Jump to content

Agop

Members
  • İçerik sayısı

    19
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

Everything posted by Agop

  1. Sayın mantık; İstediğiniz kaynağı internet adresi olarak veremem. Profesör Paul Davies'in, The Mind of God adlı kitabına bakabilirsiniz. Ağırlıklı olarak alıntıda bulunduğum kaynak : The Mind of God. Kitaptan kendim türkçeye çevirerek yazıyorum. Şunları da söylüyor : Sabit, sistemli, karmaşık yapılar içeren düzenli, tutarlı bir evrenin varlığı çok özel türden yasalar ve koşullar gerektirir. Bütün bunlar, bildiğimiz yaşamın, fizik kanunlarının biçimine ve doğanın, çeşitli parçacık kütleleri, kuvvet dereceleri ve başka şeyler için seçtiği gerçek değerlerdeki, şans eseri gibi görünen bazı rastlantılara büyük bir hassasiyetle bağlı olduğuna ilişkin etkileyici kanıtlar sağlamaktadır. . . . . Şu kadarını söylemek yeterli olacak ki, eğer Tanrı rolünü oynayabilseydik ve bu niceliklerin değerlerini, bir seri düğmeyi dilediğimiz gibi çevirerek seçebilseydik, neredeyse tüm düğme ayarlarının evreni yaşanılamaz kıldığını görürdük. Bazı durumlarda, eğer evrende yaşam için elverişli koşullar olacaksa, sanki çeşitli düğmelerde muazzam bir kesinlik isteyen ince ayar yapılmak zorundadır. -Kozmos’un yasalarında veya düzeninde- küçük bir değişimin evreni gözlemlenemez duruma getirebilecek olması kuşkusuz büyük önem taşır. Evrende çok ince bir ayarın olduğu herkesce bilinmektedir, Profesör Paul Davies bunu söylemese de biz zaten bilecektik. Bu düzenin arkasında bir planlayıcının olması gerektiğini Newton da söylemiştir. Saygılarımla Agop-dikran
  2. Bunlar Harun Yahya'nın web sayfalarından alınma bilgilere benziyor. Güvenilir kaynaklardan bilgi getir lütfen. -Mantık Sayın mantık; Bu tür niyet okumalarla yanılgıya düşersiniz. Benim toplam 17 mesajım var bu forumda. Çoğu sanırım bilimle ilgili. Bu foruma da bilimsel konuları konuşmaya geldim. Şu ana kadar astığım iletilerin HİÇ BİRİNDE HY alıntısı YOK !! Dahası ben HY'nin sitelerinden felan buraya HİÇ BİR ŞEY asmıyorum. Bir tane bile HY kitabı okumadım. Bunu iyi anlayın. Türkçe olarak sadece Caner taslaman adında birinin evrim teorisi üzerine yazdığı bir kitabı ile Stephen J. Gould okumuşumdur. Verdiğim bilgiler ise doğrudur. Çarpıtma değildir. Gizli dinci- ateist bireylerin sergilediği davranışlar onları bağlar. Fakat verilen bilimsel bilgiler doğrudur. Sizin bunu anlamak istememenizin nedeni ideolojik tutumunuzdur. saygılarımla agop-dikran
  3. Sayın evrensel insan, Varlıktan ne kastettiğimi anlayabilirsiniz. Beyin var olan şeyler kümesine girer mi girmez mi? İllaki fenomen mi demeliyiz şeylere? Şeyin varlığı metafizik alanına dahilse ancak "varlik metafizigin tabanidir" diyebilirsiniz. Dünya dışı yaşam, ufo ve uzaylılar. Varlık alemine girer mi girmez mi? Çünkü gözlemleniyor. Siz benim bilincim dışında var mısınız yok musunuz? Ben şimdi isin için metafiziksel ifadesini kulanabilir miyim? Söylemek istediğim şey, henellemeler her zaman bireyi gerçeğe götürmez. saygılarımla Agop-dikran
  4. Sayın evrensel insan; Henüz açtığınız bu başlığı okumadım. Yarın kaldığımız yerden devam edebiliriz. Fakat "bilinç" terimini biraz açar mısınız? Nedir bilinç? İyi akşamlar saygılarımla agop-dikran
  5. Ayni zamanda, bilgi olmasinin sebebi, tabanin varlik ve olmak olmamasidir -Evrensel Sayın evrensel insan; Kusura bakmayın, sizi kırmak istemem ama söylemek zorundayım. Türkçeniz bayağı bozuk. "tabanin varlik ve olmak olmamasidir " da ne demek? "olmak olmamsı" şeklinde kurulan bir cümle anlaşılmaz. Anlaşılmayan bir cümle de de anlam ve sözcük hatası var demektir. Bu bir. En iyi ve doğru kurulan cümle ANLAŞILAN cümledir, unutmayın lütfen. İkinci olarak bilginin olmasının sebebi insanoğlunun varlıklar üzerinde deney ve gözlem yapabilmesi ve neticesinde veri, data, bilgi elde etmesidir. Deney ve gözlem gibi diğer bilimsel metotların uygulanmasıyla bilgiyi elde edersiniz. Bunun temeli, tabanı buudur. Bu doğrultuda ya siz yanlış bir sözcük, cümle dile getirdiğinz ya ben yanlış anladım yada siz bir karmaşa yaşıyorsunuz. Eğer sonuncu şık ise yazdıklarım üzerine düşünün. Bilim de bilgi de, bil ve bilmek, bildirmek kokeninden gelir. -Evrensel İnsan Kesinlikle katılıyorum. Benim de anlatmaya çalıştığım şey bu. Fakt ilerisi için herhangi bir idddada bulunan inancı yada ideolojisini işin içine karıştırmış olur. saygılarımla Agop-dikran
  6. Rastlantidan ne algiliyorsunuz, ya da duzen/duzensizlik farkinin ne olduguna neye/kime gore karar veriyorsunuz? -Evrensel İnsan Düzen düzensizliğin tersidir. Yukarıda detaylıca anlatıldı. Evrende bir düzensizlik olsaydı canlılık var olamayacaktı, alın size örnek. Yada odanız düzensiz olsaydı aradığınız eşyayı kolayca bulabilir miydiniz? Hayır. Ya kitaplığınız? Fakat kitapların hepsi ayrı raflarda konularına göre katagorize edilmiş Sistemli ve düzenli. Kitaplarınız içeriklerine göre raflarda düzenlenmişse bu bir rastlantı mıdır? Yoksa siz mi tasarladınız? Bunu ortaya koyan insanoğludur. Fakat varlık zaten vardır. Kişi onu soyutlar yada dile getirir. Hepsi bu. saygılarımla Agop-dikran
  7. Evren’in yapısı yalnızca kütleçekimi ve elektromanyetik kuvvetlerin ince ayarda olmasından çok daha fazlasını gerektirir. Diğer iki fiziksel kuvvetin de yaşamımızla ilgisi vardır. Bu iki kuvvet işlevini atom çekirdeğinde sürdürür ve önceden düşünülerek oluşturulmuş olduklarına ilişkin bol bol kanıt vardır. Atom çekirdeğinde proton ve nötronları birbirine bağlayan güçlü nükleer kuvveti ele alalım. Bu bağlanma sayesinde, (helyum ve oksijen gibi) hafif ve (altın ve kurşun gibi) ağır, çeşitli elementler oluşabilir. Göründüğüne göre, bu bağlayıcı kuvvet yalnızca yüzde 2 oranında daha zayıf olsaydı hidrojenden başka hiçbir element olmazdı. Tersine, biraz daha güçlü olsaydı, bu kez hidrojen yerine yalnızca ağır elementler bulunabilirdi. Acaba yaşamımız bundan etkilenir miydi? Evren’de hidrojen eksik olsaydı, Güneşimiz yaşam veren enerjiyi yaymak için gerekli yakıta sahip olamazdı. Ayrıca, hiç kuşkusuz suyumuz veya besinimiz de olamazdı, çünkü bunların ikisi için de hidrojen gereklidir. Bu irdelemedeki diğeer kuvvet, radyoaktif çözünmeyi denetleyen zayıf nükleer kuvvet diye adlandırılır. Bu kuvvet Güneşimizdeki termonükleer faaliyeti de etkiler. ‘Acaba bu kuvvet için de ince ayar söz konusu mu?’ diye sorabilirsiniz. Matematikçi ve fizikçi Freeman Dyson şu açıklamada bulunur: “Zayıf [kuvvet], nükleer kuvvetten milyonlarca kat daha zayıftır. Güneş’teki hidrojenin yavaş ve sabit hızla yanmasına tam yetecek kadar zayıftır. Zayıf [kuvvet] çok daha güçlü ya da çok daha zayıf olsaydı, güneşe benzer yıldızlara bağımlı her tür yaşam yine tehlikeye düşerdi.” Evet, çok kesin ayarlanmış bu yanma hızı Yerimizi yakıp küle çevirmeden sıcak tutuyor ve biz de bu sayede hayatta kalıyoruz. Üstelik, bilim adamları zayıf kuvvetin, çoğu elementin oluşma ve yayılma sürecini başlattığını düşündükleri süpernova patlamalarında rol oynadığına da inanıyorlar. Fizikçi John Polkinghorne, “bu nükleer kuvvetler herhangi bir yönden şimdi olduklarından birazcık farklı olsalardı, yıldızlar sizi ve beni oluşturan elementleri yapamazlardı” diyor. Daha birçok şey söylenebilir, fakat herhalde varılmak istenen sonuç ortadadır. Bu temel kuvvetin ince ayarı hayranlık verecek ölçüdedir. Profesör Paul Davies (alıntıda bulunduğum kitabın yazarı), “doğanın her şeyi doğru yaptığının kanıtlarını tüm çevremizde görür gibiyiz” diye yazdı. Evet, temel kuvvetlerin çok kesin bir ayarda olması, Güneşimizin, sevimli gezegenimizin ve üzerinde hayatı devam ettiren suyun, yaşam için büyük önem taşıyan atmosferimizin ve yeryüzünde çok çeşitlilik gösteren değerli kimyasal elementlerin varlığını ve işlevini mümkün kıldı. Fakat şimdi kendinize, ‘böylesine kesin ayarın nedeni ve kaynağı nedir?’ diye sorun. Yukarıda ATEİST görüşlü fizikçilerden de örnek verdim. Dikkat edin , “doğanın her şeyi doğru yaptığının kanıtlarını tüm çevremizde görür gibiyiz” diyen bilim insanı da natüralisttir!. saygılarımla
  8. İnce ayar safsatası -Mantık Size göre ince ayar bir safsatadır. Evrende düzensizlik olduğunu SİZ söylüyorsunuz. Ben pek çok bilimsel yayın, dergi, kitap, makale okudum. Astrofizikçiler ve diğer bilim insanlarının sizin dile getirdiğiniz önermenin tam tersini söylediğini BİLİYORum. Dolayısıyla vermiş olduğunuz mesaj sizin dünya görüşünüzle - materyalizm- ilgilidir. Bilimsel bir yaklaşımda bulunmuyorsunuz. İdeolojinizi temel alan yazılar bunlar. " Bilimsel araştırma bilinmeyene yapılan bir yolculuktur . . . . Fakat bütün bu araştırmalarda alıştığımız bir düzen ve mantık dokusuna rastlanmaktadır. Bu kozmik düzenin, ince ve uyumlu bir birliği oluşturmak üzere iç içe dokunmuş kesin matematik yasalarınca desteklenmekte olduğunu göreceğiz. Dikkatli bir çalışma, evrenin yasalarının karmaşıklık ve çeşitliliğin oluşabilmesi için şaşırtıcı biçimde uygun olduklarını gösteriyor. Yaşayan organizmalara gelince, bunların varlığı, bazı bilim adamları ve filozofların çok şaşırtıcı buldukları bir dizi talihli rastlantıya bağlıdır." Davies irdelemesini şöyle sonuçlandırıyor: “Evrene açılan kapının anahtarını sağlayan mantık kıvılcımlarını, nasıl olup da yalnızca Homo sapiens’in taşımakta olduğu derin bir muammadır . . . . Şu evrendeki varlığımızın yalnızca talihin garip bir cilvesi, tarih içinde bir rastlantı, büyük kozmik tiyatroda ansızın beliriveren küçük bir ışık olduğuna inanamam. Evrenle ilişkimiz çok kişisel bir düzeyde . . . . Bizim burada olmamız istenmiş.” Buna rağmen, Davies ortada bir Tasarımcı, bir Tanrı olması gerektiği sonucuna varmıyor. Güney Avustralya, Adelaide Üniversitesi, matematiksel fizik profesörü Paul Davies The Mind of God adlı kitabında bunları söylüyor. Gördüğünüz gibi Bilim insanı, Prof tanrının varlığına İNANMASA DA evrende KESİNLİKLE BİR DÜZEN olduğunu söylüyor. İnce ayarın bir safsata olduğunu siz söylüyorsunuz. Neden ? Dediğim gibi ideolojik temelli de ondan Aynı kitaptan bir örnek: “Eğer elektron ve protonun kütlelerinin toplamı normal olarak bir nötronun kütlesinden biraz az olmak yerine, birazcık fazla olsaydı, sonuç felâket olacaktı . . . . Evrende baştan başa, bütün hidrojen atomları nötron ve nötrinolar oluşturmak üzere ayrışacaklardı. Nükleer yakıtı elden giden Güneş büzülüp yok olacaktı.” Aynı şey evrendeki milyarlarca diğer yıldızın da başına gelirdi. Prof. şu sonuca varıyor: “Karbon temelli yaşamın, dolayısıyla insan yaşamının onlar olmadan ortaya çıkamayacağı, biyolojik nitelik taşımayan görünüşteki rastlantıların . . . . listesi uzun ve etkileyicidir.” Kendisi diyor ki: “Bu [yaşam için temel olan] özellikler, doğal dünya dokusunda boydan boya yer alan bir tür mutlu tesadüfler zinciri gibidir. Fakat hayat için gerekli bu tuhaf rastlaşmalar o denli çok ki, bunlar için bir açıklama bulmak gerekir. Ayrıca şunları da söylüyor: “Sorun görünüşte rastlantı eseri olan bu uyarlamaların gerçekten rastlantı olup olmadıklarına ve dolayısıyla yaşamın da rastlantı eseri olup olmadığına karar vermektir. Hiçbir bilim adamı bu soruyu sormaktan hoşlanmaz, fakat, ne olursa olsun bu soru yine de sorulmalıdır.” saygılarımla
  9. Birincisi, bilim gozleme dayanir ve epistemolojiktir. Buradaki epistemolojiklik, bilimin bilgi olarak geldigi ve bildirdigi noktadir. -Evrensel insan Sayın Evrensel İnsan ; Epistemoloji bilim değil bilgi felsefesidir. Ben mi yanlış biliyorum. Bilginin doğasını kökenini araşrıran yada konu edinen felsefenin alt dalıdır. Bilimin epistemolojiyle sınırlamak ne kadar doğru bir davranıştır! . Ayrıca bilim zaten bil- kökeninden gelir. Bil-giden başka bir şey değildir. Bu bilgi gözlemlenebilen, sınanabilen, deneye tabi tutulabilen varlıklara dayanır, tarafsız bir bakış açısıyla değerlendirilir. Felsefe ise bilim değil bir bakış açısı, dünya görüşü yada ön görüdür. Ikincisi, epistemoloji surekli suregelen bir surectir ve bu surec, devamli yenilenir, eskiler yanlislanabilir ve yeni bilgilere acilir. - Evrensel insan Bilimi tarif edip blim yerine epistemoloji kavramını kullanıyorsunuz. Bilim insanları bilimsel bir açıklama yaptığında bilim der, bilimsel der, fakat tanımlamada sizin yaptığınız gibi epistemoloji demez. Felsefeyi bilimle uyuşturuyor bu noktada özdeşleştiriyorsunuz. Bir bilim kisisinin, kendine has; ideolojisi, inanclari,felsefesi ve dogrulari olabilir. Onemli olan, bunu bilimsel aciklama ve calismasina; bulastirmamasidir. Görüşünüze katılıyorum. Bunu başaran insanlar olduğu gibi başaramayanlar da var. saygılarımla
  10. Agop

    Dizi Önerileri

    Ben de Shamelessı severek izliyorum ama izlediğim dizideki oyuncular farklı . Neden? Saygılarımla Agop-dikran
  11. Bilimsellikten bahsetmeniz, olgu ve kavramlara anlam ve içerik yükleyenin insan olduğunu söylemeniz benim bu açıklamayı getirmeme neden oldu. Aslında bazı olgular bilimsel yönteme tabi tutulamaz. Benim vurgulamaya çalıştığım buydu. Siz bu çizginin ötesinde "artık bilimsel değil" diyorsunuz. Saygılarımla Agop-dikran
  12. “Bir kynik, insandaki iyi bir niteliği hiç görmez; fakat kötü olanı görmeyi asla ihmal etmez. O, insan kılığında bir baykuştur; karanlıkta gözü açık, aydınlıkta kördür; sinsice böcek arar, görkemli ve soylu hayvanları asla görmez.” Bu sözler, 19. yüzyılda yaşamış Amerikalı din adamı Henry Ward Beecher’a atfedilmiştir. Birçokları, bu sözlerin çağdaş bir kynik’in ruhunu tam olarak betimlediğini düşünebilir. Aslında “kynik” (kinik ya da sinik olarak da bilinir) sözcüğünün kökeni eski Yunanistan’a dayanır; bu sözcük orada sadece böyle bir tutuma sahip birini tanımlamak için kullanılırdı. Bu sözcük yüzyıllarca bir felsefe okulunun adı olmuştur. Kyniklerin felsefesi nasıl gelişti? Neler öğrettiler? Antik çağda Yunanistan, fikir alışverişlerinin ve tartışmaların yuvasıydı. Eski devirlerden miladi tarihe dek, Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi kişiler kendilerini üne kavuşturan felsefeler ortaya attılar. Öğretilerinin insanlar üzerinde derin etkisi oldu ve bu öğretiler hâlâ Batı kültüründe bulunmaktadır. Sokrates (MÖ 470-399), kalıcı mutluluğun maddi şeyleri elde etme uğraşında ya da bedensel zevklerde bulunamayacağını savundu. Gerçek mutluluğun, ahlaksal erdemi aramaya adanmış bir yaşamdan kaynaklandığını ileri sürdü. Sokrates’e göre erdem, en yüce iyi’dir. O bu hedefe ulaşmak için, maddi lüksü ve gereksiz çabaları reddetti; çünkü bunların dikkatini dağıtacağını düşündü. Basit ve sade bir yaşam sürerek mütevazı ve özverili bir tutum benimsedi. Sokratesçi yöntem olarak bilinen bir öğretim tarzı geliştirdi. Çoğu düşünür, bir fikir öne sürüp, onu destekleyici kanıtlar sunarken, Sokrates tersini yaptı. Diğer filozofların teorilerini dinledi ve onların fikirlerindeki hataları ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu yaklaşım, başkalarına karşı eleştirici ve küçümseyici bir tutumu teşvik etti. Sokrates’in takipçileri arasında, Antisthenes (yaklaşık olarak MÖ 445-365) adlı bir filozof vardı. O ve başka birkaç filozof Sokrates’in temel öğretisini bir adım daha ileri götürdüler ve tek iyinin erdem olduğunu söylediler. Onlara göre, hazzın peşinde olmak, sadece dikkati başka tarafa çeken bir şey değil, aynı zamanda kötü’nün bir şekliydi. Kendilerini insanlardan aşırı derecede soyutlayarak insanlara tepeden baktılar. Kynikler adıyla tanınmaya başladılar. Kynik ismi, onların asık yüz ifadelerini, haşin ve kendini beğenmiş tavırlarını tasvir eden Yunanca Kynikos sözcüğünden türetilmiş olabilir. Bu sözcük “köpeksi” anlamına gelir. Kynik felsefesinin, maddiyatçılığa ve zevk düşkünlüğüne karşı olma gibi ilkeleri aslında övgüye değer bulunmuş olmakla birlikte, Kynikler fikirlerini aşırı uç noktalara götürdüler. Bu, en tanınmış Kynik olan filozof Diogenes’in yaşamında açıkça görülür. Diogenes MÖ 412’de Karadeniz kıyısında bir kent olan Sinop’ta (Sinope) doğdu. Babasıyla Atina’ya geldi ve Kyniklerin öğretileriyle burada tanıştı. Diogenes, Antisthenes’ten öğretim aldı ve kendisini tamamen bu felsefeye vererek onun ateşli bir savunucusu oldu. Sokrates basit, Antisthenes konforsuz bir yaşam sürmüştü. Fakat Diogenes çileci bir yaşam sürdü. Söylentiye göre, maddi konforu reddettiğini vurgulamak amacıyla, kısa bir süre bir fıçının içinde yaşamış. Onun, en yüce iyi’yi ararken, erdemli bir insan bulmak amacıyla gündüzleri Atina sokaklarında fenerle dolaştığı söylenir. Bu davranışı dikkat çekti ve Diogenes’le diğer Kyniklerin öğretiminde bir araç oldu. Büyük İskender ona, bir dileği olup olmadığını sorduğunda, “Gölge etme başka ihsan istemem” biçiminde bir yanıt verdiği de anlatılır. Diogenes ve diğer Kynikler birer dilenci gibi yaşadılar. Normal insan ilişkilerine ayıracak hiç zamanları yoktu ve yurttaşlık görevlerini reddettiler. Belki de Sokrates’in tartışma yönteminden etkilenerek, başkalarına karşı saygısız bir tutum geliştirdiler. Diogenes iğneleyici alaylarıyla tanındı. Kynikler “köpeksi” namıyla ünlendiler; fakat bizzat Diogenes’e Köpek lakabı takıldı. MÖ 320 civarında 90 yaşlarındayken öldü. Mezarına köpek biçiminde mermer bir anıt dikildi. Kynik felsefesinin bazı yönleri, diğer düşünce okulları tarafından da benimsendi. Fakat zamanla Diogenes’in ve daha sonra takipçilerinin tuhaflıkları Kynik felsefe okuluna gölge düşürdü. Sonunda, tümüyle ortadan kalktı. The Oxford English Dictionary çağdaş kynik’i “küstahça eleştirmeye veya kusur bulmaya eğilimli bir kişi” olarak tanımlıyor. O, “insanın niyetlerinin ve davranışlarının içtenliğine veya iyiliğine inanmama eğiliminde olan ve bunu küçümsemeyle ve alaylarla ifade etmeyi âdet edinmiş, alaycı ve daima kusur bulan” bir kimsedir. Bu özellikler içinde yaşadığımız dünyada görülmektedir. saygılarımla Agop-dikran
      • 5
      • Like
  13. Siz bilimin epistemolojik temelinden yola çıkarak gözleme ve deneye dayanan olguların bilimsel çıkarsamalarından bahsediyorsunuz. Bu doğrultuda gerçekçi ve doğru bir yaklaşıma sahipsiniz. Biim bilgiden yola çıkar. İnançtan yada ideolojiden değil. Elde bilgi varsa ortaya koyur, Yoksa varsayımlarda bulunamaz. saygılarımla Agop-dikran
  14. bir suru hayvanin nasil uredigi ve nasil canli meydana getirdigi gozlem ve tibbi bilgi ile ortaya konulmaktadir.- Evrensel İnsan Sayın Evrensel İnsan; Hayvanların nasıl ürediğini gözlemliyoruz. Hayat, ancak önceki hayattan geliyor. Örneğin bebekler nereden gelir sorusunun cevabı anne ve babasından şeklinde yanıtlanır. Hayatın ancak hayattan gelmesi gözlemlenebilen yani bilimsel bir olgudur. Fakat İnsan türü de dahil, tüm bitkiler, hayvanlar kısaca organik alemin cansız kimyasal maddelerden geldiği söylenebilir mi? Elbette söylenir fakat bunu gösterin dersem gösteremezsiniz. Deney yoluyla kanıtlayın dersem yine kanıtlayamazsınız. Bu iş deney tüpünde bir kaç aminoasit oluşturmakla bitmiyor. Proteinlerin dizilimi, mitokondrinin ortaya çıkı, enzimlerin oluşumu, DNA, RNA'nın türemesi vs. NASIL ve NEDEN olmuştur? saygılarımla Agop-dikran
  15. Butun bu tanrilastirma temelinde, tanrinin ne oldugu da; ona verilen anlam ve icerikte ve bu anlam ve icerik ile kurulan bag ile belirlenir.-Evrensel insan Saygıdeğer Evrensel İnsan ; Genel olarak bilim ölçülebilir, din ise ölçülemez şeylerle ilgilenir. Bilim, herhangi bir ahlaksal ya da sanatsal kuramı kanıtlayamayacağı ya da çürütemeyeceği gibi, Tanrı’nın varlığını da ne kanıtlayabilir ne de çürütebilir. Bir kişinin komşusunu sevmesinin ya da insan yaşamına saygı duymasının bilimsel bir nedeni yoktur. En bariz hata, bilimsel olarak kanıtlanamayan bir şeyin var olmadığını iddia etmektir; bu hata, sadece Tanrı’yı ya da insanın benliğini değil, sevgi, şiir ve müzik de dahil yaşamda değer verdiğimiz hemen her şeyi yok sayacaktır. Cümleleriniz bana Albert Einstein kabul ettiği şu olguyu hatırlatıyor: “Seçkin bilim adamları arasında kendine ait dinsel duyguları olmayan birine nadiren rastlarsınız. . . . . Dinsel duygular, doğa yasalarının uyumu karşısında büyük bir şaşkınlıkla ifade edilir. İnsanların tüm sistematik düşünce ve davranışları, bu doğa yasalarının gösterdiği üstün zekayla karşılaştırıldığında düpedüz önemsiz bir taklittir.” saygılarımla Agop-Dikran
  16. evren ile ilgili daha yakından ve daha dikkatli gözlemler, daha çok herşeyin rastgele olduğu ve altında bilinçli bir tasarım olmadığı fikrine ulaştırır insanı. -Mantık Saygıdeğer mantık ; Gerek gökcisimlerinin hareketlerini gerekse de evreni oluşturan maddeyi araştırdıklarında, gökbilimcilerin karşılarına çıkan, düzenden başka bir şey değildir. Evrendeki her şey hareket halindedir ve hareketlerde asla kararsızlık ya da belirsizlik yoktur. Gezegenler, yıldızlar veya galaksilerin uzaydaki hareketleri, bilim adamlarının belirli kozmik olayları yanılmaz doğrulukla önceden söylemelerini sağlayan fizik kurallarına göre gerçekleşir. Ayrıca, başka inanılmaz bir şey, en heybetli galaksilerin bile, en küçük atomun davranışını belirleyen dört temel kuvvet tarafından yönetilmesidir. Evreni oluşturan maddenin kendisinde de düzen görülür. The Cambridge Atlas of Astronomy şöyle diyor: “Madde, çok küçüğünden çok büyüğüne kadar tüm ölçülerde düzenlidir.” Dağılımı kesinlikle gelişigüzel olmadığı gibi, maddenin yapısının oluşumunda izlenen yol ister atom çekirdeğindeki proton veya nötronlarla elektronlar arasındaki etkileşim, isterse de dev galaksi kümelerini bir arada tutan karşılıklı çekim kuvvetleri olsun, son derece düzenlidir. Acaba evren neden böylesine bir düzen ortaya koymaktadır? Evreni yöneten üstün kanunlar neden vardır? Bu kanunların evrenin başlangıcından önce var olmaları gerektiğine göre—çünkü aksi takdirde evreni yönetemezlerdi—sorulması gereken mantıklı soru şudur: Bu kanunlar nereden geldi? Ünlü bilim adamı Isaac Newton şu sonuca varmıştı: “Güneşten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu fevkalade sistem, ancak zekâ ve kudret sahibi Biri’nin düşünce ve hâkimiyeti sayesinde meydana gelmiş olabilir.” Fizikçi Fred Hoyle şunları demiştir: “Rubik küpünün çözümünde olduğu gibi, Evrenin başlangıcında da bir zeka olmalıdır.” Doğaüstü bir Kanun Koyucu’nun olması gerektiği sonucu, evrenin başlangıcı olduğunu anlamamızla doğrulanmaktadır. Kuramsal fizikçi Hawking şöyle açıklıyor: “Evrenin ilk hali, yaşam da dahil bugün gördüğümüz her şeyin başlangıcıyla ilgili asıl soruya cevap oluşturur.” Acaba evrenin ilk hali ile ilgili bugünkü bilimsel görüş tam olarak nedir? 1960’lı yıllarda bilim insanları, uzayın her köşesinden gelen zayıf bir radyasyon yakaladılar. Bu radyasyonun, gökbilimcilerin Büyük Patlama diye adlandırdıkları ilk patlamadan gelen yansımalar olduğu söylendi. Onlara göre adı geçen patlama o denli büyüktü ki, yankıları milyarlarca yıl sonra bile hâlâ yakalanabilmekteydi. Fakat eğer evren, 15-20 milyar yıl önce ani bir patlamayla var olduysa (bu görüş birçok fizikçi tarafından kabul ediliyorsa da, buna kuvvetle karşı çıkan başka bilim adamları da var), bu durumda şu önemli soru gündeme gelir: Öyleyse ilk enerji nereden geldi? Ya da başka sözlerle, Büyük Patlama’dan önce ne vardı? Bu, çoğu gökbilimcinin atlatmaya çalıştığı bir sorudur. Bir gökbilimci şunu itiraf etti: “Bilim, dünyanın, sonsuza kadar bilimsel izahın sınırları dışında kalacak olan kuvvetler vasıtasıyla oluştuğunu kanıtladı. Bu ise, bilimsel dinle, yani her sonucun bir sebebi olduğu inancını temel alan sebep-sonuç diniyle çelişki içinde olduğundan, bilimi rahatsız etmektedir. Şimdi şunu anlıyoruz ki, tüm sonuçların en büyüğü, yani evrenin doğuşu, imanın bu şartına aykırıdır.” Oxford Üniversitesinden bir profesör, daha anlamlı olarak şunları yazdı: “Evrenin oluşmasına ilk sebep olan şeyin kimliği, okuyucunun kararına bırakılmıştır. Fakat bu ilk sebep yoksa, tabloda eksiklik vardır.” Kutsal Kitap ise, “ilk sebep”in kimliğini şöyle açıklayarak konuyu aydınlatıyor: “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı.” Ama bu Tanrı dedikleri şeyin ne olduğu, neden ezelden beri varolduğu, neye benzediği, nasıl olup da ol demesiyle her şeyi yarattığı meçhuldur. - Mantık Bir şeyin nasıl olduğu anlaşılmıyorsa, ya da o kişi anlayamıyorsa, o şeyin olamayacağı fikrine ulaşmaktan kaynaklanan bir düşünce yanlışıdır bu. -Mantık Şimdi bilgimiz sınırlıdır, ama o zaman tam bileceğiz.- Havari Paul Saygılarımla Agop-Dikran
  17. Bilimin tabani, bilgidir ve bu temelde varlik da bir bilgidir.- Evrensel İnsan Bilimin tabanı elbette bilgidir. Peki canlılığın oluşumuyla ilgili olarak elinizde bilgi var mıdır? Gözlem var mıdır? saygılarımla Agop-Dikran
  18. Big bang'ın medeni simetri kırılmasıymış. Bu, sistemdeki ince ayarı açıklamaya yetiyor mu? Şişen Evren Kuramını tasarlayan Dr. Guth, geçenlerde kuramının “Evren’in hiç yoktan nasıl ortaya çıktığını açıklamadığını” kabul etti. Dr. Andrei Linde ise Scientific American’da çıkan bir makalede çok daha açık konuştu: “Başlangıçtaki bu tekilliğin açıklanması—tümüyle nerede ve ne zaman başladığı—çağdaş kozmolojinin en güç sorunu olarak kalmaya devam ediyor.” Bence siz bilim insanlarına mail atıp onları aydınlatmalısınız. Uzmanlar gerçekte Evrenimizin ne kökenini ne de başlangıçtaki gelişimini açıklayabildiklerine göre, siz nasıl kesin söylemlerle bir yargıyı ifade ediyorsunuz? Bakınız bu olay öyle basit değil. Maddeyi etkileyen tüm özellik ve değişikliklerden sorumlu dört temel kuvvetle ilgili çok kesin ölçümleri içeren ince ayar kafalarda soru işaretleri oluşturmaktadır. Evren’de varlığı apaçık belli olan dört kuvvet arasında işlevsel açıdan en uygun ince ayar olmasaydı, yaşamımız için vazgeçilmez önem taşıyan elementler (özellikle karbon, oksijen ve demir) var olamazdı. Örneğin elektromanyetik kuvvet... Eğer bu kuvvet çok daha zayıf olsaydı, elektronlar atom çekirdeği etrafında tutunamazdı. ‘Bu önemli mi?’ diye merak eden çıkabilir. Evet, çünkü o durumda atomlar birleşip molekülleri oluşturamazlardı. Tersine, bu kuvvet çok daha güçlü olsaydı, elektronlar atom çekirdeği üzerine yapışıp kalırlardı. Atomlar arasında hiçbir kimyasal tepkime gerçekleşmez, sonuç olarak da yaşam olamazdı. Bu açıdan bile, varlığımızın ve yaşamın, elektromanyetik kuvvetin ince ayarına bağlı olduğu açıktır. Ayrıca bu konuyu kozmik ölçekte düşünün: Elektromanyetik kuvvetteki hafif bir farklılık Güneş’i etkileyecek ve böylece Yer’e ulaşan ışık miktarını değiştirip bitkilerde fotosentezi ya zorlaştıracak ya da olanaksız kılacaktı. Aynı zamanda yaşam için vazgeçilmez olan suyun eşsiz özelliklerini de ortadan kaldıracaktı. Öyleyse yine bu açıdan, yaşamımız elektromanyetik kuvvetin ölçüsünün çok kesin ayarlanmış olmasına bağlıdır. Elektromanyetik kuvvetin diğer üç kuvvete göre şiddeti eşit derecede önemlidir. Örneğin, bazı fizikçilerin hesabına göre, bu kuvvet, kütleçekiminin 10.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000 (10 üzeri 40) katıdır. Bu rakama bir sıfırın daha eklenmesi (10 üzeri 41) küçük bir değişiklik gibi görünebilir. Oysa bu, kütleçekiminin oransal olarak daha zayıf olması anlamına gelirdi ki, Dr. Reinhard Breuer bu durumda ortaya çıkacak sonuç hakkında şu yorumda bulunur: “Kütleçekimi daha güçsüz olsaydı, yıldızlar daha küçük olur ve kütleçekiminden kaynaklanan iç basınç, sıcaklığı nükleer füzyon tepkimeleri için yeterli dereceye yükseltmezdi: Güneş’in parlaması olanaksız olurdu.” Bunun bizim için ne anlama geleceğini bir düşünün! saygılarımla Agop-Dikran
  19. Agop

    Merhaba

    Benden de merhaba, kendim de dahil herkese hoşgeldin diyorum saygılarımla
×
×
  • Create New...