Jump to content

Emre_1974tr

Members
  • İçerik sayısı

    397
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    4

Everything posted by Emre_1974tr

  1. Ve böylece Kutsal Kuran köleliğin kesinlikle yasak olduğunu bildirerek piyasadaki sahte İncilleri ve sahte Tevrat'ı bir kez daha düzeltmiş olur. Çünkü bilindiği üzere sahte İncillerde kölelik serbesttir ve hatta bazı durumlarda emredilir. Ama Tanrı Kuran ayetlerinde köle edinmenin ve kula köle olmanın yasak/haram olduğunu belirterek işin doğrusunu bize tekrar anlatıyor.
  2. Bu esere Yaratılış Oratoryosu demek daha doğru olacaktır. Çünkü senfoni daha çok enstrümantaldir.
  3. Bu çok eski yazımda söylediklerime şunu da ilave edeyim; Ayetlerde bahsedilen köle azat etme, daha çok Müslüman olmayanların kölelerini serbest bırakma olayıdır. Yoksa bir Müslüman zaten köle edinemez veya kendisi kula köle olamaz. Gösterdiğim üzere kölelik kesinlikle yasaktır, haramdır. Selam
  4. Ayetler ışığında ruhçuluğun durumunu ve içyüzünü anlattığımız videomuz:
  5. Bir de kölelik konusu sürekli sorulup duruluyor. Gerçi bazı yazarlar bu konuda gerekli açıklamaları yapmışlar ama ben de değineyim dedim. Kuran köleliği yasaklayıp insanların eşit olduğunu bildirmiştir. Kuran`da belirtildiği üzere peygamberlerin bile köle edinme yetkisi yoktur. Allah`ın dışında, yani yaratılmış bir şeye kulluk-kölelik en büyük günahlardandır: Zümer 29. ALLAH, çelişen ortaklara sahip bir adam ile bir tek kişiye bağlı olan adamın örneğini verir. Bu ikisinin durumu hiç eşit olur mu? Övgü ALLAH`adır. Ancak çokları bilmez. (İnsanın tek bir efendisi vardır o da Rabbimiz. Yüce Yaratan`dan başka bir kimseye kulluk-kölelik şirktir ve bu ayette de yalnız Allah`a kul olan ile, yaratılmışlara da kul olanlar bir örnekle karşılaştırılıyor. Ve bu ikisinin aynı olmadığı belirtiliyor. ) Din bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih`i ALLAH`tan sonra rabler (efendiler) edindiler. Oysa, yalnız tek Tanrı`ya kulluk etmekle emredilmişlerdi. O`ndan başka tanrı yoktur. O, eş koştukları kimselerden de çok Yücedir. (9: 31) De ki: `Kitaplılar! Bizimle sizin aranızda aynı olan bir ilkeye geliniz: ALLAH`tan başkasına kulluk etmeyelim ve O`na hiç bir şeyi ortak koşmayalım, birimiz diğerini ALLAH`tan sonra rabler edinmesin. ` Kabul etmezlerse, `şahit olun, biz müslümanlarız! deyin. (3: 64) Ali İmran Suresi 79. Ayet: Allah`ın kendisine kitap, bilgi ve peygamberlik vermiş olduğu hiçbir kişinin kalkıp da insanlara: "Allah`a değil bana kul olun" diyebilme yetkisi yoktur. Ancak: "Kitabı öğretmekte ve ders alıp vermekte olmanız sebebiyle Allah yolunun erleri olunuz!" der. Hud Suresi 2. Ayet: şöyle ki, Allah`tan başkasına kul olmayın! Ben size O`nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim! Enbiya Suresi 98. Ayet: " Siz ve Allah`ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz. " İslam dininden sonra hiçbir Müslüman köle edinememiştir(Kuran`daki gerçek İslam’ın uygulandığı dönemler). Ama cahiliye döneminden kalma kölelerin bırakılması adım adım olmuştur. Ayetler en ufak bir şeyde eldeki kölelerin serbest bırakılmasını, onlara maddi yardım yapılmasını ve çağı gelmişse-istiyorsa evlendirilmesini emreder. Örneğin: 5 Maide Suresi 89 ALLAH rast gele ettiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutmaz. Ancak bile bile ettiklerinizden sizi sorumlu tutar. Yemininizi bozarsanız cezası, ailenize genellikle yedirdiğiniz yemeklerden on yoksulu doyurmak veya giydirmek veya bir köleyi salmaktır. Kim bulamazsa üç gün oruç tutmalı. Bu, bile bile ettiğiniz yeminlerinizin cezası. Yeminlerinizi tutun. ALLAH güzel karşılık veresiniz diye ayetlerini böyle açıklıyor. BELED 12. Zor yolun ne olduğunu bilir misin? 13. Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır; Savaş esirlerinin bile köle edinilemeyeceği açıkça belirtilir. "Sonunda üstün geldiğinizde onları esir alın; onları ya karşılıksız veya fidye karşılığında salın. Savaş durumu kalkıncaya kadar bunu uygulayın. "(47-4) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler. (Nahl 75) Burada da yine Allah`tan başkasına kulluk eden bir kimse ile, yalnızca Allah`a kulluk eden özgür insan karşılaştırılıyor ve kölelik yeriliyor. Ayrıca zenginliğin de fakirlikten üstün tutulduğunu görüyoruz ayette. Bu ve benzeri ayetler kulluğun sadece Allah`a karşı olması gerektiğini belirtmekte. Ve asıl, hırsızlığın bile yasak olduğu bir dinde, kölelik yani insan özgürlüğünü çalma tamamen kalkmış demektir. Düşünsenize, bir insanın arabasını veya kalemini izinsiz almak bile yasakken, o insanın kendisini çalarak köle edinmek hayli hayli yasaklanmış demektir. Yani bir insanın bir eşyasını bile izinsiz alamıyorsanız, o kişiyi kendinize zorla köle hiç yapamazsınız demektir. Ve yine ayetlerde belirtildiği üzere tüm insanlar dilediği gibi inanmakta ve yaşamakta özgür olduğuna göre imtihan dünyası gereği, yine kölelik yasaklanmış demektir İslam dininde. Selam ve sevgiler.
  6. Kuran'da Yaratıcımızın kullarına sorular sorduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı bazı insanlar "Allah zaten herşeyi bilmiyor mu, neden soruyor?" şeklinde itirazlar dile getiriyor. Yüce Rabbimiz elbette herşeyi biliyor. Hatta gelecekte olacakları bile... Soru sormasının nedeni öğrenmek değil, kullarına hakettiklerini vermek ve yaşatmaktır. Bir soru illa ki öğrenmek için sorulmaz. 1- O kişiye hakettiği bir deneyimi yaşatmak için de sorulur. 2- İfadeyi güçlendirmek, düşündürmek, mesaj vermek vb. amaçlar için de sorular sorulur. Bu bir yana, Allah zaten bu 2 günlük özet imtihan hayatında bizlere hakettiklerimizi yaşattırıp, bizi kendimizle yüzleştiriyor. Ahiret hayatının kendisi böyle "sonucu Allah tarafından bilinen sorular" üzerine kurulu.Dünya yaşantısı bu doğrultuda zaten. Çünkü zaten yüce Rabbimiz, biz bu dünyada sonsuza dek yaşasaydık ne yapacağımızı gayet iyi biliyor ve bunu özetleyen 2 günlük örnek bir imtihan hayatı yaşatıyor. "Kader ve Özgür İrede" başlıklı çalışmamda bunun çözümlemesini ayetler ışığında yapmıştım. Bakara 260 Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Tüm bunlar insanları gerçeklerle ve kendileriyle yüzleştirme planına hizmet eden deneyimler. Ve sorular da bunun bir parçası. Bu sayede ahirette itiraz hakkın da kalmıyor. A'raf Suresi 12 Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." Burada yine Rabbimiz yarattığı varlığa hakettiği deneyimi yaşatıyor. İblis'in kötülerden olduğunu biliyordu ve bunun açığa çıkması gerekiyordu. Ne söylenirse yapıyordu bugüne kadar İblis ama Adem'e secde şıkkını karşısına çıkartırsa bunu yapmayacağını bildiğinden Allah, bu imtihanı karşısına çıkarttı. Yani kalbindeki kötülükle yüzleştirilip aleyhinde gerekli delil açığa çıkarılmış oldu. İblis de olayın hemen devamında tuzağa düşürüldüğünü anlıyor ve şöyle diyor: 16. Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." İblis "beni azdırmana karşılık" derken işte bu tuzağa düşürülmekten bahsediyor. Çünkü İblis'in özgür iradeyle neyi yapmayacağını ve nerde gerçek yüzünü göstereceğini iyi bildiğinden Allah, bu İblis'in kötülüğünü sergileyeceği imtihanı karşısına çıkartıp zalimliğini sergilemesini sağladı. Kısacası Rabbimiz burada aslında yine sorusunu birşey öğrenmek için değil, tam tersine birşey öğretmek ve deneyimletmek için soruyor. Yani hakettiğine kavuşturuyor... Sebe-40. Hepsini topladığı gün meleklere, 'Şunlar mı size tapıyordu?' der. Sebe-41. Dediler ki, 'Sen yücesin, velimiz (dostumuz) onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları onlara inanıyordu.' İşte yine burada da aslında Allah bilmediği birşeyi sormuyor, zaten en iyi O biliyor. Yine Kullarına hakettikleri deneyimi yaşatıyor. Ayrıca bu ayetlerde cinlerin-şeytanların nasıl melek , ruh vs. kılığında insanları saptırdığını da anlatmakta, insanları bu oyunlara karşı uyarmakta. Maide Suresi 116 Allah şunu da söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Tespih ederim seni. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!" Yine aynı şekilde Rabbimiz, burada İsa Peygambere merak amaçlı sormuyor, cevabı bildiği gibi, İsa'nın ne cevap vereceğini de kelimesi kelimesine zaten biliyor. Ayrıca Yaratıcımızın ifadeyi güçlendirmek, kullarını düşündürmek amaçlı sorduğu sorulara örnekler: ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? FATIR SURESİ 27. ALLAH`ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Onunla çeşitli renklerde ürünler çıkarırız. Hatta dağlarda bile beyaz, kırmızı veya rengarenk katmanlar vardır. Bazı yollar ise siyahtır. 28. Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH`ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır TUR SURESİ 35. yoksa onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? yoksa bizzat kendileri mi yaratıcıdır? 36. yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır, onlar gerekli bilgiye ulaşamıyorlar! 37. yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? yoksa güç ve egemenlik sahibi onlar mı? *** Dediğim gibi, yüce Rabbimizin bu dünyada bizleri imtihan etmesi de aslında O'nun açısından sonucu bilinen bir "kulları kendileriyle yüzleştirmedir". Bu sayede hem kulların ahirette itiraz hakkı kalmıyor, hem de bazı küçük ceza ve mükafatları daha bu dünyada tatmış oluyorlar. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ayrıca "kader ve özgür irade" başlıklı çalışmama da göz atabilirsiniz. Selam ve sevgiler
  7. Kuran'da sadece ortak koşanlardan bahsedildiği, Allah'a inanmayanlara hiç değinilmediği iddiasında bulunanlar var. Durumun böyle olmadığını göseren ayetlere örnekler: HAKKA 33. Çünkü o, Yüce ALLAH'a inanmıyordu. NİSÂ (38) Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır. TEVBE (45) Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler. Yusuf Suresi 37 Yûsuf dedi ki: "Rızıklanacağınız herhangi bir yemek size gelmeden önce onun yorumunu ikinize mutlaka bildiririm." Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Ben, Allah'a inanmayan ve âhireti de tamamen inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim." Şimdi bazıları "ama burada bahsedilen Allah'a inanmayıp başka tanrılara tapanlar, günümüz ateistleri gibi değil" falan diyebilir. Ateistler de Allah'a inanmayan putperestlerdir. Tıpkı bu ayetlerde bahsedildiği gibi... Allah'ın yerine başka ezeli ve ebedi varlık ve güçlere inanıyorlar(kainat, madde,kainatın yasaları...) Ya da hayata egemen yönetici olarak bazı şeylere inanmaktalar. İlla ki bir ritüel yapmak gerekmiyor bir şeyin inanırı olmak için. Aynı durum panteistler için de geçerlidir. Zaten bir panteist putperest ile, ateist putperest arasında da hemen hiçbir fark yoktur. *** Bunun dışında, kainattaki tasarım üzerine düşünülmesini isteyen ayetler de aslında ateistlere yönelik göndermeleri de içermekte. Yoksa yaratıcıya inanan kimseler zaten tasarımı kabul ediyorlar. Bu bağlamda; yaratılmış herşeydeki düzen ve delillere vurgu yapan ayetler de aslında ateizm eleştirisi de yapmaktadır denilebilir. Örneğin: Vakia 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? TÛR (35) Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? RÛM (22) Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır Selam ve sevgiler
  8. Yaratıcımız varlık olarak zamansız ve mekansızdır. Bu zaman ve mekanı yoktan yaratmıştır. Ama yönetici-gözlemci olarak(dışarıdan) hem tüm mekan noktalarındadır, hem de tüm zaman noktalarında... geçmiş...................................şimdi.............. ..............................gelecek Biz ise sadece şimdi noktasındayız ve ileri noktalara doğru yolculuk yapıyoruz. Ama Rabbimiz böyle bizim gibi bir noktadan ileriye doğru yolculuk falan yapmıyor. Geçmiş,gelecek,şimdiki zaman gibi kavramlar bize ait. O'nun için böyle bir yolculuk yok. Her zaman noktasını gözlemlemekte ve yönetmektedir. Oraya gitmesine,yolculuk yapmasına gerek yoktur. Çünkü tıpkı geçmişte olduğu gibi aynı anda gelecektedir de, ve yine tıpkı şu andaki noktamızda da olduğu gibi.... İnsanlara "zamansızlık" denilince akıllarına, sanki sadece kol saatinin çalışmasının durduğu ama diğer unsurların aynen devam ettiği bir yaşam şekli falan geliyor. Hayır, zamansızlık yukarıda anlattığım gibi, bizim hayal dahi edemeyeceğimiz bambaşka bir durumdur. Geçmiş, gelecek, şimdiki an diye ayrı ayrı kavramların olmaması demektir. Nasıl ki Rabbimiz mekansız olduğundan, kainatın dışındadır, evrenimizde yolculuk etmez ama dışarıdan yönetici olarak her mekan noktasında ve iş-oluştadır biliyoruz; işte yine aynı şekilde zamansız olan Rabbimiz, yine varlık olarak zamanın dışındadır ama yönetici-gözlemci olarak her zaman noktasında vardır. Eğer bir zaman makinesine binecek olsak, geleceğe ve geçmişe gittiğimizde, yine Allah'ın o zaman dilimini de yönettiğini fark edecektik. Ayrıca zaman makinesinin içindeki zamanı da... Ama yine vurgulayalım; "Varlık" olarak Allah hiçbir şeyin içinde değildir ve tüm yarattıklarından ayrıdır. Zaman ve mekan dışıdır. Zamanın ve mekanın içinde olanlar bizleriz. Zaten bizler için yaratıldı bunlar da... Ve Rabbimiz tüm yarattıklarından ayrı olduğu için, yarattığı hiçbirşey O'nun bir parçası veya yansıması olmadığından ortak koşmak büyük günahtır. 112 - İhlas Suresi 3. Ne doğurmuştur O, ne doğurulmuştur! 4. Hiç kimse onun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz! Konuyu buradan, Kuran'daki "Rabbin katı" ifadesine getirmek istiyorum. Kuran'da Rabbin katı ifadesi 2 anlamda kullanılmaktadır diye düşünmekteyim. 1- Allah'ın nezdinde-gözünde anlamında... 2- İçinde sonsuzluk yurdunun da bulunduğu ahiret evreni anlamında kullanılmaktadır Kuran'da Rabbin katı ifadesi , bizimkinden farklı fizik yasalarına sahip ahiret evreninin adıdır yani aynı zamanda. Mesela bizim evrenimizden farklı olarak yaşam daimidir orada ve yaşlanma, maddenin bozulması söz konusu değildir. Ve bu Rabbin Katı'nda zaman bizimkine göre farklı akmaktadır: -Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (22 Hac Suresi, 47) Rabbimiz zamansız olduğuna göre burada "Allah'ın nezdinde" anlamında değil de, "ahiret evreni" anlamında kullanılmaktadır Rabbin Katı ifadesi. Bizim dünyamızda bin yıl geçerken, Rabbin Katı'nda sadece bir gün geçmektedir. Şüphesiz yüce Allah bu mekanı da yoktan var etmiştir. Ama isim olarak "Rabbin Katı" adını vermiştir yarattığı bu yere. Tıpkı "Allah'ın Arşı", "Allah'ın kulu" veya "Allah'ın elçisi" gibi bir tanımlamadır aslında... Hac Suresi 47 Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. Bakara Suresi 112 İş onların sandığı gibi değil!Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah!a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun.Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar... Ali İmran Suresi 15 De ki: “Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi?Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir.” En'am Suresi 127 Rableri katındaki huzur ve esenlik yurdu onlarındır. İşler oldukları ameller yüzünden O, onların Velî'si oluvermiştir. A'raf Suresi 206 Rabbinin katında olanlar, büyüklük taslayıp O'na kulluktan yüz çevirmezler; O'nu tespih ederler ve yalnız O'na secde ederler. Cennet ve cehennem şimdiden varlar ve bazı istisna insanlar kıyamet beklenmeden orada bedenen yaratılarak ceza veya mükafatlarını yaşamaya başlamışlardır(bilindiği üzere diğer insanlar diriliş ve hesap için kıyameti bekleyecekler) Örnek vermek gerekirse: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır." müjdesinde bulunurlar. (Ali imran suresi 169-170) Bu ayetlere göre; 1- Diğer vefat etmiş insanlar gerçekten ölü iken(dirilmeyi beklerken), şehitler onlardan farklı olarak canlıdırlar . 2- Rabbin katında(ahiret evreninde) nimetler içinde yaşıyorlar 3- Cennette konuşurlarken hala dünyada olan ve/veya öldükten sonra henüz diriltilmemiş insanlar hakkında müjde veriyorlar (sonra onlar da cennete katılacaklar anlamında sözler söylüyorlar) Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta, şu an cennette(Rabbin Katı'nda) bulunan insanlar da bizim gibi bedenli, yani maddi olarak canlılar. Zaten Kuran'a göre ruhlar alemi, ruhsal yaşam diye birşey yoktur. Ahiret yaşamı da bedenendir. Hatta melekler ve cinler de dahil olmak üzere tüm yaratılmışlar maddidir zaten(örneğin biz topraktan yaratıldıysak, cinler de ateşten yaratılmışlardır) Bu konuyla ilgili olarak yine benim "İslam'da canlıların ruhu-hayaleti yoktur" başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. ZARİYAT 22. Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de. HADİD 21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete koşun. ALLAH'a ve elçisine inananlar için hazırlanmıştır. Bu, ALLAH'ın dilediğine ve/veya dileyene verdiği lütfudur. ALLAH Büyük Lütuf sahibidir. Cennetin genişliği gökler ve yer kadar denilmekte. Yani başka bir deyişle bizim kainatımız kadar büyük olduğuna işaret edilmekte cennetin. Bu da sonsuzluk yurdunun, kendi fizik yasalarına sahip başlı başına bir evren olduğunun kanıtlarındandır yine. Yani söz konusu olan yer bir bahçe veya kent büyüklüğünde değil, gezegenleri ve gökleriyle içinde yaşadığımız alem kadar devasa bir boyutta. Kısacası, "Rabbin Katı" yine Allah'ın yoktan var ettiği bir mekanın adıdır. Sonsuzluk yurdu o evrendedir, şimdiden sakinleri vardır ve diğerlerini beklemektedir. Selam ve sevgiler.
  9. Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O’nun ayetlerindendir. Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. (42 Şura Suresi, 32-33) Ayette verilmek istenen mesaj açıktır. Eğer bu yaşantımızda birşeyler yapabiliyorsak, ya da birşeyler oluyorsa, bunun bir sebebi var. Eğer bunu sağlayan şey ortadan kaldırılırsa, o iş-oluş da kalakalır. Günümüzde gemiler isterse güneş enerjisiyle hareket etsinler. Yine değişen birşey yok. Bu sefer güneşin ışığı durdurulursa, dünyamıza ulaşmazsa gün ışığı, gemimiz kalakalır. Ya da gemi küreklerle hareket ediyorsa, bu sefer bu yolla hareketi sağlayan fizik yasaları ortadan kalkarsa, gemi hareketsiz kalır. Tabii burada anlatılan şey hayatın her alanı için de geçerlidir. Ya da yaşamın sürmesi için gerekli olan unsurlardan biri ortadan kalkarsa yaşam da kalmaz gezegenimizde. Bir uçağın veya kuşun havada kalmasını sağlayan fizik yasaları ortadan kalkarsa onlar uçamazlar. Nahl Suresi 79 Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Allah'tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir topluluk için elbette ki izler-işaretler vardır. Kısacası Şura Suresindeki “yelkenli gemi” hem “yelkenli gemiyi”, hem “diğer tüm teknolojik araçları”, hem de hayatımızdaki “bütün gerçekleştirdiğimiz veya gerçekleşen işleri” anlatmaktadır. Bütünün bir küçük parçası verilerek, o bütün göz önüne getiriliyor. Yasin 42. Onlar için gemilere benzer, binecekleri başka şeyler de yarattık. Kendimizin yaptığını veya kendiliğinden gerçekleştiğini zannettiğimiz herşey, aslında Allah’ın yarattığı düzenle ve/veya yarattığı diğer şeylerle gerçekleşebilmekte. Ya da başka bir deyişle bunları doğrudan Rabbimiz gerçekleştirmektedir, yaratmaktadır. Vakia Suresi: 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. 74. O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt). 75, 76. Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir- Gemilerin hareketsiz kalakalmasına bir benzer başka örnek de insana yönelik olarak verilmektedir Bakara Suresinde: 20. Şimşek neredeyse gözlerini çarpıp götürüverecek.Kendilerine her aydınlık sunduğunda, orada yürürler.Üzerlerine karanlık binince çakılıp kalırlar.Eğer Allah dileseydi, işitme güçlerini de gözlerini de elbette alıp götürürdü.Çünkü Allah herşeye Kadir'dir. 21. Ey insanlar!Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin ki, korunabilesiniz. 22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı.Ve gökten bir su indirdi de onunla si- zin için meyvalardan/ürünlerden bir rızık çıkardı.Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın. Bilim ve teknoloji denilen şeyi Allah'ın koyduğu fizik kanunları, bize verdiği akıl ve ilim sayesinde gerçekleştirebiliyoruz. Kısacası gerek doğal, gerekse teknolojik nimetler, hepsi Allah'ın eseridir. Geçmişteki, şu andaki ve gelecekteki... Nahl Suresi 8 Hem binesiniz diye hem de bir süs olarak atları, katırları, eşekleri de yarattı. Ve bilemeyeceğiniz daha neler yaratır O... Nahl Suresi 81 Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O'na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz. Zaten kaderimizde de programlanmıştı insanların neyi ne zaman keşfedip kullanacakları. Aslında yine tüm bunlar, şu 2 günlük imtihan hayatımızda kendimizle yüzleşmemiz, ahirette neyi hakettiğimizi görmemiz ve de bazı ufak mükafat veya cezaları daha bu dünyada tatmamız için: Casiye Suresi 22 Ve Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Ta ki her benlik, kazancının karşılığıyla, hiç kimse zulme uğratılmaksızın, yüz yüze getirilsin. Necm Suresi 31 Göklerde ne var yerde ne varsa Allah'ındır. Bu, Allah'ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir. Allah'ın sürekli olarak birşeyi tekrar tekrar yaratması, insanlar tarafından sanki kendiliğinden oluşan mekanik bir düzen gibi algılanmasına karşın, aslında yine Rabbimizin doğrudan yaratışları söz konusudur: Neml Suresi 64 Yoksa yaratmaya başlayıp sonra tekrar tekrar yaratan ve sizi gözeten ve yerden rızıklandıran mı hayırlı? Allah'ın yanında bir ilah mı var? De ki: "Getirin susturucu kanıtınızı, eğer doğru sözlüler iseniz." Ankebut Suresi 19 Hiç görmediler mi, Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu tekrarlıyor/yeni baştan yapıyor. Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır. Kamer Suresi 3 Yalanladılar; kendi heves ve kuruntularına uydular. Oysaki her iş ve oluş karara, ölçüye ve düzene bağlanmıştır. Ama aynı zamanda Rabbimiz bunların kendiliğinden-değiştirilemez bir düzen falan olmadığını, dilerse farklı şekillerde yaratabileceğini,yani koyduğu yasaları da değiştirebileceğini, hatta bu düzenlerin sonradan var olduklarını da örnekleriyle gösteriyor. Örneğin yaratmak için anne+baba=doğuma yani cinsellik aracılığına ihtiyacı olmadığını delilleriyle sunuyor: Ali İmran Suresi 59 Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir.Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi.Artık o, olur. (İsa da tıpkı Adem gibi cinsellik olmadan yaratılmıştır, birinde baba yoktur, diğerinde ise hem anne hem de baba yoktur, durumları benzerdir) Yine doğrudan(atasız) yaratmaya örnek: Maide Suresi 110 Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem'in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs'le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu." Bunun dışında ahiret evreninde insanların yine doğrudan topraktan yaratıldığını, hatta kainatın yoktan var edildiğini belirten ayetler de bu durumu güzelce tasvir eder. Selam ve sevgiler.
  10. Eğer evrende 4 boyutlu şekiller varsa, işte kübünün 3 boyutlu gölgesini görebilirsiniz. Ama dikkat edin ekranınız 2 boyutlu. Yani 4 boyutlu bir şeklin, 3 boyutlu gölgesini sizin 2 boyutlu ekranınızda, 2 boyutlu olarak görüyorsunuz. Yani gölgenin gölgesi... Bu teorik hiperkübü internette ilgili sitelerde görüp inceleyebilirsiniz. Eğer bizler iki boyutlu olsaydık, üç boyutlu bir topun veya kürenin sadece 2 boyutlu bir gölgesini görebilecektik ki bu da bir daire olacaktı bizim için. Ama 3 boyutlu bir topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini de tam olarak göremiyecektik. Şimdi biz 3. boyuttan baktığımız için rahatça topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini görebiliyoruz. Ama 2 boyutlu canlılar yukarıdan bakamıyacağı için gölgenin yalnızca bir kısmını görecekler arkasını göremiyeceklerdir. Daha doğrusu gölgeyi bir "dışbükey çizgi" şeklinde görecekler ve tam olarak algılayamayacaklardır 2 boyutlu olarak bile... Bunu engellemek için bizim hiperküp de yaptığımız gibi şekli "şeffaf" hale getireceklerdir. Bu sefer de şekli(2 boyutlu gölgeyi) tam olarak görebilecekler ama birbirleriyle bağlantılı bir dışbükey ve bir içbükey çizginin içiçe geçtiği ve karıştığı izlemine kapılacaklardır. Kaldı ki şeklin 3 boyutlu asıl orjinal halini hayal bile edemeyeceklerdir. Bu arada Kabe arapça "küp" anlamına geliyor. Kabenin şekli bir küpü anımsatıyor hatta milimetrik olmasa da şekil itibariyle küp olduğu söylenebilir. (bir dikdörtgen prizma olduğu da söylenebilir tabii) Ve bu yüzden bazı kimseler Kabe ile hiperküp arasında bağlantı kurmak istiyor ama bu özellikle ruhçuların yaptığı biraz zorlama bir zihin jimnastiği. Bunun dışında başka bir tespiti sunmak istiyorum. İki boyutlular dünyasında hiçbir canlı, 3 boyutlu canlılardan kaçamaz, saklanamaz. Evinin içine saklandığını zanneden ve 3 boyutlu varlığı göremeyen iki boyutlu canlının evine yukardan hiçbir engele takılmadan girebilir. Çünkü onun 2 boyutlu dünyasında yükseklik diye birşey olmadığından örneğin çember şeklindeki bir duvarın onu koruduğunu zannederken yukarıya doğru tamamen savunmasızdır. Sadece bununla da kalmıyor. Bedeninin içi, hatta organlarının içini bile görebilir ve dokunabilir bir üst boyuttaki varlık. Aynı şekilde 4 boyutlu veya daha fazla boyutlu bir canlı olsaydı o da 3 boyutlu varlıkları her yerde rahatça bulabilecek, hatta isterse iç organlarına bile müdahale edebilecekti. Örneğin (eğer üst boyut diye birşey varsa tabii) 4. boyutta yaşayan bir meleğe karşı ne durumda olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz artık sanırım. Selam ve sevgiler.
  11. ARAF 163. Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. 164. İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz? Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." Kimin sonsuz zalimlerden olduğunu veya kimin iyilerden olduğunu bir tek Rabbimiz bilir. Bugün Müslüman olan yarın vazgeçebilir veya zaten gerçek bir Müslüman olmayabilir veya bugün inkarcı olan yarın iman edebilir. İşte burada 164. ayetteki gerçekleri tebliğ edenlerin cevabı muhteşem. Tam bir bilgelik... Evet bu sayede hem saflarını belli etmiş oluyorlar, hem de Allah'ın bildiği ama onların o an bilmediği, sonradan iman edecek olanlara vesile olmuş olacaklar. Şu 2 günlük imtihan, insanları içindekilerle yüzleştirme dünyasında, herkes bir vesileyle hakettiği imana veya imansızlığa kavuşacak. Ki ahirette aleyhlerinde veya lehlerinde deliller önlerine sunulabilsin. Rabbimiz hepimizin, sonsuza dek bu dünyada yaşasaydık iyilerden mi yoksa kötülerden mi olacağımızı bile biliyor. Bize de bir imtihan örneği yaşattırarak, kendimizle yüzleştiriyor. Selam ve sevgiler.
  12. 1- Ruh vahiydir, 2- Vahiy meleğinin özel adı 3- Ve vahiy kitabıdır (Kur'an). Kısacası Ruh = vahiy. Örnekler verelim. 1- Vahiy [15:29] "Artık onu tamamladığım ve ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanacaksınız." 2- Vahiy Meleği (Cebrail). 19:17. Böylece kendini insanlardan uzak tuttu. Sonra ona ruhumuzu gönderdik de o, kusursuz bir insan suretinde karşısına çıktı. 3- Vahiy Kitabı/Kuran 42:52 İşte böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitabın ne olduğunu, imanın ne olduğunu bilmiyordun, fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Ve [ey Muhammed], şüphesiz sen dosdoğru bir yola iletiyorsun; ruh = vahiy. Ve bedenimizde temel ayetler/vahiy/ruh var: 30:30 Bir tek Tanrıcı olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH'ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez. İçimizdeki ayetler/ruh sayesinde gerçeğe ve iyiliğe yönelmekle ve buna karşılık hurafelerden ve kötülükten ise uzak durmakla yükümlüyüz. **** Ve Kur'an'da ruh kelimesi tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi asla ayetlerde geçmez. Bu bize ruhların yokluğunun bir başka kanıtını verir.
  13. 11:48 Dendi ki: "Ey Nuh, sana ve seninle birlikte olan uluslara bizden barış ve bereketlerle in. Ayrıca öyle uluslar var ki onları bir süre yaşatacağız ve sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır." Nuh toplumu dışında başka halklar da o anda dünyada zaten mevcuttu ve selden/tufandan uzak tutulmuşlardı. Bu arada Nuh tüm inkarcıların helak edilmesini istediği duayı tufandan sonra yapıyor. Yani evvelden ettiği bir dua değil, bu sebepten bu bile tufanın bölgesel olduğuna ispat aslında, olay bittikten sonra en sonunda ediyor duasını: 71:25 Hataları yüzündendir ki boğuldular, ateşe atıldılar. Kendileri için, Allah dışında yardımcılar bulamadılar. 71:26 Nuh şöyle yakardı: "Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden yurt tutacak / gezip dolaşacak hiç kimse bırakma."
  14. Yazımda bahsettiğim Deepak Chopra Müslüman olduğunu açıkladı.
  15. KURAN ARAŞTIRMALARI GRUBU'nun faydalı bir eseri. Kitaplarını internette pdf formatında ücretsiz olarak yayınlamaktalar: https://istanbulyayinevi.net/wp-content/uploads/2016/06/KurandakiDin50Baskı.pdf
  16. Kuran apaçık ayetler içerdiğini defalarca vurgulamaktadır: Maide Suresi 15 Ey Ehlikitap! Resulümüz size geldi. Kitap'tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan-beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Yusuf Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar. Şuara Suresi 2 İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri... Kuran bir sırlar-semboller kitabı değil, herkesin anlayabileceği ve bire bir gerçek bilgiler içeren net bir kitaptır. Ve tüm ayetleri için geçerlidir bu durum. Zaten bu sayede aracılara, sözde kutsal insanlara falan ihtiyaç kalmadan doğrudan ve tek kaynak olarak okuyabiliyoruz. Kuran'ın açıklayıcısı da yine yalnız Kuran'dır. Eğer kitabı bütünlük içinde ve birinci açık anlamında okursanız mutlaka gerekli ayrıntıların verildiğini göreceksiniz: Bakara Suresi 242 Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. En'am Suresi 46 De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar! Nur Suresi 18 Allah size ayetleri iyice açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. Bakara Suresi 118 Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..."Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti.Kalpleri birbirine benzemiştir.Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır. KIYAMET 17. Onu toplamak ve okumak bize düşer. 18. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. 19. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır. Bir surede anlatılan bir konu veya ifade hemen yine aynı surede açıklanabildiği gibi ilerideki başka surelerin içinde de açıklanması söz konusudur. Bu yüzden dediğimiz gibi kitabı bütünlük içinde okumak şarttır. Zaten eğer Kuran'ın tüm ayetleri birinci açık anlamında olmasaydı, ortada din diye pek birşey kalmazdı. O zaman herkes kendi kafasına göre bir din şekillendirebilirdi. İnsanlar hoşlarına giden ayetlere iman eder, gitmeyen ayetlere ise "sembolik bunlar" der ve maskeli inkarı uygulardı. Ve sembolik ilan ettiği ayete kendi uydurduğu anlamları yükleyerek din diye sunmaya kalkardı. Başka bir deyişle ortada kitap diye birşey kalmaz, herkes ayetlerde kendi görmek istediklerini görür ve kendi dinini kurardı.Ve aracılara, ruhbanlara ihtiyaç duyulurdu kitabı yorumlamak için. Ama çok şükür Rabbimiz herkesin anlayabileceği kolaylık ve açıklıkta kitabını göndermiştir. Ayetlerde anlatılanlar birebir gerçektir ve Kuran din alanında eksiksizdir. Bu arada bu konuda itiraz etmeye kalkanların öne sürmeye kalktığı 2 şeye cevap vereyim: Kuran'da halk deyimlerinin kullanılmasını örnek göstererek bazı ayetlerin apaçık anlamlarda olmadığını iddia etmeye kalkanlar var. Ama aslında bu deyimler de apaçık sözlük anlamında kullanılmaktadır ve yine bir küçük çocuğun bile kolayca ve herkesle aynı anlayabileceği netliktedir. Mesela "güneşin doğması" deyince bu ifadenin gündüz olması olduğunu herkes anlar. Yine ortada bir sembol-sır falan yok. Ya da Allah'ın eli, Allah'ın ipine sarılmak gibi ifadeler de yine birincil, sözlükteki anlamdadır. Ya da "yüzü kararmak" deyince de yine açık sözlük anlamında bir deyim söz konusu. Bunun dışında Kuran bir şeyi başka birşeyi benzeterek açıklayacaksa yine bunu kendisi açıkça belirtir ve benzettiği şeyin ne olduğunu yine kendisi verir. "Şu şuna benzer, şunun örneği gibidir" şeklindeki ifadelerle hem benzetme yaptığını gösterir hem de neyi neye benzettiğini de açıklar. Bir ayette "sarp yokuş nedir bilir misin?" dedikten sonra "o yokuş köle azad etmektir" diyerek köle azad etmeyi yokuşa benzettiğini açıklıyor. Eğer bir benzetme yapıyorsa bunu mutlaka açıklıyor : BELED 11. Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? 13. O tutsak bir boynu çözmek(köle azat etmek) tir. 14, 15, 16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Yine böyle benzetme yapılan ayetlere örnekler verelim: Bakara Suresi 74 Sonra bunun ardından kalpleriniz yine kaskatı kesildi.Taş gibidir o.Belki daha da katıdır.Taşların bazıları var ki, ondan ırmaklar fışkırır.Bazıları var ki, çatır çatır yarılır da içinden su çıkar.Öylesi var ki, Allah korkusundan aşağılara düşer.Allah, yapıp durduklarınızdan gafil değildir. Yunus Suresi 27 Kötülük kazananlara ise kötülüğün miktarınca karşılık vardır. Ama yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak kimse yoktur. Yüzleri gece parçalarından karanlıklarla kaplanmış gibidir. Ateşin dostlarıdır bunlar. Sürekli kalıcıdırlar içinde. Hac Suresi 31 Allah'a ortak koşmadan, hanîfler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir. Furkan Suresi 44 Yoksa sen bunların çoğunun işittiğini, akledip düşündüğünü mü sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar. Buralarda da neyin neye benzetildiği açıkça tam olarak anlatılır. Yani yine bir bilinmeyen, bir sır-sembol yoktur. Ayet bire bir bilgiyi vermektedir. Bunların yorumu kişiden kişiye değişmez, çünkü açıkça birinci anlamda verilmektedir yine ayetler. Şimdi yine ayetlere sembolik anlamlar yüklemeye kalkıp dini işlerine geldiği şekle büründürmeye çalışanların dayanak olarak sunmaya kalktıkları ayete gelelim: ALİ İMRAN 7- O ki sana bu kitabı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır (muhkem), ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır (müteşabih). Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. Onların gerçek anlamını ise kimse bilmez, ancak istisnadır ALLAH ve derin bilgiye sahip olanlar "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır," derler. Akıl ve anlayış sahiplerinden başkası öğüt almaz. Ayetleri keyiflerince yorumlamak isteyenler, bu ayetin kitabın bazı bölümlerinin sembolik olduğunu anlattığını iddia ediyorlar. Ama gerçekte, burada ayetlerin bir kısmı mecazdır bir kısmı semboliktir yani dilediğinize iman edip dilediğinize iman etmeyin falan demiyor.Veya işinize geldiği yerde ayeti kabul edip işinize gelmediği yerlerde "hayır semboliktir" diyebilirsiniz falan demiyor.BU AYET DE TÜM AYETLERİN APAÇIK VE BİRİNCİ ANLAMDA OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. AMA BİR KISIM AYETLERİN İSE BİRİNCİ AÇIK ANLAMLARININ DIŞINDA İKİNCİL VE ÜÇÜNCÜL ANLAMLARI DA OLDUĞUNU ,İNKARCILARIN AYETLERİN APAÇIK ANLAMINI İNKAR EDİP BU SEMBOLİK ANLAMLARIN PEŞİNE DÜŞECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Yoksa sembolcülerin dediği gibi olsa zaten ortada kaynak falan da kalmaz, herkes kendi uydurduklarının peşine düşerdi. Tüm ayetler birinci açık anlamındadır. Önce bunu kabul edip kitabı bütünlük içinde ele alacağız. Ondan sonra bazı ayetlerin bu açık ilk anlamlarının dışında başka ikincil veya üçüncül anlamlarının da olup olmadığı üzerinde zihin jimnastiği yapacağız. Ama önce mutlaka o ayetlerin de ilk-açık anlamına iman edeceğiz. Yoksa hangi ayetin ilk anlamı dışında başka anlamlar içerdiği ve bu anlamının ne olduğunu bir tek Allah bilir. İnsanlar ise sadece "bu ayet ayrıca şu anlamı da içeriyor olabilir" şeklinde kesin olmayan ifadelerle zihin jimnastiği yapabilirler. Maalesef bugün birçok kimse kafasındaki değer ve öğretileri kitaba onaylatabilmek için, ayetlerin açık anlamını inkar edip temsili anlamlar yükleme hastalığını sergiliyor. Tıpkı ayet cımbızlama gibi bu yol da aslında Kuran öğretisini dolaylı veya maskeli inkardan başka birşey değildir.Kimi cennet ve cehenneme, kimi meleklere veya cinlere sembolik anlamlar yükleyerek apaçık ayetlerin apaçık bilgisini çarpıtmaya kalkıyor. Yine bu yolla ayetlerde var olan şeyleri yok, olmayan şeyleri de var gibi göstermeye kalkabiliyorlar. Zaten bu yöntemle her kitaba her öğreti onaylattırılır. Çünkü bir şeye semboliktir dendi mi artık sözleri her yöne çekilebilir. Bu yüzden apaçık ve tek dini kaynak olan Kuran'ı, açık-birinci anlamında ve bütünlük içinde ele alıp okuyacağız. İşte o zaman hem Kuran'daki gerçek İslam kolayca ortaya çıkacaktır, hem de din anlayışı kişiden kişiye değişmeyecektir. Selam ve sevgiler.
  17. Kuran'da israf haram kılınmaktadır. Bunu da Müslümanlar çok iyi bilir. Buraya kadar her şey çok iyi ama işin içine bir kelime katarak Kuran'da yasaklanmayan bir şey de çaktırmadan yasaklanmaya kalkılır pek çok kişi tarafından. Bu da "lüks”tür. Kuran’da övülen Davut ve Süleyman peygamberlerin anlatıldığı örnek hayatlarında bolca kullandıklarını gördüğümüz lüks ve konforu, Kuran’ın hedeflediği bu güzellikleri sanki israfmış gibi göstermeye çalışılmıştır ve bunda da başarılı olunmuştur. Hemen pek çok Müslümanın kafasına lüks=israf inancı yerleştirilmiştir ne yazık ki. Hâlbuki israfın lüks ile doğru değil ters orantısı vardır çoğu kez. Lüks ve kalitenin arttığı yerde, sağlamlık, kalıcılık artar ilk olarak. Örneğin çoğunlukla kaliteli ve pahalı eşyalar çok daha dayanıklı olur ve uzun vadede ucuz eşyalardan daha ucuza gelir. Çünkü o lüks malzeme veya eşyadan bir tane tüketinceye kadar, adisinden 2–3 tane tüketirsiniz çoğu kez(kaliteli ve pahalı ayakkabılarla ucuzlarını düşünün).Bu yüzden bir Çin atasözü " ben ucuz mal satın alacak kadar zengin değilim" der. Ucuz ve kalitesiz malın zararı her zaman mal kaybıyla da sonuçlanmaz. Bu mallar insan sağlığı ve veya hayatına da mal olabilir. Kalite ve lüksün arttığı yerlerde ise güven daha fazladır. Bunun yanı sıra lüks olan şeyler, daha az tüketime başka yönlerden de vesile olurlar. Örneğin halka açık bir tuvalette son teknolojinin kullanıldığını düşünelim. Her şey otomatik, elinizi musluğun ağzına uzattığınızda su otomatik olarak akıyor, elinizi çektiğinizde yine lazer sistemi sayesinde otomatik olarak suyun akışı kesiliyor. Bu su israfını engellediği gibi, elinizi değmediğiniz için hijyen de sağlanıyor ve oradan mikrop kapma ihtimaliniz azalıyor. Aynı şekilde sabunluktan sıvı sabun da otomatik olarak elinize dökülüyor, yine el değmeden ellerinizi makinede kurutuyorsunuz... Bütün bunlar israfı ve hastalığı engelliyor. Ama bu konfor ve lüksün olmadığı bir tuvalette ise hem israf hem hastalıklı ortam artıyor. Özellikle buradan sarılık virüsü olan hepatit b kapma ihtimaliniz söz konusu... Kuran'da lüks ve konfor kesinlikle israf veya haram olarak gösterilmez, tersine bir güzellik olarak görülür ve hedeflenir. Dediğim gibi peygamberlerin Kuran'daki hayatlarında bunun örneklerini görebiliriz(saraylar, köşkler, heykeller, sanat eserleri, bilimsel ve teknolojik yenilikleri teşvik etmek, her iş ve hizmette iyiyi, kaliteyi, sağlamlığı ve kolaylığı hedeflemek, hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek...). İnsan ihtiyacı bir tek yaşamı devam ettirecek şeylerden ibaret değildir. Yeme içme, barınma ve cinsel ihtiyaçlarının yanı sıra, sanat, bilim ve vb. ihtiyaçları da vardır. Bu da Allah'ın kullarında görmek istediği lüksü ve zenginliği doğurmaktadır. Bu yüzden pahalı da olsa bir sanat eseri satın almak(eğer maddi durumunuz buna müsaitse) israf falan değildir. Veya hayatı kolaylaştıracak kaliteli ve sağlam teknolojik eşyalar satın almak da günah değil tersine sevap listesine girer. Ayrıca altın gibi lüks maddeleri kullanmak da israf değildir.Yine tersine bunları kullanmamak israftır.Tabiatta insanın hizmetine sunulmuş bir güzelliği kullanmamak bu zenginliğin bir işe yaramaması, yani heba edilmesi demektir.Düşünün, bir meyvenin tüketilmesi mi israftır yoksa o meyvenin tüketilmeyip çürümeye bırakılması mı…? Allah bir Kuran ayetinde evrende yarattığı bütün güzellikleri bizim için yarattığını ve bunlardan yararlanmamızı ister. Ve yine ayette bu helal nimetleri size kim haram kılabilir der. Zaten lüks malzeme veya hizmet tüketimi olmasa üretim diye bir şeyin olması mümkün değil. Eğer insan sadece hayatta kalmasını sağlayacak şeyleri satın alsaydı o zaman, ne beyaz eşya, ne otomobil ne de diğer konfor üretim fabrikaları olacaktı. Sadece tarım ve küçük işletmeler var olacak, bu da sadece güzelliklerin israfına değil, aynı zamanda fakirlik ve işsizliğe de yol açacaktı. Yine insanlar sadece hayatta kalacak kadar tüketseydi ne güzelim oteller, ne de tatil köyleri olacaktı. Bu da yine işsizliği ve fakirliği arttıracaktı. Bugün söylendiği gibi, sadece turizm potansiyelimiz bile bizi olağanüstü zengin bir ülke yapabilir... İşte bu güzellikleri değerlendirmek değil, değerlendirmemek israftır. Onlardan bolca yararlanmamak yazık etmektir. Onları çöpe atmaktır. İsraf bir şeyi tüketmek değil, tersine tüketmeyip heba olmasını, boşa gitmesine neden olmaktır. Örneğin suyu boşa akıtırsanız bu israftır. Ama onu kullanırsanız israfın tam karşıtı bir hareket yapmış olursunuz. İslam dünyasında yeniden Kuran'a yöneliş sayesinde bu lüks-israf ilişkisi yeniden yorumlanmalı ve gerçek görülmelidir. Uydurma hadisler ve kökeni İslam dışı olan öğretiler yüzünden bugün Müslüman ülkelerin çoğu sefillik, gerilik ve israfın pençesindedir. Buna karşılık değiştirilmiş kutsal kitaplara sahip olan Yahudi ve Hıristiyanlar, o değiştirilmiş kitaplarının değil de Kuran'ın prensipleri doğrultusunda yaşayarak bilimin, teknolojinin, konforun, sanatın, doğal güzelliklerin kısaca lüksün tadını çıkarmaktalar. Tüketim ve üretim had safhada… Diğer yandan da tüketimin olmadığı ülkeler zenginleşmek bir yana gittikçe daha da kuruyor ve fakirleşiyorlar. Zaten lüksün günah olarak görüldüğü bir yerde sefillikten başka bir şeyin oluşması da söz konusu değildir. Selam ve sevgiler.
  18. Kuran ayetlerinde dünya nimetlerinin benzerlerinin, artı, hiç bir kalbin bilmediği ve duymadığı cennete has nimetlerin de bulunduğu vurgulanır. Bu ayetlere bir örnek vermek gerekirse; "Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet aldığı her şey var.ve siz orada süresiz kalacaksınız."(Zuhruf Suresi 71.) Bu ifade şu demek.Bu dünyada sizin için yaratılmış nimetlerin hepsi cennette de var. Bu ayet ve diğer ayetlerde belirtilen nimetler, yan gelip yatmayla, seksle, yeme içmeyle sınırlandıramayız. Tamam, bunlarda çok büyük nimetler ve cennette varlar. Ama bunların yanı sıra hareket etmek, sanatla uğraşmak, okumak, bilimsel araştırma ve çalışmalarda bulunmak, spor yapmak, satranç gibi oyunlar oynamak, gezmek ve daha sayısız dünyaya özgün nimetler de bu haz ve nimet kapsamına girer. Nefsimizin arzu ettiği her şey cennette olacaktır. Zaten sadece yan gelip yatmak eksik bir nimet olurdu. Ayetlerde anlatılan huriler, meyveler ise birer örnek, bütünün küçük bir parçasıdırlar(ama kesinlikle bunlarda vardır).asıl liste ise yukarıdaki ayette verilmiştir. Herhalde Kuran’da televizyondan satranca kadar sayfalar dolusu bir nimet listesi hazırlanacak değildi. Kısaca, orada nefsinin arzu ettiği her şey olacaktır denilmiştir. Bir de bu nimetlerin sembolik olduğunu iddia eden arkadaşlara iki ayet daha göstererek yazımı tamamlamak istiyorum. -De ki "Allah`ın kulları için verdiği süslenecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin temiz olanlarını kim yasak edebilir?"yine de ki "bunlar dünyadaki inançlı kişilerindir. ahirette ise yalnız onlarındır".ayetlerimizi anlayanlara bu şekilde açıklamaktayız.(Araf süresi 32.ayet) Dikkat edin ayette bu dünya nimetlerinin tümü inançlı kimselerindir, ama cennette ise yalnızca onlarındır deniliyor. Yani bu dünya nimetlerinin benzerlerinin ahirette cennet halkına verileceği, dünya nimetlerinin tümünün orada da olacağı dolaylı da olsa belirtilmekte. Diğer ayet:"inanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandıkça: bu daha önce de rızıklandığımız şeydir, derler. Onlara o dediklerine benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve onlar orada ebedi kalacaklardır."2/25 Bu ayette de cennet ehli, cennet meyvelerinden yeyince, bu yediklerinin dünyadaki meyvelerle aynı, yani benzer olduklarını söylüyorlar. Ayrıca bazı ayetlerde cennet içeceklerinin formülünün hangi bitkilerden oluştuğu dahi söylenmektedir. Bütün bu apaçık ayetlere sembolik demek zorlama olacağı gibi, bunları sembolik saymak o ayetleri inkâra da yaklaştırır insanı. Ha bunlar saçmalıktır olamaz demişsin, ha bu böyle olamaz semboliktir demişsin. Selam ve sevgiler.
  19. Kuran'da bir çok ayette sevgi ve aşktan bahsedilir. Örneğin; 30:21 Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranıza sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır.
  20. 32:7 O yarattığı her şeyi mükemmel hale soktu. İnsanın yaratılışına balçıktan başladı. 51:7 Mükemmel çizilmiş yörüngelere sahip göğe and olsun ki 7:190 Onlara kusursuz bir çocuk verince, O'nun kendilerine verdiği bu hediyeyle ilgili olarak O'na ortaklar koşmaya başladılar. ALLAH onların ortak koştukları her şeyden çok yücedir. ************************************************************ **** Allah'ın yarattıklarındaki kusursuzluk, yani kusursuz tasarım, o yaratılanların yaratılış nedeni ve şartları doğrultusundadır. Bizim dünyamız ve evrenimiz 1-İmtihan dünyası hedefine yöneliktir. 2-Cennet ile cehennemin karışımı karma bir hayat 3-Sonunda mutlaka canlılarının ve hatta evrenin kendisinin öleceği sonlu bir hayat içerir. İşte bu evrendeki kusursuzluktan kasıt, bu 3 maddeye uygun-hizmet eden olma açısından mükemmelliktir. Yani kişinin imtihan edilebileceği ortama hizmet, kişinin gerektiğinde yeryüzünde hazzı veya ızdırabı yaşayabileceği ortamı oluşturmaya hizmet ve belli bir süre yaşadıktan sonra son bulmaya hizmet etme açısından kusursuz bir şekilde tasarlanıp yaratılmıştır. Çünkü bu dünyanın-evrenin-yaşamın hedefleri bunlardır. Bu evren yaratılış amacı ve şartlarına hizmet açısından gerçekten de "kusursuzdur". Ama buna karşılık ahiret evreninin yaratılış amacı ve şartları farklı olduğundan, ahiret evrenindeki kusursuzluk da bambaşkadır. Bu sefer "ölümsüz-ebedi olma",sürekli hücrelerin yenilenmesi ve yaşlanmama gibi özellikler, o ahiret dünyasının şartlarında ve hedeflerinde kusursuzluktur. Çünkü yaratılış gayesi bunları içermektedir ve "mükemmel" bir şekilde bu hedefe hizmet edecek şekilde tasarlanmışlardır. Selam ve sevgiler.
  21. Yüce Allah sistemini öyle bir kurmuştur ki, eğer emir ve yasaklarına uyarsanız daha bu dünyada nimetleri yaşamaya başlıyorsunuz, yok eğer uymazsanız daha bu dünyada sıkıntıları... Namaz kılma da bunlardan biridir. Namaz kılmak başlı başına insan psikolojisine iyi gelmesinin yanı sıra, sabah namazının vakti, tam da tabiatın canlanmaya başlayıp, neşe ve huzurun en üst seviyeye ulaştığı andır. Ve bu anda uyanıp kalkan kişi hiçbir şey yapmasa bile, yine de yaşama sevinciyle dolacaktır. Bir de namazını kılarsa duyacağı mutluluk, huzur ve coşku katlanarak büyüyecektir. Bunun yanı sıra, akşam namazının vakti tam da yine huzurun, içe dönüklüğün, dinlence halinin zamanıdır. Yine bu anda, yani tam vaktinde kılacağınız namazla bu geçiş evresinden maksimum faydayı edinmeyi sağladığınız gibi, bu geçiş döneminden kaynaklanabilecek sıkıntıları da minimuma indirebilirsiniz. Yani günde 3 kez kılınacak namaz size maddi ve manevi sayısız yarar sağlayacaktır. Daha cennete gitmeden, bu dünyada onun izlerini algılamanıza vesile olacaktır. Bunun bedensel ve zihinsel sağlığınıza faydaları saymakla bitmez. İşin sevap, Allah’a yaklaşma gibi bilinen asıl güzelliklerini tekrardan söylemeye gerek bile duymuyorum. Ha peki bunu yapmazsanız, işin sevap-kulluk kısmı bir yana, dünya nimeti olarak neler kaçırmış olursunuz? Şu olur; şu an batılıların ve Uzakdoğuluların yaptığı gibi yogadan, meditasyondan, alnınızdaki enerji noktanızı uyarma işlemlerinden(Shirodhara) medet ummaya başlarsınız. Depresyon ve stres içinde yüzer, namazın sağlayacağı güzellikleri bu saydığım metotlarda arama telaşına düşersiniz. Aslında bugünkü dünyada meditasyon, yoga çılgınlığı, Shirodhara çılgınlığı yaşanıyorsa, bunun altında aslında namazın aranması yatıyordur. Onun eksikliği yatıyordur. Ayurveda’daki gerçek adıyla "Shirodhara" tekniğini internetten, arama motorlarından bulup inceleyebilirsiniz. Ve insanlar sabahları tam da güneşin doğma vaktinde kalkıp yoga yapma telaşı içindeler bugün. Çünkü bunu yapınca daha huzurlu olduklarını, stres ve depresyonlarında azalma olduğunu düşünüyorlar. Ve sabah güneşin doğma vaktinde yapılacak bu arınma jimnastiğine "güneşe selam" adını veriyorlar. Ve yine bu yoga uygulamasını incelerseniz, haraketlerin namazla büyük oranda benzerlik gösterdiğini göreceksiniz. Aynı şekilde akşam vakti de buna benzer bir yoga egzersizi yapılıp, insanlar huzura ve sağlığa kavuşmaya çalışıyorlar. Bir de bunun dışında yine genelde günde 2 kez meditasyon yapmaya çalışıyorlar. Ve yine aslında insanlar namazı arıyorlar. Onun vereceği güzellikleri, nimetlere kavuşabilmek için çırpınıyorlar. Ama ne yazık ki bu mutluluğu yanlış bir yerde arıyorlar. Peki madem namaz kılmak meditasyon ve yoga gibi uygulamalardan üstündür diyoruz, o zaman bunu doğrulayacak somut bir delil olmalı. Evet, var. Hem de bir ayurveda uzmanı olan Dr. Deepak Chopra’nın bile itiraf ettiği ve hatta bazı kitaplarında işlediği gibi, dünyanın en uzun ömürlü insanları Müslümanlar arasından çıkmaktadır genelde. Ve bu insanlar Uzakdoğulular gibi meditasyonla veya ginseng gibi süper besinlerle değil, namaz, oruç gibi ritüeller ve yoğurt, kırmızı et gibi besinlerle bunu gerçekleştirmişlerdir. “Süper yüzyıllıklar” adı verilen uzun ömürlü bireylere sahip toplumlar bugünün coğrafyasında Gürcistan, Azerbaycan gibi yerlerde görülmektedirler. Özellikle dağlık alanlarda yaşarlar. Ama genleri karma olduğundan, bilim adamları onların uzun ömürlü olmalarını genetik faktörle değil, yaşam biçimleriyle açıklamaktadırlar. Bilinen en uzun ömürlü insan Azeri Shirali Mislimov’dur. 1973 yılında 168 yaşında yaşama veda ettiği söylenmektedir. Özellikle Azerbaycan-İran sınırındaki Lerik kasabasının sağlıkları insanları dikkat çekiyor. Zaten namaz kılma ve oruç tutmanın faydaları artık bilim dünyasınca da keşfediliyor. Bunlar yogadan da, diğer tekniklerden de sağlığa ve yaşam kalitesine daha çok faydalı. Umarız tüm dünyadaki insanlar, farkında olmadan arayıp durdukları namazı keşfederler ve gerçek mutluluğa ve kurtuluşa doğru bir adım daha atarlar. Selam ve sevgiler.
  22. Yıldızların dünyaya düşmesi sahte İncillerde var. Ama Kuran'da böyle birşey yok. Kutsal Kuran yıldızların kara deliğe düşmesinden ve ayrıca kendi içine çökmesinden bahseder ayetlerde: Hayır, yıldızların düştükleri yere (mevkilerine) yemin ederim. (Kuran 56:75) Eğer bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir.(kuran 56:76) https://www.mucizeler.com/karadelikler-buyuk-bir-yemin/ 86:3 (karanlığı) delen yıldızdır. 77:8 Yıldızlar söndüğü zaman 81.1 Güneş katlanıp dürüldüğünde, kişi öğrenip bilecektir. Ayrıca, kıyamet dönemi evrenlerin kara delik tekilliğinde içlerine çökerek birleneceği de belirtilir açıkça ayetlerde: Enbiya 104. O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz. Zümer 67. Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından.
  23. Kasas Suresi 59 Senin Rabbin, memleketleri/medeniyetleri, ana merkezlerinde kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe helâk etmez. Biz; ülkeleri/medeniyetleri, halkları zulme sapmadıkları sürece helâk etmeyiz. Rabbimiz, bir toplumu yok etmeden veya cezalandırmadan önce ona resul gönderdiğini ve eğer hatalarında ısrarcı olurlarsa bunu gerçekleştirdiğini belirtiyor. Yunus Suresi 13 Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları, zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde inanmadıkları için, helak ettik. Günaha batanlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız. Demek ki bir medeniyetin mahvı için 1- Zulme sapma(ve sürdürme), 2- Elçi gelme şartı var. İsra 15. Kim doğru yola gelirse kendisi için yola gelmiş bulunur. Kim saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçkimse başkasının yükünü çekmez. Biz bir elçi göndermeden hiç kimseyi cezalandırmayız 16. Biz bir toplumu yok etmek istediğimiz zaman onun ileri gelen varlıklılarının orada kötülük yapmasına izin veririz. Böylece o topluma verilmiş söz gerçekleşir ve onu yerle bir ederiz. 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter Yine çok açık bir şekilde, Nuh'un toplumunun başına gelenin de aynı şey olduğu belirtiliyor. Başka bir deyişle bu peygamber sadece gönderildiği toplumu uyarmış ve Nuh Tufanı ile de sadece onlar yok edilmiştir.Zaten Kuran'da defalarca bir bireyin yüzünden başka bir bireyin ve bir kavmin yüzünden başka bir kavmin cezalandırılmayacağı belirtilmektedir. Herkes kendi hakettiği şeye kavuşmakta dünya ve ahirette. Bu bağlamda, Nuh toplumunun yaptığından dolayı değiştirilmiş Tevratta belirtildiği şekilde tüm dünyanın ve insanlığın cezalandırılması söz konusu olamaz. Koruma altında olan tek dini kaynak olan Kuran'a göre Tufan sadece o kavmi cezalandırmış ve yok etmiştir. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. A'raf Suresi 59 Andolsun ki biz, Nuh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. Üstünüze çok büyük bir azabın inmesinden korkuyorum." A'raf Suresi 65 Ad'a da kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hala sakınmıyor musunuz?" A'raf Suresi 73 Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi." A'raf Suresi 85 Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Size O'ndan başka ilah yok! Size Rabbinizden açık bir kanıt gelmiştir. Ölçü ve tartı da dürüst davranın. İnsanların eşyasına el koymaya tenezzül etmeyin. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır." Bu örnek ayetlerde de bahsedilen toplumlar cezalandırılmadan önce kendilerine bir(ya da daha fazla) uyarıcı geliyor. Ve yine görüldüğü üzere Ad, Semud veya Medyen halklarının başına gelen ne ise, Nuh halkının başına gelen de tamamen aynıdır. Tıpkı diğerleri gibi, azgınlık yaptıklarından dolayı kendilerine elçi geliyor, onlar yanlışlarını sürdürünce de hak ettikleri cezaya kavuşarak imtihan(kendileriyle yüzleşme) dünyasına veda ediyorlar. İsra Suresi 17 Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter. Nuh 21. Nuh dedi ki, "Rabbim, onlar bana karşı geldiler ve parası, çocukları kendisine sadece zarar veren bir kimseye uydular." 22. "Ve hatta büyük tuzaklar kurdular." 23. "Dediler ki, 'Tanrılarınızı terketmeyin. Ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, Yeuk'u ve Nesr'i bırakmayın.' " 24. "Çok kişiyi saptırdılar. Öyleyse, sen de zalimlerin şaşkınlığını arttır." 25. Suçlarından ötürü boğuldular ve ateşe sokuldular. Kendilerine ALLAH'tan başka yardımcı da bulamadılar. 26. Nuh dedi ki, "Rabbim, yeryüzünde bir tek inkarcı bırakma." 27. "Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkarcılar doğururlar." 28. "Rabbim, beni, anamı babamı, evime inanan olarak girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin ise ancak yıkımlarını arttır." Burada da açıkça suda boğulup ahirette ateşe sokulanların Nuh halkı olduğu anlatılmakta(25. ayet). Şimdi kimileri 26. ayette sunulan Nuh'un duasının evrensel bir istek olduğunu söyleyecektir. Orada peygamberin kendi arzusu söz konusu, yoksa gerçekleşen olay değil. Kaldı ki oradaki ifade de pekala sadece kendi ülkesindeki zalimleri kapsıyor olabilir. Ama dediğim gibi tüm bunlar bir yana, ayetlerde belirtildiği üzere sadece ve sadece Nuh'un halkı boğulmuştur. Zaten, Nuh'un toplumunun başına gelen bölgesel felaketin benzerleri sonra başka toplumların da başına gelmiştir: 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter (Nuh Suresi) ZARİYAT 31 İbrahim sordu: "Amacınız ne, ey elçiler?" 32 Dediler: "Biz, suçlulardan oluşan bir topluma gönderildik." 33 "Üzerlerine çamurdan taş atalım diye." 34 "Rabbin katında, sınır tanımazlar için işaretlenmiş taşlar." 35 Orada, müminlerden kim varsa çıkardık. 36 Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk. 37 Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık; 38 Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik. 39 O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun." 40 Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu. 41 Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik. 42 Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu. 43 Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin." 44 Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı. 45 Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu. 46 Daha önce de Nûh kavmini batırmıştık. Çünkü onlar da doğruluktan ayrılmış bir topluluktu. Bir kez daha, dünyanın değil, sadece o bölgenin ve halkının felakete uğradığını anlıyoruz. Nuh, Medyen, Ad, Semud.... tüm bu toplumların başına gelen olay pareleldir. İnkara ve kötülüğe sapıyorlar, kendilerine uyarıcı geliyor, onlar devam ediyorlar kötülüğe ve sonunda cezaya kavuşuyorlar. Hepsi de o toplumun başına gelen ibretlik olaylar. Hadid Suresi 26 Yemin olsun, Nûh'u ve İbrahim'i de resul olarak gönderdik. Peygamberliği ve Kitap'ı bunların soyları arasına koyduk. O soylardan bir kısmı hidayete ermiştir. Ama onlardan çoğu, yoldan çıkmış olanlardır. Hud 32. Dediler ki: "Ey Nûh! Sen bizimle uğraştın, bizimle mücadelede çok da ileri gittin. Eğer doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir." 33. Nûh dedi: "Onu size, dilediği takdirde ancak Allah getirir, siz de hiçbir engel çıkaramazsınız." 34. "Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermeyi gaye edinsem de öğüdüm size hiçbir yarar sağlamaz. O'dur sizin Rabbiniz ve O'na döndürüleceksiniz." 35. Yoksa, "Onu kendisi uydurdu." mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurmuşsam işlediğim suç benim aleyhimedir. Ama ben, sizin işlemekte olduğunuz suçlardan sorumlu değilim." 36. Nûh'a şöyle vahyolundu: "Toplumundan, daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıkları yüzünden tasalanıp durma." 37. Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar, mutlaka boğulacaklardır. 38. Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi." 39. "Rezil eden azabın kime geleceğini, sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." 40. Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca şöyle seslendik: "Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm verilen hariç olmak üzere aileni, bir de iman etmiş olanları." Ama Nûh'la birlikte çok az bir kısmı iman etmişti. Nuh Tufanı'nın tüm dünyayı kapsadığını iddia edenler bu her canlıdan çiftler toplama ifadesine sarılmaya çalışıyor. Ama burada anlatılan o bölgedeki hayvanlardan örnekler toplamaktır. Biri size "tüm elmaları topla" dese, dünyadaki bütün elmaları değil bulunduğunuz yerdekileri kastettiğini düşünürsünüz. Yine aynı şekilde burada da dünyadaki tüm hayvanlardan ifadesi geçmiyor ve kast edilen Nuh'un bulunduğu yerdir. Zaten yeryüzündeki tüm canlılardan örnekler toplaması için bir dünya turu yapması ve belkide bir kent büyüklüğünde devasa gemi yapması gerekirdi. İstenen oradakilerden çiftlerin toplanmasıdır. Peki Nuh Tufanı bölgesel ise nasıl olur da bir ülke sular altında kalırken diğer komşu milletlere bir zarar gelmez? Eğer Nuh toplumu bir adada yaşıyorlarsa bu gayet olası bir durumdur. Ve bu ada belki de Avustralya büyüklüğünde, hatta daha da büyük bir kıta ada bile olabilir. Ve bu durumda , sular altında kaybolmuş ve bu felaket sadece onları etkilemiştir. Şimdi şu ayetlere dikkat: Kamer 10. Bunun üzerine yakardı Rabbine, "Yenilgiye uğradım işte, yardım et!" diye... 11. Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile. 12. Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular. 13. Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde. 14. Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Ülkeye hem gökten su iniyor, hem de yerin altından sular fışkırıyor ve sonra da sular birleşiyor, 11. ve 12. ayetlerde anlatılanlara göre. Tıpkı bir adanın batmasını andıran bir sahne bu. Adaya(belki de devasa ada kıtaya) 1- Gökten su boşalıyor 2- Yerin altından patlamalar oluyor ve buradan da sular yükseliyor 3- Bunun sonucunda da, yani adaya yukarıdan(gökyüzünden) ve aşağıdan(yeraltından) su hücumu sonucunda, dört tarafındaki denizle buluşuyor bu sel ve ada tamamiyle sular altında kalıp okyanusun derinliklerine dalıyor anlaşıldığı kadarıyla. ANKEBUT 14. Yemin olsun, biz Nûh'u toplumuna göndedik de o onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan yakaladı. Çünkü zalimlerdi onlar. 15. Biz, Nûh'u ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere ibret yaptık. Yine cezalandırılanın Nuh toplumu olduğu ve nedeni açıklanıyor. Ayrıca peygamberin 950 yılın üzerinde yaşadığı da belirtilmektedir. Görüldüğü kadarıyla toplumu bu uzun ömrü pek garipsemiyor gibi. Eğer öyleyse, Nuh toplumunda bin yıl kadar yaşamak olağan birşey olabilir ve bu durum bilim ve teknolojide, en azından tıp alanında çok ileri bir medeniyet olduklarına da işaret olabilir. Bilindiği üzere Rabbimiz geçmişte ileri medeniyetlerin de var olduğunu ama inkarlarından dolayı yok olmaktan kurtulamadıklarını belirtmekte. Şimdi diğer bir çok önemli noktaya gelelim: ARAF 65 Âd'a da kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hâlâ sakınmıyor musunuz?" 67 Hûd dedi: "Ey toplumum! Bende beyinsizlik yok, ben âlemlerin Rabbi'nden bir resulüm." 69 "Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla size Rabbinizden bir ihtar gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, O sizi Nuh toplumundan sonra halefler yaptı ve yaratılışta size daha fazla bir boy-bos verdi. Allah'ın nimetlerini anın ki kurtulabilesiniz." Burada da Nuh kavmi ile Ad kavmi arasında bir kıyaslama yapılıyor ve Ad halkının Nuh halkına göre daha iri ve uzun olduğu belirtiliyor. Yani burada eski insanlar ile yeniler falan kıyaslanmıyor. Sadece ve sadece Nuh ve Ad toplumlarının fiziksel karşılaştırılması söz konusudur. Tıpkı günümüzde İngilizlerin Japonlara göre daha iri ve uzun boylu olması gibi... Rum suresi 47 Yemin olsun biz, senden önce de resulleri toplumlarına gönderdik, onlara açık kanıtlar getirdiler. Nihayet, günah işleyenlerden öc aldık. İnananlara yardım etmek bizim üzerimizde bir haktı. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. Ve tekrar tekrar belirtildiği üzere Nuh sadece kendi toplumuna gönderilmiştir ve cezaya çarptırılan sadece onun halkıdır. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Tufanın bölgesel olduğuna bir başka kanıt da şu ayetlerdir ayrıca:: İsra 2. Aynı şekilde, Musa'ya kitabı vermiştik. İsrail oğullarını şu gerçeğe iletmek için: "Benden başka bir sahip edinmeyin. 3. Onlar, Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur; o şükreden bir kuldu. 4. Kitapta, İsrail oğullarına: "Yeryüzünde iki kere bozgunculuk çıkaracaksınız ve alabildiğine kibirleneceksiniz," diye bildirdik, Dikkat edin İsrailoğulları "Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur" diyor. Eğer Nuh Tufanı bölgesel değil de evrensel olsaydı ve tüm dünyada felaketten sadece Nuh ve gemiye binenler kurtulmuş olsaydı, şu an yeryüzündeki tüm insanlar Nuh toplumunun soyundan olacaktı. Ama hayır, sadece İsraoğulları için Nuh'un gemisine binenlerin devamı deniliyor ayette. Demek ki diğer milletler o gemideki insanlardan türemedi ve kesinlikle o felakette yok edilen sadece Nuh halkıydı. Selam ve sevgiler
×
×
  • Create New...