Jump to content

Bilincin Fiziği...


haci

Recommended Posts

Bilim bütün canlıların cansız, akılsız ve bilinçsiz atomlardan çıktığını ve yalnız onlardan oluştuğunu kabul ediyor. Bilim ayrıca en azından insanlarda bilinç denilen ve şimdilik kısaca çevrenin farkına varmak olarak tanımlayabileceğimiz bir yetinin var olduğunu ve o yetinin yalnız cansız, akılsız ve bilinçsiz atomlarla açıklanması gerektiğini de kabul ediyor.
 

Herşeyden önce cansız maddelerin bir araya gelmesi ile böyle bir yeti nasıl ortaya çıkmış olabilir? Kökeni nedir? Bilinç maddenin nasıl bir davranış biçiminin veya biçimlerinin ürünüdür? Cansız ve akılsız atomlar bir araya gelince nasıl oluyor da akla ve bilince kavuşabilmektedirler? Bilinci atomcu dünya görüşü olan materyelizmle nasıl açıklayabiliriz? Açıklayabilir miyiz? Soyut bir kavram olan bilinç maddenin nasıl bir davranış ürünü olarak ortaya çikmaktadir? Ve neden?
 

Canlılar cansız maddeden çıkıyorlar ve bilinç canlılığın ilginç bir manifestasyonu ise, bilincin fiziğine enerji ve maddenin yapı taşı olan atomları incelemekle başlamak zorundayız. Bu başlangıcı hidrojen ve oksijen atomları ile ilgili bazı davranış örneklerini inceleyerek yapalım. Hidrojen evrendeki en yaygın element. Bütün elementlerin yüzde 75'ine yakınını oluşturuyor. Oksijen de oldukça yaygın bir element. İki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu bir araya gelince su ortaya çıkıyor. Su moleküllerinin bazı davranışlarını yakından izleyelim. Bakalım gerçekten bu moleküller aptal ve akılsız mı?

Link to comment
Share on other sites

Burada yapacağımız tartışma yapılan gözlemlerin usa vurulmasından ibarettir.

İnsan aklı doğanın en ilginç buluşudur.

Tabii bu ifade de yapılan bir gözlemin yorumundan başka birşey değildir. Konuyu dağıtmayalım lütfen.

Konuyu dagitmiyorum. Bilim basliginda sadece fiziksel bilgi ve bilimsellige ve gozleme aklin yaratimi sifatlarin katilmamasina atifta bulunuyorum.

Link to comment
Share on other sites

Her hangi bir fiziksel bilgiye, aklin niteledigi sifatlari yakistirmak "aptal/akilsiz" v.s. FENOMENE SOYUT EKLEMEKTIR. 

 

Bu bir eklentidir ve insanoglu urunudur, fenomende de yoktur.

 

Yani GOZLEMIN DEGIL, AKLIN URUNUDUR.

 

Haci "aptal ve akılsızmı" derken, "yapı taşları olan atom ve moleküllerde bilinç var mı" sorusunu soruyor. Sıfat yakıştırmıyor.

 

Ama beyin, farklı atomların farklı moleküllerinden oluşsa da, nitelik olarak diğer maddesel yapılardan farklı gözüküyor. Bilinç yetisini önce beyinin yapısında aramak gerekmez mi?

 

Bu, mıknatısın akı özelliğini, bileşiğinde değil de atomlarında aramaya benziyor.

Link to comment
Share on other sites

Haci "aptal ve akılsızmı" derken, "yapı taşları olan atom ve moleküllerde bilinç var mı" sorusunu soruyor. Sıfat yakıştırmıyor.

 

Ama beyin, farklı atomların farklı moleküllerinden oluşsa da, nitelik olarak diğer maddesel yapılardan farklı gözüküyor. Bilinç yetisini önce beyinin yapısında aramak gerekmez mi?

 

Bu, mıknatısın akı özelliğini, bileşiğinde değil de atomlarında aramaya benziyor.

İçerdiği elementler bazında beyin diğer doku ve organlardan farklı değil. Sadece onlardan bazılarını daha fazla ve farklı oranlarda içeriyor.

Ama bu güzel ve mantıklı bir soru. Aynı elementler farklı oranlarda beyni oluşturduğuna gore, onlarla ilgili bazı nitelikler bilinçden sorumlu olmalı.

Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Beynin bu özelliği bilincin anatomik alt yapısını oluşturan bir modeldir. Nöronlar arasında kurulan ağ şebekesi ve nöronların birbirleri ile olan ilişkilerini sağlayan nörotransmiteler ve medyatörler beyinsel etkinliklerden ve bu arada bilinçden de sorumludurlar. Yani olay tümüyle fizikseldir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Önce tek bir su molekülünü ele alalım. H2O. Tek başına var olamaması yanı sıra, fazla bir davranış özelliği de yoktur bu molekülün. Birkaç milyon su molekülü bir araya gelince bir damla oluşturur. Bir araya gelerek bir damla oluşturan su moleküllerinin davranışı birden değişir. Yüzey gerilimine sahip olan su damlaları, tek bir su molekülünden çok daha farklı bir dizi davranışlar sergilemeye başlarlar. Herşeyeden önce tek başına ne sıvı, ne gaz, ne de katı olan su molekülü bu şekilde çoğalınca ortama bağlı olarak çesitli nitelikler kazanır. Katılaşır, sıvılaşır, buharlaşır.

Bir bardak su alalım. Bardak içindeki davranışları, damla olarak davranışlarından çok farklı olacaktır. Kenarlarda damlaların yüzey gerilim özelliklerini gösterirken, diğer yerlerde daha serbest davranışlar sergileyecektir. Akacaktır. Bardak ters çevrilirse yere dökülecektir ama yine bardağın içinde bir miktar su kalacaktır. Bu haliyle su damla gibi davranma niteliğinden fazla birşeyler kaybetmemiştir. Ona ek olarak bazı yeni davranış biçimleri kazanmıştır.

Arka bahçenizde bir havuz imgeleyin. Bardaktan daha büyük bir su birikintisi düşünün yani. İçine girebilirsiniz. Üzerinizde suyun basıncını hissedersiniz. Havuzun duvarlarına basınç uygulayan bu su içinde yüzerken dalgalar oluşturursunuz. Dalgalar kenarlara vurur. Bu su buharlaşır. Arada bir kaybolan suyun yerine yenisini koymanız gerekir.

Daha geniş bir su birikintisini, bir gölü, imgeleyelim. Bu gölde suyun davranışları havuzdaki davranışlarından daha farklı olacaktır. Gölün üzerinde bulunduğu topografiye bağlı olarak su akıntılar ve girdaplar şeklinde bazı hareketler yapacaktır. Büyüklüğüne göre göl çevreyi etkileyecektir. Yeterince büyükse yörenin iklimini bile değiştirebilecektir. İçinde hayvanlar ve bitkiler yaşayacaktır. Kendine göre bir eko sistemine sahip olacaktır.

Denizlerde göllerdeki bu durum abartılarak devam edecektir. Dalgalar daha yüksek olacak, çevrede iklim bu geniş su birikintisinden çok daha fazla etkilenecek ve çevrenin eko sistemi de daha zengin bir görünüş arzedecektir. Göllerin yanı sıra bu keresinde daha büyük dalgaların dövdüğü sahil önem kazanacak ve orada yaşayan bazı canlılar sahilin alacağı şekilden ve sahildeki eko sisteminden sorumlu olacaklardır.

Okyanuslardaki durum denizlerdeki durumun abartılmış şeklidir. Ayrıca kasırgalar ve tayfunlar şeklinde fırtınalar ortaya çıkacak, okyanuslar yalnız sahilin ve komşu kara parçalarının değil, bütün dünyanın iklimini etkileyeceklerdir.

Bütün bunlardan ve fazlasından cansız, bilinçsiz ve akılsız su molekülleri sorumludur. Onlara akılsız deyip duruyoruz ama, akıllı veya bilinçli olduklarını düşündüren bazı davranışlar sergilediklerini yadsıyamıyoruz. Örnegin eğilimini bilmediğimiz bir patikada eğilimin yönünü biz hislerimizle saptayamazken, dökeceğimiz bir kova akılsız ve bilinçsiz su hangi tarafın diğer taraftan 1 mm daha alçakdt olduğunu gösterecektir.

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Haci "aptal ve akılsızmı" derken, "yapı taşları olan atom ve moleküllerde bilinç var mı" sorusunu soruyor. Sıfat yakıştırmıyor.

 

Ama beyin, farklı atomların farklı moleküllerinden oluşsa da, nitelik olarak diğer maddesel yapılardan farklı gözüküyor. Bilinç yetisini önce beyinin yapısında aramak gerekmez mi?

 

Bu, mıknatısın akı özelliğini, bileşiğinde değil de atomlarında aramaya benziyor.

Anladim. Zaten insanoglunun en buyuk sorunu, kendinde olan somuttaki soyutu, her somutta aramaktir. Ustelik bunu birde soyutun degerlendirmesine tasir; yani sadece yeti olarak akil demez, bir de onun isleyisinin spekulasyonunu yapar.

 

Bilinc yetisi bir butun olarak insanoglunun turunde ve birindedir. Bunu indirgeme olarak nereye kadar indirgenecegi her beynin e goresine gore degisir.

 

Ayni insanoglunun ozdeslestirilmesi gibi.

 

Burada sunu unutmamak gerekir, bilimsel olarak ne bir seyin en kucugu ne de en buyugu "budur" denemez. Cunku bu SINIRLAMADIR.

 

O yuzden isteyen insanoglunu bugun bilimin gozlem olarak ortaya koydugu, atomun ya da hucrenin en kucuk parcasina ozdeslesleyebilir. 

 

Yani burada FARKLARI ORTAYA CIKARAN BIR AYNI ARANMAKTADIR.

 

Bu evrensel-insan zihniyeti olarak bellidir. Avatara bakabilirsin. Yalniz bu kavramsal bilgi temelindedir. Yani SOYUTLAMA ENERJISININ SOYUTU VE SOMUTU ORTAYA KOYUSU.

Link to comment
Share on other sites

Biz devam edelim...

 

Bilincin evrilerek kazanıldığını biliyoruz. Çünkü canlılarla ilgili her özelligin evrilerek kazanıldığını biliyoruz. Bunun bir istisnası olmadığını da biliyoruz. Bilinç de evrilerek kazanılmalıdır diyoruz. Bilincin kökenini bulmak için yaşam filmini geriye doğru çevirerek inceleyelim. Zamanda geçmişe gidelim yani. Ama bu evrimsel süreci geriye ne kadar götürebiliriz? Bitkilere kadar götürebilir miyiz? Biz daha da öteye götürmek istiyoruz.. Bakterilere kadar götürebilir miyiz? Ben onunla da tatmin olmuyorum. Bilinci daha da ilkel bir düzeye indirgemek istiyorum. Bilinci moleküler düzeye, atomik düzeye, hatta atomaltı düzeye kadar indirgeyebilir miyiz?

Bilinci çevreyi, çevrede yer alanları tanıma ve farketme olarak tanımlarsak her canlıda ilkel düzeyde de olsa bir bilincin olduğunu kabul etmek zorundayız. Bakteriler bile çevrelerini tanırlar ve ona uygun davranışlar sergilerler. Bakteriler bilinçsiz ve akılsız atom ve moleküllerden oluşmuşlardır. O halde atomların ve moleküllerin de içinde bulundukları ortamı anlayıp anlamadıklarını ve o ortama uygun davranışlar sergileyip sergilemediklerini sorgulamamamız için bir neden olmamalı, değil mi?

Bilinci tanımlarken bilinç istemli hareket edebilme yeteneğidir şeklinde bir yorumu kabul edemeyiz. Burada yaptığımız hareketin farkında olduğumuz için onu istemli olarak nitelendiriyoruz. Oysa o hareketi yaptığımızın farkında olsak da olmasak da, onu yapıyoruz. Yapmak zorundayız. Refleksler bunun en güzel örnegi. Ayrıca günlük yaşamımızda farkında olduğumuzu farketmediğimiz binlerce hareketi yapmaktayız. Onları yaptığımızı ancak üzerlerinde düşününce farkediyoruz. En basiti yürümemizdir. Adımlarımızı istemli olarak mı atıyoruz? Yoksa atmamız gerektiği için mi atıyoruz? Her ikisi de mümkün. Ama adımlarımızı saymadığımız ve kontrol etmediğimiz zaman onları bilinçiz olarak attığımızı söyleyebilir miyiz? Bir yerde amaçsız, bilinçsiz yürüyen bir insan gördünüz mü hiç? Gördüğünüz o insan normal insan sayılır mı?

Bilinçli hareket etmenin farkında olmaktan öte bir özelligi var. O da o hareketi yapmamızın zorunluluğu. O hareketi yapmak zorundayız. Sorun yürümek ise, yürümek zorundayız. Yemek yemekse, yemek yemek zorundayız. Bilinçli olduğumuz için yemek yemiyoruz.Yemek yemeden yaşayamayacağımız için yemek yiyoruz.

Ayrıca istemek, arzu etmek ve farkında olmak bilinç üstü yetilerdir. Ben burada bilinci sadece çevrenin farkında olmak anlamında kullanıyorum. Çevrenin farkında olduğumuzun farkında oluruz veya olmayız. Orası temel bilinçsel niteliklerle ilgili olmayan bir durumdur.

İnsan korteksi farketmese de beynin diğer bölümleri çevreden sürekli olarak kendilerine gelmekten olan uyarıları alırlar ve değerlendirirler. Her saniye vücudumuzdaki reseptörlerden onbinlerce uyarı beynimize doğru akmaktadır. Beynin subkortikal yöreleri onları işlerlerler ve onlara uygun davranışlar sergilemeleri için onların kaynak aldığı vücut yörelerine uyarılar gönderirler. Onların bilinçsiz tepkiler olduklarını ileri süremeyiz. Bu bağlamda bilinçli davranışları çevreden gelen uyarılara karşı uygun davranışlar sergilemek olarak tanımlayabiliriz.

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Kimyasal reaksiyonları yakından incelerseniz, tepkileşen moleküllerin yalnız birbirlerini tandıklarını (birbirlerinin farkında olduklarını) değil, aynı zamanda birbirleri ile değişen koşullarda değişik şekillerde tepkileştiklerini de görürsünüz. 20 derecede yoğun bir tepkileşme gerçekleşirken, 0 derecede moleküller birbirlerine aldırış bile etmeyebilirler. Bu durumu nasıl açıklayacaksınız? Moleküller çevreleri ile ilgili bazı niteliklerin farkındadırlar şeklinde açıklayabilir misiniz? Başka nasıl açıklayabilirsiniz?

Moleküller hiç kuşkusuz ortamla ilgili bazı nitelikleri de farketmekte ve onlara uygun tepkiler göstermektedirler. Bu ilkel düzeyde olan bir farkındalık olup moleküllerin davranış dağarcığına kazınmıştır. Moleküllerin seçeneği değildir bu farkındalık. Bir zorunluktur. Farkedilen ve tepki gösterilen bu nitelikler moleküller arasında mevcut ısı farkları da olabilir, basınç farkları da, yoğunluk farkları da ve diğer farklar da. Ortamda bulunan diğer moleküller de bu tepkileşmeyi etkileyebilirler. Çevrede bulunan moleküllerden bazıları iki molekülün tepkileşmesini hızlandırırlar, bazıları yavaşlatırlar.

Bakteriler de çevrelerini tanırlar. Bazı ortamlarda etkinliklerini durdururlar. Çoğalmazlar. Beklerler. Ve koşullar iyice kötüye giderse, tohuma (spora) kaçarlar ve bazen yüzlerce yıl uygun koşulların oluşmasını beklerler. Bazı ortamlarda ise şımarırlar, sere serpe yayılır ve hızla çoğalırlar.


Bakterilerde ve atom ve moleküllerde bilinçden bahsedebilir miyiz? Bu aşamada biz bilinç teriminden çevrenin farkında olmayı kastediyoruz. Bu bilincin en yalın tanımıdır. En temel düzeyde atom ve moleküller birbirlerini yalnız tanımakla yetinmezler, aynı zamanda koşullara uygun tepkileşmelere bile girerler. Bakterilerin davranışı bir üst düzeyin habercisidir.

Peki insanda bilinçden hangi beyin yöreleri sorumludur?

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

İnsanda uyanıklıktan ve çevrenin farkında olmaktan ilginç olarak korteks sorumlu değildir. Korteks kendisine subkortikal yörelerden gönderilen uyarılar aracılığı ile çevrenin farkına varmaktadır. Diğer üstün insansal etkinliklere ek olarak bilinç bazında korteksin bütün yaptığı farkına varmanın farkına varmaktır. İnsanda uyanıklıktan ve farkında olmaktan sorumlu tek bir merkez yoktur. Beyinde beyin sapı ile omuriliğin üst kısmı arasında yer alan ve retiküler formasyon denen, dağınık nöronlardan oluşan bir yapı vardır. Onlar uyarılarını beynin çesitli yerlerine gönderirler. Bu arada korteks de oradaki hücrelerden uyarılar alır. Ve insan çevresinin farkına vardığının farkına varır.

Retiküler formasyondaki hücrelerin zedelenmesi durumunda hasta komaya girer ve korteksin kendisi ve diğer beyin yöreleri ile olan ilişkileri sağlıklı bile olsa, retiküler formasyondaki nöronlardan uyarı alamadığı için çevrenin farkına varamaz. Hasta derin bir komaya girer. Küçük bir yerin zedelenmesi büyük klinik belirtilere neden olabilir.

Başka bir deyişle bilinçten tek başina dimağ da denen kortikal beyin yöreleri sorumlu değildir. O yöreler kendilerine ulaşan sinyalleri doğru yorumlamakla yükümlüdürler. Çevrenin asıl farkına varan nöronlar, çok daha ilkel bir yer olan beyin sapının retiküler formasyonunda yer alırlar.

Beyin ölümü denen ölümde aslında yalnız korteks ölmüstür. Diğer beyin yörelerine hiç bir şey olmamıştır. O yöreler insanın yaşamı için korteksden çok daha önemlidirler. Beyin ölümü gerçekleşen insanlardan bazılarının, akut hecmeyi atlatabilirlerse, yıllarca yaşadıklarını biliyoruz. O hastalar normal olarak soludukları, kalp normal olarak çalıştığı ve her türlü bitkisel işlevler normal olarak devam ettiği halde, çevreden beyne ulaşan sinyalleri algılayamazlar. Ama bitkisel yaşamlarını sürdürürler. Hatta beyin ölümünden önce hamile iseler, hamilelikleri devam eder ve zamanında normal doğum yaparlar. Beyindeki merkezler çevrenin ve vücudun bitkisel işlevlerinin farkında olmasalardı bütün bunlar mümkün olamazdı. Hastanın vücudu üst düzeyde bilinçsiz de olsa içinde bulunduğu durumun bir tür farkındadır ama, korteksi olmadığından, farkında olduğunun farkında değildir! Tabii biz o hastanın beyninin ne algıldığını bilemeyiz. Bütün bildiğimiz bazı otomatik davranış örneklerinin eskisi gibi devam ettiği olacaktır. Hasta nefes almaya devam edecek ve hamile ise zamanında doğum yapabilecektir. Bu arada komada olmasına rağmen, bazı istisnaları ile bütün sistemleri çalışacaktır.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Yaşam temel olarak kimyasal bir olgudur. Başlangıcı da kimyasaldır, devamı da. Yaşam herşeyi ile kimyasaldır. Evrim de kimyasal bir süreçtir. Evrende yaşam nerede ortaya çıkarsa çıksın kimyasal bir olgu olmak zorundadır.

 

Canlılarla ilgili etkinliklerin hepsi kimyasal tepkileşmelerle başarılır. Bu bağlamda bilincin farklı olması için bir neden yoktur.

 

Dikkat ederseniz biz burada yaşamın temeli kimyasaldır derken, kimyasal maddelerin özel davranış biçimlerinden bahsetmiyoruz.

Kimyasal maddeler tek başlarına hiçbir şey başaramazlar. Birşeyler başarabilmeleri için mutlaka başka kimyasal maddelerle tepkileşmeleri ve işbirliği yapmaları gerekir.

 

Bir kimyasal maddenin başka bir kimyasal madde ile olan tepkileşmesi her ikisinin de birbirlerini tanımaları ile başlayacağından, temel düzeyde bilinçli bir davranış olarak nitelendirilmesinde bir sakınca olmamalıdır. Kimyasal maddeler birbirlerine aynı koşullarda aynı tepkileri göstereceklerdir. Burada çevre devreye girmektedir. Kimyasal maddeler birbirlerini tanırlarken, çevrenin de farkında olmaktadırlar. Bu basit olay bize evrende bilgi alışverişinin gerçekleştiğine işaret etmektedir. Bilincin temeli bu bilgi alışverişdir. Atom ve moleküllerin birbirlerine afinite göstermelerinin zamanla evrilerek canlılarda ve en üst düzeyde insanda ortaya çikan bilinçten sorumlu olduğunu çoğumuz düşünmeyiz. Madde örgütlenerek giderek daha karmaşik nitelikler kazanır ve çok farklı davranışlar sergilemeye başlar. Su örneginde buna değindik. Bir damla su ile bir okyanusun arasındaki fark yalnız nicel değildir. Aynı zamanda niteldir de.

Suyun davranışlarını kendini manifest etme, belirtme, farklı davranma olarak tanımlasak da, temeli molekülerdir. Ayrıca farkında olmanın temeli de molekülerdir. Bu şekilde tanımladığımız bilinci atom düzeyine kadar indirebiliriz.


Atomlar bir araya gelip sayıları artınca daha önceki davranışlarından daha farklı davranmaya başlarlar. Diğer atomlarla bir araya gelip örgütlenince daha da değişik davranışlar sergilerler. Her üst düzeyde örgütlenme aynı atom ve moleküllerin grup davranış repertuarlarının geometrik olarak artmasına neden olacaktır. Canlılarda bu kimyasal örgütlenmedir. Giderek karmaşıklaşan ve sofistikasyon kazanan bu örgütlenme, sonunda, insanda bilinç dediğimiz düzeye çıkacaktır. Bize son derece ileri ve sofistike görünen bu olayın aslı son derece basit bir dizi kimyasal tepkileşmelerden başka bir şey değildir.

Biz insanlardaki bilinci atom ve moleküllerde aramıyoruz. İnsanlardaki bilincin nasıl evrildiğini araştırıyoruz. İnsan beyninde tepkileşen moleküllerin bilinçten de sorumlu olduklarını kurguluyoruz. Bunu nasıl başardıklarını henüz tam olarak bilmesek de, bu olayın doğasının moleküler olduğundan kuşku duymuyoruz.

İnsanda bilincin olması için beyinde bazı kimyasal tepkileşmelerin olması gerekmektedir. Bu durumda diyebiliriz ki: Eğer atom ve moleküllerle ilgili bazı nitelikler olmasaydı, canlılarda bilinç ortaya çıkamazdı. Hatta yaşam bile mümkün olamazdı. Başka bir deyişle aptal, cansız ve akılsız atom ve moleküller bir araya gelip insanda bilincin ortaya çıkmasını sağlayamazlardı.

İnsanlarda bilinç vardır. O halde bilinçten yalnız atom ve moleküllerden ibaret olan insan beynindeki atom ve moleküller sorumlu olmalıdırlar. İnsanda bilinç ayrıca (farkettiğini farketme olarak tanımlanırsa) bir epifenomendir. Ama temeli yine de kimyasal tepkileşmelerdir. Maddedir. Enerjidir.

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Su örnegine geri dönelim.

Su hidrojen ve oksijenden oluşmuştur. Onların bireysel olarak davranışları farklıdır. Bir araya gelince ikisinde de olmayan bazı davranışlar ortaya çıkmaktadır.  Bu olay da bir epifenomendir. Su damlalarını çoğaltın, suyun daha farklı davranışlar sergilediğini göreceksiniz. Ne kadar çopaltırsanız su molekülleri o kadar farklı ve kompleks davranışlar sergileyeceklerdir. O davranışları H2O'nun sergilediğini düşünmezseniz, nedenini anlayamazsınız. Suyun davranışlarını size gizemli bir olgu olarak görülür. Oysa alt tarafı o davranışları çok sayıda 2 hidrojen atomu ile bir oksijen atomu sergilemektedir.

Evrende vuku bulan, gerçekleşen herşeyin temeli atomisttir. Tabii biz herşeyden atomaltı kuantum aleminin sorumlu olduğundan bile bahsedebiliriz. Maddenin kuantum davranışları atomüstüne farklı bir düzen şeklinde yansımaktadır ve o yansıyan düzen evrendeki herşeyden sorumludur.


Var olan bir şeyin doğasını bilmek için onu ögelerine ayırmamız gerekiyor. Bilinci öğelerine ayırırsak ve karşımıza bilinçsizlik çıkarsa, onun doğasını anlayamayız tabii. Bilinçsizlik bir araya gelince bilinç mi oluyor? Yoksa alt düzey bilinç, birikerek ve organize olarak üst düzeye mi yansıyor?

Okyanus farklı su moleküllerinden mi oluşuyor, yoksa bir araya gelince farklı davranan aynı su moleküllerinden mi ibaret?

Bilincin ki tanımı ister farkında olmak olsun, ister farkında olmanın farkında olmak, atom ve moleküllerin davranışlarının sonucu olarak ortaya çıktığını inkar etmemiz mümkün değildir.
Ama bilinci ögelerine ayırıp da gerçek doğasını araştırmaya başlar başlamaz, içinde kayboluyoruz. Çünkü ayırdığımız ögelerin de bir tür (bir başka tür) bilinçli olabileceklerini düşünemiyoruz. Onlar bize sanki çok daha farklı bir domain'in öğeleri gibi geliyor. Halbuki değiller. Onlar da birbirlerini farkediyorlar ve farkettikleri için evrilerek canlı yaratıkları oluşturuyorlar. Onların evrimi için kimyasal evrim deniyor.

Atom ve moleküller birbirlerini farketmeselerdi, canlılar oluşamazlardı. Canlılardan vazgeçtik, kimyasal maddeler bile oluşmazlardı. En basit moleküller bile oluşamazdı. O halde onların hepsi birbirlerini farkediyorlar. Bu farketmeyi insana kadar götürün. İnsanda moleküllerin birbirleri ile tepkileşmesi o kadar karmaşık bir nitelik kazanıyor ki sonunda farkettiğini farketmek bile farkediliyor. Bir molekülün bir başka molekülü tanıması ile insanın farkettiğini farketmesi arasında başka fark yoktur.

Canlılarda (insanda) bilinç, atom ve moleküllerin birbirlerini tanımaları ve farketmelerinden evrilmiştir.

Bunu şöyle de ifade edebiliriz:

 


İnsanda bilinç, bazı spesifik moleküllerin ve atomların davranış biçimlerinin bir düzen dahilinde organize olup tanınmasından oluşan bir epifenomendir.

 

Bilinç hiç kuşkusuz atomaltı kuantum evrenden başlar ve onu aşıp makroevrene tansend olur. Orada sonunda beyinle buluşur.

Ama bilinç yalnız beynin ürünü değildir. Beyin bilinci üst düzeyde işleyen ve manüple eden bir organdır. Bilinç hücre düzeyinde de vardır, organel düzeyinde de, makromoleküler düzeyde de..
Canlı varlıklar birbirlerinin farkında olan ve birbirleri ile tepkileşen moleküler sistemlerden oluşmuşlardır.

 




 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Atomaltı düzeye değindim ama ayrıntılarına girmedim.Çünkü orası kuantum biyolojinin ilgi alanı.Bütün, kendisini oluşturan parçalardan daha farklı birşeydir.
Hemen her şeyde bu böyledir. Bütün, bir okyanus da olabilir, bir jet uçağı da. Bir bakteri de olabilir bir balina da.. Daha da ötesi bütün bir atom da olabilir.
Bu atom ki temel olarak kuantum davranışlar sergileyen parçacıklardan oluşmuştur. Parçacıkların bireysel davranışları, bir araya gelip bir atomu oluşturunca, tümüyle değişmektedir.
Atom, belirsizlik yasasına uyan parçacıkların bir araya gelmesinden ortaya çıkan ve daha sonra deterministik davranışlar sergilemeye başlayan bir yapıdır. Farklı ve çok az bilgi içeren atomaltı parçacıklar bir araya gelip atomu oluşturunca, onların bir araya gelmesinden oluşan fiziksel evren birden dramatik bir şekilde karakter değiştirmekte ve çok farklı davranışlar sergilemeye başlamaktadır.

Bütün bu davranışlar ilerde canlı varlıklar şeklinde organize olmanın en önemli şartıdır.

Eğer atomaltı parçacıklar ve onların bir araya gelmesinden oluşan atomlar böyle davranmasalardı, ne evren ortaya çıkabilirdi, ne de onun en ilginç manifestasyonu olan canlılık... Canlılıkla ilgili bütün etkinlikleri maddenin davranış biçimleri ile açıklamak hem mümkündür, hem de zorunludur. Elimizdeki tek meta maddedir. Herşeyi onunla açıklamak zorundayız. Maddeyi yakından incelediğimiz zaman müthiş bir davranış repartuvarına sahip olduğunu görürüz. Bilinç geniş bir yelpaze oluşturan o repertuvarın ilginç manifestasyonlarından biridir. Ve bu bilinç maddenin ortaya çıkışının ilk anlarında, onunla birlikte ortaya çıkmıştır. Evet, evrende yaşam ve bilinç, maddenin davranış biçimlerinin örneklerini simgeleyen varlıklardır. Bir araya gelen madde karakter değiştirip, evreni ve içinde yaşayan canlıları oluşturmakta ve bilinç onlarda kendini manifest eden davranış örneklerinden sadece birini simgelemektedir.

Aslında bilinç de enerji dönüşümlerinin varlığını gerektiren bir olgudur. Bu enerji dönüşümlerinin doğası hakkında bilinenler çok azdır. Bilindiği kadarıyla beyin metabolik olarak son derece aktif bir organdır. Vücudun enerji tüketiminin yüzde 25'inden sorumludur. Bu demektir ki her an beyinde vücudun diğer organlarında vuku bulan metabolik etkinliklerden çok daha fazla bir takım etkinkikler vuku bulmaktadır.

Beynin kullandığı enerjinin önemli bir kısmının bilince harcandığını ileri sürmek yanlış sayılmamalıdır. Çünkü beyin hiç durmaksızın düşün üreten ve çevreyi sürekli olarak izleyen bir organdır. Bu etkinlikler enerjisiz başarılamaz. Peki beyin bu enerjiyi nereden bulmaktadır? Beyin saf glukozla beslenen bir organdır. Yani enerji yağlardan ve proteinlerden sağlanmaz. Çünkü onlar hızla enerjiye dönüşemezler.Beyin hızla enerjiye dönüşen saf glukozdan yararlanır. Ama bilinçli olmak için onu nasıl kullandığını bilmiyoruz.Muhtemelen bu süreç sırasında bazı enzimler aktive edilirler ve açığa çıkan enerji bilinç olarak kendini manifest eder. Enzimlerin etkinlikleri kuantum davranış biçimlerinden biri olarak düşünülebilir. Enzimsel reaksiyonlarda tunelling gibi bazı kuantum süreçlerin sorumlu olduklarına inanılmaktadır. Yani bilinç yalnız atomun değil, onun ögelerinin davranış biçimlerinden de yararlanılarak ortaya çikan bir süreçtir.

Biyolojik sistemlerde bilinç, biyolojik olmayan sistemlerde olduğu gibi, enerji dönüşümleri sırasında kuantum ilkelere baş vurur. Yıldızların merkezindeki fırınlarda enerji dönüşümleri füzyon ile sağlanır. Bu kuantum süreçte dört hidrojen atomundan bir helyum atomu sentez edilirken, enerji fazlası ısı ve ışık olarak etrafa yayılır. Biyolojik sistemlerde de benzeri bir kuantum süreç gerçekleşir. Biyolojik olarak yararlı bir enerji türü, biyolojik olarak daha az yararlı bir diğer enerji türüne dönüşürken, canlı varlığını sürdürür. Canlının her türlü metabolik etkinkiği bu enerji dönüşümleri sırasında sağlanır. Bilinç de bu tür enerji dönüşümlerinin ilginç bir ürünüdür. Bilincin neden kuantum bir süreç olduğunu anlamak için kuantum biyolojiye kısaca bir göz atmamız gerekecektir.

Biyolojik enerji dönüşümleri sırasında gerçekleşen kimyasal reaksiyonlarda kuantum mekanik süreçler devreye girerler. Bu süreçler sırasında ışık absorbe edilir, elektronlar uyarılır ve uyarılan enerji ile birlikte elektronlar ve protonlar bir yerden bir yere taşınır.

Diğer biyolojik süreçler sırasında da kuantum mekanik yasalardan yararlanılır. Örnegin kuşlar dünyanın manyetik alanlarını algılayan bir sisteme sahiptirler. Bu hisleri kullanan kuşlar kendilerini dünyanın manyetik alanlarına oriente ederek, göçecekleri yeri doğru olarak bulurlar. Hiç hata yapmazlar. Kuşların bu niteliğini farkında olmak olarak açıklamaktan başka çaremiz yoktur. Farkında olunan ise quantum mekanik bir olaydır.


Biz burada iki türlü bilinçten bahsediyoruz. İlki için aşağıdaki yorum geçerli.

Bilinci çevreyi tanıma ve farketme olarak tanımlarsak her canlıda ilkel düzeyde de olsa bir bilincin olduğunu ileri sürmek yanlış sayılmaz. Bakteriler bile çevrelerini tanırlar ve ona uygun davranışlar sergilerler. Bu durumda atomların ve moleküllerin de içinde bulundukları ortamı anlayıp anlamadıklarını ve o ortama uygun davranışlar sergileyip sergilemediklerini neden düşünmeyelim?

Şurasına açıklık getirmek istiyoruz. Biz insanlardaki bilinci atom ve moleküllerde aramıyoruz. İnsanlardaki bilincin nasıl evrildiğini araştırıyoruz. İnsan beyninde tepkileşen moleküllerin sonunda bilinçten sorumlu olduklarını kurguluyoruz.. Bunu nasıl başardıklarını henüz tam olarak bilmesek de, bu olayın doğasının moleküler olduğuna eminiz.

İnsanda bilincin olması için beyinde bazı kimyasal tepkileşmelerin olması gerekmektedir. Bu durumda diyebiliriz ki: Eğer atom ve moleküllerle ilgili bazı nitelikler olmasaydı, canlılarda bilinç ortaya çikamazdi. Hatta yaşam bile mümkün olamazdı. Başka bir deyişle aptal ve cansız atom ve moleküller bir araya gelip bilincin ortaya çıkmasını sağlayamazlardı.

İnsanlarda bilinç vardır. O halde bilinçten yalnız atom ve moleküllerden ibaret olan insan beynindeki atom ve moleküller sorumlu olmalıdırlar.

İnsanda bilinç ayrıca (farkettiğini farketme olarak tanımlanırsa) bir epifenomendir. Ama temeli yine de kimyasal tepkileşmelerdir. Maddedir. Enejidir.

Farkettiğin farketme olan bu bilinç bir epifenomendir. İnsandaki bu bilincin de aslında atom ve moleküllerin davranışlarından evrilmiştir ama, su moleküllerinin sayısı nasıl artınca davranışları da değişiyorsa, insan bilinci söz konusu olunca, ortaya yeni bir fenomen çikmaktadir. Ona biz epifenomen diyoruz.

Evrenle ilgili açıklamaya çalışacağımız her süreç sırasında karşımıza madde ve enerji çıkacaktır. Maddeden kurtulamazsınız. Bilinci maddeni davranış biçimlerinden biri olarak kabul etmemek mümkün değildir. Ve bu kabul de aslında o kadar aşırı değildir.

Yaşam atomların özgün bir davranışı sonucu ortaya çıkmamıştır. Yaşam atomların olağan bir dizi davranışları sonucu ortaya çıkmıştır. Çünkü atomlar ve moleküller birbirleri ile tepkileşmekte ve daha farklı moleküllerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.

Atom ve moleküllerin birbirleri ile tepkileşmesi için de fizik yasalarına uymaları gerekmektedir. Bilinç de yaşam gibi atomların birbirleri ile tepkileşmelerinin ürünüdür.

Atom ve moleküllerin ise birbirleri ile tepkileşebilmeleri için önce birbirlerini tanımaları gerekmektedir. Bütün olay budur.


Kimyasal evrim atom ve moleküllerin birbirlerini tanımaları temeli üzerine kurulmuş bir evrim türüdür. Bu tanıma doğal seçilime tabi olmuştur. Atom ve moleküller birbirlerine ne kadar büyük bir afinite ile tutunurlarsa, ortaya çıkan molekül o kadar kararlı olacaktır.

Bu temel davranış örnegi yalnız yaşamın değil, aynı zamanda bilincin de ortaya çıkmasından sorumludur. Bilincin başka türlü ortaya çıkması mümkün değildir.

Ne yaşam ilahi bir güçle ortaya çıkmıştır, ne de bilinç. Onlar maddenin olağan davranış biçimlerinin ürünüdür.
 

Link to comment
Share on other sites

  • 1 sene sonra...

 

Atom ve moleküllerin ise birbirleri ile tepkileşebilmeleri için önce birbirlerini tanımaları gerekmektedir. " Bu düşünceye göre, tepkileşmek için de sadece tanıma değil tepkileşme istenci de olmalıdırki, bence istenç kavramı (bilinçsiz) tanımayı da içerir. Yine bu düşünceye göre evren ya da bütün varoluş enerjisi kendisini yokluktan koruma ve buna  bağlı olarak çeşitli korunma istençleri de ortaya çıkacaktır. Yani bütünsel olarak birbirine bağlı istençler; ama bunlar bilinçsiz istençler. Bu da akla Nietsche'nin güç istencini getiriyor. Bunda insandaki soyutu atomlara, kuantum parçacıklarına taşıma yok bunlarda kendilerine ait bir soyut olduğu düşüncesi vardır.  ki bu da (bilinçsiz) istençtir. Neden soyut denince insanoğluna ait olan soyutla yetinelimki; zaten bilim diye yapılandırdığımız sistem bu soyutların ortaya konumu değil midir.

Link to comment
Share on other sites

Atom ve moleküllerin ise birbirleri ile tepkileşebilmeleri için önce birbirlerini tanımaları gerekmektedir. " Bu düşünceye göre, tepkileşmek için de sadece tanıma değil tepkileşme istenci de olmalıdırki, bence istenç kavramı (bilinçsiz) tanımayı da içerir. Yine bu düşünceye göre evren ya da bütün varoluş enerjisi kendisini yokluktan koruma ve buna  bağlı olarak çeşitli korunma istençleri de ortaya çıkacaktır. Yani bütünsel olarak birbirine bağlı istençler; ama bunlar bilinçsiz istençler. Bu da akla Nietsche'nin güç istencini getiriyor. Bunda insandaki soyutu atomlara, kuantum parçacıklarına taşıma yok bunlarda kendilerine ait bir soyut olduğu düşüncesi vardır.  ki bu da (bilinçsiz) istençtir. Neden soyut denince insanoğluna ait olan soyutla yetinelimki; zaten bilim diye yapılandırdığımız sistem bu soyutların ortaya konumu değil midir.

Yani sen "nesnel maddeye/fenomene" soyut mu yukluyorsun?

 

Kisaca "doganin kanunlari vardir" temelli insanoglunun verdigi kanunlari dogada oldugunu soylemek "metafizik/ontolojik/materyalist naturalizm" dir.

 

Bilim ise, "yontemsel naturalizm" e gore hareket eder.

 

Natüralizm iki farklı felsefî görüşte incelenir:

  • Yöntemsel natüralizm (veya bilimsel natüralizm) ki bu epistemoloji üzerine yoğunlaşır: "Dünya üzerinde güvenilir bilgiyi edinmenin yöntemleri nelerdir?". Metafizik ve dini inançtan bağımsız, özellikle "bilgi" edinmenin pratik yöntemleriyle ilgili epistemolojik bir bakış açısıdır. Buna göre varsayımların doğal neden ve olaylara göre açıklanıp test edilmesi gerekir.[2] Gözlemlenebilir eylemlerin açıklamaları yalnızca doğal nedenlerle ilişkilendirildikleri sürece pratik ve faydalı olur (mesela "kesin işleyişler" buna örnektir, ama "şüpheli mucizeler" değil). Yöntemsel natüralizm modern bilimin temel prensibidir. Bazı filozoflar bu düşünceyi daha da genişleterek yöntemsel natüralizmin felsefenin de temel prensibi olduğunu söylemişlerdir. Bu bakış açısına göre bilim ve felsefe bir bütündür. W.V. Quine, George Santayana ve diğer bazı filozoflar da bu düşünceyi desteklemişlerdir.
  • Metafizik natüralizm, (veya ontolojik natüralizm veya felsefik natüralizm) ontoloji üzerine yoğunlaşır: Bu bakış açısı daha çok varoluş ile alakalıdır: var olan nedir ve var olmayan nedir? Natüralizm "tabiat vardır ve bütün temel doğrular tabiatın doğrularıdır."[3] metafiziki pozisyonuna sahiptir.

wiki

Link to comment
Share on other sites

 

ben kanunların doğada olduğunu söylemek istemiyorum

beyindeki soyut olan bilinç doğada mıdır, yani beyinde midir; beynin içinde bilinç denilern bir şey var mıdır

bilinç insanoğlunun bir ortaya koyumu olan soyuttur

aynı şekilde atomlarda ve atomaltı parçacıklarda da insanoğlu ortaya koyumu olan bir soyut neden olmasın

Link to comment
Share on other sites

yani sen beyne bir soyut yüklerken metafizik natüralist olmuyorsun da

ben atomlara bir soyut yüklerken metafizik natüralist mi oluyorum

Sen insanoglunun soyutlama yetilerinin, soyutlamasini soyut degerlendirmesinin muhakemesinin, sorgulamasinin v.s. merkezinin nerede oldugunu dusunuyorsun?

 

Ya da masanin bir soyutu oldugunun bana gozlemini ver.

Ayrica oldugunu farzetsek bile, sen hangi ortak dil ile atomlarla iletisim kurabiliyorsun?

 

Ya "doganin kanunlari vardir"- metafizik naturalizm.

 

Ya da "dogaya kanunlari onu algilayan ve gozlemleyen insanoglu verir"- yontemselnaturalizm

 

Epistemolojik secenek bu. 

Link to comment
Share on other sites

 

"dogaya kanunlari onu algilayan ve gozlemleyen insanoglu verir"

bu kanunlara ilkel bilinç desek ne değişecek; yine doğaya bizim verdiğimiz bir özellik olacak 

geştaltı yani bakış açısını genişletmiş olacağız; nasıl geştalt şekline bir yandan bakınca yüz diğer yandan bakınca vazo görüyoruz

aynı şekilde doğaya insanoğlunun verdiği kanunlara fiziksel yasalar da fiziksel bilinç de denilebilir

böyle denilmesi doğanın içinde ayrı bir kişisel bilinç olduğu anlamına gelmez ama

insanoğlu bilincine evrimsel bir temel oluşturur; diye düşünüyorum tabii 

Link to comment
Share on other sites

"dogaya kanunlari onu algilayan ve gozlemleyen insanoglu verir"

bu kanunlara ilkel bilinç desek ne değişecek; yine doğaya bizim verdiğimiz bir özellik olacak 

geştaltı yani bakış açısını genişletmiş olacağız; nasıl geştalt şekline bir yandan bakınca yüz diğer yandan bakınca vazo görüyoruz

aynı şekilde doğaya insanoğlunun verdiği kanunlara fiziksel yasalar da fiziksel bilinç de denilebilir

böyle denilmesi doğanın içinde ayrı bir kişisel bilinç olduğu anlamına gelmez ama

insanoğlu bilincine evrimsel bir temel oluşturur; diye düşünüyorum tabii 

Hayir, ilkkel bilinc dersen; bizim verdigimiz ozellik anlamini tasimaz.

 

Zaten sorun da bu hatadan yola cikip, sadece metafizikte varlikta takili kalmakta.

 

Denemez. Cunku o yasalar da insanoglunun verdigidir.

 

Maalesef geliyor. Gelmezse insanoglu madde olarak algilanmaz ve degerlendirilmezdi.

 

Yani insanoglunun maddeye verdigini, tam tersi olarak maddenin insanogluna verdigi seklinde algilaniyor.

 

Boylece insanoglu kendi kendine kendini teslim ediyor ve ufkunu daraltiyor.

 

Ondan sonmra da tanrisini buluyor.

 

Maddenin ufku yoktur, ufuk insanoglundadir. Bunu algilayamayan insanoglu ufkunu mahkum eder.

 

Insanoglu bilincine bu farkindalik, devrimsel temelolusturur.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Hayir, ilkkel bilinc dersen; bizim verdigimiz ozellik anlamini tasimaz.

 

Zaten sorun da bu hatadan yola cikip, sadece metafizikte varlikta takili kalmakta.

 

Denemez. Cunku o yasalar da insanoglunun verdigidir.

 

Maalesef geliyor. Gelmezse insanoglu madde olarak algilanmaz ve degerlendirilmezdi.

 

Yani insanoglunun maddeye verdigini, tam tersi olarak maddenin insanogluna verdigi seklinde algilaniyor.

 

Boylece insanoglu kendi kendine kendini teslim ediyor ve ufkunu daraltiyor. 

 

Ondan sonmra da tanrisini buluyor.

 

Maddenin ufku yoktur, ufuk insanoglundadir. Bunu algilayamayan insanoglu ufkunu mahkum eder.

 

Insanoglu bilincine bu farkindalik, devrimsel temelolusturur.

bilim yasaların ilkel bilinç denemez diyorsun ama ben yine de nedenini algılayamıyorum

hem insandan önce bazı hayvanlarda da öz farkındalık gelişmiş köpekler, bazı şempazeler yunuslar aynada  kendilerini farkediyorlar

yani geriye doğru biliçte bir azalma var en nihayetinde yasalar ilkel bilincin limiti durumunu arzetmiyor mu; bilinç insan beyninde birden ortaya çıkmadı bir evrimsel süreçle insan bilinci durumuna geldiği çok açık

yasalara ilkel bilinç denince insanların artık bilinç arama sorunu da kalkıyor; çünkü bilincin ilkel bilinçten evrildiğini ve yaratıcı bir bilince herek olmadığını daha iyi anlamış olmuyor mu 

 

Link to comment
Share on other sites

bilim yasaların ilkel bilinç denemez diyorsun ama ben yine de nedenini algılayamıyorum

hem insandan önce bazı hayvanlarda da öz farkındalık gelişmiş köpekler, bazı şempazeler yunuslar aynada  kendilerini farkediyorlar

yani geriye doğru biliçte bir azalma var en nihayetinde yasalar ilkel bilincin limiti durumunu arzetmiyor mu; bilinç insan beyninde birden ortaya çıkmadı bir evrimsel süreçle insan bilinci durumuna geldiği çok açık

yasalara ilkel bilinç denince insanların artık bilinç arama sorunu da kalkıyor; çünkü bilincin ilkel bilinçten evrildiğini ve yaratıcı bir bilince herek olmadığını daha iyi anlamış olmuyor mu 

Bilinc nerededir, insanoglunun beyninin zihin yetisindedir. Yani bilim yasalari burdan cikar. Yasalar insanoglunun bir soyutlamasidir.

 

Olabilir, yalniz bizim kavramsal bilgimiz bize, onlarinki onlara arada bir dialog yok.

 

Tabiki evrimile olustu. Yalniz, bugun insanoglu kendi bilincini kendisi evrime birakmadan devrimci olarak yukseltebilir. Yeterki bunun farkinda ve bilincinde olsun.

 

Olurmu, yasalar kalici olmadiginda ya da yanlislandiginda ne olacak?

 

Bilinci algilamak icin, insanoglunun dusunce ve davranisina bakmak yeterlidir. Cunku beyninde yer etmis olasni ancak dile getirecektir.

 

Evrium olarak bakilacaksa, konu sadece bilinc degil. Bilinc sadece zihnin soyutlama yetilerinden sadece biridir.

 

Burada beynin soyutlama merkezi olarak zihi nasil olusturdugu ve insanoglunun konusma/dil yetisi gelisimi onemli.

Link to comment
Share on other sites

Bilinc nerededir, insanoglunun beyninin zihin yetisindedir. Yani bilim yasalari burdan cikar. Yasalar insanoglunun bir soyutlamasidir.

 

Olabilir, yalniz bizim kavramsal bilgimiz bize, onlarinki onlara arada bir dialog yok.

 

Tabiki evrimile olustu. Yalniz, bugun insanoglu kendi bilincini kendisi evrime birakmadan devrimci olarak yukseltebilir. Yeterki bunun farkinda ve bilincinde olsun.

 

Olurmu, yasalar kalici olmadiginda ya da yanlislandiginda ne olacak?

 

Bilinci algilamak icin, insanoglunun dusunce ve davranisina bakmak yeterlidir. Cunku beyninde yer etmis olasni ancak dile getirecektir.

 

Evrium olarak bakilacaksa, konu sadece bilinc degil. Bilinc sadece zihnin soyutlama yetilerinden sadece biridir.

 

Burada beynin soyutlama merkezi olarak zihi nasil olusturdugu ve insanoglunun konusma/dil yetisi gelisimi onemli.

Olurmu, yasalar kalici olmadiginda ya da yanlislandiginda ne olacak? " bu ilkel bilinç te yanlışlanacak; doğrulanan ne ise o geçecek yani yasalara iilkel bilinç denilmesini bilimsel bir varsayım olarak ileri sürüyorum; çünkü ilkel bilinç kavramı yasa kavramından daha kapsamlı, hiçbir fizik yasası güç istenci olmadıkça bir işe yaramaz.

 

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...