Kovulmuş Üye

Aşağıdaki konu başlığında sada benzer bir durum incelenmiş. .

Bunu söylüyoruz ya , Meryem'in kutsal ruhu işte o adam. Romalı bir onbaşıydı diyorlar.

Türkiye'de aşağı yukarı her 25 yılda bir yolsuzluk ve hırsızlıklarla ülkenin ağzına sıçılıyor. Sonra hepimiz aynı gemideyiz haydi bu vatan bizim masalları ile topluca fatura ödeme seferberliği başlatılıyor. Elimi taşın altına koyarsam namerdim. Bu ülkeyi soyanlardan paralar fazlasıyla geri alınmadığı sürece çok beklersiniz. Çalışan enayidir. Ülkeyi mahveden pisliklerin faturasını ödemiş olursunuz. Biz olmadan onlar bir hiçtir. Akıllanın artık. Bu ülke bizden çok onlara lazımdır. Öyleyse kendileri kurtarsınlar ülkeyi de borcu da kendileri ödesinler. Çaldıklarıyla ödesinler. Yoksa çekip gitsinler. O zaman biz yine burada olurız.

Bunu bize değil Filistinlilere anlat. Bak İsrail gazzenin azına sıştı ama ne uçan kuşlar nede gökten inen melekler ne yer yarıldı ne deniz. Kutsal olan tek şey adalettir. Gerisi arap saçmalıklarıdır.

Bu hoşafların hepsi aynı emir komuta merkezine çalışıyor.

Çomar yine çomarlık yapar. Bu siyasetçiler de Paraları nereye götürüyorlarsa oranın ajandır. Şerefsiz Avrupa bu paraları nereden buldun diye sormuyorsa , Alpaslan lakaplı hüzeyin Feyzullah denen herif de avrupanın ajanıdır. Tıpkı Filistinli Yaser Arafat gibi. 10 milyar dolarlık Filistin vurgunundan sonra bile hala daha peşlerinden giden milyon enayi var. Tabiki Yaser denen dolandırıcının paraları yine Avrupa bankalarında. Normal şartlarda kaynağını açıklamadığın paraları ülkelerine almıyorlar. Ama o kural bizim için geçerli. 15 bin dolardan fazlasını açıklamak zorundasın. Ama işe bak ki herifler milyar dolar kaçırıyor ve iş adamı da değiller. Tıpkı Türkiye'deki dolandırıcılar gibi. Tabiki kapitalistler ve faşistler tarafından çok sevilir bu idlam. Dönen vurgunun haddi hesabı yok. Cennet var diyerek insanları donuna kadar soy. Geçmişte hüzeyin feyzullahın peşine takılan herkes şimdi sefil oldu. Çünkü hayatlarını çaldılar bir hiç uğruna. Tıpkı fetö başta olmak üzere bugünkü tüm tarikatlar gibi.

Tayyipi desteklemek karşılığında Amerika tarafından kendisine cumhurbaşkanlığı vaad edilmişti. Ardından AKP'nin kazığını yediğinde şantaj videosunun ardından felçli kaldı. Bu olayların üstü hemen örtüldü tabiki. Konuşulup fazla tartışılması istenmedi. Erenköy cemaatini hafife almamak gerek. Baykalın videosu çekilirken onunla yatan sekreterinin de bundan haberi vardı.

Ruh nedir sorusunun terim anlamıyla ilgileniyorum. Bunun yanıtını aramak için en basit ve etkili olan karşılaştırma yöntemini kullanacağım. Semitik bir ortadoğuluya köpekte ruh var mıdır diye sorduğunuzda, kesin olarak HAYIR diyecektir. Aynı semitik ortadoğuluya insanda ruh var mıdır diye sorduğunuzda kesin olarak EVET yanıtını verecektir. Bunu ona öğreten bilgi değil tamamen inancıdır. Peki biraz daha araştıralım , Köpek ile insanın arasındaki fark nedir? Konuşmak mı? Diyelim ki öyle, biz konuşabiliyoruz. Konuşmak ise beynimizin bir yeteneğidir. Öyleyse ruh denen şey beynimizmidir? Bir köpekle bizi farklı yapan şey düşünmek midir. Diyelim ki öyle. Düşünmek de beynin bir özelliğidir. Peki O zaman ruh nerede? Yani ruh denen şeye dayandırılan tüm özellikler bedenimize aittir. Gerçek budur. 1.5 milyon yıl önce insan türü beynini geliştirmeye başladığında diğer bedensel algıları da aynı oranda yavaş yavaş körelmeye başladı. 1.5 milyon yıl önce beynimiz bu kadar gelişmemişti ama burnumuz , kulağımız, dilimiz ve diğer algılarımız gelişmişti. Tıpkı bir köpek gibi , maymun gibi.. Bu durum eşit kollu teraziye benziyor. Aynı oranda tüm özelliklerimiz eşit kalmıyor. Bir taraf gelişirken diğer taraf köreliyor. İşte ruh denen şey de bu körelmiş olan duyguların kalıntısıdır. Aslında bedenin beyinden bağımsız olan içgüdüleridir. Yani bedenimizin zekasıdır. Beyinsel zeka gelişince bedensel zeka köreliyor. Hayvanla insan karşılaştırması yaptığımızda bu açık ve net olarak görülüyor. Bir köpeğin de beyinsel zekası düşük olmasına rağmen bedensel zekası çok yüksektir. Koku alma , ısı algılama, işitme gibi sezgileri bizden onbin kat daha yüksektir.

Dinler de evrim sürecinin bir parçasıdır. İnsan doğası gereği baş edemediği şeyleri inanarak halletme yoluna gitmiştir. İnanmak gerçekleri değiştirmediği halde sadece insana geçici bir rahatlama verdiği için tercih ediliyor. Bir tuğlanın portakal olduğuna inanmak zihni rahatlatır ama onu sana yedirmez. Aynen böyle, ölünce cennete gideceğine inanmak zihni rahatlatır ama onu sana yaşatmaz. Neye inanırsanız inanın , hiç sorun değil. Sorun olan şey inancınızı zorbalığa alet etmenizdir. Bunun için de siyaset ve ticareti araç olarak kullanmanızdır. İşte bu durumda başkalarına söz hakkı ve müdahale hakkı doğar. İslam şu anki haliyle baştan sona zorbalık , aldatmaca ve faşist öğretilerden ibarettir. Dolayısıyla başkalarına da söz hakkı doğar. Sen öyle inanıyorsun diye öyle olmuyor. İşte en basit örneği Filistin konusudur. İsrail allahın gözüne baka baka filistinin içinden geçti. Allah ise seyretti diyebilir miyiz. Daha geniş bir örnek , Zeus allahın yalanlarını bir bir ortaya çıkarttı. Zeusa inanan toplumlar kat kat ileri gittiler. Öyleyse Zeus allahtan büyüktür diyebiriz. Allah ise sözünde durmadı. Kendi peşinden sürüklediği hayatları sömürü düzeninin içinde öğüttü yok etti. Neyin karşılığında? Tabiki cenneeetin şapşiiik...hala anlamazmısınız. İnanmak gerçekleri değiştirmez. Bu nedenle dinlerin vaadleri hep öldükten sonraya aittir. Hepsi çöp.

Dünyada giderek artan gerginlik savaşlar ve buna bağlı olarak da açlık ve sefalet.. Bir bakıyoruz ki çoğunluk dindar ülkelerde. Ve önemli bir kısmı da müslümanlığın artış yaşandığı yerlerde. Demek ki felaketlere müslüman sayısının artması neden oluyor. Nerede bir müslüman var orada bir dram ve felaket var. Sebebini başka yerlerde aramak havanda su dövmektir.

O zatın düşüncesine göre 10 yılda bir konuştuğumuz dili unutup yeniden öğrenmemiz de gerekirdi. Ve bunun gibi bir çok şey.

Bahçeli şimdi de çıkmış kucaklaşmaktan bahsediyor. Yav seni kim kucaklasın git işine.

Erenköy Cemaati de tıpkı diğer yobaz tarikatları gibi kökeni nakşibendi tarikatına dayanır. Ancak cumhuriyet kurulup tekke ve zaviyeler kapandıktan sonra bu nakşibendi tehlikesi tam da geçmiş sayılmazdı. Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte ülkeden kovulan ihanet içindeki saraylıların dışında bir de ülke içinde kalmasına göz yumulan saraylılar vardı. İşte Erenköy mahallesi İstanbul Kadıköy ilçesinde saraylıların bir mesire yeri olarak o zamanlar pek bilinmiyordu. Erenköy , Osmanlı paşalarının yazlık köşklerinin bulunduğu elit bir semt idi. Dolayısı ile ülkede kalmasına göz yumulan saraylılar Erenköydeki köşklerinde yaşamaya devam ettiler. Bunlardan farklı olarak Kazım Karabekirinde köşkü oradaydı. Ve uzun yıllar Erenköy'de bulunan köşkünü yazlık olarak değil de kalıcı ikamet evi olarak kullandı. Tabiki kazım Karabekir Atatürk'ün silah arkadaşıydı. Yani hilafet ile bir bağı yoktu. Ancak Kazım Karabekirin dinci olduğu biliniyordu. Zaten kendisi de saklamıyordu. Bediüzzaman meczubunu da korumaya çalıştığı bazı dinci kaynaklarda geçmektedir. Bununla paralel olarak ülkede kalmasına izin verilen saray artıklarının da Cumhuriyete karşı öfkeleri bitmemişti. Üstelik tekkeler zaviyeler ve halifelik kaldırıldıktan sonra oldukça öfkeliydiler. İşte Kazım Karabekir ile saray artıklarının yolları burada birleşti. Ve Nakşi bendi öğretileri üzerine ERENKÖY CEMAATİ kuruldu. Diyebiliriz ki Erenköy Cemaati Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk paralel yapılanmasıdır. Bu cemaat öyle kenar köşe sığınmacılardan oluşmuyordu. Tam tersine ticaret medya din ve siyasette etkili isimleri aralarına almaya çalıştılar. İleryen zamanda amaçları için her kılığa girdiler. Gün geldi kendi aralarında kurdukları şantaj kadınlarını bile kullandılar. Siyasal İslam'ın ilk finansörleridirler. Bu cemaat 1960 dan sonra takiyye yaparak halkın içine çıkmaya başladı. İçki içerler , laik gibi görünürler , tesettürlü değillerdir. Şarkıcılar şovmenler arasında bile bu cemaatten çok kişi vardı. Ordu ve adliye içinde örgütlendiler. Bir ayakları da daima yurtdışındadır , genelde ingilterededirler. Gel zaman git zaman tabiki Erenköy merkez üssü olmaktan çıktı. Ama ilk kökleri orasıdır. Oradan başlayan serüven , hala devam etmektedir. Cumhuriyete öfkesi olanlara bakın , göreceksiniz.

Kuranı Türkçe okursanız orada sözde adaletli olan allahın bol bol nasıl katliam yaptığı , nasıl suçlu suçsuz ayırmadan topluca insanları yokettiği övüne övüne anlatılır. Ama onlar günahkardı...gibi zırvadan bir savunma duyarsınız. Günah dediğiniz ney biliyor musunuz? Sadece arapların allah dediği şeye inanmamaları. Bu kadar yani. Sırf seninle aynı dünya görüşüne sahip olmadı diye onlarca toplu katliam yaptığıyla övünen bir din olabilir mi? Şimdi İsrail aynısını Filistin'e yapmaktadır. Bütün müslüman dünyası allaha değil Amerikaya dönmüş yardım yada müdahale bekliyor. Filistinlilerin suçu nedir biliyor musunuz, sadece yahudi olmamalarıdır. Peki kuranda yahudiler niye lanetlenmiştir biliyor musunuz, sadece müslüman olmadıkları için. İşte böyle al birini vur ötekine.

Karl Marks yaşadığı çevreye göre doğru tespit yapmış. Ancak müslümanları da çok tanımadığı kesin. Tıpkı müslümanlar gibi Yahudiler de mağduriyet üzerinden planlama yaparlar. Ve tıpkı müslümanlar gibi bunu çok iyi probaganda aracına dönüştürürler. Yahudilik tarihi de firavun Musa hikayesindeki mağduriyet üzerine kurularak başlamıştır ve günümüze kadar da devam etmiştir. Tıpkı müslümanlar gibi , acıların çocuğu yetim öksüz itilmiş Muhammed algısı yapılmıştır. Yahudiler ve müslümanlar asla kendi sebep oldukları pislikleri söylemezler. Hatta içinde barındırdıkları kötülükleri de hep başkalarına atarak algı yaparlar İki dinin de kutsal denen kitaplarında katliam öğretileri ve övgüleri vardır.

İslam mağduriyet üreterek mağdurlar üzerinden servet devşiren bir kapitalist sistemdir. TRT belgeselde "büyük mücadele" adlı programda sürekli olarak dünyadaki açlık sefalet çeken insanlar gösterilmektedir. Bu tarz yayınları izlemenin oradaki insanlara hiçbir katkı sağlamadığı açıktır. Peki kime yararı var? Tabiki zenginlere , Müslüman baronlara , Müslüman burjuvaya katkısı vardır. Program boyunca sefalet içinde yaşayan insanların "şükür , sabır , elhamdülillah, hamdolsun" gibi sözlerini ön planda duyarsınız. Nijerya'da bir çöplükte çalışan Süleyman adlı kişinin hem işinden şikayet ettiğini hemde çok şükür dediğini duyarsınız. Şikayeti başkasıma şükürü ise allaha yapmaları , İslam'ın ne denli sömürgeci olduğunun ispatıdır. Belgeselde çöplükte çalışan adamın erken yaşta evlendiğini ve beş çocuğu olduğunu ama şükrettiğini duyarsınız. İşte İslam'ın gerçek beş şartı " Beş çocuk, sabır ,şükür , itaat ve hizmettir" Neden dünyanın en zengin Müslümanlarının yada yöneticilerinin hakkında belgesel yapılmaz ki? Siz halinize şükredin diye , isyan etmeyin diye , itaatkar olun diye , şikayet etmeden hizmet edin diye hep fakirlerin belgeselleri yayınlanır. Örneğin bir kaç solcu TV de tam tersi programlar hazırlasa ne olur? Türkiye'deki çirkin zengin olmuş İslamcıların yaşantılarını konu alan ve her akşam yayınlanan bir belgesel olsa kötü mü olur? Aaaaa tabi ya , kendileri de aynı sistemden besleniyorlarsa yapmazlar. Aynı TV kanalında 100 bin TL maaş alan da var , stajer ayağına aylık 4000 TL ye çalıştırılan da var. Akpli yandaşların yaptıkları bu fakirlik , mağduriyet edebiyatı üzerinden ne kadar çıkar sağlanıyor kimbilir? Şimdi sırada et bayramı var. Bak sen nasıl mağduriyet ve merhamet edebiyatı yaparak ne paralar toplanacak.

Kur'an yüzde doksan Tevrat ve yahudilikten kopyadır. Tevrat ise sümer , mısır , Babil , Asur masallarından alıntı bir derlemedir. Bu durumda İslam eşittir Yahudilik diyebiliriz. Yahudiliğin mezheplerinden biri islamdır diyebiliriz. Yahudiler eylem ve amaç bakımından müslümanlar ile aynı şeyi savunurlar. Biri diğerinden üstün değildir.

Öğretmen atamalarında %50 ilahiyet kökenli seçim yapılıyormuş. Özellikle de sınıf öğretmenliğinde. Eğitimin kalitesinin neden düştüğü ortaya çıktı sayılır. Öğretmenlik de itibar edilmeyen bir meslek halini aldı. İşte sebebi belli. Liyakatsiz kadrolar. Mucizelere , Büyülere , cinlere meleklere , şeytana inanan , bilimi reddeden , çıkarcı , secde etmeyi üstünlük gören , hayal ürünü masallardan başka hiçbir şey üretemeyen bir anlayışın itibarlı olması beklenemez. Bu zihniyetin eğittiği çocukların da nitelikli olduğunu söylemek imlansızdır. Yani tencere kapak ikişkisi, yada etki tepki prensibi. Yine doğa kanunları üstün geldi.

İsrail ateşkesi reddetti, kazanan tarafın ateşkese uyması zaten düşünülemez. Gazzeyi yerleşim yerine döndürüp sonra ateşkes isteyebilir. Normal olan da bu.

https://evrimagaci.org/dev-bal-mantari-yasayan-en-buyuk-organizma-bir-balina-degil-bir-mantar-7876 Evrim ağacı adlı bilim ve teknoloji internet sitesindeki haberden alıntıdır. Yaşayan en büyük canlı" dendiğinde akla dinozorlar veya gerçekten de bugüne kadar yeryüzünde yaşamış en büyük hayvan olan mavi balinalar gelebilir. Ancak "canlı" dediğimiz varlık kümesi, "hayvan"lardan ibaret değildir - ve yaşayan en büyük canlı, bir hayvan da değildir. Mantarlar (Fungi) sınıfındandır! ABD'nin Oregon eyaletindeki Prairie City'de bulunan Ranger bölgesindeki bir ormanda yürüdüğünüzü düşünün. Yaşayan en büyük canlı, bu ormanda yaşamaktadır! Dev ağaçların arasında dolanırken, "Bu ağaçlardan biri acaba aradığımız dev canlı olabilir mi?" diye düşünüp, kafanızı yukarı kaldırarak büyük cüsselerini süzebilirsiniz. Ama ilk hatayı, yukarı bakarak yaptınız - zira yeryüzünde yaşadığı tespit edilen en büyük canlı, tam da ayaklarınızın altında yaşıyor. Şaşırdınız mı? Aslında tüm orman, onun üstüne kurulu.

Ağacı lesmeden yaşını bulmak için yerden 140 cm yükseklikten gövde kalınlığını ölç. Örneğin 120 cm çıktı. Bu kalınlıktan yarı çapı hesapla. 2πr=Çap formülünden . Sonra bulunan yarıçap 20cm diyelim ki. Bu çaptan kabuk kalınlığı olan ortalama 1cm çıkart. 19 cm kaldı. Sonra bölgedeki devrilmiş yada kesilmiş benzer bir ağacın halka cizgilerini sayarak ölç. Örneğin 20 cm de 20 çizgi var. Ortalama halka genişliği 1cm diyelim. Bu sayıyı yarıçapını ölçtüğün diğer ağaçlara uygula . Yarıçapını 19 bulduysak , bu ağaç en az 19 yaşındadır. Diyebiliriz. Büyüme oranı aynı bölgedeki ağaçlar için geçerlidir. Her bölge ağacı için değişebilir.

İslamfobi lafını uyduran ben değilim İslamcılardır. Ben onların lafına göre yorum yapıyorum. İslam gerçekte de korkulması gereken bir dindir. Başka düşünceleri aşağılama , tehdit şantaj , ayrımcılık , cinayete azmettirme , dolandırıcılık, ırkçılık ve savaş çığırtkanlığı gibi onlarca suça insanları teşvik eder. Sonra da kalkıp kendilerini sevgi merhamet dini diye reklam ederler. Üstelik kendilerinde olan tüm suçları başkalarına atarlar. Bir de iftiracıdırlar. Müslüman olmayanlara cahil , ahmak gibi laflar ederek aşağılama yapar. Müslüman olmayanları cehennemde yakacağını ve dünyada da sefil edeceğini çekinmeden ilan ederek tehdit eder. Müslümanlık için para harcamayanların cennete gidemeyeceğini söyleyerek şantaj yapar. İnsanları düşüncelerine göre sınıflandırıp kendi rızaları dışında farklı muameleye tabi tutarak ayrımcılık yapar. Kâfir diye sınıflandırdığı kişilere karşı ölüm tehditleri savurarak cinayete azmettirir. Biçok gerçek dışı safsataları kesin gerçek olarak iddia edip insanları dolandırmaya kalkar. Araplığı arapçılığı ve Haşimi sülalesini üstün tutarak ırkçılık yapar. Topluca düşman ilan ettiği milletlere karşı sürekli olarak savaşılması gerektiğini dikte ederek savaş çığırtkanlığı yapar. Ve karşı tarafı da suça tahrik eder. Kuranı okuyun bu maddelerle ilgili yüzlerce cümle bulacaksınız. Şimdi böyle bir dinin insanlık mavallarına kimse inanmaz. Dolayısı ile islam korkusu en doğal bir şeydir. Bana inanmazsan seni öldüreceğim diyen birinin merhamet lafları boşunadır. Ayrıca dünyada hangi canlıyı tehdit ederseniz edin size saldırır. İşte İslam böyle bir dindir. Önce tehdit eder karşı tarafı tahrik edip kendine saldırtır. Sonrada Filistin'de olduğu gibi mağdur ayağına yatar. Bir kediyi bile tahrik ederseniz size saldırır. Bu durumda kedi değil azmettiren suçlu olmaz mı. Bir topuluğa karşı; hepinizi bana itaate davet ediyorum kabul etmezseniz sizi öldürene kadar savaşırım , ben yapamazsam allah putu sonsuz cehennemde diri diri yakarak işkenceler ile intikamımı alacak. Derseniz , o toplumu kışkırtmış olursunuz. İşte İslam'ın yaptığı da bu.

Tek bir açıklaması var , adil yaşam koşulları altında çalışıyorlar. Asgari ücret 280 dolar ama sosyal destek ve iş garantileri var. Hırsızlık yapan politikacı yok. On milyonluk araçlara binip , malikanelerde yaşayıp da halka Kemalizm , dincilik satmıyorlar. Halk ise çalıştığının karşılığını aldığı için mutlu yaşıyor. Ortalama yaşam 78 ' e çıkmış. Emlak kartelleri yok, rantçılık yok. Çiiftçi de , mühendis de çalıştığının karşılığını alıyor. En önemlisi yasa yapıcılar kendileri yasalara uyuyor. Cezalar herkesi kapsıyor , torpilli siyasiler yok. Yani özetle ülkelerini müslümanlar ve sahtekarlar için yaşanmaz hale getirmişler.

Bir de ters algının babası var bu ülkede. O da şu, CHP kurduğu paravan partiler ile sanki iktidarda başkası varmış gibi ülke yönetiyor. Şuan AKP'nin MHP'nin yaptıkları tamamıyle CHP'nin onayı ve rızası iledir. CHP uzaktan kafa sallıyor , evet yada hayır şeklinde onay veriyor. Akp MHP de ona göre yürüyor. İnanmak zor değil mi. Bununla ilgili MHP'nin geçmişi kökenleri hep CHP parti politkasına dayanır.

Çin'de yaşam şartları Türkiye'den daha iyi , haberiniz olsun. Üniversite mezunları orada Türkiye'den çok daha fazla maaş alıyorlar. Ama hak ediyorlar. Çünkü nitelikli insan yetiştiriyor Bizdeki üniversite mezunları patronun emrindeki lüks hizmetkarlar olmaktan öte geçemediler. Bu kadar eziklik Çin'de bile yok. Olsun şükredin yine , sabredin. Çünkü Somali'de açlıktan ölenler de var. Hindistan'da Pakistan'da sokakta yaşayan insanlar da var. Perudaki kartel çetelerinin eline düşen kadınlar da var. Mafyalara kendini satanlar da var. Bunlar Türkiye'de yok , Siz yine iyisiniz halinize şükredin.