Jump to content

mantik

Members
  • İçerik sayısı

    1.008
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    36

Everything posted by mantik

  1. mantik

    Merhaba

    Yeni gelen arkadaşlara tekrar merhaba demek istiyorum.
  2. mantik

    Yararlı Linkler

    evrensel-insan, Maksat ilk aşamada sadece izleyici çekmek elbette. Ama o izleyicilerin bir kısmı, zamanla buraların kullanıcısı haline de gelecektir. Tabi her canı isteyenin üyelik alıp abuk sabuk yazmaya başlaması riski konusunda söylediklerini anlıyorum. Ama işin aslı, pek çok kişinin, fazla birşey anlamadığı konularda fazla gevezelik yapmaya cesaret edeceğini zannetmiyorum. Kendisini yeterli görmeyenlerin çoğu, en azından bir süre, kenardan izlemekle yetinecektir. Biliyorum ki, bu forum ortamlarında, ilk mesajını yazmadan önce senelerce bu ortamları okuyan insanlar bile var. Ama tersi de olacaktır tabi. Ne dediğini bilmeden, ellerini sıvayıp, anlamadığı konularda olur olmaz, abuk sabuk yazanlar da çıkacaktır. Ama öyleleri her halukarda çıkmıyor mu? Onların önüne geçmek mümkün değil. Bizim konularımıza merakli kişilerin takip ettiği sitelerde yaptığımız tanıtımlar yoluyla burayı bulanların bir kısmı için de bu sorun geçerli olacaktır mesela. Onlarla başa çıkmanın tek yolu dikkatli ve sıkı bir moderasyondan geçiyor.
  3. Forum kategorilerini şimdilik daha fazla arttırmayı düşünmüyorum. Edit süresi kısıtlaması ve diğer konular daha sonra ilgilenilecek şeyler. Kısa zaman içinde halletmem gereken bir konu, moderatör seçimi. İlgilenen, vakit ayırabilecek ve önceden tanıyıp güvendiğim arkadaşlardan şimdilik bir ya da ikisine moderatörlük teklif etmem gerekecek. Site büyüyünce moderatör kadrosu da gerektiği şekilde büyür. Ama şimdilik bir kişi bile yeterli olur sanırım. Ben kendim sürekli sitenin moderasyonuyla falan ilgilenemem çünkü. Hatta sürekli yazabileceğimi falan da zannetmiyorum bu forumda. Şimdilik aktif olarak ilgileniyorum ama işler oturana kadar. Ondan sonrasının kendi kendine yürümesi lazım.
  4. Teşekkürler arkadaşlar. Konusu doğrudan dinler, ateizm, vs olmayan ortamlar da hedefimiz artık burada. Mesela ben turkish-media forumlarında tanıtım metni astım. Benzer başka popüler forum ortamlarında da tanıtım yapmalıyız. Mesela TurkForum.Gen.Tr var çok takip edilen. Ya da Turkforum.net var. Gezi, eğlence, sinema, sohbet, vs sitelerinden bile izleyici çekebilmeliyiz buraya.
  5. mantik

    Merhaba

    Tüm yeni arkadaşlara hoşgeldiniz diyorum. Umarım sayımız kısa zamanda çoğalır.
  6. mantik

    Yararlı Linkler

    Benzer başka popüler forum ortamlarında da tanıtım yapmalıyız. Mesela TurkForum.Gen.Tr var çok takip edilen. Ya da Turkforum.net var. Unutmayın, maksadımız sadece din karşıtı ve ateizm, vs siteleri ve onların kullanıcıları değil artık burada. Gezi, eğlence, sinema, sohbet, vs sitelerinden bile izleyici çekebilmeliyiz buraya.
  7. mantik

    Yararlı Linkler

    Ayrıca, turkish-media forumlarında tanıtım yaptım. Politika, bilim, bilim felsefesi ve din bölümleri vardı. Her birine kısa bir tanıtım metni içeren birer mesaj yapıştırdım. Ama web sitesi tanıtımları için ayrı bir bölümleri varmış meğer. Açtığım başlıklardan birini oraya taşımışlar, diğerlerini de silmişler. Bu kadarı da iyi tabi, oradan da gelen olacaktır bu durumda.
  8. mantik

    Yararlı Linkler

    Ateistplatform'da da girişim yaptım ama önce site tanıtımı için başlığı nerede açmamı uygun göreceklerini soran bir başlık açtım. Bu konularda benim bilmediğim bazı kuralları varsa çiğnemek istemem.
  9. ahmtsln, Sayfanın sol alt köşesinde skin'lerin seçilebileceği bir drop down menu var. Orada Blue Darkness mı seçili, Black Crystals mı? Baştan Blue Darkness default idi ve insanlar benzer şeylerden yakınmıştı (sayfa renkleri çok iç karartıcı, vs). Şimdi Black Crystals'ı default yaptım ve insanlar daha çok beğendi. Sizde hangisi seçili?
  10. David G. Myers'in bir yazisindan ceviri: Cevremdeki insanlar, 11 Eylul olaylarinin ardindan, New York Lotosundaki cekiliste 9-1-1 rakamlarinin cikmis olmasini saskinlikla karsiladi. Bu paranormal bir olay miydi? Tanri'dan bir isaret mi? Burada bir mesaj mi vardi? Bu ilk ilginc loto sonucu degil. Oregon'daki Columbian gazetesinin 3 Temmuz 2000'deki manseti soyledi: "Biz kazanan numaralari onceden bildiriyoruz!". Cunku 28 Haziran cekilisinde kazanan dort numara olan 6-8-5-5'i gazete onceden bildirmisti. Bu nasil olmustu? Isin asli, bu haberin cikmasindan bir gun once gazetenin bilgisayar sistemi bozulmustu. Hazirladiklari haber sayfasini kurtarmaya calisirlarken, yanlislikla Virginia lotosunun kazanan numaralarini yayinlamislardi, ki bu numaralar rastlanti eseri Oregon'daki bir sonraki cekiliste kazanacak numaralarla ayniydi. Hepimiz hayatimizda inanilmaz rastlantilarla karsi karsiya gelmisizdir. Hope College kutuphanesinde, kutuphane gorevlisine verdigim 6 rakamli kart numaram, kutuphanede o gorevliyle olan isini az once bitirmis olan kisinin sira numarasiyla tamamen ayni cikinca, kutuphane gorevlisi cok sasirmisti. Bu olayin hemen ardindan, kizim Laura Myers iki cift ayakkabi satin almisti ve ayakkabilarin birinin markasi "Laura" digerininki ise "Myers" idi. Ayrica, bazi inanilmaz rastlantilar vardir ki, biraz da incelemeyle, cok ilginc ve komik hikayeler haline donusurler. Ornegin unlu Lincoln- Kennedy benzerlikleri. (Iki isim de 7 harfli, 100 yil arayla secildiler, ikisi de Cuma gunu, esleriyle bir aradayken, birisi Ford tiyatrosunda, digeri ise Ford marka arabasinda suikaste kurban gittiler). Ayrica ilginc rastlantilar, bazen gazete haberlerine de konu olmustur. Ornegin Ingiltere'de (Flitcham'da) ikiz kizkardesler Loraine ve Levinia Christmas, Noel'de (Noel = Christmas) birbirlerine noel hediyesi vermek icin arabalariyla yola ciktiklarinda birbirleriyle carpistilar. Benim en sevdigim rastlanti ise su bilinen gercektir: Shakespeare'in 46 yasini doldurdugu yil piyasaya surulen Kral James incilinin Psalm 46'sindaki 46. sozcuk "Shake", ayni incilin sondan 46. sozcugu ise "Spear"dir. (Bu rastlantidan daha ilginci ise bana sorarsaniz birinin bunu farkedip not etmis olmasidir). Bu tuhaf rastlantilari nasil aciklamali? James Redfield'in Celestine kehanetinde dedigi gibi, bilincli olarak o sekilde gerceklestirilmis izlenimi veren bu tur ilginc rastlantilari yakindan mi izlemeliyiz? Bu olaylari yakindan izlemek bizleri ruhsal gerceklige mi yoneltecektir? Istatikciler, bu ilgincliklerin verdigi hazdan veya ruhsalligimizdan bizi soyutlamaya calismiyorlar, fakat rastlantilarin herhangi bir ruhsal anlam tasimadigi konusunda bizlere garanti veriyorlar. Matematikci John Allen Paulos, "Gercekte" diyor, "en inanilmaz rastlanti, hicbir rastlantinin olmamasi olurdu". Evelyn Marie Adams, New Jersey lotosunu ikinci kez kazandiginda, gazeteler, ayni kisinin, iki ayri cekiliste, birer bilet alarak iki cekilisi de kazanmasi ihtimalini 17 trilyonda 1 olarak veriyordu. Fakat istatistikciler (Stephen Samuels ve George McCabe), milyonlarca insanin loto bileti aldigi ABD'de, gunun birinde, bir yerde, bir insanin lotoyu ikinci defa kazanmasinin garanti oldugunu bildiriyordu. (Loto cekilisinin 1 milyar insani kapsayan ve yilda 2000 kez gerceklestirilen bir olay oldugu goz onune alinirsa, buna sasmamak gerek). "Hicbir tuhaf olayin olmadigi bir gun, gunlerin en tuhafi olurdu". Zihnimiz, rastlantisal verilerin dogasini anlamakta gucluk ceker. Ornegin borsa gibi bir olgu, rastlantisal dalgalanmalar yasar, fakat bizlerin baglanti ve benzerlik aramak uzere programlanmis beyinlerimiz, bu duruma bir aciklama ister. Pi sayisi gibi, virgulden sonraki hanelerinin rastlantisal oldugu bilinen bir sayi bile, baglanti gormek isteyen beyinlerimize ilginc bazi rastlantisal diziler sunar. Ornegin, Pi sayisinin icinde, dogum tarihinizi bulmaniz mumkundur. Yazarin dogum tarihi olan 9-20-42, Pi sayisinin 131,564'uncu hanesinde baslayarak yer alir. (Kendinizinkini bulmak icin www.angio.net/pi/piquery adresine bakabilirsiniz). Sonuc: Belli bir olay veya rastlantinin olusmasi cok kucuk bir ihtimaldir. Fakat, tanimlanmamis, ilginc bir olay veya rastlantinin olusma ihtimali yuzde yuzdur. Bu yuzden ilginc rastlantilar devamli not edilir, fakat hicbir zaman onceden tahmin edilemez. Bu yuzden Tanri'ya inananlarimiz bile, az olasilikli olaylari aciklamak icin Tanri'nin hikmetine veya medyumluga ihtiyac duymamalidir.
  11. Bu tur konularin (telepati, telekinezi, uzaktan algilama, gelecegi gorme, vs) bilim adamlari tarafindan hicbir zaman ciddiye alinmadigi ve bilim dunyasinda bu konulardan hep uzak duruldugu zannedilmesin. Gunumuzde durum elbette budur, ama durum bu noktaya gelene dek, bu konularin sarlatanlik veya kendini kandirma ornekleri olduguna ikna olmaya yetecek kadar veri toplanmis ve calisma yapilmistir. Ozellikle 20. yuzyilin belli bir doneminde, bu konular saygin bir bilim dali kabul edilmis ve pek cok universitede "parapsikoloji" enstituleri kurulmustur. Ozellikle Dr. Rhine'in enstitusunde bu konularda yapilan deneyler cok unludur. Ornegin zener kartlari ve bu kartlarla yapilan deneyler bu kurumda gerceklestirilmistir. Bazi orneklerde, olasilik kurallariyla aciklanmasi cok zor sonuclar alinmis ve dogru iz uzerinde olundugu ve ortada 5 duyuyla aciklanamayacak birseyler bulundugu ciddi ciddi uzun sure dusunulmustur. Fakat, bu tur sonuclarin hicbiri, bagimsiz gruplar tarafindan, baska kontrollu deney ortamlarinda tekrar edilememistir. Soguk fuzyon, nasil baskalari tarafindan tekrar edilemedigi icin sahte bilim kabul edilerek rafa kaldirildiysa, parapsikoloji de (soguk fuzyondan cok daha once), konuyla ilgilenen saygin bilim adamlari tarafindan rafa kaldirilmistir. Zaman icinde tum saygin universitelerdeki parapsikoloji enstituleri birer birer kapatilmistir. Ayrica, ornegin CIA de bir ara bu konulara el atmis ve duyu disi algilama (ESP) yetenegi oldugu iddia edilen medyumlari soguk savas doneminde Sovyet'lere karsi casusluk amaciyla kullanmak istemistir. Hatta bu konuya ve bu projeye milyonlarca dolar aktarmis ve aradan gecen belli bir surenin sonunda, ciddiye alinabilir bir sonuc elde edilemedigi icin projeyi terketmis ve kapatmistir. Bu tur sonuclar durup dururken ortaya cikmaz. Neden diger saygin bilim alanlarinin basina ayni sey gelmemistir? Ornegin sosyoloji diger temel bilimlerle kiyaslandiginda oldukca yeni bir alan sayilir. 19. yuzyilda ortaya cikmis ve ancak o donemden beri ciddi olarak bu alanda calismalar yapilmistir. Fakat o zamanlar universitelerde acilan sosyoloji kursuleri hala aciktir. Peki niye parapsikoloji kursuleri acik degildir? CIA'in bile el attigi ve milyonlarca dolar yatirdigi bir alanda, eger gercekten ciddi, ise yarar ve ikna edici sonuclar cikacak olsaydi, emin olun simdiye kadar coktan ortaya cikartilmis olurdu. O kadar cok insanin, o kadar buyuk fonlar ayirarak yaptigi calismalar, kolay kolay ortada gozden kacan nokta birakmaz. Bu calismalarin sonucunda ortaya cikmistir ki, bu hikayelerin cogu kulaktan kulaga oyununda oldugu gibi anlatildikca degisen ve guvenilir olmayan, insan psikolojisi ve insan zihninin aldanabilirligiyle ilgili yaniltici olgulardir. Bugun bilinmektedir ki, insan zihni "false memory", yani yanlis hafiza urunu ornekler uretebilmektedir. Ozellikle hipnoz gibi surecler yoluyla, insanlarin zihnine, aslinda gercekte baslarindan gecmemis olan, fakat kisinin basindan gectigini zannettigi anilar yerlestirilebilmektedir. Ayrica, insanlarin zaman zaman kendi uydurduklari seylere bile zaman icinde inanmaya basladiklari tespit edilmistir. Bin kere soylenen yalana artik soyleyen de inanir gibi sozler bosuna cikmaz. Insan zihni aldanmaya ve aldatmaya cok musaittir. Ozellikle de istedigini hatirlayip istedigini hatirlamamaya ve hatta hatirladiklarini zaman icinde kendi zihninde degisiklige ugratmaya, vs. cok musaittir. Bu yuzden "anlati"ya dayanan kanitlar bilimsel alanda guvenilir kanit yerine gecmez. Bunlara "anectodal evidence" denir. Yani hikayeye dayali kanit. Bunlar ciddi bilimsel kanitlar arasinda kabul edilmez. Hayalet gordugunu soyleyen birine, kafadan guvenilmez. Bu tur iddialar, eger iddia sahibi tarafindan, kanitlanabilecegi iddia edilen seylerse, bilim adamlari tarafindan da ciddiye alinir ve bu kisi ve iddiasi kontrollu deneylere ve testlere tabi tutulur. Zannetmeyin ki bu islerle ciddi olarak ilgilenecek bilim adami bulmak mumkun degil. Boyle bilim adamlari vardir. Elbette sayilari fazla degildir, cunku bu tur "pseudo science" (yalanci bilim) ornekleri, yeteri kadar elemeden gecmis, ve bilim dunyasinda kendilerine saygin yer edinemeyecekleri gosterilmis olgulardir. Fakat hala, ornegin ABD'deki "Skeptic Society" gibi kurumlar, bu tur normalotesi iddialarda bulunan kisilere bu iddilarini kanitlama imkani sunmaktadir. Ulkenin ve hatta dunyanin dort bir tarafina, bu tur normaldisi iddialarin, skeptiklerin kontrolu altindaki bir deney ortaminda sergilenmesi cagrisi ve talebi yapilmakta, fakat magazin basinindan tutun, baska pek cok ortamda, ozellikle de para getirecek ortamlarda boy gostermeye bayilan ve adlarindan cok soz ettiren bu sozde "medyum"lar, bu tur cagrilara kulak asmamakta, bunlari duymazdan gelmektedirler. Bu medyumlar, normal ustu yeneteklerini, cesitli cihazlar ve kontrollu deney ortamlari altinda test etmek isteyen bilim adamlarina yanasamamaktadirlar. Arada cikan tek tuk sarlatanlar ise, ya iddialarini yerine getirememekte, ya da sihirbazlarin yaptiklarina benzer illuzyon ornekleriyle sarlatanlik yapmaya calismakta ve yakalanmaktadirlar. Bu durumu ve bur tur seyleri cok fazla kisi bilmez. Bunlari ancak bu konularla bilimsel sekilde ilgilenen ve ilgili yayinlari takip edenler bilir. Bu tur "medyumluk" tarzi iddialara toplumda onemli bir kesim tarafindan inanilmasi, bu iddia sahiplerine ve bu tur seyleri duyurmakla gorevli basin mensubu kisilere daha fazla "para" getireceginden, bu tur iddialarin gercek olmadigina dair haberler haber niteligi dahi tasimaz ve basinda yer almaz. Nasil ki bir kopek bir adami isirirsa bu haber olmaz, fakat bir adam bir kopegi isirirsa haber olur, benzer sekilde, bu iddialarin gercek olmadigina dair ornekler haber niteligi bile tasimadigi dusunuldugunden kolay kolay halka bile duyurulmaz. Bir gazetecinin, sarlatan bir medyumun sucustu yakalandigi haberini duyurmak yerine, bir medyumun 11 Eylul olaylarini onceden haber verdigi turunde bir haberi duyurmayi tercih etmesi tahmin edilecegi gibi gayet dogaldir. Gunumuzun kapitalist ekonimik ortaminda, herkesin gozunu para burudugunden, para getirmeyecek seyler ne ilgi ceker, ne duyulur. Bilim ve bilimsel ugras ise sikicidir, monotondur, ilginc degildir ve para da getirmez. Fakat magazin turundeki, un ve sohret getirecek haberler, hem haber ve iddia sahibine, hem de bunu duyurana daha fazla ekonomik fayda getirir. Bu yuzden de bizlerin anlatmaktan dilimizde tur bitse de kimseyi ikna etmemize olanak yoktur. Insanlar her nedense bazi konularda saftir. Ve neredeyse inatla, bazi seylere inanmak isterler. Bunun icin de ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Zihnimiz de bize istedigimiz sonuclara ulasma ve istedigimiz seylere inanma konusunda bize cok fayda saglayacak pek cok aldatici psikolojik ozellikle donatilmis oldugundan, malesef bilimle ciddi olarak ilgilenmeyen kesimi, ozellikle de gunumuzde bazi gerceklere ikna etmeye olanak yoktur.
  12. İnsanlar pek çok konuya çok kolay inanma eğiliminde oluyor. Halbuki biraz düşünülse, toplumda yaygın olarak inanılan bazı şeylerin aslında ne derece olanak dışı olacağını kendileri de rahatça görebilirler. Mesela şu medyumlar, doğa üstü güçleri olduğu iddia edilen insanlar var. Bunlara inanan, hatta paralarını falan bu kişilere kaptıran da pek çok insan var. Halbuki biraz yakından incelenirse, bu tür iddiaların ne kadar komik olduğu ortaya çıkacaktır. Örneğin yıllar önce, medyumlukla ilgili, eğer medyumluk gerçek olsaydı ne olurdu konusunu işleyen mizahi bir yazı ile karşılaşmıştım. Onun türkçe tercümesini burada veriyorum: İnsanlar gerçekten başkalarının zihnini okuyabilseydi, neler olurdu? * Mahkemelere ve davalara ihtiyacimiz olmazdı, sadece "medyum" hakimler yeterli olurdu. * Öğretmen sınıfta olduğundan, sınavların bir anlamı olmazdı. * Bu durum yalan söyleme eylemini ve yalan dedektörlerine olan ihtiyacı ortadan kaldırırdı. * Erkekler, çıktıkları kızların yanında düşüncelerine çok dikkat etmek zorunda kalırlardı. * Bazı gençler, aileleriyle ciddi problemler yaşarlardı. Eğer insanlarda durugöru (uzaktaki bir yeri ya da olayı zihninde görme yeteneği) olsaydı, neler olurdu? * Bankamatik şifreleri ve kredi karti numaralari sakli kalamazdi. * Doktorların röntgen çekmeleri gerekmezdi. * Saklambaç oyunu populerliğini yitirirdi. * Üstsüz dans barları ve striptiz salonları iş yapmazdı. * Hamile kadınlar, çocuklarının erkek mi kız mı olduğunu anlamak için sonograma ihtiyaç duymazlardı. * Aldatan eşler, büyük problem yaşardı. * Kimse maçları TV'de seyretmezdi, çünkü sadece zihniyle oraya gidebilirdi. Eğer insanlar geleceği görebilseydi, ne olurdu? * Las Vegas ve tüm kumar oynanan yerler iflas ederdi. * Sayısal lotoyu her seferinde onbinlerce kişi tuttururdu. * Havayolu şirketleri "Medyumlara Dayalı Erken Uyarı Sistemi" geliştirirler ve duşecek uçakları daha baştan kaldırmazlardı. * Medyum evlilik danışmanları sayesinde, boşanma diye birşey tarihe karışırdı. * Borsa, medyumların kontrolü altında olurdu. Eğer medyumlar, gerçekten zihinleriyle metalleri bükebilselerdi, ne olurdu? * Düşman devletin medyumları, kendilerine saldıran savaş uçaklarının kanatlarını bükerlerdi. * Düşman medyumlar, kendilerine saldıran ordunun tanklarını zihinleriyle çalışmaz hale getirirlerdi. * Skeptik gruplar tarafından test edildiklerinde, bu medyumlar, metal cisme dokunmak zorunda kalmadan bükme işini yapabilirlerdi!
  13. Felsefede çok sorulmuş ve üzerinde çok düşünülmüş bir soru bu. Martin Heidegger'e göre bu felsefenin en temel problemidir. Hiçbirşeyin olmadığı bir durum hayal edilebilir mi? Dikkat ederseniz, bu tür bir sonuç çıkarabilmek için kullanmak durumunda kalacağınız herhangi bir gözlem bile bu durumunun geçersizliğini gösterecektir, çünkü ister istemez 'hiçbirşeyin olmaması' tespitini yapan bir gözlemci gerekecektir. Yani hiçbirşeyin olmaması durumunda bile bunu diyen bir gözlemci, yani birşeyler vardır. Hiçbirşeyin varolmaması durumu hayal dahi edilemez. Hiçbirşeyin olmaması durumunu en basit, en doğal durum olarak görmek istemiştir pek çok filozof, bu yüzden neden birşeyler olması gerektiği üzerinde kafa yormuşlardır. Halbuki, ilk anda doğal gelen bu bakış açısının tam tersini iddia eden fikirler de vardır. Örneğin, bir loto çekilişini düşünün. 6 milyon bilet olsun ortada. Bu biletlerden herhangi birinin kazanma olasılığı bir diğerine denktir. Fakat eğer boş dünya bu biletlerden sadece biriyse, diğer dünyaların tümü dolu dünyalar olmalıdır bu bakış açısına göre ve boş dünya olasılığı dramatik bir biçimde azalmaktadır. Peter van Inwagen'in (1996) önerdiği bu istatistiksel bakış açısı, durumu tam tersine çevirmekte ve asıl birşeylerin varolduğu dünya fikrini diğer duruma göre çok daha olası görmemiz gerektiğini ileri sürmektedir. Eski dönemlere bakarsak, örneğin rasyonalist filozof Leibniz, bu soru üzerine düşünürken, kendileri gerçekte varolmayan sanal varlıklar tanımlamış ve bu mümkün şeylerin gerçek şeyler haline gelebilmek için rekabet halinde olduklarını hayal etmiştir. Birşey, varolabilmek için başka şeylerle ne kadar rekabet etmek zorundaysa, kendisinin gerçek haline gelmesini engelleyecek başka bir şey tarafından engellenmesi de o kadar büyük olasılık olacaktır. Fakat bu bakış açısı, Leibniz'in kendisinin de gördüğü gibi, hiçbirşeyin varolmadığı veya varolmaması gerektiği fikrine götürür bizi. Bu yüzden Leibniz sormuştur, neden birşeyler var öyleyse diye. (Birşeylerin neden varolduğu konusunda kendi açıklaması muhtemelen Tanrı olacaktır bu konuda tabi). Felsefedeki materyalizm ve idealizm ayrımına aşina olanların göreceği gibi, Leibniz'inki idealist bir bakış açısıdır. Ve aslında bu tür bir bakış açısının yaratacağı düşünsel tuzağı çok güzel ortaya koymaktadır. Bazı filozoflar 'neden birşeyler var' sorusunun cevapsız olacağını düşünmektedir, çünkü birşeyin varlığını, varlıksal referanslar kullanmadan çıkarsamak gerekmektedir bu soruyu istenilen şekilde cevaplayabilmek için. David Hume, herşeyi toplu olarak belki açıklayamasak da, tek tek şeyleri açıklayabileceğimizi söyleyerek bu soruyu cevaplamanın imkansızlığına teselli olacak bir tespitte bulunmuştur. Bir empirist (ve materyalist) olan Hume, herhangi birşeyin varlığının sadece zihinsel muhakeme ile bulunamayacağını ortaya koymuştur. Rasyolanist filozoflar (ki idealisttirler) bu konuda cok daha iyimser olmuşlar ve pek çoğu örneğin Tanrı'nın varlığı için a priori kanıtlar önermeye çalışmışlardır. (Bu tür bir çabanın boşa kürek çekmek olacağı, çünkü sırf zihinde yapılan muhakemelerle Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışmanın, kedinin kendi kuyruğunu kovalamasına benzer bir şekilde, başladığı yere dönen ve baslangıçta içerdiği gizli kabulleri dönüp dolaşıp kanıt diye sunan döngüsel bir düşünce biçimi olacağı bugün çok daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. Bu tür bir varlık ile ilgili yargıya varabilmek için dıştan gelen veri kullanmak gerekmektedir). Yokluktan çıkarak varlığı açıklamak, varlıksal öğelere referansta bulunmadan varlığı açıklamaya çalışmak şeklinde paradoksal bir çaba olduğundan, genellikle içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Halbuki, yokluk durumunun dogal durum olarak kabul edilmediği bir bakış açısı benimsendiğinde, yani varlıktan başlandığında, (materyalist bakış açısı), evrende olan biten sadece varlıkların dinamik bir şekilde bir şeyden başka birşeye dönüşümü olarak görülecek, mutlak yokluk durumunu hayal etmenin imkansızlığı ile boğuşmak durumunda kalınmayacaktır. Dolayısıyla, yokluğu temel alıp, varlığı ondan türetmeye çalışmak ne şekilde yapılırsa yapılsın boş bir çabadır. Son olarak, neden birşeyler var sorusuna bir de modern fizik açısından bir cevap verelim. Fizikçi Victor J. Stenger'e göre, hiçbirşey olmaması yerine birşeylerin olmasının sebebi, hiçbirşey durumunun, yani mutlak boşluğun 'kararsız' olmasıdır. Parçacık fiziğinde iki çeşit parçacık tanımlıdır, fermion'lar ve boson'lar. Şu anki evrende boson'lar fermion'ların yaklaşık milyar katıdır. Big Bang'in başlangıcında fermion ve boson'ların eşit olduğu bir vakum hayal edebiliriz diyor kendisi. Nitekim, evrenin oluştuğu vakum eğer süpersimetrik ise, bu beklenen birşeydir zaten kendisine göre. Bildiğimiz evren, bu süpersimetrik yapının kırılması ile oluşmuş olmalıdır. Peki neden birşeyler vardır? Çünkü Stenger'e göre, birşeylerin varolması, daha doğal, daha kararlı bir durumdur ve daha olasıdır da onun için. Hatta bir hesaplamaya göre hiçbirşey durumuna göre birşey durumunun olasılığı iki kattan daha fazladır. Doğada bu durumun, yani, basit durumların kararsız oldukları için daha karmaşık durumlara dönüşme eğiliminin pek çok başka yerde de gözlendiğinden söz etmektedir Stenger. Örneğin kar taneleri örneğini vermektedir. Bildiğimiz kar kristalleri, kolay bozulan şeylerdir elbette ama bu daha çok bu kristallere evrenin geneline göre çok daha yüksek olan sıcaklıklarda tanık olduğumuz içindir. Ortam sıcaklığının buzun erime sıcaklığının çok daha altında olduğu durumlarda kar kristalleri bozulmadan kalacaklar ve yapılarını bozmak için enerji gerekecektir. Stenger'e göre bu örnek, pek çok basit sistemin kararsız olduğuna, ömürlerinin sınırlı olduğuna ve daha düşük enerjili kompleks yapılara doğru kendiliğinden faz dönüşümüne yatkın olduklarına dair bir örnektir. Evrenin kökeni ve Big Bang'in sebebine ait popüler teorilerden biri, Stenger'e göre, vakumun kendiliğinden daha düşük enerjili ve daha kompleks bir duruma faz dönüşümü gerçekleştirmesidir. Bu fizikte 'sponteneous phase transition' (kendiliğinden faz dönüşümü) denen ve bilinen bir kavramdır. Yani Stenger'e göre, hiçbirşey olmamasından ziyade birşeyler vardır, çünkü birşeylerin olma durumu daha kararlı, daha olası ve daha doğal bir durumdur. Hiçbirşeyin olmaması durumu ise her an simetri kırılımı yoluyla faz dönüşümüne açık, daha kararsız bir durumdur.
  14. Günümüz fiziğinde evrenin kökeniyle ilgili mevcut en popüler teori olan Big Bang (Büyük Patlama) teorisi her ne kadar evrenin başlangıç anı ve onun sebebiyle ilgilenmese de (daha çok sonrası ile ilgilenir), bu konuda kafa yoran fizikçiler arasında bu konuyu açıklamaya çalışanlar olmuştur. Bu açıkalamalardan en popüler olanlardan bir tanesi fizikte "simetri kırılımı" denen bir prensibe dayalı bir açıklamadır. Big Bang teorisine göre evrenin ilk 10 üzeri -43 saniyelik döneminde tüm kuvvetler birleşik durumaydı. 10 üzeri -35 inci saniyede GUT simetrisi bozuldu. 10 üzeri -32 inci saniyede 'inflation' (şişme) sona erdi ve 'strong' (kuvvetli) ve 'electroweak' (elektromanyetik kuvvet ile zayıf nükleer kuvvetin birleşimi) ayrıldı. 10 üzeri -12 inci saniyede zayıf kuvvet ile elektromanyetik kuvvet ayrıldı. Matematikte ve fizikte "Spontaneous Symmetry Breaking" (Kendiliğinden simetri kırılımı) diye bir kavram vardır. Bu kavramı anlatmak için bir tepenin üzerinde duran bir top örneği verilir. Top burada hareketsiz dururken simetriktir. Fakat kararlı değildir. Her an bir tarafa doğru yuvarlanabilir. Zaman içinde er ya da geç bu top şu veya bu tarafa yuvarlanacaktır. Yuvarlandığında ise, simetri bozulmus olacaktır, çünkü topun yuvarlandığı yön diğer tüm olası yönlerden ayırt edilmiş olacaktır. Işte Big Bang'in ortaya çıkışı bu tür bir şey gibi düşünülüyor. Boşluk kendi başına simetrik fakat kararsızdır. Kuantum teorisine göre boşlukta sürekli kuantum dalgalanmaları gerçekleşir. Arada bir atomaltı parçacıklar ortaya çıkıp kaybolur. Fizikte sanal parçacık diye de bir kavram vardır. Parçacıkların birbiriyle etkileşimleri Feynman diyagramı denen bir tür diagramla gösterilir. Örneğin elektron ve pozitron etkileşime girdiğinde, sanal bir parçacık olarak bir gluon salınır. Elektronlar etkileşime girdiğinde, foton salınır. Nükleon'lar etkileşime girdiğinde pion salınır, vs. Bunlar Feynman diagramında noktalı çizgi ile gösterilen sanal parçacıklardır. (Reel parçacıklar düz çizgi ile gösterilir). Boşluktaki kuantum dalgalanmalarına bu sanal parçacıkların ortaya çıkıp yok olmalarının sebep olduğu söylenir. (Bu parçacıklar çok kısa ömürlüdür). Fizikte 'CP-violation' denen bir etki sonucunda, boşlukta sanal parçacıklar ile sanal antiparçacıklar arasında bir dengesizlik oluşur ve ortaya fazlalık parçacıklar çıkar. Bunlar ise evrendeki görünür maddeye denk gelir. İşte Big Bang'in neden meydana gelmiş olabileceğine dair mevcut açıklamalarin biri, hatta belki en popüleri budur.
  15. Bu dinciler ne yaptığını zannediyor? Bunların döneminde demokrasi eridi, gittikçe de erimekte. Sansürler, yasaklar, internet yasakları, muhalif gazeteci ve yazarların polis ve yargı gücü kullanılarak taciz edilmesi, yargının bağımsızlığına gölge düşürülmesi (artık HSYK'yı ve yargı kurumlarını da ele geçirdiler), bu yolla kuvvetler ayrılığı prensibinin çiğnenmesi, ergenekon, balyoz, vs diye ithamlarla tüm muhalif politik güçlerin sindirilmesi, askerlerin, laik aydınların sudan sebeplerle hala tutuklu bulunması, vs bunlar sadece Türkiye'deki demokrasinin değil, aslında AKP'nin de altını oyan uygulamalar. AKP bundan sıyrılabileceğini mi düşünüyor? İlelebet iktidarda kalacaklarına ve kendilerinden hesap sorulmayacağına mı inanıyorlar? Laik güçler tekrar iktidara geldiğinde, tüm bu yapılanların hesabının sorulacağını görmüyorlar mı? Yoksa bazı kişilerin düşündüğü gibi teokratik bir diktatörlüğün mü peşindeler? İlkel pek çok ülkede gördüğümüz, seçimi kaybetseler bile iktidar koltuğunu bırakmak istemeyen ve ancak silah gücüyle yerlerinden edilebilen diktatörlüklere mi dönüştürmek istiyorlar Türkiye'yi? Bu diktatörlüklerin hepsi isyan edip başlarındaki baskıcı diktatörlerden kurtulmaya çalışırken, bizi onlara mı benzetmeye çalışıyor AKP? Ancak gitmeyeceklerine inananlar bu kadar haksızlığı bu kadar rahatça yapabilirler diye düşünüyorum çünkü. Halktan %40 oy almak yetmez. Halk nankördür. İktidar biraz daha yıpransın, başka alternatifleri eninde sonunda deneyecektir, denemek isteyecektir. Bu gerçekleştiğinde AKP ne yapacak peki? Tayyip Erdoğan'ın ve bütün kabinesinin mahkemelerde süründüğü ve büyük suçlarla itham edildiği günler geldiğinde ne yapacaklar? Ergenekon diyerek, Balyoz diyerek hayali düşmanlar yarattılar. Bunu da politik rakiplerini sindirmek için kullanıyorlar. Amerikalıların deyimiyle McCarthy'cilik yapıyorlar. ABD'de aynı şey zamanında 'komünizm' kullanılarak yapılmıştı. İnsanlar komünist oldukları ithamıyla ortada yeterli delil yokken, fol yok, yumurta yokken suçlamış, ifadeleri alınıp soruşturmuştu. Modern zamanların cadı avı da denebilir buna. AKP'nin yaptığı da aynı şey. Bu işin sonunu kendileri için iyi görmüyorum. Bu yaptıkları yanlarına kalmaz. Bunun hesabını ise asker ya da dış bir güç değil, bizzat halk sorar. Türk halkına cahil diyoruz, kime oy vereceklerini iyi seçemiyorlar diyoruz, vs ama bardağı taşıran uygulamaları görmeyecek ve hesabını sormayacak kadar kör olduğuna da inanmıyorum Türk halkının. En azından inanmak istemiyorum.
×
×
  • Create New...