
Emre_1974tr
Members-
İçerik sayısı
380 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
3
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by Emre_1974tr
-
Eğer evrende 4 boyutlu şekiller varsa, işte kübünün 3 boyutlu gölgesini görebilirsiniz. Ama dikkat edin ekranınız 2 boyutlu. Yani 4 boyutlu bir şeklin, 3 boyutlu gölgesini sizin 2 boyutlu ekranınızda, 2 boyutlu olarak görüyorsunuz. Yani gölgenin gölgesi... Bu teorik hiperkübü internette ilgili sitelerde görüp inceleyebilirsiniz. Eğer bizler iki boyutlu olsaydık, üç boyutlu bir topun veya kürenin sadece 2 boyutlu bir gölgesini görebilecektik ki bu da bir daire olacaktı bizim için. Ama 3 boyutlu bir topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini de tam olarak göremiyecektik. Şimdi biz 3. boyuttan baktığımız için rahatça topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini görebiliyoruz. Ama 2 boyutlu canlılar yukarıdan bakamıyacağı için gölgenin yalnızca bir kısmını görecekler arkasını göremiyeceklerdir. Daha doğrusu gölgeyi bir "dışbükey çizgi" şeklinde görecekler ve tam olarak algılayamayacaklardır 2 boyutlu olarak bile... Bunu engellemek için bizim hiperküp de yaptığımız gibi şekli "şeffaf" hale getireceklerdir. Bu sefer de şekli(2 boyutlu gölgeyi) tam olarak görebilecekler ama birbirleriyle bağlantılı bir dışbükey ve bir içbükey çizginin içiçe geçtiği ve karıştığı izlemine kapılacaklardır. Kaldı ki şeklin 3 boyutlu asıl orjinal halini hayal bile edemeyeceklerdir. Bu arada Kabe arapça "küp" anlamına geliyor. Kabenin şekli bir küpü anımsatıyor hatta milimetrik olmasa da şekil itibariyle küp olduğu söylenebilir. (bir dikdörtgen prizma olduğu da söylenebilir tabii) Ve bu yüzden bazı kimseler Kabe ile hiperküp arasında bağlantı kurmak istiyor ama bu özellikle ruhçuların yaptığı biraz zorlama bir zihin jimnastiği. Bunun dışında başka bir tespiti sunmak istiyorum. İki boyutlular dünyasında hiçbir canlı, 3 boyutlu canlılardan kaçamaz, saklanamaz. Evinin içine saklandığını zanneden ve 3 boyutlu varlığı göremeyen iki boyutlu canlının evine yukardan hiçbir engele takılmadan girebilir. Çünkü onun 2 boyutlu dünyasında yükseklik diye birşey olmadığından örneğin çember şeklindeki bir duvarın onu koruduğunu zannederken yukarıya doğru tamamen savunmasızdır. Sadece bununla da kalmıyor. Bedeninin içi, hatta organlarının içini bile görebilir ve dokunabilir bir üst boyuttaki varlık. Aynı şekilde 4 boyutlu veya daha fazla boyutlu bir canlı olsaydı o da 3 boyutlu varlıkları her yerde rahatça bulabilecek, hatta isterse iç organlarına bile müdahale edebilecekti. Örneğin (eğer üst boyut diye birşey varsa tabii) 4. boyutta yaşayan bir meleğe karşı ne durumda olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz artık sanırım. Selam ve sevgiler.
-
ARAF 163. Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. 164. İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz? Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." Kimin sonsuz zalimlerden olduğunu veya kimin iyilerden olduğunu bir tek Rabbimiz bilir. Bugün Müslüman olan yarın vazgeçebilir veya zaten gerçek bir Müslüman olmayabilir veya bugün inkarcı olan yarın iman edebilir. İşte burada 164. ayetteki gerçekleri tebliğ edenlerin cevabı muhteşem. Tam bir bilgelik... Evet bu sayede hem saflarını belli etmiş oluyorlar, hem de Allah'ın bildiği ama onların o an bilmediği, sonradan iman edecek olanlara vesile olmuş olacaklar. Şu 2 günlük imtihan, insanları içindekilerle yüzleştirme dünyasında, herkes bir vesileyle hakettiği imana veya imansızlığa kavuşacak. Ki ahirette aleyhlerinde veya lehlerinde deliller önlerine sunulabilsin. Rabbimiz hepimizin, sonsuza dek bu dünyada yaşasaydık iyilerden mi yoksa kötülerden mi olacağımızı bile biliyor. Bize de bir imtihan örneği yaşattırarak, kendimizle yüzleştiriyor. Selam ve sevgiler.
-
1- Ruh vahiydir, 2- Vahiy meleğinin özel adı 3- Ve vahiy kitabıdır (Kur'an). Kısacası Ruh = vahiy. Örnekler verelim. 1- Vahiy [15:29] "Artık onu tamamladığım ve ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanacaksınız." 2- Vahiy Meleği (Cebrail). 19:17. Böylece kendini insanlardan uzak tuttu. Sonra ona ruhumuzu gönderdik de o, kusursuz bir insan suretinde karşısına çıktı. 3- Vahiy Kitabı/Kuran 42:52 İşte böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitabın ne olduğunu, imanın ne olduğunu bilmiyordun, fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Ve [ey Muhammed], şüphesiz sen dosdoğru bir yola iletiyorsun; ruh = vahiy. Ve bedenimizde temel ayetler/vahiy/ruh var: 30:30 Bir tek Tanrıcı olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH'ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez. İçimizdeki ayetler/ruh sayesinde gerçeğe ve iyiliğe yönelmekle ve buna karşılık hurafelerden ve kötülükten ise uzak durmakla yükümlüyüz. **** Ve Kur'an'da ruh kelimesi tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi asla ayetlerde geçmez. Bu bize ruhların yokluğunun bir başka kanıtını verir.
-
11:48 Dendi ki: "Ey Nuh, sana ve seninle birlikte olan uluslara bizden barış ve bereketlerle in. Ayrıca öyle uluslar var ki onları bir süre yaşatacağız ve sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır." Nuh toplumu dışında başka halklar da o anda dünyada zaten mevcuttu ve selden/tufandan uzak tutulmuşlardı. Bu arada Nuh tüm inkarcıların helak edilmesini istediği duayı tufandan sonra yapıyor. Yani evvelden ettiği bir dua değil, bu sebepten bu bile tufanın bölgesel olduğuna ispat aslında, olay bittikten sonra en sonunda ediyor duasını: 71:25 Hataları yüzündendir ki boğuldular, ateşe atıldılar. Kendileri için, Allah dışında yardımcılar bulamadılar. 71:26 Nuh şöyle yakardı: "Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden yurt tutacak / gezip dolaşacak hiç kimse bırakma."
-
Yazımda bahsettiğim Deepak Chopra Müslüman olduğunu açıkladı.
-
KURAN ARAŞTIRMALARI GRUBU'nun faydalı bir eseri. Kitaplarını internette pdf formatında ücretsiz olarak yayınlamaktalar: https://istanbulyayinevi.net/wp-content/uploads/2016/06/KurandakiDin50Baskı.pdf
-
Kuran apaçık ayetler içerdiğini defalarca vurgulamaktadır: Maide Suresi 15 Ey Ehlikitap! Resulümüz size geldi. Kitap'tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan-beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Yusuf Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar. Şuara Suresi 2 İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri... Kuran bir sırlar-semboller kitabı değil, herkesin anlayabileceği ve bire bir gerçek bilgiler içeren net bir kitaptır. Ve tüm ayetleri için geçerlidir bu durum. Zaten bu sayede aracılara, sözde kutsal insanlara falan ihtiyaç kalmadan doğrudan ve tek kaynak olarak okuyabiliyoruz. Kuran'ın açıklayıcısı da yine yalnız Kuran'dır. Eğer kitabı bütünlük içinde ve birinci açık anlamında okursanız mutlaka gerekli ayrıntıların verildiğini göreceksiniz: Bakara Suresi 242 Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. En'am Suresi 46 De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar! Nur Suresi 18 Allah size ayetleri iyice açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. Bakara Suresi 118 Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..."Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti.Kalpleri birbirine benzemiştir.Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır. KIYAMET 17. Onu toplamak ve okumak bize düşer. 18. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. 19. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır. Bir surede anlatılan bir konu veya ifade hemen yine aynı surede açıklanabildiği gibi ilerideki başka surelerin içinde de açıklanması söz konusudur. Bu yüzden dediğimiz gibi kitabı bütünlük içinde okumak şarttır. Zaten eğer Kuran'ın tüm ayetleri birinci açık anlamında olmasaydı, ortada din diye pek birşey kalmazdı. O zaman herkes kendi kafasına göre bir din şekillendirebilirdi. İnsanlar hoşlarına giden ayetlere iman eder, gitmeyen ayetlere ise "sembolik bunlar" der ve maskeli inkarı uygulardı. Ve sembolik ilan ettiği ayete kendi uydurduğu anlamları yükleyerek din diye sunmaya kalkardı. Başka bir deyişle ortada kitap diye birşey kalmaz, herkes ayetlerde kendi görmek istediklerini görür ve kendi dinini kurardı.Ve aracılara, ruhbanlara ihtiyaç duyulurdu kitabı yorumlamak için. Ama çok şükür Rabbimiz herkesin anlayabileceği kolaylık ve açıklıkta kitabını göndermiştir. Ayetlerde anlatılanlar birebir gerçektir ve Kuran din alanında eksiksizdir. Bu arada bu konuda itiraz etmeye kalkanların öne sürmeye kalktığı 2 şeye cevap vereyim: Kuran'da halk deyimlerinin kullanılmasını örnek göstererek bazı ayetlerin apaçık anlamlarda olmadığını iddia etmeye kalkanlar var. Ama aslında bu deyimler de apaçık sözlük anlamında kullanılmaktadır ve yine bir küçük çocuğun bile kolayca ve herkesle aynı anlayabileceği netliktedir. Mesela "güneşin doğması" deyince bu ifadenin gündüz olması olduğunu herkes anlar. Yine ortada bir sembol-sır falan yok. Ya da Allah'ın eli, Allah'ın ipine sarılmak gibi ifadeler de yine birincil, sözlükteki anlamdadır. Ya da "yüzü kararmak" deyince de yine açık sözlük anlamında bir deyim söz konusu. Bunun dışında Kuran bir şeyi başka birşeyi benzeterek açıklayacaksa yine bunu kendisi açıkça belirtir ve benzettiği şeyin ne olduğunu yine kendisi verir. "Şu şuna benzer, şunun örneği gibidir" şeklindeki ifadelerle hem benzetme yaptığını gösterir hem de neyi neye benzettiğini de açıklar. Bir ayette "sarp yokuş nedir bilir misin?" dedikten sonra "o yokuş köle azad etmektir" diyerek köle azad etmeyi yokuşa benzettiğini açıklıyor. Eğer bir benzetme yapıyorsa bunu mutlaka açıklıyor : BELED 11. Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? 13. O tutsak bir boynu çözmek(köle azat etmek) tir. 14, 15, 16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Yine böyle benzetme yapılan ayetlere örnekler verelim: Bakara Suresi 74 Sonra bunun ardından kalpleriniz yine kaskatı kesildi.Taş gibidir o.Belki daha da katıdır.Taşların bazıları var ki, ondan ırmaklar fışkırır.Bazıları var ki, çatır çatır yarılır da içinden su çıkar.Öylesi var ki, Allah korkusundan aşağılara düşer.Allah, yapıp durduklarınızdan gafil değildir. Yunus Suresi 27 Kötülük kazananlara ise kötülüğün miktarınca karşılık vardır. Ama yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak kimse yoktur. Yüzleri gece parçalarından karanlıklarla kaplanmış gibidir. Ateşin dostlarıdır bunlar. Sürekli kalıcıdırlar içinde. Hac Suresi 31 Allah'a ortak koşmadan, hanîfler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir. Furkan Suresi 44 Yoksa sen bunların çoğunun işittiğini, akledip düşündüğünü mü sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar. Buralarda da neyin neye benzetildiği açıkça tam olarak anlatılır. Yani yine bir bilinmeyen, bir sır-sembol yoktur. Ayet bire bir bilgiyi vermektedir. Bunların yorumu kişiden kişiye değişmez, çünkü açıkça birinci anlamda verilmektedir yine ayetler. Şimdi yine ayetlere sembolik anlamlar yüklemeye kalkıp dini işlerine geldiği şekle büründürmeye çalışanların dayanak olarak sunmaya kalktıkları ayete gelelim: ALİ İMRAN 7- O ki sana bu kitabı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır (muhkem), ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır (müteşabih). Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. Onların gerçek anlamını ise kimse bilmez, ancak istisnadır ALLAH ve derin bilgiye sahip olanlar "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır," derler. Akıl ve anlayış sahiplerinden başkası öğüt almaz. Ayetleri keyiflerince yorumlamak isteyenler, bu ayetin kitabın bazı bölümlerinin sembolik olduğunu anlattığını iddia ediyorlar. Ama gerçekte, burada ayetlerin bir kısmı mecazdır bir kısmı semboliktir yani dilediğinize iman edip dilediğinize iman etmeyin falan demiyor.Veya işinize geldiği yerde ayeti kabul edip işinize gelmediği yerlerde "hayır semboliktir" diyebilirsiniz falan demiyor.BU AYET DE TÜM AYETLERİN APAÇIK VE BİRİNCİ ANLAMDA OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. AMA BİR KISIM AYETLERİN İSE BİRİNCİ AÇIK ANLAMLARININ DIŞINDA İKİNCİL VE ÜÇÜNCÜL ANLAMLARI DA OLDUĞUNU ,İNKARCILARIN AYETLERİN APAÇIK ANLAMINI İNKAR EDİP BU SEMBOLİK ANLAMLARIN PEŞİNE DÜŞECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Yoksa sembolcülerin dediği gibi olsa zaten ortada kaynak falan da kalmaz, herkes kendi uydurduklarının peşine düşerdi. Tüm ayetler birinci açık anlamındadır. Önce bunu kabul edip kitabı bütünlük içinde ele alacağız. Ondan sonra bazı ayetlerin bu açık ilk anlamlarının dışında başka ikincil veya üçüncül anlamlarının da olup olmadığı üzerinde zihin jimnastiği yapacağız. Ama önce mutlaka o ayetlerin de ilk-açık anlamına iman edeceğiz. Yoksa hangi ayetin ilk anlamı dışında başka anlamlar içerdiği ve bu anlamının ne olduğunu bir tek Allah bilir. İnsanlar ise sadece "bu ayet ayrıca şu anlamı da içeriyor olabilir" şeklinde kesin olmayan ifadelerle zihin jimnastiği yapabilirler. Maalesef bugün birçok kimse kafasındaki değer ve öğretileri kitaba onaylatabilmek için, ayetlerin açık anlamını inkar edip temsili anlamlar yükleme hastalığını sergiliyor. Tıpkı ayet cımbızlama gibi bu yol da aslında Kuran öğretisini dolaylı veya maskeli inkardan başka birşey değildir.Kimi cennet ve cehenneme, kimi meleklere veya cinlere sembolik anlamlar yükleyerek apaçık ayetlerin apaçık bilgisini çarpıtmaya kalkıyor. Yine bu yolla ayetlerde var olan şeyleri yok, olmayan şeyleri de var gibi göstermeye kalkabiliyorlar. Zaten bu yöntemle her kitaba her öğreti onaylattırılır. Çünkü bir şeye semboliktir dendi mi artık sözleri her yöne çekilebilir. Bu yüzden apaçık ve tek dini kaynak olan Kuran'ı, açık-birinci anlamında ve bütünlük içinde ele alıp okuyacağız. İşte o zaman hem Kuran'daki gerçek İslam kolayca ortaya çıkacaktır, hem de din anlayışı kişiden kişiye değişmeyecektir. Selam ve sevgiler.
-
Kuran'da israf haram kılınmaktadır. Bunu da Müslümanlar çok iyi bilir. Buraya kadar her şey çok iyi ama işin içine bir kelime katarak Kuran'da yasaklanmayan bir şey de çaktırmadan yasaklanmaya kalkılır pek çok kişi tarafından. Bu da "lüks”tür. Kuran’da övülen Davut ve Süleyman peygamberlerin anlatıldığı örnek hayatlarında bolca kullandıklarını gördüğümüz lüks ve konforu, Kuran’ın hedeflediği bu güzellikleri sanki israfmış gibi göstermeye çalışılmıştır ve bunda da başarılı olunmuştur. Hemen pek çok Müslümanın kafasına lüks=israf inancı yerleştirilmiştir ne yazık ki. Hâlbuki israfın lüks ile doğru değil ters orantısı vardır çoğu kez. Lüks ve kalitenin arttığı yerde, sağlamlık, kalıcılık artar ilk olarak. Örneğin çoğunlukla kaliteli ve pahalı eşyalar çok daha dayanıklı olur ve uzun vadede ucuz eşyalardan daha ucuza gelir. Çünkü o lüks malzeme veya eşyadan bir tane tüketinceye kadar, adisinden 2–3 tane tüketirsiniz çoğu kez(kaliteli ve pahalı ayakkabılarla ucuzlarını düşünün).Bu yüzden bir Çin atasözü " ben ucuz mal satın alacak kadar zengin değilim" der. Ucuz ve kalitesiz malın zararı her zaman mal kaybıyla da sonuçlanmaz. Bu mallar insan sağlığı ve veya hayatına da mal olabilir. Kalite ve lüksün arttığı yerlerde ise güven daha fazladır. Bunun yanı sıra lüks olan şeyler, daha az tüketime başka yönlerden de vesile olurlar. Örneğin halka açık bir tuvalette son teknolojinin kullanıldığını düşünelim. Her şey otomatik, elinizi musluğun ağzına uzattığınızda su otomatik olarak akıyor, elinizi çektiğinizde yine lazer sistemi sayesinde otomatik olarak suyun akışı kesiliyor. Bu su israfını engellediği gibi, elinizi değmediğiniz için hijyen de sağlanıyor ve oradan mikrop kapma ihtimaliniz azalıyor. Aynı şekilde sabunluktan sıvı sabun da otomatik olarak elinize dökülüyor, yine el değmeden ellerinizi makinede kurutuyorsunuz... Bütün bunlar israfı ve hastalığı engelliyor. Ama bu konfor ve lüksün olmadığı bir tuvalette ise hem israf hem hastalıklı ortam artıyor. Özellikle buradan sarılık virüsü olan hepatit b kapma ihtimaliniz söz konusu... Kuran'da lüks ve konfor kesinlikle israf veya haram olarak gösterilmez, tersine bir güzellik olarak görülür ve hedeflenir. Dediğim gibi peygamberlerin Kuran'daki hayatlarında bunun örneklerini görebiliriz(saraylar, köşkler, heykeller, sanat eserleri, bilimsel ve teknolojik yenilikleri teşvik etmek, her iş ve hizmette iyiyi, kaliteyi, sağlamlığı ve kolaylığı hedeflemek, hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek...). İnsan ihtiyacı bir tek yaşamı devam ettirecek şeylerden ibaret değildir. Yeme içme, barınma ve cinsel ihtiyaçlarının yanı sıra, sanat, bilim ve vb. ihtiyaçları da vardır. Bu da Allah'ın kullarında görmek istediği lüksü ve zenginliği doğurmaktadır. Bu yüzden pahalı da olsa bir sanat eseri satın almak(eğer maddi durumunuz buna müsaitse) israf falan değildir. Veya hayatı kolaylaştıracak kaliteli ve sağlam teknolojik eşyalar satın almak da günah değil tersine sevap listesine girer. Ayrıca altın gibi lüks maddeleri kullanmak da israf değildir.Yine tersine bunları kullanmamak israftır.Tabiatta insanın hizmetine sunulmuş bir güzelliği kullanmamak bu zenginliğin bir işe yaramaması, yani heba edilmesi demektir.Düşünün, bir meyvenin tüketilmesi mi israftır yoksa o meyvenin tüketilmeyip çürümeye bırakılması mı…? Allah bir Kuran ayetinde evrende yarattığı bütün güzellikleri bizim için yarattığını ve bunlardan yararlanmamızı ister. Ve yine ayette bu helal nimetleri size kim haram kılabilir der. Zaten lüks malzeme veya hizmet tüketimi olmasa üretim diye bir şeyin olması mümkün değil. Eğer insan sadece hayatta kalmasını sağlayacak şeyleri satın alsaydı o zaman, ne beyaz eşya, ne otomobil ne de diğer konfor üretim fabrikaları olacaktı. Sadece tarım ve küçük işletmeler var olacak, bu da sadece güzelliklerin israfına değil, aynı zamanda fakirlik ve işsizliğe de yol açacaktı. Yine insanlar sadece hayatta kalacak kadar tüketseydi ne güzelim oteller, ne de tatil köyleri olacaktı. Bu da yine işsizliği ve fakirliği arttıracaktı. Bugün söylendiği gibi, sadece turizm potansiyelimiz bile bizi olağanüstü zengin bir ülke yapabilir... İşte bu güzellikleri değerlendirmek değil, değerlendirmemek israftır. Onlardan bolca yararlanmamak yazık etmektir. Onları çöpe atmaktır. İsraf bir şeyi tüketmek değil, tersine tüketmeyip heba olmasını, boşa gitmesine neden olmaktır. Örneğin suyu boşa akıtırsanız bu israftır. Ama onu kullanırsanız israfın tam karşıtı bir hareket yapmış olursunuz. İslam dünyasında yeniden Kuran'a yöneliş sayesinde bu lüks-israf ilişkisi yeniden yorumlanmalı ve gerçek görülmelidir. Uydurma hadisler ve kökeni İslam dışı olan öğretiler yüzünden bugün Müslüman ülkelerin çoğu sefillik, gerilik ve israfın pençesindedir. Buna karşılık değiştirilmiş kutsal kitaplara sahip olan Yahudi ve Hıristiyanlar, o değiştirilmiş kitaplarının değil de Kuran'ın prensipleri doğrultusunda yaşayarak bilimin, teknolojinin, konforun, sanatın, doğal güzelliklerin kısaca lüksün tadını çıkarmaktalar. Tüketim ve üretim had safhada… Diğer yandan da tüketimin olmadığı ülkeler zenginleşmek bir yana gittikçe daha da kuruyor ve fakirleşiyorlar. Zaten lüksün günah olarak görüldüğü bir yerde sefillikten başka bir şeyin oluşması da söz konusu değildir. Selam ve sevgiler.
-
Kuran ayetlerinde dünya nimetlerinin benzerlerinin, artı, hiç bir kalbin bilmediği ve duymadığı cennete has nimetlerin de bulunduğu vurgulanır. Bu ayetlere bir örnek vermek gerekirse; "Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet aldığı her şey var.ve siz orada süresiz kalacaksınız."(Zuhruf Suresi 71.) Bu ifade şu demek.Bu dünyada sizin için yaratılmış nimetlerin hepsi cennette de var. Bu ayet ve diğer ayetlerde belirtilen nimetler, yan gelip yatmayla, seksle, yeme içmeyle sınırlandıramayız. Tamam, bunlarda çok büyük nimetler ve cennette varlar. Ama bunların yanı sıra hareket etmek, sanatla uğraşmak, okumak, bilimsel araştırma ve çalışmalarda bulunmak, spor yapmak, satranç gibi oyunlar oynamak, gezmek ve daha sayısız dünyaya özgün nimetler de bu haz ve nimet kapsamına girer. Nefsimizin arzu ettiği her şey cennette olacaktır. Zaten sadece yan gelip yatmak eksik bir nimet olurdu. Ayetlerde anlatılan huriler, meyveler ise birer örnek, bütünün küçük bir parçasıdırlar(ama kesinlikle bunlarda vardır).asıl liste ise yukarıdaki ayette verilmiştir. Herhalde Kuran’da televizyondan satranca kadar sayfalar dolusu bir nimet listesi hazırlanacak değildi. Kısaca, orada nefsinin arzu ettiği her şey olacaktır denilmiştir. Bir de bu nimetlerin sembolik olduğunu iddia eden arkadaşlara iki ayet daha göstererek yazımı tamamlamak istiyorum. -De ki "Allah`ın kulları için verdiği süslenecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin temiz olanlarını kim yasak edebilir?"yine de ki "bunlar dünyadaki inançlı kişilerindir. ahirette ise yalnız onlarındır".ayetlerimizi anlayanlara bu şekilde açıklamaktayız.(Araf süresi 32.ayet) Dikkat edin ayette bu dünya nimetlerinin tümü inançlı kimselerindir, ama cennette ise yalnızca onlarındır deniliyor. Yani bu dünya nimetlerinin benzerlerinin ahirette cennet halkına verileceği, dünya nimetlerinin tümünün orada da olacağı dolaylı da olsa belirtilmekte. Diğer ayet:"inanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandıkça: bu daha önce de rızıklandığımız şeydir, derler. Onlara o dediklerine benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve onlar orada ebedi kalacaklardır."2/25 Bu ayette de cennet ehli, cennet meyvelerinden yeyince, bu yediklerinin dünyadaki meyvelerle aynı, yani benzer olduklarını söylüyorlar. Ayrıca bazı ayetlerde cennet içeceklerinin formülünün hangi bitkilerden oluştuğu dahi söylenmektedir. Bütün bu apaçık ayetlere sembolik demek zorlama olacağı gibi, bunları sembolik saymak o ayetleri inkâra da yaklaştırır insanı. Ha bunlar saçmalıktır olamaz demişsin, ha bu böyle olamaz semboliktir demişsin. Selam ve sevgiler.
-
Kuran'da bir çok ayette sevgi ve aşktan bahsedilir. Örneğin; 30:21 Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranıza sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır.
-
32:7 O yarattığı her şeyi mükemmel hale soktu. İnsanın yaratılışına balçıktan başladı. 51:7 Mükemmel çizilmiş yörüngelere sahip göğe and olsun ki 7:190 Onlara kusursuz bir çocuk verince, O'nun kendilerine verdiği bu hediyeyle ilgili olarak O'na ortaklar koşmaya başladılar. ALLAH onların ortak koştukları her şeyden çok yücedir. ************************************************************ **** Allah'ın yarattıklarındaki kusursuzluk, yani kusursuz tasarım, o yaratılanların yaratılış nedeni ve şartları doğrultusundadır. Bizim dünyamız ve evrenimiz 1-İmtihan dünyası hedefine yöneliktir. 2-Cennet ile cehennemin karışımı karma bir hayat 3-Sonunda mutlaka canlılarının ve hatta evrenin kendisinin öleceği sonlu bir hayat içerir. İşte bu evrendeki kusursuzluktan kasıt, bu 3 maddeye uygun-hizmet eden olma açısından mükemmelliktir. Yani kişinin imtihan edilebileceği ortama hizmet, kişinin gerektiğinde yeryüzünde hazzı veya ızdırabı yaşayabileceği ortamı oluşturmaya hizmet ve belli bir süre yaşadıktan sonra son bulmaya hizmet etme açısından kusursuz bir şekilde tasarlanıp yaratılmıştır. Çünkü bu dünyanın-evrenin-yaşamın hedefleri bunlardır. Bu evren yaratılış amacı ve şartlarına hizmet açısından gerçekten de "kusursuzdur". Ama buna karşılık ahiret evreninin yaratılış amacı ve şartları farklı olduğundan, ahiret evrenindeki kusursuzluk da bambaşkadır. Bu sefer "ölümsüz-ebedi olma",sürekli hücrelerin yenilenmesi ve yaşlanmama gibi özellikler, o ahiret dünyasının şartlarında ve hedeflerinde kusursuzluktur. Çünkü yaratılış gayesi bunları içermektedir ve "mükemmel" bir şekilde bu hedefe hizmet edecek şekilde tasarlanmışlardır. Selam ve sevgiler.
-
Yüce Allah sistemini öyle bir kurmuştur ki, eğer emir ve yasaklarına uyarsanız daha bu dünyada nimetleri yaşamaya başlıyorsunuz, yok eğer uymazsanız daha bu dünyada sıkıntıları... Namaz kılma da bunlardan biridir. Namaz kılmak başlı başına insan psikolojisine iyi gelmesinin yanı sıra, sabah namazının vakti, tam da tabiatın canlanmaya başlayıp, neşe ve huzurun en üst seviyeye ulaştığı andır. Ve bu anda uyanıp kalkan kişi hiçbir şey yapmasa bile, yine de yaşama sevinciyle dolacaktır. Bir de namazını kılarsa duyacağı mutluluk, huzur ve coşku katlanarak büyüyecektir. Bunun yanı sıra, akşam namazının vakti tam da yine huzurun, içe dönüklüğün, dinlence halinin zamanıdır. Yine bu anda, yani tam vaktinde kılacağınız namazla bu geçiş evresinden maksimum faydayı edinmeyi sağladığınız gibi, bu geçiş döneminden kaynaklanabilecek sıkıntıları da minimuma indirebilirsiniz. Yani günde 3 kez kılınacak namaz size maddi ve manevi sayısız yarar sağlayacaktır. Daha cennete gitmeden, bu dünyada onun izlerini algılamanıza vesile olacaktır. Bunun bedensel ve zihinsel sağlığınıza faydaları saymakla bitmez. İşin sevap, Allah’a yaklaşma gibi bilinen asıl güzelliklerini tekrardan söylemeye gerek bile duymuyorum. Ha peki bunu yapmazsanız, işin sevap-kulluk kısmı bir yana, dünya nimeti olarak neler kaçırmış olursunuz? Şu olur; şu an batılıların ve Uzakdoğuluların yaptığı gibi yogadan, meditasyondan, alnınızdaki enerji noktanızı uyarma işlemlerinden(Shirodhara) medet ummaya başlarsınız. Depresyon ve stres içinde yüzer, namazın sağlayacağı güzellikleri bu saydığım metotlarda arama telaşına düşersiniz. Aslında bugünkü dünyada meditasyon, yoga çılgınlığı, Shirodhara çılgınlığı yaşanıyorsa, bunun altında aslında namazın aranması yatıyordur. Onun eksikliği yatıyordur. Ayurveda’daki gerçek adıyla "Shirodhara" tekniğini internetten, arama motorlarından bulup inceleyebilirsiniz. Ve insanlar sabahları tam da güneşin doğma vaktinde kalkıp yoga yapma telaşı içindeler bugün. Çünkü bunu yapınca daha huzurlu olduklarını, stres ve depresyonlarında azalma olduğunu düşünüyorlar. Ve sabah güneşin doğma vaktinde yapılacak bu arınma jimnastiğine "güneşe selam" adını veriyorlar. Ve yine bu yoga uygulamasını incelerseniz, haraketlerin namazla büyük oranda benzerlik gösterdiğini göreceksiniz. Aynı şekilde akşam vakti de buna benzer bir yoga egzersizi yapılıp, insanlar huzura ve sağlığa kavuşmaya çalışıyorlar. Bir de bunun dışında yine genelde günde 2 kez meditasyon yapmaya çalışıyorlar. Ve yine aslında insanlar namazı arıyorlar. Onun vereceği güzellikleri, nimetlere kavuşabilmek için çırpınıyorlar. Ama ne yazık ki bu mutluluğu yanlış bir yerde arıyorlar. Peki madem namaz kılmak meditasyon ve yoga gibi uygulamalardan üstündür diyoruz, o zaman bunu doğrulayacak somut bir delil olmalı. Evet, var. Hem de bir ayurveda uzmanı olan Dr. Deepak Chopra’nın bile itiraf ettiği ve hatta bazı kitaplarında işlediği gibi, dünyanın en uzun ömürlü insanları Müslümanlar arasından çıkmaktadır genelde. Ve bu insanlar Uzakdoğulular gibi meditasyonla veya ginseng gibi süper besinlerle değil, namaz, oruç gibi ritüeller ve yoğurt, kırmızı et gibi besinlerle bunu gerçekleştirmişlerdir. “Süper yüzyıllıklar” adı verilen uzun ömürlü bireylere sahip toplumlar bugünün coğrafyasında Gürcistan, Azerbaycan gibi yerlerde görülmektedirler. Özellikle dağlık alanlarda yaşarlar. Ama genleri karma olduğundan, bilim adamları onların uzun ömürlü olmalarını genetik faktörle değil, yaşam biçimleriyle açıklamaktadırlar. Bilinen en uzun ömürlü insan Azeri Shirali Mislimov’dur. 1973 yılında 168 yaşında yaşama veda ettiği söylenmektedir. Özellikle Azerbaycan-İran sınırındaki Lerik kasabasının sağlıkları insanları dikkat çekiyor. Zaten namaz kılma ve oruç tutmanın faydaları artık bilim dünyasınca da keşfediliyor. Bunlar yogadan da, diğer tekniklerden de sağlığa ve yaşam kalitesine daha çok faydalı. Umarız tüm dünyadaki insanlar, farkında olmadan arayıp durdukları namazı keşfederler ve gerçek mutluluğa ve kurtuluşa doğru bir adım daha atarlar. Selam ve sevgiler.
-
Yıldızların dünyaya düşmesi sahte İncillerde var. Ama Kuran'da böyle birşey yok. Kutsal Kuran yıldızların kara deliğe düşmesinden ve ayrıca kendi içine çökmesinden bahseder ayetlerde: Hayır, yıldızların düştükleri yere (mevkilerine) yemin ederim. (Kuran 56:75) Eğer bilirseniz, gerçekten bu büyük bir yemindir.(kuran 56:76) https://www.mucizeler.com/karadelikler-buyuk-bir-yemin/ 86:3 (karanlığı) delen yıldızdır. 77:8 Yıldızlar söndüğü zaman 81.1 Güneş katlanıp dürüldüğünde, kişi öğrenip bilecektir. Ayrıca, kıyamet dönemi evrenlerin kara delik tekilliğinde içlerine çökerek birleneceği de belirtilir açıkça ayetlerde: Enbiya 104. O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz. Zümer 67. Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından.
-
Kasas Suresi 59 Senin Rabbin, memleketleri/medeniyetleri, ana merkezlerinde kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe helâk etmez. Biz; ülkeleri/medeniyetleri, halkları zulme sapmadıkları sürece helâk etmeyiz. Rabbimiz, bir toplumu yok etmeden veya cezalandırmadan önce ona resul gönderdiğini ve eğer hatalarında ısrarcı olurlarsa bunu gerçekleştirdiğini belirtiyor. Yunus Suresi 13 Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları, zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde inanmadıkları için, helak ettik. Günaha batanlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız. Demek ki bir medeniyetin mahvı için 1- Zulme sapma(ve sürdürme), 2- Elçi gelme şartı var. İsra 15. Kim doğru yola gelirse kendisi için yola gelmiş bulunur. Kim saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçkimse başkasının yükünü çekmez. Biz bir elçi göndermeden hiç kimseyi cezalandırmayız 16. Biz bir toplumu yok etmek istediğimiz zaman onun ileri gelen varlıklılarının orada kötülük yapmasına izin veririz. Böylece o topluma verilmiş söz gerçekleşir ve onu yerle bir ederiz. 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter Yine çok açık bir şekilde, Nuh'un toplumunun başına gelenin de aynı şey olduğu belirtiliyor. Başka bir deyişle bu peygamber sadece gönderildiği toplumu uyarmış ve Nuh Tufanı ile de sadece onlar yok edilmiştir.Zaten Kuran'da defalarca bir bireyin yüzünden başka bir bireyin ve bir kavmin yüzünden başka bir kavmin cezalandırılmayacağı belirtilmektedir. Herkes kendi hakettiği şeye kavuşmakta dünya ve ahirette. Bu bağlamda, Nuh toplumunun yaptığından dolayı değiştirilmiş Tevratta belirtildiği şekilde tüm dünyanın ve insanlığın cezalandırılması söz konusu olamaz. Koruma altında olan tek dini kaynak olan Kuran'a göre Tufan sadece o kavmi cezalandırmış ve yok etmiştir. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. A'raf Suresi 59 Andolsun ki biz, Nuh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. Üstünüze çok büyük bir azabın inmesinden korkuyorum." A'raf Suresi 65 Ad'a da kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hala sakınmıyor musunuz?" A'raf Suresi 73 Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi." A'raf Suresi 85 Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Size O'ndan başka ilah yok! Size Rabbinizden açık bir kanıt gelmiştir. Ölçü ve tartı da dürüst davranın. İnsanların eşyasına el koymaya tenezzül etmeyin. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır." Bu örnek ayetlerde de bahsedilen toplumlar cezalandırılmadan önce kendilerine bir(ya da daha fazla) uyarıcı geliyor. Ve yine görüldüğü üzere Ad, Semud veya Medyen halklarının başına gelen ne ise, Nuh halkının başına gelen de tamamen aynıdır. Tıpkı diğerleri gibi, azgınlık yaptıklarından dolayı kendilerine elçi geliyor, onlar yanlışlarını sürdürünce de hak ettikleri cezaya kavuşarak imtihan(kendileriyle yüzleşme) dünyasına veda ediyorlar. İsra Suresi 17 Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter. Nuh 21. Nuh dedi ki, "Rabbim, onlar bana karşı geldiler ve parası, çocukları kendisine sadece zarar veren bir kimseye uydular." 22. "Ve hatta büyük tuzaklar kurdular." 23. "Dediler ki, 'Tanrılarınızı terketmeyin. Ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, Yeuk'u ve Nesr'i bırakmayın.' " 24. "Çok kişiyi saptırdılar. Öyleyse, sen de zalimlerin şaşkınlığını arttır." 25. Suçlarından ötürü boğuldular ve ateşe sokuldular. Kendilerine ALLAH'tan başka yardımcı da bulamadılar. 26. Nuh dedi ki, "Rabbim, yeryüzünde bir tek inkarcı bırakma." 27. "Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkarcılar doğururlar." 28. "Rabbim, beni, anamı babamı, evime inanan olarak girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin ise ancak yıkımlarını arttır." Burada da açıkça suda boğulup ahirette ateşe sokulanların Nuh halkı olduğu anlatılmakta(25. ayet). Şimdi kimileri 26. ayette sunulan Nuh'un duasının evrensel bir istek olduğunu söyleyecektir. Orada peygamberin kendi arzusu söz konusu, yoksa gerçekleşen olay değil. Kaldı ki oradaki ifade de pekala sadece kendi ülkesindeki zalimleri kapsıyor olabilir. Ama dediğim gibi tüm bunlar bir yana, ayetlerde belirtildiği üzere sadece ve sadece Nuh'un halkı boğulmuştur. Zaten, Nuh'un toplumunun başına gelen bölgesel felaketin benzerleri sonra başka toplumların da başına gelmiştir: 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter (Nuh Suresi) ZARİYAT 31 İbrahim sordu: "Amacınız ne, ey elçiler?" 32 Dediler: "Biz, suçlulardan oluşan bir topluma gönderildik." 33 "Üzerlerine çamurdan taş atalım diye." 34 "Rabbin katında, sınır tanımazlar için işaretlenmiş taşlar." 35 Orada, müminlerden kim varsa çıkardık. 36 Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk. 37 Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık; 38 Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik. 39 O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun." 40 Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu. 41 Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik. 42 Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu. 43 Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin." 44 Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı. 45 Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu. 46 Daha önce de Nûh kavmini batırmıştık. Çünkü onlar da doğruluktan ayrılmış bir topluluktu. Bir kez daha, dünyanın değil, sadece o bölgenin ve halkının felakete uğradığını anlıyoruz. Nuh, Medyen, Ad, Semud.... tüm bu toplumların başına gelen olay pareleldir. İnkara ve kötülüğe sapıyorlar, kendilerine uyarıcı geliyor, onlar devam ediyorlar kötülüğe ve sonunda cezaya kavuşuyorlar. Hepsi de o toplumun başına gelen ibretlik olaylar. Hadid Suresi 26 Yemin olsun, Nûh'u ve İbrahim'i de resul olarak gönderdik. Peygamberliği ve Kitap'ı bunların soyları arasına koyduk. O soylardan bir kısmı hidayete ermiştir. Ama onlardan çoğu, yoldan çıkmış olanlardır. Hud 32. Dediler ki: "Ey Nûh! Sen bizimle uğraştın, bizimle mücadelede çok da ileri gittin. Eğer doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir." 33. Nûh dedi: "Onu size, dilediği takdirde ancak Allah getirir, siz de hiçbir engel çıkaramazsınız." 34. "Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermeyi gaye edinsem de öğüdüm size hiçbir yarar sağlamaz. O'dur sizin Rabbiniz ve O'na döndürüleceksiniz." 35. Yoksa, "Onu kendisi uydurdu." mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurmuşsam işlediğim suç benim aleyhimedir. Ama ben, sizin işlemekte olduğunuz suçlardan sorumlu değilim." 36. Nûh'a şöyle vahyolundu: "Toplumundan, daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıkları yüzünden tasalanıp durma." 37. Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar, mutlaka boğulacaklardır. 38. Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi." 39. "Rezil eden azabın kime geleceğini, sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." 40. Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca şöyle seslendik: "Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm verilen hariç olmak üzere aileni, bir de iman etmiş olanları." Ama Nûh'la birlikte çok az bir kısmı iman etmişti. Nuh Tufanı'nın tüm dünyayı kapsadığını iddia edenler bu her canlıdan çiftler toplama ifadesine sarılmaya çalışıyor. Ama burada anlatılan o bölgedeki hayvanlardan örnekler toplamaktır. Biri size "tüm elmaları topla" dese, dünyadaki bütün elmaları değil bulunduğunuz yerdekileri kastettiğini düşünürsünüz. Yine aynı şekilde burada da dünyadaki tüm hayvanlardan ifadesi geçmiyor ve kast edilen Nuh'un bulunduğu yerdir. Zaten yeryüzündeki tüm canlılardan örnekler toplaması için bir dünya turu yapması ve belkide bir kent büyüklüğünde devasa gemi yapması gerekirdi. İstenen oradakilerden çiftlerin toplanmasıdır. Peki Nuh Tufanı bölgesel ise nasıl olur da bir ülke sular altında kalırken diğer komşu milletlere bir zarar gelmez? Eğer Nuh toplumu bir adada yaşıyorlarsa bu gayet olası bir durumdur. Ve bu ada belki de Avustralya büyüklüğünde, hatta daha da büyük bir kıta ada bile olabilir. Ve bu durumda , sular altında kaybolmuş ve bu felaket sadece onları etkilemiştir. Şimdi şu ayetlere dikkat: Kamer 10. Bunun üzerine yakardı Rabbine, "Yenilgiye uğradım işte, yardım et!" diye... 11. Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile. 12. Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular. 13. Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde. 14. Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Ülkeye hem gökten su iniyor, hem de yerin altından sular fışkırıyor ve sonra da sular birleşiyor, 11. ve 12. ayetlerde anlatılanlara göre. Tıpkı bir adanın batmasını andıran bir sahne bu. Adaya(belki de devasa ada kıtaya) 1- Gökten su boşalıyor 2- Yerin altından patlamalar oluyor ve buradan da sular yükseliyor 3- Bunun sonucunda da, yani adaya yukarıdan(gökyüzünden) ve aşağıdan(yeraltından) su hücumu sonucunda, dört tarafındaki denizle buluşuyor bu sel ve ada tamamiyle sular altında kalıp okyanusun derinliklerine dalıyor anlaşıldığı kadarıyla. ANKEBUT 14. Yemin olsun, biz Nûh'u toplumuna göndedik de o onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan yakaladı. Çünkü zalimlerdi onlar. 15. Biz, Nûh'u ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere ibret yaptık. Yine cezalandırılanın Nuh toplumu olduğu ve nedeni açıklanıyor. Ayrıca peygamberin 950 yılın üzerinde yaşadığı da belirtilmektedir. Görüldüğü kadarıyla toplumu bu uzun ömrü pek garipsemiyor gibi. Eğer öyleyse, Nuh toplumunda bin yıl kadar yaşamak olağan birşey olabilir ve bu durum bilim ve teknolojide, en azından tıp alanında çok ileri bir medeniyet olduklarına da işaret olabilir. Bilindiği üzere Rabbimiz geçmişte ileri medeniyetlerin de var olduğunu ama inkarlarından dolayı yok olmaktan kurtulamadıklarını belirtmekte. Şimdi diğer bir çok önemli noktaya gelelim: ARAF 65 Âd'a da kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hâlâ sakınmıyor musunuz?" 67 Hûd dedi: "Ey toplumum! Bende beyinsizlik yok, ben âlemlerin Rabbi'nden bir resulüm." 69 "Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla size Rabbinizden bir ihtar gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, O sizi Nuh toplumundan sonra halefler yaptı ve yaratılışta size daha fazla bir boy-bos verdi. Allah'ın nimetlerini anın ki kurtulabilesiniz." Burada da Nuh kavmi ile Ad kavmi arasında bir kıyaslama yapılıyor ve Ad halkının Nuh halkına göre daha iri ve uzun olduğu belirtiliyor. Yani burada eski insanlar ile yeniler falan kıyaslanmıyor. Sadece ve sadece Nuh ve Ad toplumlarının fiziksel karşılaştırılması söz konusudur. Tıpkı günümüzde İngilizlerin Japonlara göre daha iri ve uzun boylu olması gibi... Rum suresi 47 Yemin olsun biz, senden önce de resulleri toplumlarına gönderdik, onlara açık kanıtlar getirdiler. Nihayet, günah işleyenlerden öc aldık. İnananlara yardım etmek bizim üzerimizde bir haktı. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. Ve tekrar tekrar belirtildiği üzere Nuh sadece kendi toplumuna gönderilmiştir ve cezaya çarptırılan sadece onun halkıdır. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Tufanın bölgesel olduğuna bir başka kanıt da şu ayetlerdir ayrıca:: İsra 2. Aynı şekilde, Musa'ya kitabı vermiştik. İsrail oğullarını şu gerçeğe iletmek için: "Benden başka bir sahip edinmeyin. 3. Onlar, Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur; o şükreden bir kuldu. 4. Kitapta, İsrail oğullarına: "Yeryüzünde iki kere bozgunculuk çıkaracaksınız ve alabildiğine kibirleneceksiniz," diye bildirdik, Dikkat edin İsrailoğulları "Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur" diyor. Eğer Nuh Tufanı bölgesel değil de evrensel olsaydı ve tüm dünyada felaketten sadece Nuh ve gemiye binenler kurtulmuş olsaydı, şu an yeryüzündeki tüm insanlar Nuh toplumunun soyundan olacaktı. Ama hayır, sadece İsraoğulları için Nuh'un gemisine binenlerin devamı deniliyor ayette. Demek ki diğer milletler o gemideki insanlardan türemedi ve kesinlikle o felakette yok edilen sadece Nuh halkıydı. Selam ve sevgiler
-
Yaratılıştaki tasarım ve düzen üzerine düşünülmesi ve araştırma yapılması istenen ayet örnekleri: BAKARA (164) Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır. ÂL-İ İMRÂN (190) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. ÂL-İ İMRÂN (191) Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. CÂSİYE (4) Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. GAŞİYE 17. Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! 18. Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! 19. Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! 20. Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır! MÜLK (3) O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? MÜLK (4) Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. ARAF 185. Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki bundan sonra artık hangi söze inanacaklar? FURKÂN (49) O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan bir çok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. NEML (86) Onlar görmüyorlar mı ki biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır. KAMER (49) Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. VÂKI`A (57) Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz? TÎN (4) Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. NEBE 7. Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? 8. Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık. 9. Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık. 10. Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. 11. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık. 12. Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. 13. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık. 14, 15, 16. Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık. DİŞİ (ankebut) 29:19 ALLAH`ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29:20 De ki, "Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün."6 Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH`ın her şeye gücü yeter. ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Vakia 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. 74. O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt). 75, 76. Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir- RÛM (22) Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır ZÜMER (6) O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı.2 Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hakimiyet) yalnız onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? MÜ`MİN (57) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. TÛR (35) Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? HACC 5. Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir. YASİN 77. İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. 78. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?” 79. De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O her yaratılmışı hakkıyla bilendir.” 80. O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. 81. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. YÛNUS (6) Şüphesiz gece ve gündüzün ardarda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır . Ey cin ve insan toplulukları, eğer göklerin ve yerin çaplarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak `üstün bir güç (sultan)` olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33) Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104) Yeryüzünün bitirdiklerinden, kendi benliklerinden ve daha bilmediklerinden hepsini eşler halinde yaratan çok yücedir. ( Yasin Suresi 36 ) Düşünüp ibret almanız için her şeyi eşler halinde yarattık. 51Zariyat Suresi 49 Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün Olan ve Bilen`in takdiridir. 36Yasin Suresi 38 İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdiremez. 29Ankebut Suresi 43 Yıldızlar söndürüldüğü zaman 77 Mürselat Suresi 8 Görmüyor musun ki; Allah bulutları sürer, sonra onları birleştirir, sonra onları birbirlerinin üstüne yığar ve sen de yağmurun bunların arasından çıktığını görürsün. Gökyüzündeki dağlardan dolu yağdırır, onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecek. 24Nur Suresi 43 ********** Selam ve sevgiler.
-
1- Kuran`ın verdiği bilgiler pozitif bilimler tarafından gün geçtikçe keşfedilmektedir. 2- Allah birçok ayetinde bilimsel araştırmayı istediği gibi, birçok ifadesi de bu alanlarda ilerlemiş, bilgi sahibi kimselere yöneliktir: ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Bu evrenin ve ayrıca canlıların başlangıcını araştırıp bulanlara yönelik bir ifadedir. Yoksa bu bilgilere ulaşamamış insanlar için "göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi" demenin bir anlamı kalmazdı. Ayette söylenen bilgileri "görebilmenin" yolu bilim ve teknolojide ileri gitmektir. DİŞİ (ankebut) 29:19 ALLAH`ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29:20 De ki, "Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün." Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH`ın her şeye gücü yeter. Allah bizden canlıların ve tüm kainatın yaratılışının araştırılmasını istiyor. Bu da bilimsel araştırmayla olabilecek birşey tabii ki. Sadece yaratılışın başlangıcı değil, günümüzde süregelen tekrarların da araştırılmasını istiyor. Ondan sonraki aşama da, evrenin sonu geldikten sonra ikinci yaratılışın olup olamayacağı üzerine kafa yormamız. KAMER (49) Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. İşte bu ölçü ve denge sayesinde bilimsel araştırma, deney vb. şeyler yapabiliyoruz. Kaos denilen şeyde bile uzun vadede kendince bir düzen vardır. MÜ`MİN (57) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Yine ilim sahibi insanların gerçekleri görebilecekleri, akletmeye daha yakın oldukları söylenir: FATIR SURESİ 27. ALLAH`ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Onunla çeşitli renklerde ürünler çıkarırız. Hatta dağlarda bile beyaz, kırmızı veya rengarenk katmanlar vardır. Bazı yollar ise siyahtır. 28. Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH`ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır. Neml 40. Kitap bilgisine sahip olan birisi de, "Ben onu, gözünü kırpman için geçen süreden daha çabuk getirebilirim," dedi. Onu yanında duruyor görünce, "Bu Rabbimin bir lütfudur. Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi sınıyor. Şükreden kendisi için şükretmişolur. Nankörlük eden de, bilsin ki benim Rabbim Zengindir, Şereflidir," dedi. Burada kitap bilgisi bilimde ileri derece olmadan başka birşey değildir. Maddeyi gözünü kırpma süresinde naklediyor. Kötülüklerin-yobazlığın kaynağı olarak cehalet ve ilimsizlik gösteriliyor ayetlerde: Enam Suresi 139. Şunu da söylediler: "Şu hayvanların karınlarındakiler erkeklerimize özgülenmiştir; kadınlarımıza haramdır. Yavru ölü doğarsa kadın-erkek hepsi onda hak sahibidir." Bu nitelendirmeleri yüzünden Allah cezalarını verecektir. Hakîm`dir O, Alîm`dir. 140. Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle Allah`ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah`a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Sadece ve sadece delillerin ve aklın peşinden gitmemiz emredilmektedir: İsra suresi 36. Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. 6. Ey iman sahipleri! Özü-sözü bozuk birisi size bir haber getirdiğinde, hemen araştırıp inceleyin/delil arayın! Yoksa bilgisizlikle bir topluluğu suçlar da yapmış olduğunuza pişmanlık duyar hale gelirsiniz. Nahl Suresi 56. Tutuyor, kendilerine verdiğimiz rızıklardan hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah`a yemin olsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. 57. Tutuyor, Allah`a kızları nispet ediyorlar. Hâşâ! O, bunlardan arınmıştır. İştah duydukları şeyler de kendilerinin mi? 58. Onlardan birine kız çocuk müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir. Öfkeden kuduracak gibidir o. 59. Kendisine muştulananın utancından ötürü toplumdan gizlenir. Hakaret/eziklik üzere tutsun mu onu yoksa toprağın bağrına mı gömsün onu. Bakın ne kötü hüküm veriyorlar! Evet burada da yeryüzündeki nimetleri cansız şeylerin yaratmadığı vurgulanıyor ve ayrıca kız çocuğu oldu diye öfkelenenler yerilip cahillikle itham ediliyorlar. Mülk süresi 3. Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O`dur. O Rahman`ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun? 4. Sonra bakışı iki kez daha döndür! Umudunu kesmiş olarak döner sana göz. Utanmış, bitkin düşmüştür o. Burada da gökyüzünün ve evrenin araştırılması emrediliyor ve meydan okunuyor. Herhangibi bir düzensizlik ve başıboşluk göremiyeceksiniz. Ne kadar araştırırsanız araştırın, sadece bunu tasdik edeceksiniz deniliyor. Bunlar sadece birkaç örnek. Sayısız, bu yönde ayet var. Ne kişi sayısı ne duygular-zanlar, ne de hurafeler geçerlidir. Bunların hiçbir hükmü yoktur... Sadece akıl, ispat, araştırma ve sorgulama sonucu gerçek bilgilere-inanca kavuşmamız istenmektedir bizden. Selam ve sevgiler.
-
Bütün kabul edilen bilgiler de birer inançtır. Özel olarak örnek vermek gerekirse; Amerikalıların aya ayak basma olayına bir bakalım. Şimdi ben de dâhil olmak üzere Amerikalıların ilk aya ayak basanlar olduğuna hemen herkes bütün kalbiyle inanıyor. Bunun gerçekliğinin ispatı sayısız. Bir kere bu olay televizyonlardan naklen yayınlandı. Aydan örnek getirildi vesaire. Ama buna rağmen bu apaçık bilgiye inanmayanlar var. Bu konuda onların da kendilerince delilleri var. Bunun o dönemde Sovyetlere karşı psikolojik bir üstünlük sağlamak için hazırlanmış komplo olduğuna inanan insanlar bunun ispatlarını sundular. Ve bugün milyonda bir de olsa bir kısım insan onlara inanıyor. Şimdi burada bizim bu aya ayak basış olayına inanmamız bizim inancımız. Bütün ispatlarına karşı bu böyle... Buna karşılık buna inanmayanların inanmamaları da onların inancı. Bunu her bilimsel gerçek için genelleyebiliriz. Hatta gezegenlerin varlığı gibi en basit gerçekler bile inancımızdır. Bu bilgiye inanıp inanmamak, delilleri yeterli sayıp saymamak tamamıyla bize(bireye) kalmış bir şey. Işık hızı aşılabilir mi? Evrim teorisi gerçek mi değil mi? Bütün bunlar da birer inançtan başka bir şey değildirler. Şimdi çıkıp "ama şu olay ispatlandı, inanç olmaz "diyebilirsiniz. İster ispata dayansın, ister başka bir şeye, YİNE DE ONA İNANIP İNANMAMIZ BİZİM İNANCIMIZDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. Birçok yanlış kuram nasıl çürütüldü sanıyorsunuz. Bilim adamları da dâhil olmak üzere o şey herkes tarafından bilimsel gerçeklik zannedilirken, birtakım bilim adamları tarafından bu bilgiye inanılmadı ve daha sonra bu kuşkucu bilim adamları o genel kabulleri kendi ispatlarıyla yıktılar. O yıkılan yanlış bilginin gerçekliğine inanların inancı onların inancı, o bilginin yanlışlığına inanarak o kuramı yıkan bilim adamlarının düşünceleri de onların kendi inancıydı. Bir genel kabul kendince ispatlara bile dayansa bir inançtan başka bir şey değildir. O bilgiye inanıp inanmamak, ispatları yeterli ve mantıklı bulup bulmamak bizim bu inancımızı belirler. Kısacası, bilgi = delillere dayalı kuvvetli inanç diyebiliriz. Bir takım deliller sonucunda o şeyin gerçekliğine tüm kalbimizle inanmaya bilgi adını veriyoruz. Adımızın ne olduğundan tutun da, yerçekiminin gerçekliğini kabule kadar her şeyi inancımızdır. Ne yazık ki insanlar “inanç” ile “zannı” birbirine karıştırıyorlar günümüzde. Belirsiz ve delile dayalı olmayan şeylere inanmak zandır, tahmindir. Kuran ise zannın, yani ispata dayalı olmayan şeylerin peşinden gitmeyi yasaklar: İsra Suresi 36. Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. Hucurat Suresi 6. Ey iman sahipleri! Özü-sözü bozuk birisi size bir haber getirdiğinde, hemen araştırıp inceleyin/delil arayın! Yoksa bilgisizlikle bir topluluğu suçlar da yapmış olduğunuza pişmanlık duyar hale gelirsiniz. Bu yüzden tüm hurafe inançlar yasaktır ve böyle delile dayalı olmayan şeylerin peşinden gidenlerin ahirette hüsrana uğrayacağı belirtilir. Buna karşılık Kuran’ın Allah’ın sözü olduğu ve değişmediği gerçeği delillere dayanmaktadır. Bu delillerin çok önemli bir kısmını www.mucizeler.com sitesinde inceleyebilirsiniz. Tüm bunları, yaratılışımızda bize işlenen temel vahiyle de birlikte ele alınca, Kuran’ın söylediklerinin tamamıyla gerçek olduğunu kolayca görebiliyoruz. Bize yaratılışımızda verilen temel ilahi bilgilere vurgu yapan ayetlere de örnekler verelim: 7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik, " diyemezsiniz. 7: 173 Yahut, "Atalarımız önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız, bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin, " diyemezsiniz. Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30) Bu temel vahyimiz sayesinde doğuştan Allah’ın varlığını ve tekliğini, insanlara iyi davranmanın güzel bir şey olduğunu vb. şeyleri biliriz. Tabii eğer bu yaratılış programımıza sırtımızı dönmemiş isek… Ve içimizdeki bu temel bilgiler, Kuran’ın gerçekliği konusunda da bize önemli bir sağlama, ispat sunmaktadır. Yaratılışımızda bize işlenen vahiyle(ruhla) uyum içerisinde olduğundan Kuran, ayetlere iman etmekle yükümlüyüz. Çünkü delile dayanıyor gerçekliği. Bir zan değil, gerçek bilgi(inanç) söz konusu. Rabbimizin bizden isteği; hurafeleri-zanları terk edip gerçek bilgiye-inanca yönelmemizdir. Selam ve sevgiler.
-
Herkes Allah`a ve ayetlere inanıyor dediklerine de harfiyen uyuyor: Cinayet diye birşey yeryüzünde kalmazdı Hırsızlık diye birşey de.... Dolandırıcılık da tarih olurdu. Yalan söyleme, iftira atma ve kötü söz söyleme de.... Savaşlar ortadan kalkardı. Yeryüzünde şiddetin her türlüsü kaybolurdu. Faiz-tefecilik vb. başkalarına zarar vererek kazanma olmazdı. Ekonomik girişim özgürlüğü ve mülkiyet hakkı olurdu. İnsanlar birbirleriyle selamlaşmadan geçmeyecek kadar birbirlerine saygılı olurlardı. Tüm dünya ülkeleri elele verir, sadece insanlığa daha iyi bir dünya oluşturmak için yarışırlardı. Dünya tek bir ülke gibi olur, dolaşım, yerleşme özgürlüğü tüm dünyada en üst seviyede olurdu. Zina olmayacağı için her çocuk aile ortamında doğar ve büyürdü. Özel şirketler vb. güçler sadece kendilerinin değil, tüm insanların çıkarını ve hazzını düşünür , bu doğrultuda güzellikler üretirlerdi. Dünyanın en fakir insanı bile 5 yıldızlı otellerde haftalarca tatil yapabilirdi. Bilimde, teknolojide, sanatta ve demokraside şimdi bile hayal edemeyeceğimiz kadar ilerlenirdi. Tüm insanlar hem kendilerinin, hem de tüm dünyanın "gerçek çıkarları" doğrultusunda yaşar ve yardımlaşırlardı. Tabiat korunurdu. Hastalıkların,sakatlıkların ve hatta yaşlanmanın büyük ölçüde önüne geçilirdi. İyilik, huzur,mutluluk ve maddi-manevi tüm zenginlikler-konfor her yeri kaplardı. Bu dünya cennetimsi bir hale getirilir, ahirette de kazananlardan olunurdu. ******************************** Not : Bu yazım Kuran Araştırmaları Grubu'nun "Yaşamın İçinden Dini Yazılar" adlı kitabında da yayınlanmıştır. Selam ve sevgiler.
-
BAKARA 57. Ve bulutu üstünüze gölgelik yaptık ve size kudret helvasıyla bıldırcın indirdik: "Rızık olarak size verdiklerimizin, en temizlerinden yiyin. " Dedik. Onlar zulmü bize yapmadılar, onlar kendi benliklerine zulmetmekteydiler. 58. Şöyle demiştik: "Girin şu kente; orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve `affet bizi` deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha fazlasını veririz. " 59. Ne var ki zulme sapanlar, bir sözü kendilerine söylenmiş olandan başkasıyla değiştirdiler. Bu- nun üzerine biz, bu zalimler üstüne, ürettikleri kötülüklere karşılık olarak gökten bir pislik indir- dik. 60. Bir zamanlar Musa, toplumu için su istemişti de biz, "değneğinle şu taşa vur" demiştik. Taştan hemen oniki göze fışkırmıştı. Her bölük insan kendilerine özgü su kaynağını bilmişti. "Allah`ın rızkından yiyin, için; yeryüzünde bozgunculuk yaparak şuna buna saldırmayın. " demiştik. 61. Siz şöyle demiştiniz: "Ey Musa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız; bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin. "Musa şöyle demişti; "Siz daha aşağı bir nimete daha üstün bir nimeti mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır. "Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah`tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah`ın ayetlerini inkar ediyor ve haksız yere peygamberlerini öldürüyorlardı. İstan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı. Burada İsrailoğulları kendileri için özel olarak üretilmiş olağanüstü gıda olan Kudret Helvası`nı beyenmeyip, daha düşük kalitedeki diğer yiyeceklere yönelmek istiyorlar. Bazılarına bu ilk bakışta "çeşitlilik ve zenginlik istemek" gibi gelebilir". Ama hayır, yüz çeşit çadır, bir lüks villa veya şato etmez. Yüz çeşit çadırı seçerseniz bir şatoya karşılık, zenginliği değil, fakirliği ve ızdırabı seçmişsiniz demektir. "Daha aşağı bir nimeti, daha üstün olana değişmek" insanların kendine zulmetmesidir. Ve mutluluğu, hazzı bırakıp, ızdırabı ve zulmü seçmek sapmadır. Yani insanların kendine zulmetmesi erdem değil, zalimliktir. Bu yüzden hem kendimiz, hem de tüm insanlık için iyiyi, güzeli ve mutluluğu seçmeliyiz. Ahirette cennete gitmenin yolu, bu dünyada da kendimize ve insanlığa güzellikler sunmaktan geçiyor. Tabii ızdırap ve kötülükten uzak durmaktan da geçiyor diğer bir deyişle. Kuran "insanların gerçek çıkarlarının" ne olduğunu gösterir" ve "bu çıkarlara ulaşabilmenin, kalıcı kurtuluşu elde edebilmenin yollarını gösterir. " Bazı fedakarlık gibi gözüken emir ve yasaklar da aslında uzun vadede hem bu dünyada hem de ahirette hazzı-çıkarı sağlayan isteklerdir. Satranç oynayanlar iyi bilir, bir veziri yem olarak verip birkaç hamle sonra rakibinizi mat edebilirsiniz. İşte orada o veziri almak aslında rakip için o anda kazanç gibi gözükse de birkaç hamle sonra büyük bir ızdıraba dönüşecektir onun adına. İşte Kuran böyle tuzaklara karşı insanları uyarır, "mat etme" yani nihai kazanç ve ızdıraptan kurtulma yollarını gösterir. Selam ve sevgiler.
-
Öyle bir piyango çekilişi yapılsın ki,her bilet 1 trilyon(1000000000000) rakamdan oluşsun. Tabii böyle anormal rakamlara sahip biletlerin olabilmesi için çok korkunç sayıda da biletin(sonsuz denilebilecek sayıda) basılması ve satılması gerekir. Ama hayal bu ya yapıldığını farzedelim.Ve tüm biletlerin de tükendiğini varsayalım. Yani bir kişiye çıkacak piyango başka çaresi yok. Ama bu nasıl olacak? Bir trilyon kez sizin biletinizdeki rakamlar kuradan çıkabilir mi? Birinci top tamam tuttu, ikinci top tamam bu da tuttu diyelim .Ama bunun böyle bir trilyon kez tekrarlanması imkansız gözüküyor. Fakat buna karşılık bu olay gerçekleşecek başka yolu yok. Bu sayıyı ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım, yine piyango bir bilete çıkmak zorunda. BU OLAYIN BANA DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ BAŞKA BİRŞEY DE.......... Rastgele,tesadüfü gibi gözüken şeylerin bile aslında böyle olamayacağı... Evet burada piyango bir bilete çıkmak zorunda ve çıkacak da... Ama bir biletin bir trilyon rakamının sırayla kuradan çıkması, yani bir trilyon kez o biletin rakamlarının kazanması kendiliğinden rastgele olması imkansız bir durum. Düşünün bir kere, bir şeyin rastgele olmadığını ispatlamak için deney ve gözlemlere başvururuz. Eğer o olay defalarca tekrarlanıyorsa bu tesadüfü bir olay değil, bir düzendir deriz. Bu olay şansa olmuyor deriz. Binlerce kez aynı olay tekrarlanıyorsa, artık bunun tesadüfle alakasız bir şey olduğunu kabul ederiz. Buna karşılık burada bu olay tam bir trilyon kez tekrarlanıyor. Hiç bir deney veya gözlem bu kadar çok tekrara sahip olmadığı halde sonuç kabul ediliyorsa, bu olayın da şansa olamıyacağı düşünülmelidir. Dediğim gibi biletlerin rakam sayısını bir trilyondan, katrilyona, hatta katrilyon kere katrilyona da çıkarabiliriz. Ama yine birşey farketmeyecek bir bilet kazanmak zorunda olacaktır. Yani sonsuz rakama doğru çoğaltılsa biletin üzerindeki rakam sayısı, şanslı bilet yine sekmeden kazanacaktır, numaraları torbadan sırayla çıkacaktır. Bunun şansa olması imkansızdır. *** Bu söylediğimi "bir trilyon adet biletle falan" karıştıran arkadaşlar oluyor. Onun için bu noktada tekrarlıyorum: Şu anda piyasadaki biletler 6 rakamdan falan oluşuyor. Yani her bir biletin üzerinde 6 rakam var. Çekiliş yapılınca, yani torbadan 6 top seçilince bu biletlerden biri mutlaka kazanıyor. Çünkü altılı tüm kombinasyonları içeren biletler basılmış durumda. Benim piyango örneğimde de bu biletlerin her birinin üzerinde tam bir trilyon rakam var. Yine bir trilyon rakamın oluşturacağı tüm kombinasyonları kapsayan biletler basılmış durumda. Yani kura makinasından bir trilyon top düşüp, sonuç açıklanınca, yine bir bilet kazanmış olacak. Evet bir bilet kazanacak. Ama kazanabilmesi için tam bir trilyon kez sırayla rakamlarının kuradan çıkması gerek o şanslı biletin. Yani birinci top makinadan düştü diyelim ki 5 rakamı. Tamam tutttu. İkinci top kura makinasından çekildi bu sefer mesela 8 numara, tamam bu da tuttu....Böyle böyle tam bir trilyon kez kazanacak olan biletin rakamları sırayla kuradan çıkacak. Bu şansa kendiliğinden olması imkansız birşeydir. Yani başka bir deyişle, bir yazı tura olayı bile şansa kendiliğinden olamaz. Ama yazı ve turada bir kerede olay sonuçlandığından mucizeyi kolay fark edemeyebilirsiniz. Buna karşılık böyle bir trilyon rakamlı bir bilette olayın şansa olmadığını kavrayabilirsiniz. Hatta bu bileti bir katrilyon, ya da seksilyon rakamlı da yapabiliriz. Yine bir bilet kazanacak. Ve bu sefer şanslı biletin rakamları bir seksilyon kez kuradan çıkacak. Hiçbir deney bir trilyon kez tekrarlanmadığı halde oradaki düzen kabul edilir. Bu bilette tam bir trilyon kez, sırayla numaraları kazanmış durumda. Onu bırakın, bir makinayı bile bir trilyon kez çalıştırmaya kalksanız, birinde makina çalışmaz veya değişik bir tepki verebilir. Ama burada aynı bilet, hiç sekmeden bir trilyon kez üstüste kazanıyor. Her bir topun çekilişi bir saniye bile sürse, tüm topların(1 trilyon adet) çekilişi asırlarca sürecektir ve "şanslı" bilet bu süre zarfında sürekli kazanmak durumunda olacaktır. Evet, kainatta şans diye birşey yoktur, şans dediğimiz şeyler bile aslında kaderin kendisidir. Selam ve sevgiler.
-
Bilindiği üzere şu an için elimizdeki tek gerçek kutsal kitap Kuran'dır ve dinin de tek kaynağı sadece odur. Konuyla ilgili olarak hazırladığımız videomuz:
-
İslam`da insana ait ölümsüz ve tanrısal parça ruh inancı yoktur. Yaratılan her şey maddidir. Hatta cinler ve melekler bile (örneğin cinler ateşten yaratılmışlardır). Cennet ve cehennem de farklı fizik yasalarına sahip diğer evrenlerdedir ve sapına kadar maddedir. Ruhçu öğretinin İslam dünyasına uydurma hadisler ve tasavvuf öğretileriyle sızması sonucunda bugün Müslümanlar uydurma ruhlar âlemine iman ettirilmektedir. Hatta Kuran`ı tercüme derken ayetlerde "nefs, can" geçen yerlerde "ruh" denilerek çeviriler bile çarpıtılmıştır. Kuran`da gerçekten ruh diyen ayetler "vahiy"den ve de bu vahyi ileten Cebrail adlı vahiy meleğinden bahsetmektedir. Yani Kuran`da; Ruh = Vahiy Ruh = Vahiy meleği Kuran`a göre kabir azabı veya mükâfatı yoktur. Hemen hemen herkes kıyamet sonrası, mahşer gününde tekrar yaratılacak ve sonsuz yaşamlarına kavuşacaklardır. Yalnız dikkat ederseniz hemen hemen herkes dedim. Çünkü Kuran`a göre istisna insanlar var. Bu konuda bazı yazarlar güzel tespitlerde bulunmuşlardır. Kimdir bu ayrıcalıklı insanlar? Bunlar Firavun gibi günahkârlıkta çok aşırıya giden büyük günahkârlarla, şehitler gibi sevap kazanmada çok ileri seviyede olan cennetlik insanlardır. Firavun gibi günah işlemede çok aşırı bir seviyede ileri giden insanlar daha kıyamet beklenmeden cehennemde yaratılarak daha şimdiden ateşte yanmaya başlamışlardır. Ahirette ise cezalarını daha şiddetli bir şekilde çekmeye başlayacaklardır: - Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Tıkın firavun ailesini en şiddetli azaba!" (denilir). (Mümin Suresi 46. Ayet ) Burada firavun ve ailesinin şimdiden sürekli ateşe atıldığı, kıyamet sonrası ise asıl azaba atılacağı söyleniyor. Yanı bunlar şimdiden beden olarak cehennemde yaratılmışlardır. Diğer uç gurup ise iyilikte çok ileriye gidenlerdir. Bunlar da kıyamet beklenmeden şimdiden cennette bedenen tekrar yaratılmışlar ve mükâfatlandırılmaya başlanmışlardır. Bunlara örnek olarak şehitleri verebiliriz: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169-170) Burada da açıkça ayetler, şehitlerin kanlı ve canlı bir şekilde yani bedenen cennette şimdiden yaşamaya başladıklarını ve nimetler içinde olduklarını söylüyor. Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169–170) Bu ayetler bile ruhlar âlemi safsatasını yerle bir etmeye yeterlidir. Eğer insanların ruhu olsaydı, tüm insanlar öldükten sonra yaşıyor olacaktı ve ayet "herkes canlıdır aslında " falan derdi. Ama öyle demiyor. Şöyle diyor: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. Yani "sadece şehitler gibi istisna insanlar kıyamet öncesi yaşayabiliyorlar. " Çünkü diğer insanlar ölüler ve kıyameti bekliyorlar ikinci yaratılış için. Ve ruhları olmadığından cansızlar. Ama şehitler şimdiden cennette yaratıldıklarından (Rabbin katı), diğer insanlardan farklı olarak şimdiden ikinci yaşamlarına başlamış bulunuyorlar. Kıyametten sonra kendilerine katılacak diğer insanları da bekliyorlar. Yine insanların ruhu olmadığına Kuran`dan delil vermeye devam edelim: Yasin 51–52: Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar. Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan? Rahman`ın vaat ettiği işte bu! Peygamberler doğru söylemişler. " Eğer bu insanlar öldükten sonra ruhlar âleminde yaşamaya devam etselerdi, bu âlemde yaşayacakları binlerce ve hatta belki de milyonlarca yıl boyunca ahiretin gerçek olduğu acı gerçeğini yudum yudum özümsemiş olacaklardır. Ama hayır, bu insanlar dünyada öldükten sonra ilk defa kendilerine geliyorlar ve büyük bir şaşkınlık içinde "meğerse doğruymuş" gibilerinden bir şeyler söyleyerek büyük bir şok yaşıyorlar. Çünkü ruhsal yaşam diye bir şey yok. Onlar vefat ettikten sonra kıyamete kadar cansız bir şekilde beklediler ve uyandıklarında yani ikinci yaratılışlarında da acı gerçeği gördüler. Bazı insanların şimdiden cennete girdiğine bir diğer delil olarak şu ayetleri de verelim: Yasin Suresi(20-29): Kentin öbür ucundan bir adam koşarak gelip şöyle dedi: "Ey topluluk, bu elçilere uyun!" "Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. " "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyecek mişim ben? Ve sizler de O`na döndürüleceksiniz. " "O`ndan başka tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorluk/zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazlar. " "Bu durumda ben elbette ki açık bir sapıklığın içine düşerim. " "Ben, sizin Rabbinize iman ettim, artık dinleyin beni!" "Gir cennete!" denildi. Dedi: "Kavmim bir bilebilseydi? Ki Rabbim beni affetti; beni, ikram edilenlerden kıldı. " Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. Olan, sadece korkunç titreşimli bir sesti. Ve bir anda sönüverdiler. ************* Eğer kıyametten sonraki cennete girişten bahsetseydi, o zaman o adamın toplumu zaten onu görüyor olurdu. Ama hemen ölümünden sonra bedenli olarak cennete giriyor, diğerleri ise daha yeryüzünde olduğundan ve/veya henüz dirilmediğinden, "kavmim, Allah`ın beni affedip cennetine aldığını bilebilseydi" demekte. ************* RUM 55. Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı. 56. İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. " Eğer bu günahkarlar ruhlar aleminde binlerce veya milyonlarca yıl azaplar içinde yaşamış olsalardı, o zaman onlara bekleme süresi kısa gelmek bir yana dursun tam tersine olduğundan da uzun gelecekti. Ama görüldüğü üzere, dirildikleri andan itibaren kendilerine ilk defa geliyorlar ve dünyadaki bekleme sürelerinin çok kısa olduğuna yemin ediyorlar. Ayrıca ilim ve iman içinde olanlar onlara şöyle diyor: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. " Yani hem "siz kıyamet gününe kadar beklediniz" diyorlar hem de "siz daha önce bunu bilmiyordunuz" diyerekten onların bilinçlerinin ilk defa yerine geldiğine vurgu yapıyorlar. Bu arada Kuran'da ruh kelimesi sadece tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi ayetlerde asla geçmez. Bu da ruhların olmadığına dair bir başka sağlama, kanıt daha sunmaktadır bizlere. İNSANA AİT RUH İNANCININ YAPTIĞI BOZGUNCULUKLAR 1.İnsana ait tanrısal parça ruh inancı insanların rableştirilmesinin kapısını ardına kadar açıyor ve bunun sonucunda kutsal insanlar, tapınılan sefil ruhbanlar ortaya çıkıyor. 2.İnsana ait ruh inancından dolayı çoğu insan tekâmül safsatasına inanıyor. Ve bu yüzden acı çekip olgunlaşacağına inandığından kendine zulmediyor veya başına bir musibet geldi mi bunu iyi bir şey zannedip kurtulmak için şevkli davranmayabiliyor. Hâlbuki Kuran'a göre başımıza gelen musibetler hiç de hayra alamet değildir ve günahlarımızdan dolayı bir uyarıdırlar. 3.İnsana ait ruh inancından dolayı insanüstü bir varlık olabileceğine inanan ruhbanlar dünya nimetlerine sırt çevirerek kutsallaştığına inanıyorlar. Bu sapkınlığı bir erdem olarak görüyorlar. Hatta kimisi cennet nimetlerini bile istemiyor ve ilahlaşmaktan başka bir şeyi gözü görmüyor(birlenme inancı). 4.İnsana ait tanrısal parça ruh inancından dolayı ölümün güzel bir şey olduğu zannediliyor. Çünkü bu inanca göre ruh bedene hapistir ve ölüm ruhun özgürlüğüne kavuşması-birlenmesi demektir. Bu hastalıklı düşüncenin sonucunda ne yazık ki insan hayatına verilen önem azalabiliyor ruhlara inanan insanlarda. 5.Yine insana ait ruh inancından dolayı birçok insan reenkarnasyona inanıyor. Bu da her dirilişte bambaşka bir yaratık olunacağı anlamına geliyor. Ve bu da farkında olunmasa da ölen kişinin bir daha geri gelmemek üzere yok olması demektir. Çünkü başka bir bedende başka bir kişilikte hatta başka cinsiyet veya türde dünyaya geleceksen sürekli, ölünce şu anki sen bir daha oluşmamak üzere yok olacak demektir. Yani tam bir materyalist inanca bürünüyor işin derinine inince. 6.Ruh ikizi inancı görülüyor birçok ruhçu öğretide... Bunun sonucunda yalnızca ruh ikiziyle birlikte olan insanın tekâmül edip mutlu olabileceği safsatasına inanılıyor. Bu da cinselliği çaktırmadan yasaklama-kısıtlama hinliğini içeriyor. 7.İnsana ait ruh inancı ve tekâmül safsatası aslında günah işlemenin gerekli olduğu yanlış inancına da götürüyor insanları. Çünkü tekâmül için dünyaya gelen ruh günah işleyip acı çekmeli ki mükemmelliğe giden yolda olgunlaşabilsin deniliyor. Bu inanç kabala öğretisiyle Museviliğe, tasavvuf öğretisiyle de İslam dünyasına sokuşturulmuştur. 8.İnsana ait ölümsüz ruh inancı, bedenli yeniden yaratılıp ahirette maddi yaşayacağımız gerçeğini bazı kimselere inkâr ettiriyor. Ruhçular maddeyi küçümsedikleri hatta bazıları iğrendikleri için sonsuz yaşamın bedenli değil de ruh olarak olabileceğini söyleyiveriyorlar. Kutsal kitaplardaki maddi sonsuz yaşamı anlatan ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek dolaylı yoldan inkâr ediyorlar. 9.Yine bazı ruhçular Allah'ın yarattığı bu maddi evrene şükretmek bir yana dursun,ona "leş" diyerek hakaret ve nefretlerini kusuyorlar.Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklere nefret ve hainlik içinde olabiliyorlar.Kendi uydurdukları madde ötesi aleme tapınıyorlar ve ona ulaşmak için çırpınıyorlar. 10.Ruhun tekâmülü inancı sonucunda kişisel ve toplumsal bazda ayrımcılık-üstünlük meselesi ortaya çıkıyor. Kimi insanlar kimi insanlardan üstün kabul edildiği gibi kimi ırklar da diğer ırklardan üstün tutulabiliyorlar. Bazı ruhçular sarışın renkli gözlü insanın tekâmül etmiş üstün insanı temsil ettiğine inanırlar. Hatta Hitler’in zalimliklerinin arkasında bile bu ruhçu-ırkçı sapma vardır. Büyük ruh adlı varlıktan medyumlar aracılığıyla aldığı direktifler doğrultusunda bilenen çılgınlıklarını yapmıştır Hitler. 11.Ruhlara inanan insan cinlerin aldatmalarına daha yatkın oluyor. Ruh çağırma seanslarında ya şarlatanların yalanlarına kanıyorlar ya da cinlerin ruh kılığında söyledikleri yalanlara... Yakınlarının veya hayatta olmayan ünlü insanların ruhlarıyla görüştüğünü sanan kimseler, bu celselerde aldıkları bilgileri mutlak doğru zannedip yoldan çıkabiliyorlar. Selam ve sevgiler.
-
Ruhçu öğreti ve onun izinden giden tüm oluşumlar aslında maddenin bir hayalden, bir ilizyondan ibaret olduğunu iddia ederler hep. Buna kanıt olarak öne sürdükleri şeylerden ilki maddenin aslında enerjiden oluştuğu, maddenin kökenine inilirse enerji dalgalanması vb. şeylerle karşılaşacağımızı söylemeleridir. Bir de işin içine ışığı falan sokarlar, akılları sıra maddenin aslının ilizyon, dumani ve hayaletvari bir şey olduğunu ispatlarlar. Ama hesaba katmadıkları bir şey var, enerji denilen şey de madde dışı bir şey değildir. Madde onun konsantre haliyse, enerji ise maddenin dağınık ve değişik halidir. Işık denilen şey de maddeden başka bir şey değildir. Yani maddenin kökenine inilince yine karşımıza madde ve gerçeklik çıkmakta. Maddeyi hayal zannedenlerin öne sürdükleri ikinci delil ise, madde âleminin aslında duyu organlarımızın oyunları sonucu varmış gibi algılandığını belirtmeleridir. Eğer biz bir şeyi görüyorsak o şey var olduğu için değil, gözümüz öyle algıladığı için gördüğümüzü, eğer bir şeyi duyuyorsak aslında yine kulak adlı alıcımızın yarattığı şeyi algıladığımızı söylerler. Yine burada hesaba katmadıkları bir şey var. Eğer söyledikleri gibi madem onlar gerçek değil, alıcılarımızın oluşturduğu bir ilizyon hepsi. Öyleyse niye bir alıcımız bozulunca hemen tamire yani tedaviye koşuyoruz. Madem alıcılarımın oynadığı oyun bütün bunlar öyleyse bir şaşının objeleri çift görmesi de, sağlıklı bir gözün tek görmesi kadar normal ve sağlıklıdır. Öyleyse neden sağlıklı gözün gördüğü teki kabul ediyorsunuz da şaşı gören gözü "sağlıksız" ve yanlış görüyor kabul ediyorsunuz. Veya niye kataraktlı bir gözün ışıkların etrafında hale görmesini "sağlıksız" ve "yanlış" kabul edip tedaviye başvuruyorsunuz. Madem gerçeklik denilen şey alıcılarımızın ilizyonundan ibaret niye bu durumu "hatalı" kabul edip ameliyatlara, ilaçlara veya bitkisel kürlere başvuruyorsunuz. Yine aynı şekilde kulağı ağır işiten birini niye "sesleri sağlıklı bir şekilde işitemiyor" deyip tedavi etmeye kalkıyorsunuz. Nedenini ben söyleyeyim. Çünkü madde gerçektir ve ilizyon değildir. Öyle alıcılarımızın oyunu falan hiç değildir ve evrensel değişmez ölçüleri vardır. Bu yüzden bu ölçüleri sağlıklı bir şekilde algılayamayınca, madde gerçekliğini sağlıksız bir şekilde algıladığınızı anlıyor ve hemen tedaviye koşuyorsunuz. Eğer madde bir hayal olsaydı buna gerek kalmazdı. Maddenin gerçekliği sabittir ve kişiden kişiye değişmez. Tabii alıcılarınızda bir bozukluk yoksa. Şimdi vereceğim ayetler konumuzla doğrudan ilgili değil. Çünkü birinci anlamları, Allah`ın gönderdiği ayetleri ve peygamberleri yalanlayanları eleştirmekte. Kendilerine getirilen apaçık kanıtlara rağmen sapkınlıklarını sürdürenlerden bahsedilmekte. Yalnız ayetlerin apaçık birinci anlamlarını kabul ettikten sonra, ayetlerin işaret ettiği başka anlamlara da kafa yorabiliriz öyle değil mi? Tabii bizim yükleyeceğimiz bu ikincil ve üçüncül anlamlar birer iddia ve varsayım olmaktan ileri geçemeyecektir. Bu yüzden şimdi bu söyleyeceklerimi sadece "bir beyin jimnastiği" olarak kabul ediniz lütfen. Bunun dışında bir amacım yok. —Sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da onu elleriyle yoklasaydılar, muhakkak o küfürlerinde inat edenler yine "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir. " diyeceklerdi. (Enam Suresi 7. ayet) Bu ayetin açık anlamı dışında başka işaretlerine bakacak olursak; size apaçık bir şekilde alıcılarınızla algılayabileceğiniz fiziksel şeyler sunduğumuz halde sizler bütün bu gerçekleri bir ilizyon ve hayal kabul etmekte ısrar ediyorsunuz anlamına da gelebilir mi? -"İşte bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateş!" diye. —Bu da mı sihir, yoksa siz görmüyor musunuz? (Tur suresi 13 ve 14. ayetler) Yine bu ayetin birinci açık anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak; işte madde âlemine hep bir hayal, hep bir ilizyon dediniz durdunuz, şimdi tadın şiddetli ateşin azabını bakalım görün madde gerçekmiymiş yoksa ilizyon mu? Anlamında da dolaylı bir uyarı içeriyor olabilir mi acaba? Tur Suresi 44. Ayet: Onlar gökten bir parçayı düşerken görseler `Birbiri üstüne yığılmış bir bulut" diyecekler. Kamer Suresi 2. Ayet: Hala bir mucize görseler, yüz çevirip: "Süregelen bir sihir!" derler. Bu ayetlerde de, birinci anlamları dışında, acaba madde âlemini bir ilizyon olarak gören ve "maddenin kökeninde üst üste yığılmış enerji dalgalanmaları" falan var deyip gerçekliğini inkâr etmeye kalkanlara bir uyarı olabilir mi? -Hem görsen onları, Rablerinin huzuruna durdukları zaman! O: "Nasıl şu gördüğünüz gerçek değil miymiş? " diyecek, onlar da: "Evet Rabbimiz hakkı için gerçek!" diyecekler. O zaman: "Küfrettiğinizin cezası olarak azabı tadın!" buyuracak. (Enam Suresi 30 ayet) Yine bu ayette birinci ve gerçek anlamda şüphesiz ki kâfirlerin dini inkârlarının sonucu yaşadıkları hüsran anlatılıyor. Ama yine ayetlerin birinci anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak, dolaylı da olsa, madde âlemini tüm ispatlarına rağmen bir ilizyon kabul edenler eleştiriliyor olabilir mi? Dediğim gibi bütün bu ayetleri yazmamdaki neden zihin egzersizi yapmak sadece. Zaten ayetlerin ikincil ve üçüncül anlamları için çıkıp da kimse kesin olarak "şu şöyledir" diyemez. Diyenler yanılgı içerisindedir. Fakat bazı ayetler doğrudan da, maddenin-yaratılmışların gerçek olduğu bilgisini bizlere vermektedir: AHKAF 3. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak gerçek ile ve belli bir süreye göre yarattık. İnkar edenler, uyarıldıkları şeyden yüz çevirmektedirler. ANKEBUT 44. Allah gökleri de yeri de hak olarak yaratmıştır. Kuşkusuz, bunda, iman sahipleri için mutlak bir mucize vardır. Allah "gerçek"-"hak" olarak yarattığını da belirtiyor ayetlerinde. Ayrıca bazı ayetlerinde yarattığı varlıklar üzerine yemin ediyor. Örneğin: TIN 1. Yemin olsun incire, zeytine, 2. Tûr-i Sîna`ya, 3. Ve şu güvenli kente ki, Rabbimiz bir hayalin üzerine yemin etmez. Gerçekler ki üzerlerine yemin etmekte. Kısacası ruhçu öğretinin insanlara benimsetmeye çalıştığı "herşey algılarımızın bir oyunu, gerçekte madde bir hayalden ibarettir" inancı doğru değildir. Yine her zaman ki gibi ruhçuluk, insanları yanlış inanışlara ve hatta inkara yönlendirmek için çırpınmaktadır. Bunu fark etmenin yolu yine "yalnız Kuran" deyip İslam`a yönelmekten geçmektedir Selam ve sevgiler.
-
Allah'ı inkar etmek veya O'na ortak koşmak da, tıpkı başkasına eziyet etmek gibi içimizdeki kötülükle yüzleşmenin bir türevidir. Yine insanın vahye ve doğumu sırasında verdiği söze sırtını dönmesi ve kendine zulmetmesi sözkonusu. Hatta bize yaratılışımızda verilen en temel vahiy/ilahi bilgi Allah'ın varlığı ve tekliği bilgisi olduğundan, inkarcılar ve şirk koşanlar; daha en temel noktada doğrudan ayrılmaya başlamış demektir. "Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: 'Ben, Rabbiniz değil miyim?' 'Evet, tanıklık ediyoruz,' derler. Böylece diriliş günü, 'Biz bundan habersizdik,' diyemezsiniz" (Araf Suresi 172). "Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez." (Rum Suresi 30). Ayrıca ilk insana ve daha sonra İsa'ya "ruh üflenmesinden" bahseden ayetler de, yine bu durumu anlatmaktadır. Çünkü Kuran'da ruh "vahiy" anlamında kullanılmaktadır (bir de "vahiy meleği" için de özel isim olarak Ruh ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz). Secde Suresi 9: Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz! Bize yaratılışımızda işlenen bu bilgiler sayesinde daha doğuştan tek Tanrı inancına sahip olur, ve başkalarına iyi davranmak gibi erdemlere sahip oluruz (tabii içindeki ayetleri/vahyi dışlamayanlar için geçerli bu durum). Ve hep belirttiğim üzere, genlerimizde bulunan bu ilahi bilgilerden dolayı Kuran'a iman etmekle yükümlüyüz. Kuran'ın ilettiği vahiy içimizdeki ayetlerle uyum içindedir ve bu durum, onun Allah tarafından gönderilen kutsal kitap olduğunun en büyük ve temel delilidir. Fussilet Suresi 53 Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi? Bünyesindeki ilahi bilgilerle uyum içinde davranışlar sergileyen kimse iyilik üzere ve gerçeğe iman içinde yaşar demiştim. Bu söylediğime itiraz olarak, bazı inançlı kişilerin yaptıkları kötülükler karşı delil olarak sunulmaya kalkılabilir. Ama böyle başkalarına zulmeden ve buna karşılık inançlı tabir edilen kişilere baktığımızda aslında çoğunun yine şirk içinde olduğu ve yanlış şeylere inandıkları görülecektir. Gerçekten şirkden arınmış ve dosdoğru dini inanç içerisinde olan bir insan, kötülüklerden ve yanlışlardan elinden geldiğince uzak yaşayacaktır. Ya da geçici bir süre hatalı davranış içinde olsa dahi en kısa sürede bunun farkına varıp kendisine çeki düzen verecektir. Veya başka açıdan örnek verecek olursak; iyi bir insan inkar veya şirk içinde olsa da, günün birinde mutlaka doğru inanca kavuşacaktır bu dünyada. İmtihanının son dönemlerinde de olsa, kendisini cennete götürmeye yetecek minimum düzeyde de olsa dini kabule ulaşacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kişilerin hayatlarına bir bütün olarak bakmak gerektiğidir. Hem zaman açısından, hem de tüm alanlardaki yaptıklarını değerlendirme açısından...Ve sadece Rabbimiz bilmekte kimin iyilerden olacağını, imtihanı başarıyla tamamlayacağını... Bu yüzden herhangi birinin belli bir zaman diliminde veya bazı alanlarda yaptıklarına bakarak sonsuz kötülerden mi veya iyilerden mi olduğunu biz bilemeyiz. Bu konuyu "Kader ve Özgür İrade" başlıklı yazımda açıklamıştım: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/kader-ve-ozgur-irade.html Özgür iradeleriyle iyiliği seçenler ahirette mutlaka kazanırken, bu dünyada da nimetleri yaşamaya başlarlar. "Allah da onlara hem dünya nimetini verdi hem de ahiretin güzel sevabını verdi; öyle ya Allah güzel iş yapanları sever." (Ali İmran suresi 148. ayet) İyilik denilen olgu, ezeli olan Allah'ın yine özelliklerinden/sıfatlarından biridir.Yani öyle sonradan imtihan için oluşturulmuş kurallar falan değildir bu kavram aslında.Yüce Yaratıcımız iyidir ve O'nun sevgili/yakın kulları da iyilerden olmak durumundadırlar. İmtihanımız da tamamen bunun üzerine kuruludur. Tur Suresi 28. "Biz daha önce O'na yalvarırdık; O, İyilik edendir, Rahimdir." *** Bir insan veya topluluk yanlış/hurafe inançların peşinden gidiyorsa ve ısrarla gerçeğe/bilgiye, ayetlere yönelmekten kaçınıyorsa, bu dengesizliğin diğer davranışlarında da kendini gösterdiğini belirtmiştim. Tarihte, inkarlarında ısrarcı olan toplumların, yanlış inançlarının yanı sıra, özellikle insanlara zarar verici/zulmedici başka hatalı davranışlar da sergilediklerini görmekteyiz zaten. Ayetler ışığında bu durumu delillendirecek olursak; Cahiliye döneminde şirk içindeki Arapların bazılarının çocuklarına yönelik zalimlikleri: Tekvir Suresi 8 - O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda, Enam Suresi 137 - Böylece onların ortakları, çocuklarını öldürmeyi bile müşriklerin çoğuna iyi bir şeymiş gibi gösterdiler. Böylece onları mahvettiler ve dinlerini karıştırıp bozdular. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Onlardan ve uydurdukları şeylerden uzak dur. Antik Mısır döneminde Firavun ve yönetimindekilerin vücuda getirdiği zulüm: Kasas 4. Gerçek şu: Firavun o yerde egemenlik kurmuş ve ora halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir topluluğu horlayıp eziyordu: Bu topluluğun erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarına hayasızca davranıyor/kadınların rahimlerini yokluyor/kadınlarını hayata salıyordu. O gerçekten fesadı yayanlardandı. Lut Kavminin gelen misafirlere bile tacizkar tavrı vardı: Hicr Suresi 67. Şehir halkı, elçileri duymanın sevinci içinde geldi. 68. Lût dedi: "Bunlar benim konuklarımdır, aman beni utandırmayın!" 69. "Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin." 70. Dediler: "Seni el âlemin işiyle uğraşmaktan men etmemiş miydik?" 71. Lût dedi: "Eğer bir şey yapacaksanız, işte kızlarım!" 72. Senin ömrüne yemin olsun ki onlar, kendi sersemlikleri içinde bocalıyorlardı. 73. Nihayet o korkunç titreşimli ses, onları güneş doğarken yakaladı. 74. O kentin üstünü altına getirdik/üst düzeydekileri alt düzeye indirdik. Ve üzerlerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırdık. (Bu arada belirtelim, Lut Kavmi de diğer kavimler gibi öncelikle, inkarcılığından dolayı helak edilmiştir. Zaten muhtemelen yarısı veya yarıya yakını kadınlardan oluşan bu toplumun tüm bireyleri eşcinsel, zinacı veya tacizkar değildi. Buna en net delil Lut'un eşinin de geride bırakılıp helak edilen kötülerden olmasıdır. Tamamını pençesine alan ana/asıl günah Allah'a ortak koşmak ve ayetleri inkardı yine. Diğer dengesiz davranışları ve günahları ise yine vahye sırt çevirmenin, zalimliğin yan tezahürleri, sonuçları idi.) Ankebut Suresi 32 İbrahim dedi: "Ama orada Lût var." Dediler: "Orada kim olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Elbette ki onu ve ailesini kurtaracağız. Karısı hariç. O, geride kalanlardan olacak." Ad Kavminin zorbalığı: Şuara Suresi 128.Her yüksek tepeye/yola şaşılacak bir bina kurarak/bir işaret dikerek mi eğleniyorsunuz! 129.Sanayi üreten yerler edinerek sonsuzlaşmak ümidine mi düşüyorsunuz? 130.Yakaladığınız vakit zorbaca yakalıyorsunuz? Medyen Halkının da ticarette hile yapma ve başkalarının malına zarar verme yoluyla yine insanlara karşı duyarsız ve zulmedici olduğunu görmekteyiz: Hud Suresi 84. Medyen'e, kardeşleri Şuayb'ı göndermiştik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yok sizin. Eksik ölçüp yanlış tartmayın. Sizi nimet-bereket içinde görüyorum, ama sizin için sarıp kuşatan bir günün azabından da korkuyorum." 85. "Ey toplumum! Ölçüyü ve tartıyı tam bir dürüstlükle yapın. İnsanların eşyalarını tırtıklamayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak dolaşmayın." 86. "Eğer inananlar iseniz, Allah'ın bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim." ( Geçmişteki helak edilen toplumları düşündüğümüzde dikkati çeken bir başka ayrıntı da; Allah'ın kötüleri/zalimleri dünyada da bazen biraraya getirip, onların toplu bir şekilde kendileriyle yüzleşmesini sağlamasıdır. Geçmişte helak edilen toplum demek aslında Allah'ın, kendi iradeleriyle kötülüğü seçecek olan birtakım zalimleri aynı tarih ve coğrafyada biraraya getirmiş olması demektir). Büruc Suresinde de yine inkarcıların Müslümanlara işkence yaptıklarını görmekteyiz: Büruc 5. O tutuşturulan ateşin adamları, 6. Onlar onun başında oturmuşlardı. 7. Ve hepsi, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. 8. Onlardan sadece, Azîz ve Hamîd Allah'a iman ettikleri için öc alıyorlardı 9. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Allah her şeye tanıktır. 10. Şu bir gerçek ki, inanan erkeklerle inanan kadınlara işkence edip sonra da tövbe etmemiş olanlar için, cehennem azabı vardır. Onlar için yangın azabı da vardır. 11. İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur. Kısacası; ayetlere yönelmeyen insanlar birçok alanda hastalıklı düşünce ve davranışlara sürüklenebilmekte. Zaten doğru ve güzel olan davranış veya düşünce, aslında ancak Rabbimizin bizlere öğrettiği bilgilere ve emirlerine uzanmakla mümkün olmaktadır. Gerek yaratılışımızda bize verilen, gerekse sonradan Kitap'tan öğrendiğimiz...Gerek farkında olarak, gerekse olmayarak... Ateistler de dahil olmak üzere herkesin erdemli ve doğru yanları buna dayanmaktadır. Farkında olmasalar da içlerindeki ayetlere kulak verdikleri noktalarda güzel ve sağlıklı davranışlarda bulunuyor insanlar. *** Müslüman, yani sadece Allah'a teslim olan, imtihan serüvenini başarıyla tamamlayacak kişinin aynı zamanda iyi bir insan olduğunu, buna karşılık cehennemliklerin ise kötüler olduğu gerçeğini Kuran'da görmeye devam edelim: Beled Suresi 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir? 13. Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o. 14. Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o, 15. Yakındaki bir yetimi, 16. Yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu. 17. Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o. 18. İşte böyleleridir uğur ve bereket dostları. Hakka Suresi 30 "Tutun onu, derhal bağlayın onu!" 31 "Sonra cehenneme sallayın onu!" 33. "Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu." 34. "yoksulu doyurmaya özendirmiyordu." 35 "Bugün onun için burada bir sıcak dost yoktur." Ali İmran Suresi 198 Ama Rablerinden korkanlar için altlarından ırmaklar akan cennetler var.Allah katından bir konukseverlikle sürekli kalıcıdırlar orada.Allah katındaki ödüller iyiler için daha hayırlıdır. Nahl Suresi 122 Dünyada ona güzellik verdik, âhirette de o mutlaka barışsever iyiler arasında yer alacaktır. İnfitar Suresi 13. Şu da kuşkusuz: İyiler tam bir nimet içindedir, 14. kötülerse cehennemin ta ortasında. Kalbi güzelliklerle dolu birinin inanmadığı için kazayla cehenneme gitmesi, veya zalim bir kulun haketmediği halde cennete gitmesi diye birşey yok hiçbir zaman. İyiler mutlaka kazanıyorlar imtihanı. Allah'a iman etmek ve şirkden uzak durmak dürüstlüğün bir tezahürü iken, inkar veya ortak koşup başka efendiler edinmeye çalışmak ise o kişinin en azından kendisine zulmüdür. Gerçek bilgileri kabul edip yanlış inançlardan uzak durmak, erdemli yaşamak da güzel ahlakın parçasıdır. Bunun yanısıra, tek efendimiz olan Allah'ın bizden istekleri aynı zamanda yeryüzündeki sıkıntıları gidermeyi veya en aza indirgemeyi, buna karşılık dünyadaki güzelliklerden en üst seviyede yararlanmayı da amaçladığından, yine her açıdan, O'nun yolunda yürümek eşittir iyilik olmaktadır. Zekatı sürekli yerine getirmek (ekonomiden tutun bilgi birikimimize kadar her alanda paylaşımda bulunmak), ihtiyacı olanların yardımına koşmak ve güzel davranışlar sergilemek, yalanlardan, hırsızlıktan, cinayetten ve diğer kötülüklerden de uzak durmak, tüm dünyanın çıkarları doğrultusunda güzellikler üretmek, maddi ve manevi zenginliği ve barışı sağlamak, Allah'dan başka kimseye/kul köle olmamak ve kimseyi de köle edinmemek, verilen sözleri yerine getirmek...Bunların hepsi de merhametin ve iyiliğin temel parçalarından. Kuran'da bunlar ve hatta daha bile fazlası istenmekte kullardan. Bakara Suresi 83 İsrailoğullarından şöyle bir söz de almıştık: Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik ve güzellikle davranın. İnsanlara güzeli ve güzelliği söyleyin. Namazı/duayı yerine getirin, zekâtı verin. Bütün bunlardan sonra siz, pek azınız müstesna, sırt çevirdiniz. Hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz. En'am Suresi 151 De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz." Özetle; cennet ehli mutlaka dünyada da güzellikler üreten ve düşünen iyi insanlardan oluşurken, cehennem ehli ise en başta kendisine ihanet içinde olanlardan oluşmaktadır. Yunus Suresi 44 Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar. Kendine acımayan, aslında başkalarına da merhamet etmeyecektir genelde. Ve ayetlerde anlatılan kıssalarda görüldüğü üzere öyle de olmaktadır. Ayrıca, yapılan her kötülük o kişinin aynı zamanda kendi özbenliğine zulmetmesi demektir. Başkaları için kurduğu her kötü niyetli tuzak, aslında kendisi için kurulan ve de içine düştüğü tuzak demektir (ahirette aleyhine delil olması ve içindeki zalimlikle yüzleşmesi için). *** Rabbimiz bizleri hem kulluk etmemiz, hem de herkesin hakettiğine kavuşması için yarattı. Güzellikleri hakeden benlikler cennete , azgın ve bozguncu benlikler ise cehenneme kavuşsun diye...Bu yüzden iyiliği seçenler mutlaka kazanırken, zulmü seçenler kaybedecekler. Selam ve sevgiler
-
İslam karşıtlarının yaptığı en güzel çarpıtma taktiklerinden biri de ayet cımbızlamadır. Bu yolla surenin bağlamından koparılan ayet alınır ve aslında sadece savunma savaşına izin veren söylemler sanki saldırı savaşını ve dinsel baskıyı emrediyormuş gibi gösterilir. Örneğin: 9 - Tevbe Suresi 1. Allah ve resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış bulunduğunuz müşriklere bir ültimatomdur bu; 2. Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz, Allah`ı âciz bırakamazsınız. Şu da bir gerçek ki, Allah küfre batanları rezil eder. 3. Bir de Allah ve resulünden insanlara Büyük Hac günü bir duyuru var: Allah da O`nun elçisi de müşriklerden kesinlikle uzaktır. O halde, tövde ederseniz bu sizin için hayırlırdır. Yok eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, siz Allah`ı acze düşüremezsiniz. Küfre saplananlara acıklı bir azabı muştula! 4. Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size karşı bir eksiklik sergilemeyen ve aleyhinizde başka birine yardım etmeyenler müstesnadır. Artık, onlara verdiğiniz sözü belirlenen süreye kadar tam bir şekilde koruyun. Şu bir gerçek ki Allah, sakınanları sever. 5. O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr`dur, Rahîm`dir. 6. Eğer müşriklerden biri senden güvence dilerse/senin yanına gelmek, sana komşu olmak isterse, ona güvence verip yakınlaşma isteğini kabul et ki, Allah`ın kel dinleyebilsin. Sonra da onu, güvenli gördüğü yere kadar götür. Böyle yapmanın gerekçesi şudur: Bunlar bilmeyen bir topluluktur. 7. Müşriklerin Allah katında, onun resulü katında ahitleri nasıl olabilir! Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız müstesna. Bu şekilde antlaşması olanlara, onlar size doğru-dürüst davrandıkça, siz de doğru-dürüst davranın. Allah, sakınanları sever -------------------------------------------- Şimdi burada açıkça antlaşmayı bozup saldıran inkarcılara karşı siz de onlara karşı savunma amaçlı savaşın emri vardır.Ama antlaşmaya aykırı davranmayan , saldırmayanlara siz de saldırmayın, size saldıranlar da bundan vazgeçerlerse hemen siz de barışa yönelin denmektedir ayetlerde. 9:12 Anlaşma yaptıktan sonra andlarını bozar ve dininize saldırırlarsa, o inkarcılığın önderleriyle savaşın; çünkü onların andı artık geçersizdir. Belki vazgeçerler. -------------------------------------------------------------------------------- 9:13 Andlarını bozan, elçiyi sürmeye yeltenen ve sizinle (savaşı) ilk defa başlatan topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? İnanıyorsanız asıl çekinmeniz gereken ALLAH`tır. -------------------------------------------------------------------------------- 9:14 Onlarla savaşın ki, ALLAH ellerinizle onları cezalandırıp rezil etsin, sizi zafere ulaştırsın ve inanan toplumun göğsünü ferahlatsın, Yine aynı sürede saldıranlarla savaşın kendinizi savunun emri vardır. İşte tüm savaşla ilgili sürelerde istenen budur. Ama çarpıtma tekniğine başvurmak isteyenler bu nefsi müdafayla ilgili ayetlerden birini cımbızlıyor ve sanki durup dururken inkarcıları yakalayıp öldürün deniyormuş gibi bir hava yaratılıyor.) Ama aslında istenen tek bir şey vardır, sana saldırana karşı kendini savun,onlar vazgeçerlerse sen de barış yap. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. "(2 Bakara Suresi , 190-193) Evet bu savunma savaşıyla ilgili ayetlerden de biri cımbızlanırsa sanki inanmayanlara saldırın gibi bir ifade varmış gibi gösterilir ki bu strateji hep izlenmektedir. -------------------------------------------------------------------------------------- Kuran`da düşünce özgürlüğü temeldir. Çünkü imtihan dünyasının gereği insanlar dilediğine inanacak ki ahirette ondan sorumlu tutulabilsinler. Bu yüzden islam`da sadece tebliğ vardır. Kimse kimseye düşüncesinden dolayı bir tokat bile atamaz yoksa kendine yazık etmiş olur: -------------------------------------------------------------------------------- Mearic Suresi 42 bırak onları! Dalsınlar, oynasınlar kendileri için belirlenen günlerine ulaşıncaya kadar. ------------------------------------------------ En`am Suresi 112 İşte böyle, biz peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine lafın yaldızlısını fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. bırak onları, düzdükleri iftiralarla başbaşa kalsınlar; -------------------------------------------------- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (60 Mümtehine Suresi, Herkes dilediğine inanmakta ve yaşamakta özgürdür ki, ahirette inancından dolayı sorumlu tutulabilsin: Bakara Suresi 256 Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah`a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir. 29. De ki, "Bu gerçek senin Rabbindendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Biz zalimler için onları çepeçevre saracak bir ateş hazırladık. Onlar her ne zaman feryad ederek yardım isteseler, derişik asit gibi yüzleri haşlayan bir su sunulur. Ne kötübir içecek, ne kötü bir son! 10:99 Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi inanırdı. Öyleyse, sen mi halkı inanmaları için zorlayacaksın? Evet düşünce özgürlüğü ve dilediğin gibi yaşama serbestliği vardır. Ve nefsi müdafa dışında savaş yasaktır. Hatta tokat bile atamazsın. Sadece nefsi müdafaya izin veren ayetlerin dini bir konuda baskıyla yakından uzaktan alakasının olmadığının, amacın tamamen saldırganı durdurmak olduğunun en güzel kanıtlarından biri de şu ayettir: HUCURAT 9. Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun! Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah`ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever. Görüldüğü üzere saldıran taraf bir müslüman topluluk ise bile onlarla barışa yanaşıncaya kadar, başka bir deyişle saldırılarından vazgeçinceye kadar mücadele edin diyor. Her zaman ayetlerde istenen barışın sağlanması, saldırganın-zulmedenin durdurulmasıdır. Yoksa herkes dilediği inancı yaşamakta serbesttir. Selam ve sevgiler.