
mantik
Members-
İçerik sayısı
1.008 -
Kayıt tarihi
-
Son ziyareti
-
Kazandığı günler
36
İçerik türü
Profiller
Forums
Store
Makaleler
Everything posted by mantik
-
Bizim tüm toplumumuz demokrasiyi tam anlamıyla özümleyememiş, anlayamamış bireylerden oluşuyor. Elbette bu antidemokratiklik kemalist kesime de bulaşacak. Benim bu konuda dikkat çekeceğim iki nokta var. Birincisi, Atatürkçülerin her şeye rağmen diğerlerine kıyasla daha demokrat olduğu, ikincisi ise baskıcı bir toplumun baskıcı uygulamalarının baskı olmadan geri döndürülemeyeceği ve düzeltilemeyeceği. Nasıl sana silahla gelene sen de silahla gitmek zorundasın, gül ile o işi çözemessin, buradaki de aynı mantık. Yani Atatürkçü zihniyetin antidemokratik yönleri savunulabilir. Çünkü onlar nihayetinde, uzun vadede daha demokratik bir toplum ortaya çıkabilmesi için yapılması gerekli görülmüş şeyler.
-
Onlar kısa sürdü. Darbeyle, vs de olsa durum hemen düzeltilebildi. Kılık kıyafet devrimi zorlanmadı. Özendirildi sadece. İnsanlar isteyerek takip ettiler. Şapka kanunu olması belki bir zorlama gibi görünebilir ama ondan dolayı içeri atılan insan olduğunu sanmıyorum. Hem o tür eski ve saçma kanunlar her ülkede var. Cambridge üniversitesinde hala törenlere ve yemeklere kılıç ile katılmak zorunluluğu var mesela. Ama kim takıyor? Ezan'ın türkçe okunması iyi bir uygulamaydı bence. Ama arapların dini tarafından beyni yıkanmış topluma kabul ettirilemedi, tekrar geri dönüldü, o başka. Ki bu insanların ibadetini falan etkileyen birşey değil. Madem o bir namaza çağrıdır, hangi dilde olduğunun ne önemi var? Eğer camilerden ezan okunması engellenseydi, işte o zaman baskı olurdu. Tekkeler, tarikatlar, 28 Şubat falan islamın siyasallaşması ile ilgili önlemler ve dediğim gibi halkın dinini yaşamalarının, ibadetlerinin, vs önüne geçen şeyler değil. Türban belki bir istisna olabilir bu konuda. O konu tartışmaya açık. Siyasi bir sembol olarak kullanıldığı için, islamın siyasileşmesini önlemek adına engel olunması da savunulabilir, din özgürlüğü çerçevesinde yasaklanması yanlıştır da denebilir. İki bakış açısının da geçerli noktaları var. Baskı kabul edilebilecek uygulamaların çoğu İslam'ın siyasallaşmasını önlemeye yönelik önlemlerdir. İnsanların dini yaşama şekilleri ile ilgili değil. Ayrıca da bunların çoğu Atatürk'ün Türk milletine en büyük hizmetleri ve faydaları arasındadır. Türkiye'nin diğer islam ülkelerine her alanda fark atmış olması, bu önlemler sayesindedir.
-
"Root of all evil" belki değiller ama Türkiye'nin mevcut koşullar altında başına gelebilecek en zararlı şey bu ve bu tür partilerin önlerinin alınamaması ve yapabilecekleri her şeyi yapma imkanı bulabilmeleridir. Tamam şu anki haliyle teokratik bir diktatörlüğün kurulmuş olduğu biraz abartı olabilir, ki bunun abartı olduğu zaten her okuyan kişi için açık olması lazım, yani bunda bir yanıltma yok, fakat şunu da gözardı etmemek lazım ki, fırsat verilse, bu adamlar işi oraya kadar götürmekte tereddüt etmeyecek kişiler. Bizim yaptığımız bir erken uyarı sistemi sadece. Bunlar demokrasinin ne olduğunu benimseyememiş ve sadece kendileri gibi düşünenlere demokrat davranabilen kişiler. Türkiye'nin kemalist kesiminde yok mu böyle bir anlayış denirse, onlar arasında da var demokrasiyi özümseyememiş kişiler. Ama her şeye rağmen, o kesimin demokrasi anlayışı bana göre dincilerinkinden çok daha gelişmiş. Sonuçta bu ülke kurulduğundan beri Atatürkçü çizgide ilerliyordu (son dönem hariç). Kimin dinine, ibadetine, vs ne zaman karışıldı ki? CHP ve Atatürkçü çizgi insanların din, vicdan ve her türlü özgürlüğüne gerekli saygıyı göstermiştir her zaman. Ama diğerlerinin alternatif fikirleri duymaya bile tahammülleri yok. Ellerinden gelse, bütün laik ve Atatürkçüleri hapsedecekler, ki ediyorlar da zaten. Bunların ne derece tehlikeli insanlar olduğunu göremiyor musun?
-
Astur, Seninle anlaştığımız konular var, anlaşamadığımız konular var biliyorsun. Sizlerin bu AKP destekçiliği anlaşamadığımız konular arasında. Bu adamların o kadar yamukluğu ortaya konuluyor bu forumlarda, ama hepsi için zorla arayıp bulup, adamları savunacak birşeyler ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz. Sırf ekonomide liberalizmi getirdiler diye mi? Ekonomi ile herşey bitmiyor. Sen diktatörlük kur, ondan sonra gayri safi milli hasılanı 10 kat arttır, kime ne yararı var? Çin gibi bir durum ortaya çıkar. Hem sadece gayri safi milli hasılaya dayalı ekonomik büyüme de aldatıcı. O zenginlik çok küçük bir azınlığın elinde toplanıyor çünkü. O liberal ekonomi politikalarının yaptığı şey küçük bir zengin azınlığı daha da zenginleşip toplumdaki gelir dağılımı uçurumunu daha da büyütmek olur. Ki öyle oluyor ABD'de, Türkiye'de, ekonomikdeki kontrolcü ve sosyal unsurlar minimuma indirilip, sadece zenginlerin işine gelen politikalar uygulandığı sürece. Asıl refah, zenginliğin doğru dürüst paylaşımı ile yakından alakalıdır ve bu yüzden sosyal demokrasinin yaygın olduğu kuzey Avrupa ülkeleri mesela, her yıl, aşağı yukarı bu konuda yapılan her çalışmada, insanların en mutlu, en refah, vs olduğu ülkeler arasında sayılır. ABD gibi kapitalizmin kalesi olan ülkede bile, sosyal politikalar daha popülerleşmeye başladı son dönemde (Obama ile), siz hala zenginleri daha da zenginleştiren politikaları savunun. Fakir kesimin de eskiye göre yaşam standardı artmaktadır ama toplam zenginlik arttığı için. Yoksa, toplam zenginlikten aldıkları pay azalmaktadır onların, bu tip politikalarda ısrar edildiği sürece. Zaten teknolojinin, bilimin, uygarlığın gelişmesinin doğal sonucudur bu, yani fakirler de dahil herkesin yaşam standardının artması. Sonuna kadar liberal uygulamalar, sadece ülkenin zenginlerini daha da kalkındırır ve ülkenin toplam ekonomik gücünü arttırmış göründüğü için siyasal arenada önemini de arttırabilir. Çünkü uluslararası politikada ülkenin toplam gücü önemli, bunun ülke içinde insanlara ne kadar adil dağıtıldığı değil. Ama Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda örneğin, dış sermayenin desteği ile kalkındırılan o muhafazakar sermayenin gücünün artması, ülkenin gücünün artması anlamına da gelmez. Çünkü kendilerini zenginleştiren, ekonomik ve politik güç veren o dış sermayenin sözünden çıkamazlar, onlar ile ülke çıkarları arasında ikilem ortaya çıktığında, kendi ülke çıkarlarını savunamazlar. İşte zamanın Padişahçı zihniyeti ile o zamanki Atatürk ve CHP çizgisi arasındaki fark da o olmuştur ve olay taraf tutmaya geldiğinde, padişahçılar batılı emperyalistlerin tarafını tutmuştur, tutmak zorunda kalmıştır. Aynı şey AKP'lilerin de başında var. Bugünün AKP'si, zaten o zamanın padişahçılarının günümüzdeki devamıdır. Mesele tekrar padişahlığa dönülüp dönülmeyeceği veya şeriatın eski şekliyle uygulanıp uygulanmayacağı meselesi değil, uygulanan politikaların ne anlama geldiği ve uzun vadede ülke için yararlı olup olmadığıdır. Atatürk'ün ülkeyi gerçek anlamda bağımsızlaştırmak için başardıkları, bugün bir çırpıda yerle bir edilmiştir, hem de 10 yıl içinde. Üstüne üstlük, kontrolü kaybetmemek için, ülkeyi Çin ve İran'dakine benzer totaliter ve baskıcı bir yapıya dönüştürmeye uğraşıyorlar. Bunların nesini savunabiliyorsunuz, anlaşılır gibi değil. Bunu gençliğinize, ve bu olayların geçmişini ve tarihini yeterince iyi tahlil edememenize bağlıyorum. Çünkü o zamanın Vahdettin'i, sonrasının Menderes'i, vs neyse, bugünün AKP'si de odur. Türkiye'de Osmanlı devrinden beri politikada rol oynayan iki ana eğilimin biri o padişahçılar, Menderesçiler, AKP'ciler tarafı, biri de İttihat Terakki, Atatürk, CHP, vs çizgisidir. Birisi gericiliği, islamcılığı, şeriatı ve Batı kuklası olmayı, diğeri bağımsızlığı, ilericiliği, modernliği ve milliyetçiliği temsil eder. Tuttuğun tarafı iyi seçmelisin.
-
Agop, Bir de şunu söyleyeyim. Bilimden, veya doğadan, dünyadan Tanrı'nın veya herhangi bir doğaüstü kavramın varlığına dair herhangi bir delil bulamazsın. Unut bunu. Bu safça bir temenni. Konunun teorik temeline ve felsefesine yeterince hakim olmayanların düşünce tarzı bu. Meseleyi yeterince yakından izleyen uzmanların tümü, ki buna teologlar (din bilimciler) de dahildir, Tanrı'nın varlığının öyle dünyada ve evrende gözlenen şeylerle kanıtlanamayacağını görür. Bu yüzden yeterince bilgili teologlar, resmi tartışmalarda ateistlerle tartışırken genellikle olayı faith (yani iman) tartışmasına dönüştürürler ve Tanrı'ya giden temel yolun fideist bir iman olacağını iddia ederler. Yani tutarlı olanlarının çoğu böyle yapar diyelim. Çünkü bu konularda yeterince birikimi olan kişi Tanrı'nın varlığının kanıtlanamayacağını görür. Hem neden Tanrı ki? Neden Zeus değil Ra değil, Thor değil, ya da dünyada gelmiş geçmiş 10 bin tane dinin mitolojilerinden veya efsanelerinden çıkan karakterler değil? Neden bir tane, neden tek bir güç, neden her şeye kadir? Evrenin altında bir amaç ve zeka gören biri bile, bu zekanın ve amacın mahiyetinin hakkında net birşey söylemeyi imkansız hale getirecek kadar geniş olduğunu görür. Yani iddia çok bulanık. Net birşey yok ortada. Gözlemler evrenin bir zeka ve tasarım ürünü olduğunu gösteriyor olsaydı bile, ki göstermiyor, bu ortaya net bir sonuç çıkarmazdı. İnsanlar buradan kendi dinlerinin veya felsefi inançlarının doğaüstü kavram ya da kavramlarına geçiş yapamasalar, bu sonucun bir anlamı olmazdı. İnsanların bu konudaki düşünce biçiminde benim gördüğüm bu ikinci sıçrama birincisinden daha vahimdir. Yani birincisi dediğim, evrenin altında zeka gören yaklaşım. Onu hadi bir yere kadar anladık. Ama onun kanıtlandığını farzedelim, buradan neden zafer naraları yükselsin ki herhangi biri için? Bak ne diyorum 10,000 tane din. Dile kolay bu. Bunların çoğunun inanç sisteminin üç büyük dinin inanç sistemiyle ve felsefesiyle alakası yok. Hepsinde doğa üstü faktörler veya yaratıklar da yok ille. Bazısı tamamen doğanın içinde kalan inançlar bunların. İkinci sıçrama dediğim, insanların doğrudan kendi ana babalarının, toplumlarının dinine sarılması. İşte daha vahim olan ve ortada büyük bir zihinsel şartlanma olduğunu gösteren bu. Ortalama bir insan, bildiği dinlerin sayısını saymaya kalksa, 10-20 tane bile zor sayar. Hatta o kadar dini bile sadece kültürlü insanlar sayabilir. Çoğu kişi muhtemelen 5-10 tanenin üstüne çıkamayacaktır. Bütün bunlara rağmen, inanç krizi falan yaşayan kişiler de dahil olmak üzere, imanı tekrar bulduklarında neden döne döne kendi ailelerinin, toplumlarının dinine dönerler, hiç düşündün mü? (İnsanların %99'u için böyledir bu). Ondan sonra biz sert bir biçimde bilimin dini emellere alet edilmesi ve bu dinsel masallara dünyadan veya bilimin içinden delil aranmasına karşı çıkınca, şartlanmış olmakla biz suçlanıyoruz. Bu nasıl bir bakış açısıdır, senin takdirine bırakıyorum.
-
Agop, Evrendeki ince ayar ve akıllı tasarım iddiaları ile ilgili olarak aşağıdaki kitapları öneririm: Truman State üniversitesi profesörlerinden Taner Edis'in kitapları mesela: The Ghost in the Universe Why Intelligent Design Fails Science and Nonbelief Ya da Victor Stenger'in kitapları: The Fallacy of Fine-Tuning: Why the Universe Is Not Designed fos Us Not by Design: The Origin of the Universe God: The Failed Hypothesis. How Science Shows That God Does Not Exist Has Science Found God? Ya da şu kitap: The Universe - Order Without Design : By Carlos I. Calle Daha pek çok kitap var önerilebilecek. Ama bunların herhangi biri kafandaki soruları cevaplamak için yeterli olur. Tabi bunların kaçı Türkçeye çevrilmiştir ve Türkiye'de bulunabilir bilmiyorum. İngilizcen varsa Amazon'dan ısmarlayıp okuyabilirsin.
-
Agop, Ben bu ince ayar iddialarındaki düşünce yanlışını şuna benzetiyorum: İnsandaki 46 kromozom ve bu kromozomlardaki onbinlerce, belki yüzbinlerce gen belli bir genotip ortaya çıkarır. Yumurta ve sperm bir kez birleştiğinde, protein dizilişleri belli bir şekilde meydana gelir ve ortaya belli bir görünüşe sahip ve belli bir genetik yapıya sahip bir birey çıkar. Bu bireyin, ayrı bir döllenmeden oluşan kardeşini düşün, onun da genetik yapısı belli bir dizilişe sahip olacak ve bunların işaret ettiği bir yapıya ve görünüşe sahip olacaktır bu kişi. İşte ince ayar iddialarının söylediği şey, ve yaptıkları hesaplar, bu ikinci kardeşin de tüm genetik yapısının birincininkine denk olması türü bir ihtimaline yönelik hesaplar. Yani bu genetik yapıların iki ayrı döllenmede ortaya tek yumurta ikizlerininkine benzer derecede yakın bir genotip çıkarma olasılığını düşün, ki bu olasılık son derece düşüktür (neredeyse imkansız), işte bu yüzden ince ayarcılar ve akıllı tasarımcılar der ki, her şeyin aynen böyle olması için, tüm herşeyin tam bu şekilde bir araya gelmiş olması gerekirdi. Nasıl ki bu gen dizilişlerinden birinin farklı olması ortaya farklı bir genotip çıkartacaksa, evrendeki parametreler veya sabitlerden birinin farklı olması da ortaya farklı bir yapı çıkartacak, bildiğimiz evren ortaya çıkmayacaktır diyorlar. Ki bu dedikleri doğru. Çünkü aynı anne babanın yumurta ve spermlerinin ikinci birleşmesi, ortaya ayrı bir genotip çıkartır. Aynı genotipi, ya da ona yeteri kadar yakın bir genotipi çıkarmaz ortaya. Ama şunu düşün, bu demek midir ki, ikinci birleşmede de ortaya başka bir düzen (başka bir genotip) çıkamaz? Düşünürsen bu birleşmelerin büyük çoğunluğu ortaya şu ya da bu tip bir genotip çıkartır. Ucube bir yapı, veya büyümeyecek, zaten baştan ölü olan bir gen birleşimi ortaya çıkma ihtimali yok mudur? Belki o da vardır. Daha doğrusu, işin kimyasal mekanizması bu örnekte olayı bir miktar kontrol ettiği için, o tür olasılıklar düşüktür. Ama bu mekanizma olmasa ve bu ucubelerin ortaya çıkış olasılığı da diğer olasılıklara denk olacak şekilde serbest bırakılsa bile, ortada hala iki durumun da yeteri kadar örneği olacaktır. Bu durumda, "her şey biz ortaya çıkalım ve evren aynen böyle olsun diye özel olarak tasarlanmıştır" şeklinde bir sonuca ulaşmak, ayrı döllenmelerden meydana gelen iki kardeşin genetik olarak eşdeğer olma ihtimaline yönelik konuşmaya benzer.
-
Söylediklerimde biraz abartı olduğu açık elbette. Ama yapılanların ne tür şeyler olduğunu ve bu tür politikalarla ne tür istikametlere gidilmekte olduğunu insanlara göstermek açısından bu gerekli. İngilizce tabiriyle "making a point" yaptığımız şeyin adı.
-
Türkiye'de AKP ve Tayyip Erdoğan'ın kurmak istediği teokratik islam devleti projesi neredeyse sonuçlandırılmış, geriye kalan son rötuşlar da 22 Haziran 2011'de yürürlüğe girecek internet sansürü yasasıyla tamamlanmıştır. Çocukları koruma yasası kılığında insanlara sunulan yasa, Türkiye'deki internet özgürlüğünü bu konudaki en geri İran, Çin gibi ülkelerin düzeyine indirmektedir. Bu yasa ile mahkeme kararı bile gerekmeksizin istedikleri yasaklamayı daha merkez noktada yapabilecekler ve internette istedikleri siteye olan erişimi vana kapatıp açar gibi kontrol edebileceklerdir. Özgür düşünceyi ve basını susturma gayesi, diktatörlüklerin ve diktatörlüğe özenen rejimlerin ortak noktasıdır. Çünkü serbest düşünce ve fikirlerin özgürce ifadesi, baskıcı diktatörlüklerin önündeki en büyük tehlikedir. Baskıcı, teokratik bir islam devletini de elbette basın, yayın ve günümüzün bu alandaki en büyük nimeti olan interneti kontrol etmeden sağlam bir şekilde sağlayamazsınız. Bu yüzden bu çabanın kendileri için anlamını ve önemini görebiliyoruz. Göremediğimiz şey, Türk insanının buna nasıl izin verdiğidir. İnsanımızın bu kadar koyun olduğuna inanmak istemiyorum. Eldeki özgürlüklerin değerini bu derece bilememek, bu özgürlüklerin hak edilmediğinin bir göstergesidir belki de. Kazanılmadan tepeden indirilerek verilmiş bu özgürlükleri Türk halkı tam olarak bir türlü benimseyememiştir. Batı'nın bu konuda yaşadığı kavgaları, mücadeleleri biz yaşamak zorunda kalmadık. Atatürk gibi ileri görüşlü liderler ve onların takipçileri sayesinde bu ayrıcalıklara hazır konduk. Ne yazık ki son yıllarda bu özgürlüğün değerinin bilincinde olmayanların seçtiği, eski padişahçı zihniyetin günümüzdeki temsilcisi olan bir kesim, emperyalist ülkelerin de desteğiyle güç kazanmaktadır. Bu kesim, ülkeyi neredeyse ele geçirmiştir. Atatürkçülüğün koruyucusu Türk ordusunu ve pek çok gazeteci ve aydını zan altında bırakan pek çok bel altı taktik ve çirkin politika ile, aynı zamanda da emperyalist dış sermayenin desteği ile, zamanında vatan haini padişahçıların yaptığının benzerlerini günümüzün AKP hükümeti yapmaktadır. Halkımız ise malesef bu kişilere destek vermeye ve yaptıklarının altındaki gerçeği görmemeye devam etmektedir. Tüm laik ve Atatürkçü kesim susturulduğu gibi, tüm yargı sistemi ele geçirilmiş, kuvvetler ayrılığı prensibi çiğnenmiş, baskı ve sansür uygulamaları ile tüm politik rakipler susturulmuştur. Şimdi sansür uygulaması ile bu ulaştıkları noktayı daha da sağlamlaştırmaya ve herhangi bir yumumaşamanın ve geri dönüşün mümkün olmasını da engellemeye çalışmaktadırlar. 22 Haziran'dan sonra bu sitede yazılanları okuyamayabilirsiniz. Sadece bu site değil, hükümetin işine gelmeyen içeriğe sahip pek çok site, vana kapatır gibi merkezden, sadece bir telefon direktifi ile kapatılabilecek. Mahkeme kararına bile gerek olmadan. Bu adım ile artık son noktayı da koymuşlar ve teokratik islam devletini kurmuşlardır. Başımıza ise Padişah 1. Tayyip geçmiştir. Umarız halk bu yapılanların yanlışlığını gördüğünde çok geç olmaz ve hasarlar geri dönülemez boyuta ulaşmaz.
- 49 yanıt
-
- 3
-
-
Ben de bu yazışmadan hoşnut kaldım. Teşekkür ederim.
-
Sen bir düzeltme yapmadan ben şunu ekleyeyim: String modeli atomaltı parçacıkları ilgilendiren bir modeldir ve mevcut atom modelimizle çelişmek zorunda değildir elbette ama atom modelinin orijinal halini düşün mesela, yani atomların maddenin mümkün olan en küçük ve bölünemez birimleri kabul edildiği şeklini düşün. Bu, gerçekliğin farklı bir yorumlanışıdır. Eskiden, maddeyi bu şekilde parçalı değil, sürekli kabul etmiş bakış açılarından farklıdır mesela. Ontolojik açıdan farklı bir bakış açısıdır. Farklı bir "reality"ye tekabül eder. Bu tür ontolojik sorulara günümüzdeki dalga parçacık ikilemini (ışık dalga mıdır parçacık mı), ya da evrenin doğası ile ilgili pek çok başka soruyu ekleyebiliriz.
-
"fact" gözlemlenebilir ve karşı çıkılamaz gerçekler, "reality" ise bu gerçeklerin içinde değerlendirildiği yapıdır. İkisi arasında aslında fark olmamalıdır ama vardır. "Reality" bir bakıma paradigmaya bağlıdır ve zihnin içindeki süreçlerle de ilgilidir. "fact" ise karşı çıkılamaz, algısal olarak her zaman doğrulanabilir gözlemlerdir. Fakat bu ikisi hakkında bile konuşabilmek için, herkesin, bilim adamları da dahil olmak üzere, yapmaları gereken bazı temel kabuller vardır. Bu kabullerin ilk anda akla gelen birkaçını yukarıda saydım zaten. Bazı uzmanlar bunlara başka bazı temel kabuller de eklerler. Ama bizim maksadımız açısından bu kadarı yeterli. Ontolojinin nesini tartışacağız derken, mesela günümüzde gerçekliğin ve maddenin atom modeli var popüler olan. Fakat bir de String teorisi, ya da onun son hali olan M teorisi denen bir konu var, ki eğer doğruysa evren bu bakış açısına göre 11 boyutlu olmak zorunda ve bizim algıladığımız boyutlar haricindekiler kendi üzerine kapanmış mikro dünyada yer alan küçük boyutlar olmak zorunda. Bu ikisi, gerçekliği farklı yorumlayan teoriler. Ontolojik açıdan farklı teoriler. Hangi bakış açısı epistemolojik olarak doğrulanabilirse, o kabul edilecek. Dolayısıyla, ontolojiyi de tartışabiliriz. O konuda somut, doğrulanabilir şeyler söyleyebiliriz. Ama ontolojinin öyle soruları vardır ki, nihayetinde bazı kabullere dayanır, dayanmak zorundadır. Yukarıda da dediğim gibi, atomaltı dünyanın yapısı hakkında fikir yürütmeden önce, zaten dış dünyanın gerçekliğine bir inanmak zorundasın. Gerisi ancak ondan sonra gelir.
-
Ontolojik tavır, nihayetinde kabullere dayanır pek çok durumda. Ancak Epistemolojik tavır test edilebilir sonuçlar üretir, bu yüzden bilimin tavrı ve çalışması bu yöndedir. Ama kabul bile olsa, ontolojik bir tavır takınmadan da bilim bile yapılamaz. İnsanlar farkında olarak veya olmayarak, en temelinde mesela dış dünyanın gerçek olduğu, kendilerininkinden başka zihinler olduğu ve kendi dışlarını anlamaya muktedir oldukları gibi kabullerle işe başlarlar. Ya da bazıları matrix filmindeki gibi görmek isteyebilir olan biteni. Ya da bazısı fiziksel gerçekliği kabul edip, yine de onun ötesinde tinsel bir gerçeklik de olduğunu falan da farzedebilir. Her ne derse desinler, insanlar bazı kabullerle işe başlamaktalar bu konularda. Saf bir epistemolojik tavır, bir hayaldir. Pratik dünyada mümkün olmayan birşeydir.
-
Diğer pek çok alt dalı da saymak isteyen sayıyor elbette. Ben en temel, pek çok temel felsefe kitabının felsefeye ithaf ettiği en ana konuları saydım. Günümüzde varlıkbilim deyince ontoloji anlaşılır. Metafizik de felsefenin temel alanlarından biri olup, çağlar boyu saygın bir felsefe alanı olarak itibar görmüştür. Ama günümüzde varlıkbilim için ontoloji terimi kullanılır daha çok ve metafizik ise varlığın algılar ötesi kısmı ile ilgilenen bir alan olarak o derece saygın değildir. Bunu uzatmaya gerek yok. Ben de sana hem metafiziği, hem de ontolojiyi felsefe dalları arasında sayan linkler veririm. Seninki de benimki de birşeyi kanıtlamaz. Bunların hepsi zaten tartışma konusu ve felsefenin konusu. Nasıl ayıracağın ve hangi sınıflandırmayı kabul edeceğin de kısmen takip ettiğin ekole veya güvendiğin uzmanların kimler olduğuna bağlı olur. Bu ayrıntılara takılmanın anlamı yok. Asıl konumuz naturalizmin varlıkbilim alanında söz söyleyen kısmı ile epistemoloji alanında söz söyleyen kısmının ayrılıp ayrılamayacağıdır. Böyle bir ayrım elbette yapılmaktadır, yukarıda da söylediğim gibi, ama bu tür şeylerin altındaki motivasyonu iyi anlamak gerekir. Dediğim gibi, bu ayrımı yapanlar veya yapılabileceğini iddia edenler, bana göre kendi inanca dayalı bakış açılarına çıkış kapısı yaratmak isteyenlerdir. Bu kişilerin toplum üzerindeki etkisi güçlü olduğu için de, amaçlarına ulaşmışlar ve naturalizmi bu şekilde ikiye ayıran bir yaklaşımın literatürde yer edinmesini sağlamışlardır.
-
Metafiziği onloloji ile aynı anlamda kullanıyorsun burada. Felsefi kaynaklarda, felsefenin ana konuları olarak şunlar verilir: Ontoloji (varlıkbilim), Epistemoloji (bilgi bilimi), Metafizik ve Etik (ahlak). Yani varlık, ontolojinin konusudur. Metafizik, günümüzde yaygın olarak anlaşılan ve kullanılan anlamıyla algılar ötesi ile uğraşan felsefe alanıdır ve günümüzde artık eski saygınlığı yoktur. Kant'dan önceki felsefede metafiziğin yeri ile günümüzde metafiziğin yeri aynı değil. Eski zamanın filozofları, algı dünyası ile algı ötesi dünya arasındaki ayrımı günümüzde anladığımız şekilde ve hassasiyette yapmadan, ya da yapamadan varlık felsefesi ile uğraştıkları için, metafizik denen ve o zaman saygın olan bu uğraşıları felsefenin ana dallarından biri kabul edilmiştir. Ve öyledir de. Ama algı dünyasına dayanmadan güvenilir bilgiye ulaşılamayacağı günümüzde açık olduğundan, günümüzde yaygın olarak anlaşılan anlamıyla metafizik, algılar ötesine dayalı bir spekülasyon ve boş bir çabadan başka birşey değildir.
-
Doğru, fakat burada metafizik olan herşeyin doğal olduğu fikri değil, şeylerin kökenini doğa dışında arayan bakış açısıdır. Bunu tepe taklak edip, naturalizmin "metafizik naturalizm" şeklinde isimlendirilmiş bir şeklini tanımlamak ve önyargılı olan sanki bu tavırmış gibi davranmak, o her şeyi dinlerinin gözlüğü ile görmek isteyen inançlı kesimin bir taktiğidir. Epistemolojik naturalizm adı verilen şey, zaten her şeyin kökenini doğada aramayı da zorunlu kılar. Böyle bir ayrım yapılması bile gereksiz ve yapay olur o zaman. Dediğim gibi, sadece inançlıların kendilerini rahatlatmalarına yarar. Varlıksal ile metafizik sözcüklerini aynı anlamda imiş gibi bir arada kullanamayız, kullanmamalıyız. Varlıksal, yani ontolojik alan, metafizik bir bakış açısını zorunlu kılmaz. Bunu böyle göstermek metafizik sözcüğünün anlamını saptırıp, kendi metafizik bakış açılarına pay çıkarmak isteyenlerin işine yarar. Bilimin metafizik bir tarafı yoktur. Naturalizmi metafizik diye isimlendirmeye kalkmak, ya da öyle bir şekli de olduğunu iddia etmek, asıl metafizik yaklaşım kendi inancı olanların bir oyunudur.
-
Sayın evrensel-insan, O verdiğiniz ayrım, yapay bir ayrım. İkisi de aynı kapıya çıkar. Öyle bir ayrım yapılmıştır, doğru, ama bilimin naturalizminin bilim dışı (örneğin dinsel) verileri dışarıda bırakan ve saygınlıklarına darbe indiren bir yönü olduğunu gören ve bundan hoşlanmayan inançlı kesimin gayret ve çabaları ile böyle bir ayrım yapılmaya çalışılmış ve tabiri caiz ise, inanca ve inançlılara bir açık kapı bırakılmıştır bu yolla. Yoksa, zaten epistemolojik olarak naturalist olduktan sonra, gerisi boş. Başka türlü naturalist olmasan bile, o yolla getireceğin iddiaların epistemolojik açıdan bir değeri olmayacağı için, her şeyin kökenini doğaya indirgemeyen iddiaların elle tutulur bir tarafı kalmaz. Bu da sadece inançlarının bilime aykırı olmadığını düşünmek isteyenlerin kendi içlerini rahatlatmalarına yarar.
-
Bunun sebebini de söyleyeyim. Çünkü bilim adamları, eğer işini objektif ve gerçekten bilimin yöntemlerine ve yapısına sadık kalarak yapıyorsa, teizmin Tanrı'sı olsun, eski yunanın Zeus'u, ya da eski Mısır'ın Ra'sı olsun, herhangi bir metafizik kavrama ve varlığa atıfta bulunarak yapmaz yaptığı işi. Bilim naturalisttir. Olayların sebebini ve cevabını doğada arar. Olayların sebebinin herhangi bir doğaüstü varlığa dayanıyor olabileceğine dair herhangi bir yorum veya ima içeren içerikler bu yüzden objektif bilim adamlarından çıkmaz genellikle, derdi kendi dogmalarına bilimden yandaş arayan ve asıl maksadı kendi inançlarını doğrulamak olan kesimden çıkar. Bu yüzden bu tür çabaların izi neredeyse şaşmaz bir biçimde dinci organizasyonlara, veya din ile bilimi buluşturmayı veya bilimden kendi dogmalarına pay çıkarmayı misyon edinmiş yazarlara kadar sürülebilmektedir.
-
Söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Ben ABD'ye güvenelim, onların her dediği ve yaptığı doğrudur demiyorum. ABD'nin pek çok dış politikasını beğenmeyen, en fazla eleştiren kişiler arasındayımdır. Ama olayları değerlendirmede objektifliğimizi kaybetmememiz gerektiğini düşünürüm.
-
Marquez, Şüphenin sonu yok. İlle hiçbir şeye güvenmeyeceğim, her şeyden şüphe edeceğim dersen, Descartes gibi kendi varlığından bile şüphe edecek kadar ileri götürmek zorunda kalırsın bu düşünce çizgisini. Bilimsellik, her ayrıntıyı en ince ayrıntısına kadar kanıtlamak değil, iyi açıklamaları kötülerden ayırabilmek, istatistiksel olarak daha olası durumlarla çok daha az olası durumların ayırdına varıp, kesin bilginin olmadığı konularda en rasyonel bakış açısını takınabilmek demektir. Kanıtlanabilirlik açısından, zaten bu komplo teorilerinin kanıtlanabilirliği de, normal ve daha olası açıklamaların kanıtlanabilirliğine göre çok daha zayıftır. Yani normal açıklamadan şüphe eden kişinin, aynı mantık gereği o komplo teorisinden zaten kat kat şüphe etmesi gerekir. Daha bugün haberlerde bahsediyordu, Usame Bin Ladin'in fotoğraflarını yayınlama konusunda. Bazıları diyorlar ki, admın kesin öldüğüne insanları ikna edebilmek için bu fotoğrafların yayınlanması gerek. Diğerleri de diyor ki, elimizdeki bu kadar güçlü delile, DNA kanıtına ve hatta El Kaide'nin kendi web sayfasında Bin Ladin'in öldürüldüğünü söylemiş olmalarına rağmen hala buna inanmayanlar varsa, ki olacaktır, zaten o kişileri birkaç fotoğrafla ikna edemezsiniz diyorlar. Ki çok doğru. Bir kez resmi açıklamaya inanmamayı kafasına koymuş bir kişiyi, ne yaparsan yap zaten inandıramazsın. Daha az olası olan ve teori olarak çok daha değersiz açıklamalara bile bel bağlayacaktır o kişi, ama resmi açıklamayı beğenmiyorsa, beğenmeyecektir. İşin içine bu konularda da inanç giriyor çünkü. İnanç bir kez insanın bakış açısını köreltti mi, bunun akıl, mantık, bilim, teori, delil, olasılık gibi meselelerle düzeltilmesi mümkün değil.
-
Agop, HY olmayabilir. Ama o da zaten yabancılardan çeviriyor. Aynı işi yapan yabancı kaynak da dolu. Hiç farkına bile varmadan, temelinde kilise ve yaratılışçılık kökenli bir kaynaktan yararlanmış olabilirsin. İlle öyledir demiyorum, sadece tecrübeye dayanarak konuşuyorum. Benim bu konularda geçmişim eskidir. Harun Yahya'dan daha kimsenin haberi yokken, daha 80'li yılların sonu, 90'lı yılların başında, İstanbul Sahaflar çarşısından BAV'ın o zamanki ilk çalışmalarını alır okurdum. Bunları da gerçekten bilim zannederdim. Sahte bilim olduğunun farkında olmadan. Son 12 yıldır da internette bu konuları tartışır, bu konulara değinen siteler yaparım. Yaşadığım ülke olan ABD'de bu ve benzer konularda yayınlanmış kitapları okur, yayınları takip ederim. Şaşmaz bir şekilde her zaman, fizikçilerden, biyologlardan ya da bilim adamlarından alınmış denilen, fakat içinde dinci öğeler içeren bu tip yazıların kaynağının ya doğrudan yaratılış veya akıllı tasarım sitelerine dayandığını, yada en iyi ihtimalle o adını verdiğin Paul Davies gibi aynı işi bağımsız olarak yapan popüler bilim/din yazarlarına dayandığını görmüşümdür. Tabi yine de kesin konuşmak istemem. Bilimsellik ve objektiflik adına, lütfen "Matematikçi ve fizikçi Freeman Dyson" ve "Fizikçi John Polkinghorne" dan yapılmış alıntılara değinen o yazının kaynağını verir misin? Senin aldığın kaynak belki öyle değildir ama asıl kaynağına indiğin takdirde, işin ucunun benim bahsettiğim tür kaynaklara dayanacağı konusunda şüphem az çünkü. Bunu tecrübeden biliyorum.
-
Marquez, İstihbarat örgütleri görevi sır tutmak olan ve bu konuda özel seçilip, özel de eğitim almış kişilerden oluşur. Ona rağmen büyük komplolarda, çok sayıda ajanın işin içine girdiği olaylarda onlar bile fire verir. 11 Eylül olayında, mesela bina uçak çarpmasından değil de oraya yerleştirilmiş patlayıcılardan dolayı çökmüş olsa iddia edildiği gibi, bu patlayıcıları oraya yerleştirmek için ya bütün bina görevlilerini izne göndereceksin ki adamlarını içeri sokup patlayıcıları yerleştiresin, ya da bina görevlilerini de işin içine katıp yapacaksın komplonu. Hadi onları eve gönderdin, sonra adamlarını sokup binaya patlayıcılar yerleştirdin diyelim, ondan sonra bu işin yapıldığı günden, 11 Eylül saldırısının olduğu güne kadar bunların açığa çıkmamasını ve bina görevlilerinin bunları bulmamasını nasıl sağlayacaksın? Binanın her tarafını 24 saat kasede çeken o güvenlik kayıtlarını nasıl yok edeceksin? Onları yok ettiğini gören, tanıklık eden, hatta yardım eden (çünkü yardımsız yapamazsın) insanların susmasını nasıl sağlayacaksın? Ayrıca, zaten bütün bina görevlilerinin esrarengiz bir şekilde evlerine gönderilmesi diye birşey de olmadı zaten o olaydan önce. Hadi bir şekilde işin o kısımlarını hallettin diyelim, binaların çökmesinden sonra, o bölgeye doluşan yüzlerce, binlerce görevlinin, o yığın içinden patlayıcı artıkları ve sabotaj delilleri bulmasını nasıl önleyeceksin? Orada görev yapan bütün suç mahali konusunda uzman dedektifleri oradan uzak mı tutacaksın? Yanmış bir binanın kundaklama mı, yoksa kazadan mı yandığını bile bir çırpıda anlayan o kadar adamın susmasını nasıl sağlayacaksın? Peki orada görev yapan itfaiye görevlilerini, polisleri nasıl susturacaksın? Hadi onları da susturdun, sırf yardım olsun diye bölgeye gelen ve görevli bile olmayan halkı nasıl komplonun içine dahil edeceksin? Azıcık düşünseniz, bu olayın komplo olduğu fikrinin Amerikan düşmanlığı ile körüklenmiş bir masaldan daha farklı olmadığını, insanların Amerikaya öfkesi ve güvensizliği olmasa, böyle bir komplo hikayesinin hiçbir inandırıcılığı kalmayacağını kendiniz de görürsünüz. Peki öyle birşey oldu mu bu olayda? Olayın komplo olabileceğine dair fikir dile getirenler arasında, o bölgede çalışmış, görev yapmış, olay sırasında orada bulunmuş veya olaya ya da soruşturmasına yakın olmuş tek bir kişi bile var mı? Dikkat ederseniz, bu komplo fikirlerinin hep binlerce mil öteden çıkmış, alakasız kişilerden kaynak alan olan fikirler olduğunu görürsünüz. Bizim Madımak oteli yakıldığında, olan bitenin "dincileri suçlamak için laiklerin yaptığı komplo" olduğunu iddia eden dincilerinki kadar, hatta daha saçma bir iddia olduğunu göremiyor musunuz bunun? Halk provoke edilip, galeyana gelip öyle şeyler yapar. Bunun yüzlerce kişinin parçası olduğu planlı bir komployla ne ilgisi var? Madımak olayında kullanılmış o dinci kitlenin katılımına komplo denmez. Buna sebep olmak için bilinçli bir şekilde harekete geçen ajan provokotörlerin yaptığına belki komplo denir ama o işin parçası olan insanların yaptığı şeyin adı komplo değildir. Önce komplonun ne anlama geldiğini öğrenin. Bu verdiğin örneğin, konuyla olan tek ilgisi, o meseleyi o dönemde "laiklerin kendilerini suçlamak için yaptıkları komplo" olarak açıklayan dincilerin iddialarıdır. İşte o olayın ancak o yönü 11 Eylül'ün komplo olup olmadığı konusuyla alakalı bir kısım.
-
Bunlar Harun Yahya'nın web sayfalarından alınma bilgilere benziyor. Güvenilir kaynaklardan bilgi getir lütfen. Bu kişi ve ekibi, yazılarını yabancı yaratılış ve akıllı tasarım sitelerinden derlerler, ve orijinalini dinci kilise papazlarının hazırladığı bu yazılar, bilim adamlarının yazılarından yapılmış ve anlamı dışında kullanılmakta olan pek çok çarpıtılmış alıntı ile doludur. Bir de o alıntının yapıldığı kişilere sorun bakalım o alıntının yapıldığı yazıda aslında neden bahsetmekteler ve alıntı yapanın çıkardığı sonuca katılıyorlar mı? ABD'de bu konu çok problem olmuş ve pek çok bilim adamı kendilerinden bu şekilde "out of context" ("anlamı dışında", ya da "kastettiğinden farklı" diyebiliriz) alıntı yapan yaratılışçı dincileri kınayan açıklamalar yapmışlardır. İnternette Harun Yahya'nın ve başka yaratılışçıların yaptığı alıntı sahtekarlıkları üzerine küçük bir araştırma yaparsan ne dediğimi anlarsın. İşte bir de bu ilginç gelir bana. Yine HY ve benzeri yaratılışçıların ikide bir getirdiği iddialardır bunlar. Yani ateist dedikleri kişilerden öyle alıntılarla gelirler ki, o alıntılar eğer gerçekten onların kastettiği anlama gelecek şekilde dile getirilmişse orijinal kaynakta, zaten o adamın ateist olması mümkün değil. Adamın dediklerini, ya da dediğini iddia ettikleri şeyleri, öyle bir dile getirirler ki, adamın bir "Tanrı vardır, inanıyorum" demediği kalmış olur. Sonra da derler ki, bakın bu adam aslında ateist ama o bile öyle söylüyor. Burada bir terslik olduğu açık. Ama acaba terslik nerede? Ya bu ateist dedikleri kişiler Tanrı'ya inanmak için gerekli her lafı edip, buna rağmen inanmayacak kadar salaklar, ya da onların söyledikleri iddia edilen şeyler yanlış veya anlamından farklı aktarılıyor. Sence hangisi?
-
Agop, Kimse evrende düzensizlik olduğunu söylemedi. Benim evrende düzensizlik olduğunu söylediğimi sen söylüyorsun. Benim dediklerim evrende düzen yoktur anlamına gelmez, bu düzenin altında bir bilinç aramanın bir gerekçesi yoktur anlamına gelir. Düzen demek ne demektir ki zaten? Belli doğa yasalarının olduğu yerde, o yasalara uyumlu bir durum ortaya çıkacaktır elbette. Bu ise bize düzen gibi gözükecektir. O yasaları değiştir, başka doğa yasalarına uyumlu başka bir düzen çıkacaktır ortaya. Benim söylediğim şu ki, o ince ayar denen şey, bizim şu anda gördüğümüz düzen için geçerli bir akıl yürütmedir. Doğa yasalarını değiştirdiğinde, çok az da değiştirsen, elbette şu anda gördüğümüz düzen ortaya çıkmaz. Ama başka bir düzen ortaya çıkar. Bizim şu anki anlayışımızla belki bize düzen gibi bile gelmeyecek bir yapı. Ama o ortamın ürünü varlıklar olsa, o da onlar için düzen olacaktır, bizimki ise düzensizlik. Bilmem anlatabiliyor muyum. Alıntı yapmak için tam adamını bulmuşsun Sen tabi farkında değilsin ama Paul Davies dediğin kişi, bilimi kendi amacı için kullanmaya çalışan gizli bir dinci. Bilim adamlarının çoğu onunla hemfikir değil, ama o adam popüler olan, diğerleri değil. Neden? Nedeni basit. Sizlerin duymak istediklerinizi söyleyen o da onun için.
-
Peki o zaman silinen isim eski BA'AL üyeliği mi, yeni Baal üyeliği mi? Eskisinin şifresini ben resetleyip geçici şifreyi kendisine ÖM ile göndermiştim çünkü. Ama Baal hesabına göndermiştim. Şu anki BA'AL, Baal hesabının isim değişmiş haliyse, ulaşabilecek demektir. Aksi takdirde giriş yapamayacak. BA'AL, Eğer giriş yapamazsan, tekrar bir Baal üyeliği alıp bağlantı kur.