istiyorum... Demek istediğim şu ki, dünyayı anlamak için elbette çok okumak lazımdır ama ben şahsen bu işe vakit yetiştirebilmesini imkansız görüyorum... O kadar çok konu, disiplin, o kadar çok bilim (ilim) dalı ve onların alt dalları, kolları var ki... Mesela, sadece "politika bilimi" ile ilgili kitaplara ve internetteki yazılara bile yoğunlaşmaya karar verse insan, ve yıllarca da durmaksızın okusa, ancak tek bir alanda yeterli (tatminkâr) denebilecek bir seviyeye ulaşabilir... Kaldı ki, gene de okunması gereken kitap ve yazıyı sayıca çok da azaltamaz... (Not: Dünyanın en büyük kütüphanesi olan ABD Kongre Kütüphanesi'nde 38 milyon kitap, 70 milyon el yazması varmış) Bence, işi gücü olan ortalama bir vatandaş, değişik konularda ancak şöyle yüzeysel (üstünkörü) bilgiye sahip olabilir... Temel birtakım bilgilere sahip olabilir işte... Zaman (ve imkan) kıtlığından dolayı... Siz, "büyük bir dünya tarihi kitabı" tavsiyesi istemişsiniz... Bu konuda şu kitapları okumak faydalı olabilir bence: 1. William H. Mcneill'in "Dünya Tarihi" isimli kitabı. (887 sayfadır ve bu konuda ana kaynaklardan biri sayılır) 2. Clive Ponting'in "Dünya Tarihi" isimli kitabı. (İlber Ortaylı'nın da okunmasını önerdiği bir kitaptır) 3. John Morris Roberts'ın "Dünya Tarihi" isimli kitabı. (the times dergisi tarafından en iyi dünya tarihi kitabı olarak nitelendirilmiştir) 4. Susan Wise Bauer'in "Dünya Tarihi" isimli kitabı. (4 ciltlik) 5. Chris Brazier'in "Dünya Tarihi" isimli kitabı. 6. Ernst Hans Gombrich'in "Genç Okurlar İçin Kısa Bir Dünya Tarihi" isimli kitabı. 7. Alaeddin Şenel'in "Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi" isimli kitabı. (İlk 6 kitabın Türkçe çevirisi piyasada mevcuttur. 7. kitap zaten bir Türk akademisyene ait)
  4. Yaşanmış bir diyalog... Gazeteci: Mutlu musunuz? Charles de Gaulle: Ne sandın sen beni, salak mı? (charles de gaulle, eski fransız cumhurbaşkanıdır) Ernest Hemingway, "zeki insanlarda mutluluk, en ender rastladığım şey" diyor... (Hemingway, 61 yaşında tüfekle intihar etmiştir) Aşağıdaki linkte, "zeki insanların mutlu olamamasının altında yatan 6 sebep" irdelenmiş: 1. Her Şeyi Fazla Analiz Ederler 2. Yüksek Standartlara Sahiptirler 3. Kendilerine Karşı Katıdırlar 4. Daima Arayış İçerisindedirler 5. İletişim Eksikliği Çekerler 6. Bir Kısmı Psikolojik Sorunlara Sahiptir https://ceotudent.com/zeki-insanlarin-mutlu-olamamasinin-altinda-yatan-6-sebep
  5. Bence sanattaki üretim de bir toplumun ulaştığı zihinsel seviyeyi, yeterliliği gösteren bir işarettir. Ve maddî kalkınmayla da bir şekilde ilişkisi vardır. Wikipedia'da gezinirken sanatın bir dalı ile ilgili bir listeye rastladım, ve bunu görünce Batı'nın ekonomik ve askeri anlamda da Doğu'ya büyük üstünlük kurmasının kesinlikle bir tesadüf olmadığını düşündüm... Bakınız aşağıdaki liste, küçücük Hollanda'da yetişmiş ressamların bir listesidir. (büyük kısmı 17., 18. ve 19. yüzyılda) https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Dutch_painters
  6. Donald Trump resmen çıktı Tayyip'i tehdit etti, "senin mal varlığını, servetini araştıracağız, inceleyeceğiz, aklını başına al" diye aba altından sopa gösterdi. Yani "yurtdışındaki servetini biliyoruz, ifşa ederiz" diye imada bulundu... Herkese aslan kesilen Tayyip, gıkını çıkaramadı! Ağzını açamadı... Tek kelime edemedi... Kılıçdaroğlu zaten Tayyip'in yurtdışında milyarlarca parası olduğunu açıkça söylüyor. Tayyip'i de her fırsatta sıkıştırıyor. Niye çıkıp "Ey Trump, araştırmazsan namertsin. Benim bir korkum yok. Benim verilmeyecek hesabım yoktur" diyemedin? Niye rest çekemedin, kendine güvenen adam susar mı? diye soruyor... Tayyip buna da bir cevap veremiyor, kulağının üstüne yatıyor... Hakikaten de Tayyip'in mal varlığı şaibeli bir mevzudur... Trump'ın tehdidine karşılık ağzını bile açamaması ve Kılıçdaroğlu'nun defalarca yaptığı eleştiri ve çağrılara tatmin edici hiçbir cevap verememesi bile Tayyip hakkındaki şüpheleri artırmaktadır... Tayyip zaten 1990'da yaptığı bir konuşmasında "fakir çalmasını iyi beceremediği için fakirdir" diyerek kafa yapısını ele vermiş birisi... Türkiye'de gerçekten de özgür ve bağımsız bir medya olsaydı, bütün şüpheli işlerin üzerine cesurca gidebilseydi, iktidarın bütün kirli işleri daha kolay ortaya dökülebilirdi... Ama medyanın büyük kısmı maalesef iktidarın kontrolünde... Demokrasilerde medyanın halk adına denetim yapma fonksiyonu olması lazımdır ama Türkiye'deki çarpık sistemde medyanın büyük kısmı iktidarın güdümünde olduğu için birçok olayın üzeri örtbas ediliyor...
  7. Uğur Dündar'ı neden işin içine kattınız, gerçekten merak ettim... Uğur Dündar'ın karanlık, şaibeli birtakım işleri mi var? Ben kendisini dürüst bir gazeteci zannediyordum, yanılıyor muyum?
  8. İlginçtir, çok zeki ve çok ünlü bazı isimler de eğitim sistemini yeren laflar sarf etmişlerdir: Mesela Bertrand Russell'ın şu sözü meşhurdur: "İnsanlar cahil doğarlar, aptal değil. Eğitim, onları aptallaştırır." Albert Einstein'e atfedilen 2 tane söz var: "Eğitim, okulda öğrenilen her şeyi unuttuktan sonra arta kalan şeydir." "Merak duygusunun, resmî eğitim sistemine rağmen ölmemiş olması bir mucizedir." Mark Twain "Okulumun, eğitimimi engellemesine hiçbir zaman izin vermedim" derken, Winston Churchill de "Eğitimimi sekteye uğratan tek şey, okul oldu" demiş... Sigmund Freud, "Çocuğun ışıl ışıl zekâsı ile ortalama bir yetişkinin cılız zihniyeti arasında ne acı bir çelişki var!" derken öyle tahmin ediyorum ki eğitim sistemini eleştirmek istiyordu... Alexandre Dumas daha açık konuşarak, "Neden küçük çocuklar bu kadar akıllı da, yetişkinler bu kadar aptal? Bunu başaran, eğitim olsa gerek" demiş...
  9. Eleştirileriniz gayet yerinde... Ben de resmi eğitimin ya tümden hatalı, ya da eksik ve yetersiz olduğunu düşünüyorum. Mevcut sistemin tornasından geçen nesiller, insanda hayal kırıklığı yaratıyorlar. Ama en ideal sistem nasıl olmalıdır, okullarda tam olarak neler öğretilmelidir ve de neler öğretilmemelidir, o konuda kesin konuşmak için kendimi yetkin görmüyorum işin açıkçası. Sonuçta ben bir eğitimci, uzman ya da pedagog değilim... Ama bahsettiğiniz gibi, görgü kuralları, toplumsal davranış kuralları, hitap şekilleri, alet-edevat-makina kullanımı, trafik bilgisi vesaire öğretilebilir. Aslında öğretilebilecek konular sayısız gibidir ama öte yandan bir de zaman sorunu da vardır, çünkü her şeyi öğretmeye yetecek zaman da yoktur. Bu yüzden seçici olunmak zorundadır... Türkiye'de müfredatta yer alan "resim, müzik ve beden eğitimi" dersleri, konuluş amacına uygun bir şekilde layıkıyla işlenmiyor, doğru düzgün bir şey öğretilmiyor, bu 3 ders "dostlar alışverişte görsün" zihniyetiyle müfredata konulmuş gibidir sanki... Demişsiniz ki: "Eğitim sistemi adı altında devletler veya egemen sistemler kendilerine itaat edecek insan kitlelerini yaratmaya çalışmaktadırlar. Eğitim adı altında temel olarak egemen sistemlerin propaganda unsurları dayatılmaktadır." Bence devletler bu niyet ve amaçlarını zaten inkar bile etmiyorlar! Propagandayı hak görüyorlar ve bu haklarından feragat etmeye de yanaşmazlar... Öğrenciler daha küçüklükten itibaren itaatkâr hale getirilmezse veya kendi hallerine bırakılırlarsa, devleti uzun vadede yaşatamayız diye düşünüyorlar... Amerikalı yazar-gazeteci H. L. Mencken'in de buna benzer bir eleştirisi vardır. Şöyle demiş H. L. Mencken: "ABD'de ve dünyanın her yerinde eğitimin asıl amacı şudur: mümkün olduğunca fazla sayıda bireyi tehdit oluşturmayacak bir düzeyde tutmak, standartlaştırılmış bir vatandaşlık öğretisini yaymak, başkaldırı ve özgünlüğü öldürmek." Kadın yazar-şair Ellen Gilchrist'in, ideal eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili fikri ise şöyle: "Bir çocuğu eğitmek için tek yapmanız gereken, ona okumayı öğretmek ve sonra rahat bırakmaktır. Bundan ötesi, beyin yıkamaktır."
  10. Hayatımda felsefe ile ilgili okuduğum tek kitap, Prof. Dr. Nihat Keklik'in "Filozofların Özellikleri" isimli kitaptır... Çok küçük yaşta iken okumuştum ve diyebilirim ki o kitaptan aklımda kalan tek şey, Arthur Schopenhauer'a ait şu sözdür: "Beni endişelendirecek bir şey bulunmadığı zaman, sanki benden bir şey saklanıyormuş gibi endişeleniyorum." Bu söz, bana çok ilginç geldiği için yıllar geçse de unutmadım... Şimdi, sen tavsiye kitap istediğin için belki yardımcı olabilirim diye google'da arama yaptım... Öğrendiğime göre, Prof.Dr. Ahmet Arslan'ın "Felsefeye Giriş" adlı kitabı, ünlü ve değerli bir kaynakmış. Ders kitabı olarak da okutuluyormuş ve temel felsefeyi öğrenmek isteyenler için başucu kitabı niteliğinde bir esermiş... Ekşi Sözlük'te de 2 tane başlık buldum. Onlara da bakabilirsin: felsefe ile ilgilenenlere kitap tavsiyeleri: https://eksisozluk.com/felsefe-ile-ilgilenenlere-kitap-tavsiyeleri--6375128 okunması gereken felsefe kitapları veritabanı: https://eksisozluk.com/okunmasi-gereken-felsefe-kitaplari-veritabani--6168859 Felsefeyle ilgili şöyle kapsamlı bir websitesi de var: https://www.felsefe.gen.tr/ Google'da "temel felsefe kitapları" diye arama yaparsan, içinde çeşitli listelerin yer aldığı birçok site karşına çıkacaktır...
  11. Winston Churchill'in şöyle ince, veciz bir eleştirisi de vardır: "Demokrasinin aleyhindeki en güçlü argüman, ortalama bir seçmenle gireceğiniz 5 dakikalık bir diyalogdur." George Bernard Shaw ise belki de en güzel tanımı yapmıştır: "Demokrasi, hak ettiğimizden daha iyi yönetilmeyeceğimizi garanti eden sistemdir." John F. Kennedy, sistemin kusuruna vurgu yapar: "Demokrasilerde, bir seçmenin cehaleti, bütün halkın güvenliği için tehlikedir." William Ralph Inge, sistemdeki temel zaafa dikkat çeker: "Demokrasi, yalnızca, yönetimde girişilen bir deneydir ve oyları tartmak yerine oyları saymak gibi çok belirgin bir zaafı vardır." Benjamin Franklin, şöyle bir benzetme yaparak eleştirmiş: "Demokrasi, öğle yemeğinde ne yiyeceklerine karar vermek için oy kullanan 2 kurtla 1 kuzuya benzer. Özgürlük; oylamaya karşı çıkan, iyi donanmış kuzunun ta kendisidir." Lord Acton, sistemin yozlaşabileceğini söylüyor: "Demokrasinin kötü olan bir yönü, çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir." Jean Jacques Rousseau, şu sözünde bence çok haklıdır: "Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi, hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacaktır." Mustafa Kemal Atatürk de demokrasilerde halkın "denetleme ve hesap sorma" özelliğinden bahseder: "Demokrasi esasına müstenit hükümetlerde, hakimiyet, halka, halkın ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi, hakimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde olmayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyyetine temas etmektedir. Yöneticiler, iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Millete karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu biçimde milli iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar. Millet tarafından, millet adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar, gerektiğinde millete hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler."
  12. Demokrasinin, birçok kusuru olsa da, gene de "kötünün iyisi" (ehven-i şer) olduğuna dair bir görüş birliği vardır... Nitekim üstte kavak ve mantik da bu görüşte olduklarını yazmışlar... Winston Churchill'in de bu doğrultuda şöyle bir sözü olduğu söylenir: "Demokrasi en kötü yönetim biçimidir. Bugüne kadar denenmiş diğer tüm yönetim biçimleri hariç tutulursa!" Bu sözün aslını, tam halini araştırdım. Churchill, 11 Kasım 1947'de Avam Kamarası'nda yaptığı konuşmada tam olarak şu ifadeleri kullanmış: "Bu günah ve keder dünyasında birçok yönetim biçimi denenmiştir ve denenecektir de. Hiç kimse demokrasinin mükemmel ya da çok bilgece olduğu iddiasında değil. Gerçekten de, zaman zaman denenmiş olan diğer tüm yönetim biçimleri hariç, demokrasinin en kötü yönetim biçimi olduğu söylenegelmiştir."
  13. Demokrasiyi, "halkın kendi kendisini yönettiği" sistem olarak tarif ederler. Oysa pratikte, "halkın kendi kendisini yönettiğini sandığı" sistemdir.
  14. Charles de Montesquieu'nun bir sözü var... "Savaşlarla kurulmuş bir imparatorluk, kendini ancak savaşlarla koruyabilir" demiş... Osmanlı, savaş kazanabilecek kabiliyette kalmaya devam etseydi, yıkılışını önleyebilirdi, buna katılıyorum ama düşmanlarından bilgi bakımından geriye düşmeye başlamışken zaten nasıl savaş kazanabilirdi ki? Zaten benim bildiğim kadarıyla, 1711'deki Prut Savaşı'ndaki galibiyetten sonra Osmanlı bir daha savaş kazanamamıştır... Yani resmen yıkıldığı 1918 yılına kadar, 207 yıl boyunca zafer yüzü görememiştir... Benim kanaatime göre Osmanlı'nın en büyük hatası, okumaya, eğitime, bilime gerekli önemi vermemiş olmasıdır. Her şeyden önce, halkın büyük kısmını cahil bırakmayı tercih etmişlerdir, bunda bir sakınca görmemişlerdir. Sadece küçük, elit bir zümreyi eğitimin kapsamına almışlardır. Fakat onlara da işe yarar bir eğitim verememişlerdir. Çünkü eğitimden anladıkları şey, sadece "nakli ilimler" denilen dinsel bilgileri nesilden nesile papağan gibi aktarmaktır... Bunlar da işte hadis, tefsir, kıraat, kelam, fıkıh, tasavvuf gibi dogmatik, yeniliğe-değişime kapalı, yaratıcılık içermeyen, üretim potansiyeli taşımayan ilimlerdir... Bu "batağa" saplanmışlar ve bir daha çıkamamışlardır... Esas yapılması gereken ise hem eğitim-öğretimi tüm nüfusa, tabana yaymak hem de eğitimde mutlaka "pozitif bilim"lere değer, önem ve ağırlık vermekti... Pozitif bilimlerle neler başarılabileceğini görmek isteyenler, Batı'nın son 300 yılda nereden nereye gelmiş olduğuna bakarak öğrenebilirler... Bir devlet olarak insana yatırım yapmanın, zekaya, beyne yatırım yapmanın önemini de kavramış değildiler. Bakınız Mimar Sinan bugün dünyaca saygı gören bir büyük adamdır, cins kafadır... Sinan 1588'de öldü... Peki 1588'den sonra neden dünya tarafından bile saygı görebilecek 2. bir Sinan çıkartılamamıştır? Duraklama Dönemi'nin 1579 yılıyla başladığı kabul edilir... Yıkılana kadar 339 sene geçiyor... Bu 339 senelik süreçte herşeyden önce entelektüel-düşünsel-fikirsel anlamda büyük bir kısırlık, büyük bir çoraklık var... Büyük adam kıtlığı, seçkin beyin, cins kafa kıtlığı var... Bunun sebebini analiz etmek lazım... Batı'nın öne fırlamasının ve zihinsel anlamda sıçrama yapmasının arka planında 3 kritik gelişme var: 1) Rönesans 2) Reform 3) Aydınlanma Çağı... Osmanlı bu 3 aşamayı hepten ıskalamış, gelişmeleri kös kös uzaktan seyretmekle yetinmiş...
  15. aynar

    Komplo Teorileri

    İnternette, youtube'da gezinirken birçok komplo teorilerine rastlanıyor. Bu iddialarla ilgili lehte ya da aleyhte bir sürü yazı, video, doküman dolaşıyor... Bu konuları lehte ya da aleyhte ele alan bir sürü kitap da var... Diyebiliriz ki, koca bir "külliyat" birikmiş durumda komplo teorileriyle alakalı... Hemen her konuda üretilmiş sayısız teori bulunuyor ama ben şimdi bir çırpıda aklıma gelen bazılarını sıralarsam: 1. Dünyanın aslında düz olduğu 2. ABD'nin 1969 yılında aslında Ay'a gitmediği 3. 11 Eylül İkiz Kule saldırılarını ABD'nin kendi eliyle yaptığı 4. İlluminati diye çok güçlü ve gizli bir örgüt olduğu ve dünyayı yöneten asıl güç olduğu (Rothschild ve Rockefeller aileleri hakkındaki teoriler) 5. Dünyayı kontrol edenlerin her yere kasıtlı olarak "subliminal mesajlar" yerleştirdikleri 6. Reptilian denen acayip varlıkların olduğu, ünlü birçok ismin aslında insan değil de reptilian olduğu 7. Covid-19 virüsüyle ilgili birtakım teoriler (mesela kasten laboratuvarda üretildiği gibi) 8. Lozan Antlaşması'nın gizli maddelerinin olduğu, 2023'te bu anlaşmanın süresi bitince Türkiye'nin petrol çıkarmaya başlayacağı vesaire... Örnekleri çoğaltmak mümkün... Aslında forumda bu başlığı açmaya, şu aşağıdaki yazıyı okuduktan sonra karar verdim: http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/07/stanley-kubrick-zihin-kontrolu-ve.html Bu yazıda, 1999 yılında ünlü yönetmen Stanley Kubrick tarafından çekilmiş olan "Eyes Wide Shut" isimli film komplocu bir bakış açısıyla analiz ediliyor ve Kubrick'in bu filmi çekmekteki amacının "İlluminati'yle ilgili bazı sırları ifşa etmek" olduğu iddia ediliyor. Yazının, ikna edici bir yanı da yok değil hani!... Bu, "delillerle" süslenmiş ayrıntılı yazıyı okuyan birçok kişi, pekala anlatılanlardan etkilenebilir... Aşağıdaki videoda da, Yeşim Salkım isimli şarkıcının ciddi ciddi reptilianların varlığına inandığını görebilirsiniz. Güya ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris bir reptilianmış!... Daha başka saçma sapan şeyler de anlatıyor... Sosyolog olduğunu iddia ediyor bir de... Videonun altındaki yorumları okursanız, bir sürü kişinin Yeşim Salkım'ı destekler yönde yorum yaptığını görüyorsunuz. İnsanlardan destek görmesine hayretler içinde kaldım açıkçası!... https://www.youtube.com/watch?v=X7KRI8YUPbM Düşünün ki, bu kadın, bir ulusal tv kanalında (TGRT) program yaptırılan birisi... Dünyada birçok insanın komplo teorilerine (hatta direkt açık yalanlara) inanmaya meyilli olduğu görülüyor... Bu hikayelerin bayağı bir müşterisi var yani... Anadolu'da da mesela cahil AKP seçmeninin Lozan Antlaşması'yla ilgili saçma sapan yalanlara inandıklarını müşahede ediyoruz... Aklı başında gibi görünen insanların bile kanıttan yoksun birtakım iddiaların cazibesine kapılıp gittiği bir gerçek... "Büyük resmi" gördüğünü zanneden, oynanan oyunları çözdüğünü iddia eden tiplerle dolu ortalık... Sizin forum üyeleri olarak, komplo teorileri konusuna genel bakış açınız nasıldır? Temelde aklı ve bilimi referans alan ateist düşüncenin konuya "net ve açık" yaklaşımı nasıl olmalıdır? Vikipedi'deki ilgili madde, konuya bilimsel yaklaşmış: https://tr.wikipedia.org/wiki/Komplo_teorisi
  16. Anketlerde hep CHP'nin oyu en fazla % 25 olarak gösteriliyor... Sanki CHP % 25'e çakılı kalmış ve ne yaparsa yapsın oyunu hiç artıramazmış gibi bir önyargı herkesin kafasına yerleşti... Şimdi, en son yapılan 2 seçime baktığımızda, aslında CHP'nin oy artırma eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz... 2018'deki milletvekili seçiminde % 22 oy almışken, 1 yıl sonra yapılan 2019 yerel seçimlerinde il genel meclisinde % 28 oy almış... Yani, oyunu % 6 artırmış... 22'den 28'e çıkartmış... CHP'nin önümüzdeki seçimlerde bu % 28 oyunu koruması beklenir. Daha az oy alması için hiçbir sebep göremiyorum... Hatta % 28 olan oyunu, % 30'un üstüne çıkartabilmesi gerek... Sol oylar, 80'li yıllarda Türkiye'de % 30'u rahatlıkla geçebiliyormuş... 35 sene öncesine gidelim... 1987 milletvekili seçimlerinde, Erdal İnönü ve Bülent Ecevit'in partilerinin toplam oyu: % 33 1989 belediye seçimlerinde, Erdal İnönü ve Bülent Ecevit'in partilerinin toplam oyu: % 37 80'lerde, solun % 37 dahi alabildiğini görüyoruz... Tabii 80'lerden bu yana ülke nüfusunda ve seçmen sayısında çok büyük artış oldu. Ayrıca sağcı seçmen daha çok "ürüyor", yani sağ taban sol tabandan daha çok çocuk yapıyor... Sola oy veren bir kısım Kürt seçmen, kendi milliyetçi partisini kurup oraya yöneldi... Belki bunun gibi faktörler, o günden bugüne ülke nüfus yapısının sol tabanın aleyhine bozulmasında etkili olmuştur...
  17. Gerçekten de şaşırtıcı bir durum, bir paradoks var burada. Gençler arasında ateizm, deizm, agnostisizm yayılıyorsa (ki bir miktar yayıldığı konusunda herkes hemfikir), o zaman internette bunun etkilerinin daha belirgin olarak görülmesi lazım değil mi... Böyle olması gerektiği halde, aksine derin bir suskunluk, bir pasiflik, sinmişlik hali var. Ateistler (non-teistler) bir cemaat olmadığı, misyonerlik ruhu taşımadığı için belki de fikirlerini savunmayı, tartışmayı, yaymayı, propaganda etmeyi filan umursamıyorlar. Büyüyüp örgütlenmek gibi bir kaygıları yok. Kimseyi ikna etmek için vakit harcamak istemiyorlar. O yüzden sadece gündelik yaşamlarını devam ettirmekle meşguller, işlerine güçlerine bakıyorlar. Benim aklıma böyle bir gerekçe geliyor, tabii işin gerçeği nedir, tam bilemiyorum...
  18. Şimdi otobiyografilerden söz açılmışken... Bu tür kitaplara meraklı olanlar için ne tavsiye edebilirim diye şöyle biraz bakındım internette... "Kitapcafe" isimli websitesine göre, bugüne kadar yazılmış en iyi 10 otobiyografik kitap şunlarmış: 1. "Anne Frank'in Hatıra Defteri" (yazar: Anne Frank) 2. "Gece" (yazar: Elie Wiesel) 3. "Bir Özyaşam Gandhi" (yazar: Mahatma Gandhi) 4. "Malcolm X" (yazar: Malcolm X ve Alex Haley) 5. "Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim" (yazar: Maya Angelou) 6. "Her Şey Su İle Başladı" (yazar: Helen Keller) 7. "Angela'nın Külleri - Hatıralar" (yazar: Frank McCourt) 8. "Steve Jobs" (yazar: Walter Isaacson) 9. "Camdan Kale" (yazar: Jeanette Walls) 10. "Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman - Meraklı Bir Şahsiyetin Maceraları" (yazar: Richard P. Feynman) https://www.kitapcafe.com/simdiye-kadar-yazilmis-en-iyi-10-otobiyografik-kitap.html Bu kitaplardan yalnızca 4. sırada yer alan "Malcolm X" kitabını okumuşluğum var vakt-i zamanında... Gerçekten ilgi çekici-çalkantılı bir yaşamöyküsüne sahiptir Malcolm X... Kitabında da bazı zekice laflar yer aldığını hatırlıyorum... Biliyorsunuz, hırsızlık sebebiyle hapishaneye düştükten sonra müslüman olmaya karar vermiştir. 40 yaşında iken, kendisi gibi müslüman ve Afro-Amerikan olan fanatikler tarafından 21 Şubat 1965 tarihinde bir suikast sonucu öldürülmüştür... Bence biraz kafası karışık bir adamdır... Irkçılık ile müslümanlığı sentezlemeye çalışan tutarsız bir düşünce yapısı vardır... Müslüman oluşunda da esas olarak psikolojik sebeplerin ağır bastığını düşünüyorum... Küçük yaşta iken babasının ırkçı Ku Klux Klan örgütü üyelerince vahşice öldürülmesi ve sonra annesinin de bir akıl hastanesine kapatılması kendisinde ömür boyu etkisinde kalacağı bir travmaya neden olmuştur... Özellikle topluluk karşısında hitabet yeteneği olağanüstüdür... Belki başka koşullarda doğmuş, büyümüş olsaydı bambaşka bir adam olabilirmişti... Kitabında "Hayatımda beni büsbütün gafil avlamış bir durumla hiç karşılaşmadım" gibi bir lafı vardır... Çok tedbirli ve uyanık bir insan oluşunu kastediyor orada... Halbuki 1-2 yıl sonra bir konferans verirken çapraz ateşe tutulduğunda büsbütün gafil avlanmıştır. Katilleri, eskiden üyesi olduğu dinci örgütün adamlarıdır... 10. sıradaki Richard Feynman'ın kitabı da şimdi ilgimi çekti... Feynman hakkında tek bildiğim, çok ünlü, saygın bir bilim adamı olduğu, Nobel ödüllü bir fizikçi olduğu... Bir de tam bir bilim adamına yakışacak şöyle bir sözü vardır O'nun: "UFO'ları, dünyadışı varlıkların tanımlanamayan akılları biçiminde değil, dünyevî varlıkların tanımlanamayan akıldışılıkları olarak görmek çok daha doğru olur." 3. sıradaki Mahatma Gandhi'nin kitabı da okunmaya değer bir kitap gibi görünüyor... Bir milleti peşinden sürüklemiş olan Gandhi'nin sıradışı bir kafası, tarihte eşine az rastlanan "aşırı barışçıl" bir dünya görüşü vardır...
  19. Söylemek istediğini anladım... Haklı olabilirsin... Ama ilk iletimde de belirttiğim gibi, bu kitap bir "motivasyon kitabı" değil aslında... Kitabı Türkçeye çeviren Oya Çakır, kitabın orjinal ismini değiştirmiş ve biraz da sansasyonel (çarpıcı) olsun diye kitabın ismini "milyarder olma sanatı" şeklinde koymuş... Halbuki kitap sadece Iacocca'nın başarılı bir işadamı olarak hayat hikayesini, görüşlerini, tecrübelerini aktardığı bir kitap... Yoksa zengin olmanın, voliyi vurmanın, köşeyi dönmenin yollarını, sırlarını, inceliklerini filan anlatan bir kitap değil... Zaten zengin bir adamın hayatını okuyarak zengin olunamaz herhalde!... Hatta sadece kitap okuyarak zengin olunamaz... Bizde de mesela Vehbi Koç'un yıllarca sağ kolu olarak Koç Holding'de üst düzey yöneticilik yapmış olan Bernar Nahum, buna benzer bir kitap yazmıştır. O da hayat hikayesini anlatmıştır ki onun kitabı 40'lı, 50'li yıllarda Türkiye'deki iş dünyasını tanımak için de faydalıdır... Otobiyografik kitapları okumanın bir sakıncasının olduğunu zannetmiyorum. Tercih meselesi tabii, bazı kişiler otobiyografileri okumayı vakit kaybı (lüzumsuz) olarak görebilir veya bu tür kitaplar hiç ilgisini çekmeyebilir...
  20. Gelecek cumhurbaşkanlığı seçimi, hem iktidar hem muhalefet için son derece kritik öneme sahip... Yıllardır AKP'ye yalakalık yapıp duran Rasim Ozan Kütahyalı'nın geçen bir röportajda dediği gibi "bu seçim ya herro ya merro seçimi olacak. Çünkü kazanan her şeyi kazanacak. Kaybeden her şeyi kaybedecek" Tayyip (siyasal İslamcılar), 20 yılın sonunda bütün devlet kurumlarına, bütün bürokrasiye, bütün devlet aygıtına tam hakim oldular... Hele ki ordu ve yargıyı ele geçirdikten sonra zaten fiilen "parti devleti" denilen bir modele geçilmiş oldu Türkiye'de... Tayyip de düpedüz "tek adam" konumunda... Şimdi, bütün güç ve yetkiyi bir gecede öylece bırakıp gitmek çok zor gelecektir Tayyip'e ve çetesine... O yüzden ben seçim günü (veya seçim gecesi) AKP çetesinin bazı katakulliler, bazı numaralar, bazı dalavereler çevirebileceklerinden şüphe ediyorum... Hilesiz ve hurdasız, tertemiz bir seçim günü ve gecesi yaşanacağından çok şüpheliyim... Biliyorsunuz, ABD'deki son seçim bile çok olaylı, sorunlu geçti... Trump seçim sonuçlarına itiraz ederek "bu seçim hilelidir" dedi... Taraftarları, Kongre Binası'nı filan basmaya kalktılar... Şimdi ABD gibi bir ülkede bile kavgasız-dövüşsüz bir seçim yapılamıyorsa, seçim güvenliği ve oy sayım işleminde tartışma-ihtilaf çıkıyorsa, Türkiye'nin kaderini belirleyecek olan seçim pek öyle sağlıklı ve sessiz-sedasız yapılamaz gibi geliyor bana... Çünkü Kütahyalı'nın da dediği gibi "bu seçimde kazanan her şeyi kazanacak. Kaybeden her şeyi kaybedecek" 2019'da İstanbul'daki Belediye seçimini Ekrem İmamoğlu bileğinin hakkıyla kazanmasına rağmen, AKP'liler sonucu hazmedemediler ve uyduruk bir gerekçeyle Yüksek Seçim Kurulu'na seçimi iptal ettirdiler... Bunu da unutmayalım... Bütün gücün tek elde toplandığı bir parti-devletinde, iktidar değişikliğine yol açacak bir seçim, ölüm-kalım hüviyetine sahip bir seçim, başından sonuna ne kadar şeffaf, adil ve temiz olabilir?.. Josef Stalin'in meşhur sözü vardır: "Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemlidir"
  21. Lee Iacocca ile ilgili Youtube'da bir hayli video var. Bir tanesini buraya bırakayım:
  22. Kitaptan hoşuma giden bir bölümü alıntı yapayım: "Murray'ın küçük oyunlarından biri, müşteriye araba aldıktan bir ay sonra telefon edip, "Dostlarınız arabayı beğendiler mi?" diye sormaktı. Zekice bir buluştu bu. Müşteriye arabasından memnun olup olmadığını sorarsanız, arabada bir aksaklık olduğu kanısına varabilir. Oysa dostlarının ne dedikleri sorulunca, arabasından memnun olduğunu söylemek zorundadır." Bu bölümde Iacocca, bir otomobil bayisinin uyguladığı bir taktikten söz açıyor. Ve bir soruyu sorarken, soruş biçiminizin de önemli olduğunu belirtmek istiyor... Demek istiyor ki, siz bayi olarak arabayı sattığınız müşteriye telefon açıp "Arabadan memnun kaldınız mı?" diye sorarsanız, müşteri arabada aslında bir kusur olduğu için böyle sorduğunuz düşüncesine kapılıp olumsuz bir cevap vermeye meyilli olur. Onun yerine, "Dostlarınız arabayı beğendiler mi?" şeklinde sormanız durumunda, müşteri ister istemez olumlu cevap verecektir...
  23. Lee Iacocca'nın "Milyarder Olma Sanatı" ismiyle Türkçeye çevrilmiş otobiyografik kitabını tanıtayım... Bu eski kitap, bir şekilde benim elime geçti ve okudum. Ama sizler okumak isterseniz kitapçılarda bulabilir misiniz, internetten filan getirtmek mümkün müdür, orasını bilemiyorum... 2019 yılında 94 yaşında iken vefat eden Lee Iacocca, ABD'de otomotiv endüstrisinin ve iş dünyasının gelmiş geçmiş en ünlü ve başarılı isimlerinden birisidir... Önce Ford şirketinde, oradan ayrıldıktan sonra da Chrysler şirketinde uzun süre CEO'luk (icra kurulu başkanlığı) yapmıştır. Lee Iacocca, Ford'da çalışırken şirketin kurucusu ve sahibi Henry Ford'dan sonra şirketin 2 numaralı ismiydi. ABD'de 1964'te ilk kez piyasaya sürülen ve halk arasında efsaneleşen "Mustang" model otomobilin yaratım sürecindeki rolü sebebiyle kendisine "Mustang'ın babası" deniyordu. Sonradan Henry Ford'la arası açıldı ve Ford şirketinden kovuldu. O sıralarda iflas etmek üzere olan Chrysler şirketinin başına geçti. Uyguladığı başarılı politikalarla Chrysler'ı yeniden diriltti ve tekrar kâr eden bir firmaya dönüştürdü. Bu sefer de "Chrysler'ın kurtarıcısı" olarak anılmaya başlanmıştı. Iacocca, öylesine sükse yapmıştı ki 1980'lerde ismi ABD Başkan adaylığı için dahi geçmeye başlamıştı. 1984'te, hayatını anlattığı otobiyografik kitabı "Iacocca: An Autobiography" yayınlandı. Bu kitap, Oya Çakır tarafından "Milyarder Olma Sanatı" ismiyle Türkçeye çevrildi. Kitabın ismi herhalde sırf dikkat çekici olsun diye bu şekilde Türkçeye çevrilmiş olmalı... Çünkü kitabın kimseye milyarder olmak ile ilgili bir tüyo filan verme amacı yoktur. Sadece Iacocca, hayatını ve iş yaşamındaki deneyimlerini aktarmaktadır... Kitap, akıcı ve samimi bir üslupla yazılmış. Okunması bence faydalı bir kitaptır çünkü bir yandan çok başarılı bir işadamının hayat hikayesini, tecrübelerini okurken bir yandan da yöneticilik ve liderlik hakkında fikir sahibi oluyorsunuz... Lee Iacocca'nın şu özlü sözüyle iletimi bitiriyorum: "Kimse, yeni bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmayacak kadar bilgili olduğunu düşünmemelidir."
  24. Beceriksiz, işbilmez, art niyetli yöneticiler ve bilinçsiz, aklını çalıştırmayan bir halkın elinde bir ülkenin nasıl batacağının en güzel örneği olarak Venezuela karşımızda duruyor. Venezuela, dünyanın en fazla petrol rezervine sahip ülkesi... Düşünün ki, Suudi Arabistan'dan bile daha çok petrol yataklarına sahip... Ayrıca altın, demir, elmas, kömür, uranyum gibi madenler bakımından da ülke toprakları verimli... Ama gel gör ki, dünyanın en berbat, en aciz ekonomisine sahip ülkesi aynı zamanda... Dünya "sefalet" endeksi raporunda Venezuela 1. sırada yer alıyor. Yüksek enflasyonda şu anda dünya birincisi... Yıllık enflasyon % 5.500 gibi korkunç bir rakama bile çıktı... Asgari ücret, küçüle küçüle ayda 3 dolara kadar indi... Yoksulluk oranının, toplam nüfusun yüzde 94'üne yükseldiği söyleniyor... Çöküşü başlatan adam olan Hugo Chavez, % 56 oy ile devlet başkanı seçilmişti. Yani, halkın çoğunluğunun seçtiği bir adam, sonuçta ekonomiyi uçuruma sürükledi... O öldükten sonra onun yerine halkın seçtiği Nicolas Maduro'nun mesleği, otobüs şoförlüğüdür ve kendisi lise mezunudur. Venezuela, başkanlık sistemi ile yönetiliyor ve ülkede ciddi yolsuzluk iddiaları var... Bir halk, yönetim şeklini ve yöneticileri seçerken isabetli davranmazsa, yoksulluğu dibine kadar yaşayabilir. Varlık içinde bile yokluk çekebilir... Venezuela'nın durumu, ibret almak için harika bir örnek değil midir? Venezuela'nın elinde petrol gibi bir avantajı olduğu için ileride belki toparlayıp ayağa kalkabilir... Mümkündür... Türkiye'nin ise yeraltında doğal kaynakları olmadığı için işi her zaman zor...
  25. AKP yöneticileri, ülkede ciddi bir kriz olduğunu uzun süre kabul etmek istemediler. Hatta TÜİK'e sahte (düşük) enflasyon rakamları açıklattırdılar. Güya halktan saklamaya çalıştılar gerçekleri. Fakat artık mızrak çuvala sığmıyor... Artık kriz derinleşti ve hiç bir şekilde saklanamayacak bir boyuta ulaştı. AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan dün demiş ki: "Şu an krizimiz var, kabul ediyorum. Bir problemimiz var, kabul ediyorum. Bu bedeli beraber taşıyacağız milletimizle"
×
×
  • Create New...