Jump to content

Küresel Vana

Members
  • İçerik sayısı

    690
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    8

Everything posted by Küresel Vana

  1. Her toplumsal bilinç ötekileştirmeye gereksinim duyar. Burada kışkırtılan nedir ? Menderes dönemindeki 6-7 Eylül olaylarını Milli Bilinçle mi açıklıyorsun ? Öyle açıklıyorsan, çok yanlış. Zira, Rumlara saldıranlar halk değil, DP'nin topladığı bir takım insanlardı. Eğitim verilmedi diye de bir şey yok. Köy Enstitülerinin verdiği eğitim çağdaş eğitimdi. Nasıl ve neden kapattırılmaya zorlandı peki ? Kendi anadillerini öğrenmelerine ne zaman yasak kondu ? Anadilin öğrenilmesinin adı üstünde yasaklanması mümkün mü ? Neyi kandırmaca olarak görüyorsun ?
  2. Bilmukabele ve tam tersine sen benim yazdıklarımı iyi okumamışsın veya anlayamamışsın. Ben senin ne dediğini çok iyi anlıyorum ve ona göre yanıt yazıyorum. Doğumdan sonra ozne aradık, fenomene ozne yukledik, insanoglu kavramsal bilgisini sanki onda varmis gibi fenomene yukledik tamam, bunda hem fikiriz. Şimdi, doğumdan sonra doğum öncesine ait fenomene yüklediğimiz kavramsal bilgi, doğum öncesi fenomeni yok sayıyor mu ? Bu yükleme işini biz değil bizim dışımızda başka bir insan yapmış olsun. O fenomen var mı ? Var. Ha doğum öncesi ha doğum sonrası. Doğumdan sonrakine kavramsal bilgi diyoruz da doğumdan öncesindekine neden demeyelim ? Elmaya ilk elma diyen, elma demeden önce o elma değildi ama potansiyel olgu olarak yine vardı. Sonradan kavram haline getirilip isimlendirilmesi ona elma dememizi sağlayan fenomeni ortadan kaldırmaz.
  3. Konuyu çok dağıtıyorsun. Faşizm ile mukayese ederken geldik 21.yy demokrasileri ile mukayeseye. Bu bağlamda, Millet Bilincinin verilmemiş olduğunu kabul ediyorsan-ki öyle demişsin- zaten Faşizm ile bir bağlantı kuramamışsın demektir. Zira, Faşizm Millet bilincinin mevcut olduğu yapı üzerine kurulabilir ancak. Bir de, sana göre, Millet Bilinci nasıl verilmeliydi bunu da açman gerekir. Ben neden verilemediğinin sebeplerini anlattım. Onun için bir daha tekrarlamayacağım. Dönüp tekrar okuyabilirsin. Ama senin alternatif açıklaman yok. Millet Bilinci nasıl verilmeliydi ? Neden verilemedi ? Hak ve özgürlük meselesine gelince; Mesela Şeyh Sait şeriat ayaklanması tertipledi ve uygulamaya kalktı. Ona şeriat hakkı, hak ve özgürlük temelinde verilmeli miydi ? Laiklikten vaz mı geçilmeliydi ? Kürtlere Türkçe öğretilmemeli miydi ? Bu sayede Milli Bilinç daha mı sağlam verilmiş olurdu ? Ağalara, derebeylerine özerklik mi verilmeliydi ? Bu daha mı demokratiklik getirirdi ? Her tarikatın camisi ayrı mı olmalıydı ? Her Cumadan sonra toplanıp şeriat isteseler daha iyi mi olacaktı ? Ben devrim süreci diyorum, sen hala otokrasi, tek parti, vesayet deyip duruyorsun. Atatürk'ün pragmatist olmasında da şaşılacak bir durum yok. Çünkü, her başarılı lider pragmatisttir zaten. Her liderin hedefi ve amacı farklı olabilir ama yöntem olarak pragmatizmi kullanmalarından daha doğal bir şey yoktur. Pragmatizm Makyavelizm de değildir ayrıca. 3 farklı dönem dediğinin de izahı var, zannettiğinin aksine herhangi bir çelişki yok.
  4. İki dediğin birbirini tutmamış. Hem yaşamanın ya da hareketin iç dinamiği hareket üretir diyorsun hem de ben buna diyalektik deyince yan çizip bilgi üretmez diyorsun. Elektronların birbiri ile etkileşimi bir bilgi alışverişidir. Birinin diğeri ile ilgili bilgisi diğerine etki ile ulaşır. Bilgi ulaşmaz ise zaten etkileşim olmaz. Bu etkileşimin sonucu oluşan durum ise yeni bir bilgi doğurup molekül düzeyinde farklı moleküllere bilgi taşır. Gözlemden elde edilen bu bilgilerin ( information ) insan öznelliğinde kavramsallaştırılarak bilgi ( knowledge ) haline getirilmiş olması neyi değiştirir ? Burada ontolojik bir tartışma yapmıyoruz. Doğanın kanunlarının olup olmadığı belirsizdir. Biz doğayı anlamlandırıp kendi zihin formasyonumuzla kanunlar üretmişizdir. Bizim bu şekilde anlamlandırmamız doğru da olabilir, yanlış da, eksik de. Fakat tartışmamız açısından bunların bir önemi yok. Doğumdan önce sahip olduğumuz ön bilgiler vardır. Çünkü, biz onları keşfedip kendimize göre yorumlayıp, kavramsallaştırıp ad takmadan önce de o bizim anladığımız anlamda bir " şey " idi. Keşfettikten sonra ona bilgi dememiz, keşfetmeden önce onun yine bizim anladığımız anlamda bilgi olmadığının ispatı değildir. Bir de şöyle anlatırsam dediğimi anlarsın belki. Bende elma varken ve ben onun elma olduğunu bilmezken, ben bunu keşfedip bu elmadır dedikten sonra bendeki elma elma olmuş değildir. O nesne ben demeden önce de elma idi.
  5. Sorun tanımda değildir. Sorun zorlanmış / algılattırılmış algıdadır.
  6. Konu özne arama aramama meselesi değil. Öyle ya da böyle, netice itibariyle " Yeti " dediğimiz kavram bir bilgi ihtiva eder. Bu bilgi de kavramsaldır. İç dinamik dediğimiz diyalektik de bir bilgidir ve bu bilgi de kavramsaldır. Diyalektik de kavramsal bilgi üretir ve bu bilgi (yeti ) canlılarda doğumdan öncesine ait, nesillerle genetik olarak evrimsellikle gelişir ve taşınır.
  7. Yalnızca olan dikkate alınıp, İdeolojilerin, Doktrinlerin ne dediği gözlem dışında tutularak bilimsel bakış mümkün değildir. Kaldı ki, burada yalnızca çıkış noktasını konuşuyoruz. Kemalizmin bu çıkış noktasından nerelere uzandığı, sonraki dönemlerde yansımalarının olup olmadığı konu ile direkt bağlantılı değil. Niyet neydi akibet ne oldu diye bir deyim vardır. İşte biz burada niyeti sorguluyoruz. Devrim süreci kazasız belasız tamamlanabilseydi, aynen Avrupa halklarının tarihsel gelişimine benzer şekilde, önce Din birliği altında etnisiteler ortak bir kültür geliştirecek, ondan sonra Burjuvazi gelişecek, Millet bilinci yaygınlaşacak, bir toplumda farklı Mezhepler ve hatta Dinsizlerin de olabileceği anlaşılacak çatışmalar sona erip bunun doğal sonucu olarak Laiklik kabul edilecek, sanayi devrimi ile birlikte Kapitalizm birey bilincini getirecek, en son olarak da her bireyin her türlü hakkı olduğu bireysel bazda kabul edilecek. İşte bizim sürecimiz, Milletleşme sürecinde takıldı kaldı. Ümmet bilinci bile hala aşılamadı. O nedenle hibrid bir yapı söz konusudur. Sebeplerini de yukarıda anlatmaya çalıştım. Devrim süreci önce Feodaliteyi tam olarak yıkıp, Millet bilincini yerleştirip Sanayi Hamlesi ile Kapitalizmi ve onun sınıflarını, örgütlü yapısını tam olarak kurabilmiş olsaydı, devrimin yetiştirdiği bireylerde zaten kendiliğinden gelişecek birey bilincine sıra gelip, sosyal devlet olma yolunda yürünürdü. Siz başarısızlığı yalnızca çıkış noktasında arayarak, eksik gözlem ile eksik neden-sonuç ilişkileri incelemesi ile meseleyi değerlendirmeye kalkıyorsunuz. Zaten her şeyi tek bir nedene indirgemek bilimsel yaklaşım değildir. Bir tasarımın neden başarısız olduğu, her zaman tasarıma bağlı olmayabilir. Başarısızlığın bir çok nedeni olabilir. Mesela, parasızlık yüzünden proje tam olarak hayata geçirilememiş olabilir, uygulamacılar projeyi yanlış okumuş olabilirler, kullanılacak malzemenin parametreleri uygulama sürecinde hiç öngörülemeyecek kadar değişikliğe uğrayabilir vs. vs. Fakat tüm bu nedenler tasarımın yanlış olduğunun ispatı olmuş olmaz.
  8. Peki, " Yaşam Yetisi " ni sağlayan şey nedir ? Bir bilgi olmadan yeti olabilir mi ? Herhangi yetiye sahip bir makineyi düşünün. Bu makinenin işlevini yerine getirme yetisinin bir bilgisi yok mudur ? Makine duruma, koşullarına göre kendi işlevini kendi oluşturmadığına, bu işlevi yerine getirmesi için gereken yetiyi sağlayacak bir bilgi gerektiğine göre...
  9. Elbette bir davranış veya uygulamanın bilincinde olunup olunmaması arasında fark vardır. Ama benim " fark etmez " dediğim bu değildi. Benim " farketmez " dediğim; bilincinde olunsun olunmasın kişiyi doğumla birlikte belirli davranış ve tutumlara yönelten bir ön bilginin bilincinde olunup olunmamasının " o bilginin bilgi olma niteliğini " değiştirmediği idi. Ve elbette, bu ön bilgiyi ( information ) kişi farkında vardıktan sonra kavramsal bilgi ( knowledge ) haline getirir, isimlendirir, buna bir itirazım yok. Ancak, bu kavramsal bilginin kaynağı doğumdan ( deney öncesi - a priorik ) gelen ön bilgi ( information ) dur. Bu ön bilginin niteliği de netice itibari ile kavrama aittir, kavramsaldır.
  10. Kemalizm'in Millet tanımı vatandaşlık esaslıdır, etnik temelde değildir. 60 sonrası uygulamada yerini ABD destekli Ülkücü anlayış almıştır. Buna tepki olarak da Kürt etnisitesi Milletleşme sürecine girmiş, Kürtlük, etnik esaslı Türklüğe karşı etnik esaslı başka bir millet olarak algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, Kürtçülük denen akım, Kürt Milletini inşa etme yolunda ilerlemektedir. Olması gereken ise, Kemalist anlayışla ve onun yeniden yorumu ile, tüm sosyo-etik farkları kucaklayan Modern Millet anlayışıdır. Esasen Anayasalarda yer alan anlayış da çağına göre Modern Millet anlayışıdır. Ancak, bu çağa göre revize edilip, tüm sosyo-etik hak ve özgürlüklerin tanındığı, tüm farkların kucaklandığı bir anlayışa dönüştürülmesi şarttır. Türklüğün artık Ülkücü anlayışın kıskacından kurtulması, orjinal Kemalist anlayışla çağdaş yorumuna kavuşması ve mevcut yaygın çarpık algıdan koparılıp Emperyalist ayrıştırmacılığının tuzaklarına açık haldeki karakterinin değiştirilmesi elzemdir.
  11. Bugün reel durum itibariyle Türklüğü, Türk olmayı, Kürt etnisitesine sahip olduğunu söyleyenler dışında kalan farklı etnisiteden vatandaşların ortak bağı olarak algılamak ve ortaya koymak gerekir. Zira, Kemalizm'in Millet tanımı vatandaşlık esaslıdır, etnik temelde değildir. 60 sonrası uygulamada yerini ABD destekli Ülkücü anlayış almıştır. Buna tepki olarak da Kürt etnisitesi Milletleşme sürecine girmiş, Kürtlük, etnik esaslı Türklüğe karşı etnik esaslı başka bir millet olarak algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, Kürtçülük denen akım, Kürt Milletini inşa etme yolunda ilerlemektedir. Olması gereken, Kemalist anlayışla ve onun yeniden yorumu ile, tüm sosyo-etik farkları kucaklayan Modern Millet anlayışıdır. Esasen Anayasalarda yer alan anlayış da çağına göre Modern Millet anlayışıdır. Ancak, bu çağa göre revize edilip, tüm sosyo-etik hak ve özgürlüklerin tanındığı, tüm farkların kucaklandığı bir anlayışa dönüştürülmesi şarttır. Türklüğün artık Ülkücü anlayışın kıskacından kurtulması, orjinal Kemalist anlayışla çağdaş yorumuna kavuşması ve mevcut yaygın çarpık algıdan koparılıp Emperyalist ayrıştırmacılığının tuzaklarına açık haldeki karakterinin değiştirilmesi elzemdir.
  12. Farketmez. Yaşam yetisini sağlayan şey de netice itibariyle bir bilgidir. Ön Bilginin kendisi zaten kavramsaldır. Bu kavramsal bilginin bilincinde olunup olunmaması onun bu " bilgi " niteliğini değiştirmez.
  13. Teşekkür ederim. Fakat, anladığım kadarı ile Millet derken neyi anladığımız konusunda bir sıkıntı var. Yazınızdan Millet kelimesinin zihinlerimizde aynı anlama gelen bir kavramı işaret etmediği anlaşılıyor. Veya şöyle söyleyeyim; ben Millet kelimesini sizin anladığınız anlamada anlamıyorum. Anladığım kadarı ile siz daha ziyade ırka, kana veya tek bir entisiteye dayalı Alman Millet tanımından yola çıkıyorsunuz. Anladığım kadarıyla da “ Herkes Türktür “ veya “ Ne Mutlu Türküm Diyene “ söylemleri size göre tek bir etnisiteyi ve onun politik vesayetini dayatıyor. Halbuki; Kemalizm’in Millet anlayışı Alman anlayışı değil, vatandaşlık temelinde tanımlanan Fransız anlayışıdır. Bu itibar ile, 2.Dünya savaşı öncesi ve esnasında Alman bağlantılı Nihal Atsız’ın başını çektiği ırkçı, Türkçü akım ve sonrasında ABD destekli Özel Harb Dairesi tertibi 1960 darbesi ile Atatürkçülük kisvesi altında askeri vesayet ile devletin ana eksenine oturtulan yerleştirilen, askeri vesayetin son bulmasına kadar yürürlükte olan Türkçülüğe Müslümanlık sosu katılarak icat edilen Yeşil Kuşak projesi kapsamındaki Ülkücü çizgi Kemalizmden bir sapış ve bir Kemalizm’e karşı-devrim niteliğindedir. Hatırlarsanız 80 darbesinde yargılanan ülkücüler; " bedenimiz hapiste ama fikrimiz iktidarda " diyorlardı. Başka bir ifade ile, Hakim Etnisite temelli Politik Vesayet 90 yıllık değil, olsa olsa 50 yıllıktır. Zaten bu yüzden Kemalist Millet temelinde Milli Bilinç oranı azdır. Bugün yanlı eğitim sistemi nedeniyle kendisine Ulusalcı diyenlerin bir kısmı da dahil, çoğunluğu Ülkücü çizgiye yakın olan insanlarımızın Milli Bilinci bu temelde değildir. Buna karşılık Kemalist Millet temelinde Milli Bilince sahip olanlar sayıca azlığına rağmen, Kemalist Devrimin ürünü ve başarısıdır. Bu bilince sahip olanların nicelik açısından yetersiz olması niteliklerinin önemli olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca, sayıca az olan Kemalist Milli bilince sahip olanların dışında onu da aşıp birey bilincine ulaşanlar da vardır ve bu da Kemalist Devrim’in bir ürünü ve başarısıdır netice itibariyle. Zira, Kemalist Devrim hiç olmasaydı, Osmanlı’ya benzer bir yapı devam etseydi, belki de ne Kemalist Millet bilincine sahip olan ne de Birey bilincine sahip olan hiç olmayacaktı. Üstelik Gezi olaylarında görülüyor ki bu birey bilinci, diğer sosyo-etik farkları kucaklayacak şekilde Avrupa insanının son on yıllarda kazandığı bilince de oldukça benzer hale gelmiştir. Dolayısıyla Nicelik açısından olmasa bile Nitelik açısından yeterli görünen bu bilincin uzun vadede yaygınlık kazanması olasıdır. Ancak, şu an mevcut iktidar mensuplarının kullandığı kutuplaştırıcı dil, bu bilincin yaygınlaşması önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Zira, yapılan kutuplaştırma her türlü etnik-dini-mezhepsel fark üzerinedir. Bu da insanların kendi sosyo-etik farklarını kemikleştirmelerine, radikalleşmesine yol açmaktadır. Bu itibar ile kendi sosyo-etik farkları üzerinden radikalleşmiş bireylerde ne Kemalist Millet Bilinci ne onun hedefi olan birey bilinci ne de günümüz Avrupa insanının geldiği nokta olan sosyo-etik farkları kucaklayan birey bilinci gelişemez. ABD merkezli dış siyaset konjonktürü değişikliği nedeniyle ola ki bir iktidar değişikliğinde de yine ABD’nin izin verdiği oranda içi boşaltılmış Atatürkçü vurgu yeniden gündeme gelebilir ve yeniden devletin politik vesayeti haline gelebilir. Ama yine de bu zamanda Faşizm benzeri bir Otokrasi yaşanamaz. Ve ayrıca daha sonraki paragraflarda konuya gireceğimiz üzre, Türkiye hala bile henüz tam anlamıyla Kapitalizmin sınıflarının belirginleştiği, Feodalitenin yıkıldığı bir ülke değilken, tek hakim sosyo-etik Millet Bilinci bile sayıca az iken, bu tür bir Faşizme sürüklenme ihtimali de azdır. Şu anki durum itibariyle ise Dini-Mezhepsel Otokrasi-Teokrasiye sürüklenme ihtimali daha fazladır. Cemaat –AKP sürtüşmesinin sonuçları belki yeniden 2002’den beri BOP projesi kapsamında ABD/AKP eliyle getirilen Ilımlı İslam Modeline dönüşü getirebilir.
  14. Doğada kırmızı-sarı kombinasyonu ( yılanlar ) zehire, siyah-sarı kombinasyonu ( leopar, jaguar, sırtlan vb. ) yırtıcı tehlikeye tekabül eder. Bu gibi ilkel beyin kaynaklı ön bilgiler a prioriktir, evrimseldir. Gözünü açan kedi yavrularının, insana daha çıkmamış dişini göstermeye ve korkutmaya çalışması deneyimden elde edilen bilgi kaynaklı bir davranış değildir. Yabancı varlıklara karşı gösterilen ön yargılı ( ön bilgi ) bir tepkidir. Yine; kedi yavruları, annesiz büyümüş olsalar dahi dışkılarının üstünü örtmeyi bilirler. Bunu deneme yanılma ile değil, genetik olarak bilirler. Yavru kediler de tıpkı insan yavruları gibi bildiklerinin bilincinde değildirler ama bilirler. Çünkü, bilmez iseler hayatta kalamazlar. İşte bu ve buna benzer tepki ve davranışlar evrim ile kazanılmış ön bilgi kaynaklıdırlar. Keza; İnsan türünün yavrusunun bebek dediğimiz aşamasında içgüdülere bağlı ön bilgi olmazsa hayatta kalma şansı olmaz. Bebek açlıktan ölebileceği bilgisine ( korku ) sahip olmazsa ağlamaz. Açlığa tepki vermez. Bu bilginin bilincine varması da gerekmez. Ön bilgi ( korku ) vardır ve bu bilgiye bağlı davranış vardır. İçgüdülerin tümü ilkel beyin kaynaklı birer duyumdur. Korku duyuma bağlı bir ön bilgidir. İç güdüler birer duyumdur. Açlıktan ölme / Beslenememe korkusu 0-1 yaş arası bebeğin dış dünya ile kurduğu ilişki yalnız ağız yoluyla ( oral )dır. Beyninin yoğunlaştığı tek algı reseptörleri ağız ve dudaklardadır. Ve bu aşamadaki bebeğin tek korkusu beslenememe korkusudur. Bu döneme saplanan yetişkinde madde bağımlılığı ve depresif kişilik bozuklukları görülür. Daha sonraki yaşlarda sırasıyla Anüs ve Fallus önem kazanır. Güvenliksizlik korkusu / Kontrolü kaybetme korkusu 1-3 yaş arası Anal dönemde, nesneleri tutup bırakmama, bağımsızlık ( ben yaparım tarzı ) davranışları görülür. Bu aşamadaki bebeğin korkusu kontrolü kaybetme korkusudur. Yavaş yavaş toplumsal kurallar algılanır, çatışmalar başlar ve Süper Ego gelişmeye başlar. Bu döneme saplanan yetişkinde obsesif-kompülsif kişilik bozuklukları görülür. Cinselliğin yok olması ( üreyememe ) korkusu / Kastrasyon Korkusu 3-6 yaş arası Fallik dönemde ise, çocuğun beyninin yoğunlaştığı algı reseptörleri ağız ve dudaklar, anüs ve ağırlıklı olarak penis ve klitoristir. Bu dönemde ilkel beyin kaynaklı yeni bir korku daha algılanmaktadır. O da Kastrasyon korkusudur. Bu dönemde çocuğun anneye duyduğu cinsel istek, babaya karşı hissettiği rekabet duygusu ve nefret, Kastrasyon korkusu sayesinde baba ile özdeşleşme ve bu yolla anneye karşı cinsel doyum getirir. Baba ile özdeşleşme aynı zamanda Süper Egonun gelişiminin son aşamasıdır. Bütün bunlar hayatta kalmak için gerekli korkulardır, ön bilgilerdir, ön yargılardır. Bunların doğuştan bulunmaması demek, gözlemdi, şuydu, buydu derken hayatın tehlikeye girmesi demektir. Yaşam beklemez.
  15. Bu yukarıdaki yazının yazarının yazısını yazarken yararlandığı kaynak olan Vikipedia'daki Faşizm başlığında verilen Faşizmi tanılayan ilk paragraftan mukayeseye başlayalım. Ancak; bir noktada buluşmadan başka bir paragrafa geçmezsek mukayesemiz daha sağlıklı olacaktır. Aksi durum, hem başlığı takip edip okuyanlar için, hem de tartışacak olan veya fikir paylaşımında buluşan veya katkıda bulunmak isteyenler açısından konunun dağılmış olduğu izlenimi yaratacaktır. İlk paragrafı geçtikten sonra sırayla diğerlerini de ele alıp mukayesemizi tamamlarız. "Faşizm, radikal otoriteryan milliyetçi bir siyasî ideolojidir." "Faşistler; bireylerin millî kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alarak, kendi milletlerinin yükselişini amaçlarlar; ayrıca disiplin, endoktrinasyon, fiziksel eğitim ve öjenik unsurlar yoluyla halk seferberliği arayışı içinde olan totaliter bir devlet aracılığıyla ortak bir ata ve kültür gibi birey ötesi bağlarla birleşirler. Faşizm, millet üzerinde dejenerasyona sebep olduğu düşünülen veya milli kültüre uyum sağlamayan yabancı tesirleri defetmeyi hedefler." ( Vikipedi ) Şimdi burada; 1- En başta Faşizm bir ideolojidir ama Kemalizm bir ideoloji değil, bir doktrinler bütünüdür. Nihai hedefin değil, nihai hedefe bir an önce varmak için seçilmiş yöntemlerin bir harmanıdır. Faşizm gibi diğer ideolojilerin ise nihai bir hedefi vardır, genel kurguları sürekli sürdürülebilir bir nihai rejim içindir. Oysa Kemalizm yalnızca çağdaşlık düzeyi ne ise ( o çağa göre ) bunun elde edilmesi için gereken yöntemleri Türkiye koşullarında açıklayan, öneren, uygulamaya çalışan geçici-devrimsel bir araç niteliğinde olan ilkeleri ihtiva eder. O nedenle bu mukayese bir elma-armut mukayesesidir. Yapacağımız mukayese bu anlamda bilimsel olamayacaktır. 2- Faşizmin uygulandığı ( iktidara geldiği ) ülkeler sanayi devrimlerini tamamlamış, burjuva demokrasilerini tesis etmiş, milli kimlikleri oturmuş, sınıflarının belirginleştiği, emek-sermaye eksenli sınıf çelişkilerinin yaşandığı aşama kaydetmiş - görece gelişmiş veya gelişmiş ülkelerdir. Faşizmin bireylerin milli kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alması, bu sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmaya yönelik Korporatist uygulamaları ile kendi milletlerinin, diğer milletlerden üstün olduğu iddiası ile birlikte yükselişini ( savaşı ve yeni topraklar elde etmeyi ) amaçlaması nedeni ve güdüsü iledir. Faşizm işçiyi sermaye sınıfına ezdirmemiş, devlet eliyle sendikalar kurmuş, işsizliği sıfıra ulaştırmış, tamamen teknokratik yaklaşımla ekonomik verimi ve top yekun geliri arttırmıştır. Yani, Faşizm, aslında Kapitalizmin birey odaklı yaklaşımının tersine devlet ve onun milleti odaklı ve yine Kapitalizmin tersine dolaylı olarak değil doğrudan, libertenyen değil otoriteryen, kaba bir şekilde savaşı kutsayan, emperyalizmi nihai hedef alan halidir. ​Kemalizmin devletçiliğinde ise, nihai hedef olarak değil, sınıfların oluşumunu hedefleyen geçici bir devlet kapitalizmi vardır. Olmayan sınıflar üzerinde ve zaten bu yüzden olamaz olduğu için, Korporatif yaklaşımları yoktur. Zira, malzeme olarak elinde henüz feodal üretim ilişkilerine dayanan bir toplum yapısı vardır. İşte otoriteryenliği de bu feodal yapıyı ve feodal değerleri, ileri bir yapı olan kapitalist yapıya dönüştürmek içindir ( Jakobenizm ). Amaç ve hedef hem ekonomik olarak hem de değerler açısından ileri gelişmiş kapitalist ülkelerin yapısıdır. 3- Kemalizmin Milliyetçiliği ise, Faşizm gibi söylem itibariyle kendi milletinin diğer milletlerden üstün olduğu iddiası varmış gibi görünse de, kapitalist ileri çağdaş ülkelerin milletleri gibi bir milleti hedefleyen, ülkede var olmayanı, bir modern milleti yaratmak amacı güden, yüzyıllardır ezilmiş bir topluma yönelik geçici - motivasyon içerikli yaklaşımdan fazlası değildir. Zira, Kemalizm savaşı ve bu yolla yeni topraklar elde etmeyi amaçlamaz. Birey bilinci taşıyan Milli kimlik hem laikliğin, hem demokrasinin, hem de kapitalist ekonominin teminatıdır. Ancak, Batıda Millet bilinci oluşmadan ne özgürlük ne eşitlik ne de adalet kavramları ne laiklik ne de Sanayi Devrimini ortaya çıkaran birey bilinci gelişmemiştir. Zira, Millet bilinci gelişmeden din / etnik eksenli ayrımcılık ortadan kalkmaz. Bu ayrımcılıklar var olduğu sürece de özgürlükten, adaletten, eşitlikten söz edilemeyeceği gibi, doğal olarak laiklik de ortaya çıkmaz. Birey bilinci taşıyan Milli kimlik işte bu üç sacayağından yükselir. Bu üç ilke tam olarak hayata geçirilmeden birey bilinci ortaya çıkmaz. Adalet, Özgürlük, Eşitlik kavramları da Millet Bilincinin gelişimine bağlıdır. Kısacası, tarihsel ve mantıksal olarak öncelik, Millet bilinci oluşturmaktadır. Bu sürecin çeşitli sebeplerle sekteye uğradığı bir yerde ( KARŞI DEVRİM ) ya feodal yapıya doğru geri yönelimle yarı feodal bir hibrid yapı ortaya çıkar ( 50'den itibaren günümüze kadar Türkiyenin sosyo-ekonomik yapısı ) ya da Faşizm'e yönelimle birey bilinci taşımayan orta sınıf ağırlıklı bir toplum yapısı. Zihinlerde Millet bilinci oluşturulduktan sonra da Eşitlik, Adalet, Özgürlük kavramları kendiliğinden gelişir ve Birey Bilincini oluşturur. Birey Bilinci de ister istemez tam demokratik ve sosyal devleti talep eder. Devlete hizmet eden birey anlayışı doğal olarak giderek bireye hizmet eden devlet anlayışına dönüşür. İşte, Kemalizm de bu tarihsel sıralamayı hayata geçirmek için Türkiye şartlarına uyarlanmış doktrinler bütünüdür. O zamana kadar Ümmet Bilincinden tarihsel koşulların oluşmaması nedeniyle kendiliğinden evrilmemiş / evrilememiş olan Millet Bilincinin verilmesi önceliktir. Burada olan şey ise Jakobenci Devrim'dir. Buna Politik Vesayet de denilebilir. Bununla beraber tüm devrimlerin doğası zaten böyledir. Gözden kaçırılmaması gereken husus, devrim sürecinin gerektirdiği uygulamaların AMAÇ DEĞİL, ARAÇ OLDUĞUDUR. KEMALİZMDE HEDEF ÖZGÜR BİREY DEVLETİNİN DEMOKRASİSİDİR . AMAÇ MUASIR SEVİYENİN ÜSTÜNE ÇIKMAKTIR. FAŞİZMDE İSE POLİTİK VESAYET " HEM ARAÇ HEM AMAÇ " TIR. FAŞİZMDE HEDEF YALNIZCA FAŞİZMDİR.
×
×
  • Create New...