Jump to content

Tanrı neden bilinmeyenlere cevap değildir?


mantik

Recommended Posts

Tanrı geçerli bir açıklama değildir, çünkü aslında problemi çözmez. Bilinmeyen birşeyin sebebine Tanrı demek, problemi çözmek değil, sadece üstünü örtmektir. İnançlılar bilimin iyi açıklayamadığını düşündükleri birşeyler buldukları zaman çok sevinirler, sanki bu kendi inançlarını doğruluyormuş gibi. Örneğin 'bilim daha insanların neden her gün bilmemkaç saat uyuduğunu bile açıklayamıyor' gibi bir ifade okuduğumu hatırlıyorum geçenlerde forumda. Buna benzer çok şey de söylenebilir zaten. Bu sadece bir örnek. Fakat bu tür şeyler söyleyenlerin gözardı ettiği gerçek, bilim birşeyi açıklıyor olsun ya da olmasın, kendi açıklamalarının açıklama olup olmadığıdır. Bir şey için 'Tanrı yaptı' demek ne derece tatminkar bir açıklamadır? Ya da zaten açıklama mıdır? 'Ol dedi, oldu' ifadesi olsa olsa 'bilmiyorum' ifadesinin gizlenmiş şeklidir. İnançlılar nasıl bunun bir açıklama olduğunu düşünebiliyorlar ve bilim karşısında bunun bir zafer olduğunu iddia edebiliyorlar, anlaşılır gibi değil. Bu durum inançlıların ne derece büyük bir şartlanma içinde olduklarının birbaşka göstergesidir.

 

Ayrıca, Tanrı yaptı demenin bir açıklama olmaması bir yana, durum aslında bundan daha da vahimdir. Çünkü aslında Tanrı ismini verdikleri kavramın ne olduğu belli değildir. Tanrı derken ne kastettiklerini inançlıların kendileri bile bilmez. Tanrı ile ilgili tek söyleyebildikleri her şeye kadir, her şeyi bilen ve ezelden beri varolan bir gücün her şeyi yarattığıdır. Ama bu Tanrı dedikleri şeyin ne olduğu, neden ezelden beri varolduğu, neye benzediği, nasıl olup da ol demesiyle her şeyi yarattığı meçhuldur. Bu soruların tümünün cevabı 'bizim buna aklımız ermez'dir. İyi de, bu cevabı bilinmeyen soruları, içi boş ve ne olduğu meçhul bir kavramın içine hapsetmek ve görmemezlikten gelmek değil midir? Tanrı nedir ki bilinmeyen soruların cevabı olsun? Daha Tanrı'dan ne kastettikleri belli değildir, hatta Tanrı'yı doğru dürüst tanımlayamazlar, ama sorulara cevap olduğunu iddia ederler. Cevabı aranan konu ile, 'bilmiyorum' cevabının arasına 'Tanrı' diye tampon bir kavram eklerler, sanki bunu ekleyerek cevabı bilmediklerini gizleyebileceklermiş gibi. Halbuki buradaki bu 'Tanrı' sözü, içi boş bir kavramdır. Toplamadaki sıfır gibi bir etkisiz elemandır. Bu kavramı geçip, doğrudan 'bilmiyorum'a ulaşmak daha tutarlıdır. Çünkü zaten Tanrı derken yapılan odur. 'Evrenin sebebi nedir?'in cevabı 'Tanrı' ise ve 'Tanrı nedir?'in cevabı 'bilmiyorum' ise, demek ki aslında 'Evrenin sebebi nedir?'in cevabı 'bilmiyorum'dur. Burada araya Tanrı diye içi boş bir kavram sokmak bir cevap değildir.

 

Tanrı'yı tanımlamaya kalktığınızda ortaya çıkan sayısız mantıksal problem ve paradoks da işin başka bir yönü. Yani bu Tanrı kavramı aslında insan aklına, zihnine sığan bir kavram da değil. Yani tanımlı bir kavram değil, ne olduğu meçhul aslında. Akla uygun olmak bir yana, tam tersi akıl dışı, absürd bir kavram. Tabi bizim akıl dışı dediğimize onlar 'akıl ve mantık üstü' diyerek daha gizemli bir hava katarlar. Ama birşeye 'akıl ve mantık üstü' demenin aslında 'akıl dışı ve absürd' demekten farkı yoktur. Sadece kelimeleri farklı seçerek, bahsettikleri kavramın ne kadar saçma ve akıl dışı olduğunun üstünü örtmeye çalışırlar.

 

Yani tüm bunlarla anlatmaya çalıştığım, Tanrı fikrinin bu problemlere veya herhangi bir bilinmeyene cevap olamayacağıdır.

  • Like 6
Link to comment
Share on other sites

Tasarım argümanı neden geçersizdir?

 

Tanrı'nın varlığı konusunda delil olarak getirilen en popüler argümanlardan biri olan 'Tasarım' argümanı, bir illüzyonun ürünüdür. Genellikle yaşamın varolması ve dünyada gözlenen kompleksliğin başka türlü açıklanmasında güçlük çekilmesi yüzünden insanlara ikna edici gelen bir gerekçedir. Fakat elbette ki çürüktür, çünkü en temelinde 'argument from ignorance' (cehaletten argüman) denen düşünce hatasından kaynaklanır. Bir şeyin nasıl olduğu anlaşılmıyorsa, ya da o kişi anlayamıyorsa, o şeyin olamayacağı fikrine ulaşmaktan kaynaklanan bir düşünce yanlışıdır bu. İnsanların önce anlayamayıp, sonra yeterince inceleme sonucu çözdüğü sayısız olay vardır bilim tarihinde. Hatta bilimin tüm tarihi bundan ibarettir denebilir. Bu yüzden birşey şu anda anlaşılmıyorsa ya da sözkonusu kişi anlayamıyorsa, bu o şeyin bir açıklaması yoktur anlamına gelmez.

 

Ayrıca, evren ile ilgili daha yakından ve daha dikkatli gözlemler, daha çok herşeyin rastgele olduğu ve altında bilinçli bir tasarım olmadığı fikrine ulaştırır insanı. Çünkü bizim şu anki bilincimizle bile çok daha iyisini geliştirebileceğimiz pek çok çarpıklık mevcuttur doğada. Bu yüzden aslında doğada bir bilinçli tasarım sonucu değil, tam tersi kör işleyen süreçler sonucu oluştuğu izlenimi veren çok daha fazla oluşum mevcuttur. Ve bilinçli tasarım sonucu oluştuğu düşünülen şeylerin tümünü bilinçli olmayan süreçlerle de açıklamanın mümkün olduğunu bilim bulmuştur.

 

Bu yüzden aslında evrenin tasarlandığını düşünmek için bir sebep yoktur. Hatta evrene bakıldığında, tasarlanmadığını düşünmek gözlemlerle daha uyumlu, daha mantıklı bir açıklamadır.

 

Ayrıca, tasarım argümanı zaten çok temel birbaşka problemden muzdariptir, o da tasarlayıcının kökeni konusudur.

 

Eğer evren, tasarlandığını düşünmemizi gerektirecek kadar kompleks, düzenli ve amaç dolu ise, o zaman onu tasarladığı söylenen faktörün daha da kompleks, düzenli ve amaç dolu olması gerekir ve dolayısıyla, aynı düşünce çizgisi gereği, o tasarımcının da tasarlanmış olduğunu düşünmek gerekir. Evrene tasarlanmıştır deyip, evrenin tasarımcısına tasarlanmamıştır demek, çok açık bir tutarsızlıktır. Eğer evrenin tasarımcısı denen faktörün tasarlanmadığını hayal edebilmek mümkünse, aynı mantık gereği evrenin de tasarlanmamış olabileceğini düşünmeleri gerekir. Yok eğer evren ille de tasarlanmış olmak durumunda ise, o zaman böyle bir evreni tasarlayan şeyin neden tasarlanmamış olduğu açıklanmalıdır. Görüldüğü gibi, ortada çok açık bir tutarsızlık ve düşünce yanlışı vardır ve dolayısıyla tasarım argümanı insanı hiçbir yere götürmez.

Link to comment
Share on other sites

Hem teoloji (tanrinin varligi), hem de teleoloji (amac, gaye, tasarim v.s.) birincisi, ne bilimin konusudur; ne de bilimseldir.

 

Teolojik olarak, tanridan once; insanoglu tanrilastirmayi gelistirmistir. Tanrilastirmanin temelinde de, sorulan sorulara verilecek cevap bulunamamasi yatar. Cok tanrili donemlerde, gorungusu olan seylerin tanrilasmasi da bu yuzdendir. Daha sonra bu gorungulu tanrilar, ya insan gorunumlu, ya da insan-hayvan karisimi gorunumlu birer pitoresk, heykel halini almislardir, putlarda buna dahildir.

 

Tanrilastirma zihniyeti; tanrisal yanasimda, tanriyi soyuta, erisilmeze, ulasilmaza, algilanmaza v.s. tasidiginda, bu tanrilastirmada yeni bir cag acmistir. Uc ibrahimi dinin tanrisi da, bu iceriktedir.

 

Tanrilastirma, teolojik algi olarak; ya algilanan tanrinin bir gorungu ile ozdeslestirilmesi (evren-panteizm, madde-hyloteizm), ya iciceligi (panenteizm), ya belirsizligi (deizm), ya bilinemezligi (agnostisizm), ya anlam ve icerigi verilen bir tanrinin yoklugu (ateizm), ya bir araci temelinde tek tanricilik (kuran-Allah, Isa-god) temelindedir.

 

Butun bu tanrilastirma temelinde, tanrinin ne oldugu da; ona verilen anlam ve icerikte ve bu anlam ve icerik ile kurulan bag ile belirlenir. (En son Hawking'in "bilimin yasalari tanridir" aciklamasi gibi)

 

Eger tanri bir seye cevap olacak ise; bu zaten basta tanriya bir insanoglu anlam ve icerigi yuklemek anlamini tasir. Bunu insanoglu zaten sadece tanriya degil; her turlu algiladigina yonelik yapmaktadir. Yani, bir subjektivizm yuklenmesi; dogaya dogallik, kanun, yasa yuklenmesi gibi.

 

Sonucta insanoglu disindaki bir gorunguye, subjektivizm yuklemek demek; onu tanrilastirmadan bile, bir akilli tasarimci yapmak demektir. Yani, insanoglu disinda bir gorunguye, teleolojik bir anlam ve icerik yuklemek.

 

Bu temelde insanoglunun kendi dahil, her gorunguye yuklenen herhangi bir subjektivite, zaten uzerine yuklenene degil; insanogluna ait bir yuklemedir.

 

Bu temelde de, bilimde negatif yoktur. Yani bilinmeyen yoktur. Cunku bilim, epistemolojik olarak gorunguyu gozlemler ve belirtir, bildirir. Belirtip, bildirdikleri de bilinendir.

 

Eger, epistemolojik olarak sorulan bir sorunun henuz bir cevabi yoksa, ve ona aklin kendi kendini tatmininden dolayi bir inanilan dogru cevabi verilecekse; bu zaten bilimsel degildir. Bu temelde, kim kendi aklinin tatmini temelinde bir cevap veriyorsa, bu bilinmeyene cevap degil; aklin inandigi dogrunun dogrulama tatminidir.

 

Buradaki en buyuk cikmaz da, tatminlik cikmazidir. Yani, tanrinin tanrilasma sorunu vardir. Oyuzden de, inanc bilmeye paralel olarak, sabit, sahipli, savunulu ve sorgulanmazdir, yani bir cesit tabudur.

 

Iste bu temelde, gorunguyu tanrilastiran da, ona bir subjektiflik yukleyen de insanoglunun kendisidir.

 

Bilim ise, bilimsel olarak gorunguyu gozlemler ve onun hakkinda bilgisini, bildirir ve belirtir. Bu epistemolojik olarak surekli suregelen bir surectir, yanlislanabilir .

 

Iste bilim ve bilimselligi, inancin ispat ve sabitliginden ayiran durum; bu bilimin gelisebilir ve degisebilirligidir.

 

Cunku bilim ve bilimsellik ispat degil; yanlislanabilirligi baki kalan bilginin bildirilmesi ve belirtilmesidir.

 

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

evren ile ilgili daha yakından ve daha dikkatli gözlemler, daha çok herşeyin rastgele olduğu ve altında bilinçli bir tasarım olmadığı fikrine ulaştırır insanı. -Mantık

 

Saygıdeğer mantık ;

 

Gerek gökcisimlerinin hareketlerini gerekse de evreni oluşturan maddeyi araştırdıklarında, gökbilimcilerin karşılarına çıkan, düzenden başka bir şey değildir.

 

Evrendeki her şey hareket halindedir ve hareketlerde asla kararsızlık ya da belirsizlik yoktur. Gezegenler, yıldızlar veya galaksilerin uzaydaki hareketleri, bilim adamlarının belirli kozmik olayları yanılmaz doğrulukla önceden söylemelerini sağlayan fizik kurallarına göre gerçekleşir. Ayrıca, başka inanılmaz bir şey, en heybetli galaksilerin bile, en küçük atomun davranışını belirleyen dört temel kuvvet tarafından yönetilmesidir.

 

Evreni oluşturan maddenin kendisinde de düzen görülür. The Cambridge Atlas of Astronomy şöyle diyor: “Madde, çok küçüğünden çok büyüğüne kadar tüm ölçülerde düzenlidir.” Dağılımı kesinlikle gelişigüzel olmadığı gibi, maddenin yapısının oluşumunda izlenen yol ister atom çekirdeğindeki proton veya nötronlarla elektronlar arasındaki etkileşim, isterse de dev galaksi kümelerini bir arada tutan karşılıklı çekim kuvvetleri olsun, son derece düzenlidir.

 

Acaba evren neden böylesine bir düzen ortaya koymaktadır?

 

Evreni yöneten üstün kanunlar neden vardır?

 

Bu kanunların evrenin başlangıcından önce var olmaları gerektiğine göre—çünkü aksi takdirde evreni yönetemezlerdi—sorulması gereken mantıklı soru şudur: Bu kanunlar nereden geldi?

 

Ünlü bilim adamı Isaac Newton şu sonuca varmıştı: “Güneşten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu fevkalade sistem, ancak zekâ ve kudret sahibi Biri’nin düşünce ve hâkimiyeti sayesinde meydana gelmiş olabilir.”

 

Fizikçi Fred Hoyle şunları demiştir: “Rubik küpünün çözümünde olduğu gibi, Evrenin başlangıcında da bir zeka olmalıdır.” Doğaüstü bir Kanun Koyucu’nun olması gerektiği sonucu, evrenin başlangıcı olduğunu anlamamızla doğrulanmaktadır.

 

Kuramsal fizikçi Hawking şöyle açıklıyor: “Evrenin ilk hali, yaşam da dahil bugün gördüğümüz her şeyin başlangıcıyla ilgili asıl soruya cevap oluşturur.” Acaba evrenin ilk hali ile ilgili bugünkü bilimsel görüş tam olarak nedir?

 

1960’lı yıllarda bilim insanları, uzayın her köşesinden gelen zayıf bir radyasyon yakaladılar. Bu radyasyonun, gökbilimcilerin Büyük Patlama diye adlandırdıkları ilk patlamadan gelen yansımalar olduğu söylendi. Onlara göre adı geçen patlama o denli büyüktü ki, yankıları milyarlarca yıl sonra bile hâlâ yakalanabilmekteydi.

 

Fakat eğer evren, 15-20 milyar yıl önce ani bir patlamayla var olduysa (bu görüş birçok fizikçi tarafından kabul ediliyorsa da, buna kuvvetle karşı çıkan başka bilim adamları da var), bu durumda şu önemli soru gündeme gelir: Öyleyse ilk enerji nereden geldi? Ya da başka sözlerle, Büyük Patlama’dan önce ne vardı?

 

Bu, çoğu gökbilimcinin atlatmaya çalıştığı bir sorudur. Bir gökbilimci şunu itiraf etti: Bilim, dünyanın, sonsuza kadar bilimsel izahın sınırları dışında kalacak olan kuvvetler vasıtasıyla oluştuğunu kanıtladı. Bu ise, bilimsel dinle, yani her sonucun bir sebebi olduğu inancını temel alan sebep-sonuç diniyle çelişki içinde olduğundan, bilimi rahatsız etmektedir. Şimdi şunu anlıyoruz ki, tüm sonuçların en büyüğü, yani evrenin doğuşu, imanın bu şartına aykırıdır.”

 

Oxford Üniversitesinden bir profesör, daha anlamlı olarak şunları yazdı: Evrenin oluşmasına ilk sebep olan şeyin kimliği, okuyucunun kararına bırakılmıştır. Fakat bu ilk sebep yoksa, tabloda eksiklik vardır.” Kutsal Kitap ise, “ilk sebep”in kimliğini şöyle açıklayarak konuyu aydınlatıyor: “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı.”

 

Ama bu Tanrı dedikleri şeyin ne olduğu, neden ezelden beri varolduğu, neye benzediği, nasıl olup da ol demesiyle her şeyi yarattığı meçhuldur. - Mantık

 

 

Bir şeyin nasıl olduğu anlaşılmıyorsa, ya da o kişi anlayamıyorsa, o şeyin olamayacağı fikrine ulaşmaktan kaynaklanan bir düşünce yanlışıdır bu. -Mantık

 

Şimdi bilgimiz sınırlıdır, ama o zaman tam bileceğiz.- Havari Paul

 

 

Saygılarımla

Agop-Dikran

Link to comment
Share on other sites

Butun bu tanrilastirma temelinde, tanrinin ne oldugu da; ona verilen anlam ve icerikte ve bu anlam ve icerik ile kurulan bag ile belirlenir.-Evrensel insan

 

Saygıdeğer Evrensel İnsan ;

 

Genel olarak bilim ölçülebilir, din ise ölçülemez şeylerle ilgilenir. Bilim, herhangi bir ahlaksal ya da sanatsal kuramı kanıtlayamayacağı ya da çürütemeyeceği gibi, Tanrı’nın varlığını da ne kanıtlayabilir ne de çürütebilir. Bir kişinin komşusunu sevmesinin ya da insan yaşamına saygı duymasının bilimsel bir nedeni yoktur. En bariz hata, bilimsel olarak kanıtlanamayan bir şeyin var olmadığını iddia etmektir; bu hata, sadece Tanrı’yı ya da insanın benliğini değil, sevgi, şiir ve müzik de dahil yaşamda değer verdiğimiz hemen her şeyi yok sayacaktır.

 

 

Cümleleriniz bana Albert Einstein kabul ettiği şu olguyu hatırlatıyor: “Seçkin bilim adamları arasında kendine ait dinsel duyguları olmayan birine nadiren rastlarsınız. . . . . Dinsel duygular, doğa yasalarının uyumu karşısında büyük bir şaşkınlıkla ifade edilir. İnsanların tüm sistematik düşünce ve davranışları, bu doğa yasalarının gösterdiği üstün zekayla karşılaştırıldığında düpedüz önemsiz bir taklittir.”

 

saygılarımla

Agop-Dikran

Link to comment
Share on other sites

Bilimsellikten bahsetmeniz, olgu ve kavramlara anlam ve içerik yükleyenin insan olduğunu söylemeniz benim bu açıklamayı getirmeme neden oldu. Aslında bazı olgular bilimsel yönteme tabi tutulamaz. Benim vurgulamaya çalıştığım buydu. Siz bu çizginin ötesinde "artık bilimsel değil" diyorsunuz.

 

Saygılarımla

Agop-dikran

Link to comment
Share on other sites

Saygideger Agop;

 

Aslında bazı olgular bilimsel yönteme tabi tutulamaz. Benim vurgulamaya çalıştığım buydu. Siz bu çizginin ötesinde "artık bilimsel değil" diyorsunuz. -Agop-

Yukaridaki cumlenizi, biraz daha aciklar misiniz?

 

Hangi olgular, bilimsel yonteme tabi tutulmaz?

 

"Bu cizginin otesi" derken, neyi kast ediyorsunuz?

 

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

Agop,

 

Acaba evren neden böylesine bir düzen ortaya koymaktadır?

 

Evreni yöneten üstün kanunlar neden vardır?

 

Bu kanunların evrenin başlangıcından önce var olmaları gerektiğine göre—çünkü aksi takdirde evreni yönetemezlerdi—sorulması gereken mantıklı soru şudur: Bu kanunlar nereden geldi?

 

Ünlü bilim adamı Isaac Newton şu sonuca varmıştı: “Güneşten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu fevkalade sistem, ancak zekâ ve kudret sahibi Biri’nin düşünce ve hâkimiyeti sayesinde meydana gelmiş olabilir.”

 

Evet, doğa kanunları neden vardır ve bunlar evrenin altında akıllı bir tasarımın olduğunun bir göstergesi midir?

 

Bunu anlamak için önce “doğa kanunu” teriminin kaynağındaki önyargıyı anlamamız gerekiyor. Newton mekanik ve yerçekimini geliştirdiğinde “Tanrı tarafından doğaya yerleştirilmiş kanun” fikri Newton’un tüm düşünce biçimine yerleşmişti (içinde yetiştiği kültür tarafından empoze edilmişti). Bugün bile medyada, popüler kültürde ve hatta bazı bilim adamlarının zihninde bilim bir bakıma “Tanrı’nın düşüncelerini anlamak” biçiminde yorumlanmaktadır. Dolayısıyla “kanun” sözcüğünün içinde barındırdığı “bilinçli biri tarafından icat edilen kural” kavramı, bilimi ve doğa kanunlarını algılayışımızda insanların zihnine yerleşmiştir.

 

Halbuki doğa kanunlarının koyulan kurallarla ilgisi yoktur. Doğa kanunları dediğimiz şeyler duyularımız ve cihazlarımızla yaptığımız gözlemleri basit ve ekonomik olarak tasvir etme girişimimizden başka bir şey değildir. Fakat dikkat ediniz, bu dünyanın nasıl işlediğini biz belirliyoruz anlamına gelmediği gibi, doğada hiçbir düzen yoktur anlamına da gelmez.

 

Fakat bu düzen ve doğa kanunu adını verdiğimiz kuralların pek çoğunun aslında doğada gözlediğimiz ve normalde sözünü dahi etmediğimiz basitlik ve homojenlikleri ifade ettiğini bugün yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Örneğin, enerji, momentum ve açısal momentumun korunumu yasalarının aslında uzay ve zamanın homojenliğinin birer ifadesi olduğu anlaşılmıştır. Termodinamiğin birinci yasası (enerji korunumu), zamanda kendine has ve diğerlerinden farklı bir özel anın bulunmadığının ifadesinden başka bir şey değildir. Momentum korunumu, uzayda diğerlerine tercih edilen özel bir noktanın veya mekanın bulunmadığının bir ifadesidir. Diğer korunum kanunlarının her biri de basitlik ve homojenliğin ifadeleridir.

 

Homojen bir evren, ki akla gelebilecek evrenlerin en basitidir, kaza sonucu oluşması en muhtemel türde bir evrendir. Ki bu tür bir evrende pek çok “korunum” yasaları otomatik olarak oluşacaktır.

 

Diğer daha karmaşık ve evrenselliği daha az olan doğa yasaları ise rasgele bozulmuş simetrilerden kaynaklanmaktadır. Evrende korunmayan bir nicelik gözlediğimizde, işin içine uzaysal simetriyi bozan bir “kuvvet” kavramı girmektedir. Bu yolla, doğadaki kuvvetlere ilişkin olan ve evrene yapı ve şekil kazandıran kanunlar, evrende big bang’dan sonraki ilk zamanlarında, kendiliğinden, rasgele ve rastlantısal olarak bozulan simetrilerin ürünüdür. Bunu su buharından kar taneciklerinin oluşumuna, ya da curie sıcaklığından daha soğuk bir değere kadar soğutulan bir demir parçasının manyetize oluşuna benzetmek mümkündür.

 

Kısacası doğa kanunları fikrine yakından bir bakış da evren için “akıllı tasarım” iddialarını destekleyecek bir argüman ortaya koyamıyor. Hatta eğer bir şeye işaret ediyorsa, daha çok evrendeki homojenlik, basitlik, kendiliğindenlik ve rastlantısallığa vurgu yapıyor. “Akıllı tasarım” gibi bir ihtimalin gerçek olmasının olası oluşu yeterli değildir. Eğer böyle bir tezde ısrar edilecekse, durumun bu olduğuna dair somut göstergeler de gerekmektedir ve sunulan iddiaların hiçbiri bunu göstermeye yetmemektedir. Bu yönde yorumlanan verilerin fikirsel şartlanmalar ve önyargılı yorumlardan kaynaklandığı göze çarpmaktadır. Hatta bu verilerin ayrıntılı analizi daha çok ters yönde sonuçlar ima etmektedir. Felsefedeki Occam’s razor (occam’ın bıçağı) prensibi gereği, gereksiz ve fazlalık faktörler açıklamalardan çıkarılır. Akıllı tasarım gibi bir fikri dünya görüşümüze katmanın evrenin açıklanabilirliğine bir katkısı yoktur. Bu durumda böyle bir iddia fazlalıktır ve bilimsel bir açıklamada yeri yoktur.

Link to comment
Share on other sites

Guest DİRİLİŞ

evren ile ilgili daha yakından ve daha dikkatli gözlemler, daha çok herşeyin rastgele olduğu ve altında bilinçli bir tasarım olmadığı fikrine ulaştırır insanı. -Mantık

 

Saygıdeğer mantık ;

 

Gerek gökcisimlerinin hareketlerini gerekse de evreni oluşturan maddeyi araştırdıklarında, gökbilimcilerin karşılarına çıkan, düzenden başka bir şey değildir.

 

Evrendeki her şey hareket halindedir ve hareketlerde asla kararsızlık ya da belirsizlik yoktur. Gezegenler, yıldızlar veya galaksilerin uzaydaki hareketleri, bilim adamlarının belirli kozmik olayları yanılmaz doğrulukla önceden söylemelerini sağlayan fizik kurallarına göre gerçekleşir. Ayrıca, başka inanılmaz bir şey, en heybetli galaksilerin bile, en küçük atomun davranışını belirleyen dört temel kuvvet tarafından yönetilmesidir.

 

Evreni oluşturan maddenin kendisinde de düzen görülür. The Cambridge Atlas of Astronomy şöyle diyor: “Madde, çok küçüğünden çok büyüğüne kadar tüm ölçülerde düzenlidir.” Dağılımı kesinlikle gelişigüzel olmadığı gibi, maddenin yapısının oluşumunda izlenen yol ister atom çekirdeğindeki proton veya nötronlarla elektronlar arasındaki etkileşim, isterse de dev galaksi kümelerini bir arada tutan karşılıklı çekim kuvvetleri olsun, son derece düzenlidir.

 

Acaba evren neden böylesine bir düzen ortaya koymaktadır?

 

Evreni yöneten üstün kanunlar neden vardır?

 

Bu kanunların evrenin başlangıcından önce var olmaları gerektiğine göre—çünkü aksi takdirde evreni yönetemezlerdi—sorulması gereken mantıklı soru şudur: Bu kanunlar nereden geldi?

 

Ünlü bilim adamı Isaac Newton şu sonuca varmıştı: “Güneşten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu fevkalade sistem, ancak zekâ ve kudret sahibi Biri’nin düşünce ve hâkimiyeti sayesinde meydana gelmiş olabilir.”

 

Fizikçi Fred Hoyle şunları demiştir: “Rubik küpünün çözümünde olduğu gibi, Evrenin başlangıcında da bir zeka olmalıdır.” Doğaüstü bir Kanun Koyucu’nun olması gerektiği sonucu, evrenin başlangıcı olduğunu anlamamızla doğrulanmaktadır.

 

Kuramsal fizikçi Hawking şöyle açıklıyor: “Evrenin ilk hali, yaşam da dahil bugün gördüğümüz her şeyin başlangıcıyla ilgili asıl soruya cevap oluşturur.” Acaba evrenin ilk hali ile ilgili bugünkü bilimsel görüş tam olarak nedir?

 

1960’lı yıllarda bilim insanları, uzayın her köşesinden gelen zayıf bir radyasyon yakaladılar. Bu radyasyonun, gökbilimcilerin Büyük Patlama diye adlandırdıkları ilk patlamadan gelen yansımalar olduğu söylendi. Onlara göre adı geçen patlama o denli büyüktü ki, yankıları milyarlarca yıl sonra bile hâlâ yakalanabilmekteydi.

 

Fakat eğer evren, 15-20 milyar yıl önce ani bir patlamayla var olduysa (bu görüş birçok fizikçi tarafından kabul ediliyorsa da, buna kuvvetle karşı çıkan başka bilim adamları da var), bu durumda şu önemli soru gündeme gelir: Öyleyse ilk enerji nereden geldi? Ya da başka sözlerle, Büyük Patlama’dan önce ne vardı?

 

Bu, çoğu gökbilimcinin atlatmaya çalıştığı bir sorudur. Bir gökbilimci şunu itiraf etti: Bilim, dünyanın, sonsuza kadar bilimsel izahın sınırları dışında kalacak olan kuvvetler vasıtasıyla oluştuğunu kanıtladı. Bu ise, bilimsel dinle, yani her sonucun bir sebebi olduğu inancını temel alan sebep-sonuç diniyle çelişki içinde olduğundan, bilimi rahatsız etmektedir. Şimdi şunu anlıyoruz ki, tüm sonuçların en büyüğü, yani evrenin doğuşu, imanın bu şartına aykırıdır.”

 

Oxford Üniversitesinden bir profesör, daha anlamlı olarak şunları yazdı: Evrenin oluşmasına ilk sebep olan şeyin kimliği, okuyucunun kararına bırakılmıştır. Fakat bu ilk sebep yoksa, tabloda eksiklik vardır.” Kutsal Kitap ise, “ilk sebep”in kimliğini şöyle açıklayarak konuyu aydınlatıyor: “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı.”

 

Ama bu Tanrı dedikleri şeyin ne olduğu, neden ezelden beri varolduğu, neye benzediği, nasıl olup da ol demesiyle her şeyi yarattığı meçhuldur. - Mantık

 

 

Bir şeyin nasıl olduğu anlaşılmıyorsa, ya da o kişi anlayamıyorsa, o şeyin olamayacağı fikrine ulaşmaktan kaynaklanan bir düşünce yanlışıdır bu. -Mantık

 

Şimdi bilgimiz sınırlıdır, ama o zaman tam bileceğiz.- Havari Paul

 

 

Saygılarımla

Agop-Dikran

 

Evrende mutlak bir düzen olduğu görüşü tümüyle palavradır.

Hatta kimyanın temel kanunlarından biri olan minimum enerji ve maksimum düzensizlik olarak bilinen temel ve bilimsel bir ilke bile mevcuttur.

Bu ilkeye göre evrendeki madde, minimum enerji seviyesi ile maksimum düzensizlik arasında bir denge kurma eğilimdedir.

Bu eğilim, bilimsel gözlemlerle geçerliliği doğrulanmış güvenilir bir bilgidir.

Bu konuda yapacağınız basit bir araştırma ile evren mutlak bir düzenden söz edilemeyeceğini kendiniz de anlayabiliriniz kanımca.

 

Ama ben yine de birkaç örnek vermeden geçemeyeceğim:

 

En basitinden kendi güneş sistemimize bakacak olursak, Jüpiter'de binlerce yıl süren fırtınaların hiçbir düzene işaret etmediğini açıkça görebiliriz. Bu doğa olayı hiçbir biçimde periyodik değildir; süreleri belirsiz ve şiddetleri düzensizdir. Benzer biçimde, güneşteki patlamalar da belirli bir düzen içinde gerçekleşmezler. Bu patlamalar arasında düzenli ve anlamlı bir bağlantı tespit edilemez.

 

Evrenimiz düzensizliğe örnek teşkil eden daha yığınla olayla doludur.

Ne var ki; düzenliliğin tam bir tanımı yapılmadan, bu sözden tam olarak ne kastedildiği belirlenmeden, evrenin düzenli olup olmadığını tartışmak, bu terimin muğlaklığı ve subjektifliği nedeniyle abesle iştigal etmekten öteye geçmeyecektir. Kuşkusuz biri için düzenli görünen bir olay bir başkası için hiç de düzenli olmayabilir.

 

Yazınızda referans verdiğiniz bilimadamlarından S. Hawking'in bir ateist olduğunu bilmiyor olmalısınız.

Teistlerin sıkça başvurduğu kirli bilgilere aldanmış olma olasılığınız bir hayli yüksek görünüyor.

Yabancı diliniz varsa, Türk kamuoyuna dindar olarak lanse edilen bilimadamlarını netten araştırarak bu kimselerin gerçek düşüncelerini öğrenebilirsiniz.

Ateist bilim insanlarının en bilinenlerinden birkaçı içinde Stephan Hawking ve Albert Einstein'ın yer aldığına emin olabilirsiniz.

 

Buraya kadar yazdıklarım, sizin yazınızın geneli hakkında sizde kuşku uyandırabilmişse kafi.

Ancak; evrendeki fizik yasalarının ya da daha özlü bir ifadeyle bilimsel kanunların, tanrı fikrini desteklemekte değil, tersine onu yıkmakta olduğu konusu, teizmin argümanlarını yerle bir edecek çok sayıda mantıksal çıkarımla doludur.

 

Bu konuyu ayrıca işlemek yerinde olur.

Link to comment
Share on other sites

  • 1 ay sonra...
Jüpiter'de binlerce yıl süren fırtınaların hiçbir düzene işaret etmediğini açıkça görebiliriz. Bu doğa olayı hiçbir biçimde periyodik değildir; süreleri belirsiz ve şiddetleri düzensizdir. Benzer biçimde, güneşteki patlamalar da belirli bir düzen içinde gerçekleşmezler. Bu patlamalar arasında düzenli ve anlamlı bir bağlantı tespit edilemez.

 

Periyodik olmaması düzensiz olduğu anlamına mı gelir? Bir şeyin evrenin düzenine uygun olup olmadığına, oluşma zamanının periyoduna bakarak mı karar veriyorsun?

 

1- Bu patlamalar arasında düzenli ve anlamlı bir bağlantı olmadığını nasıl tespit ettin?

 

2- Düzenli ve anlamlı bir bağlantı tespit edilemeyeceğini neye dayanarak söylüyorsun?

Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra...

>> Tanrı neden bilinmeyenlere cevap değildir?

 

İnsanın uydurduğu birşey ancak uyduranın bildiği kadarını bilir.

 

Bir matematik öğretmeni düşünün adam birtek saymayı biliyor. 1-2-3-4-5 diye.

Bu adam gelip integral anlatabilir mi sınıfta?

İntegral çok daha üst birşeydir , onlarca buluş daha yapmalısın ki integrali bulabiliesin.

 

Tanrı fikride böyle ilkel beyinlerin uydurduğu , ilkelce bir cevap.

Çok basit mantığı var.

Evren nasıl var oldu ? Çok güçlü birşey çıktı varetti nasıl varetti bilmiyoruz.

 

Durumun acıklı tarafı , dinsel saçmalıklardan çıkan insanlar başka saçmalıklara tutunuyor olması.

Bilinçsiz tanrı.

Panteizm.

Deizm.

Pananteizm.

Agnostizm.

Vs...

 

 

/Absürdizm/

Link to comment
Share on other sites

Evrende düzen yoktur.

Sadece evrenin büyüklüğünden dolayı ortadaki kaosu insan göremez.

Dünyaya kesinlikle bir meteor veya başka bir gök cismi çarpacak.

Bu %100.

Kesinlikle ve kesinlikle dünyaya zarar verecek nitelikte bir güneş patlaması yaşanacak (manyetizmaya veya ışıma, veya fiziksel zarar)

 

Bunlar kesin olarak gerçekleşecek şeyler.

 

O zaman düzen nerde?

 

Sen uzaktaki iki yıldız, 3 galaksi, 5-10 tane gezegene bakarak düzen mi var diyorsun?

 

 

Dünya ile Mars çarpışacak olsa bile bu çarpışma büyük ihtimalle 1000 yıldan fazla bir sürede gerçekleşecek.

 

 

İnsan eline elma alıp da onu havaya attığında bir saniye gibi bir sürede gerisin geri gelişini görüyor.

İşte kendi cüssesinde gerçekleşen bu olayı evrene de aynı zaman dilimi ve hızlarla uyarladığında düzen görüyor.

 

İnsan yüzlerce misketi yere serper birbirlerine çarpmaları ve karmaşa halinde hareket etmeleri saniyeler sürer,

Evren patlar ve içindeki cisimlerin birbirine çarpmaları ve karmaşa halinde hareket etmeleri, yüzbinlerce, milyonlarca ve hatta milyarlarca yıl sürer.

 

Nerede düzen?

 

Bu tür düzen var vb saçmalıklar yazan kişilerin iletilerinin silinmesini öneriyorum.

Çünkü bu yalan ve ahlaksızlık.

Nasıl küfre izin verilmiyorsa, bu tür yalan ve ahlaksızlıklara da izin verilmemeli.

 

Yalan, yanlış, çarpıtmalı bilgi en büyük kötülüktür.

Bu eylemi yapan kişiler yaptığının farkında olsun ya da olmasın bu böyledir.

 

Bu bağlamda yukarıdaki yalan ifadeleri yazanların iletilerinin silinmesini talep ediyorum.

Link to comment
Share on other sites

Tanri, Allah dediniz,

Hep biribirinizi "yediniz.

Halbuki ne guzeldir, mehtapli deniz.

Tanri mi size, siz mi tanriya verdiniz?

Soyleyin bana nedir, derdiniz?

Aslinda siz, cuvala un serdiniz.

Zannettinizki huzura erdiniz.

Halbuki guzelce aranizda gecinebilseniz.

Siz ektiniz, siz bictiniz.

Insanoglu olarak; idareyi kime verdiniz?

Verirken geri almakmiydi niyetiniz?

Karar verseydi tekiniz,

Gecinip giderdi ikiniz.

Tanri allah demeyiniz,

Boyle bir halt yemeyiniz.

Insan olarak ki biliniz.

Kontrol edin, diliniz.

Tum dedikleriniz,

Cunku, sizin eseriniz.

Varsa; burnunuz, kulaginiz, gozunuz, diliniz ve eliniz.

Dediginizi duyun ve de biliniz.

Aslinda birimiz, hepimiz,

Hepimizde birimiz

Baska da yok guvenimiz.

 

Saygilarimla;

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

Saygideger nihilist;

 

Cevabı bulursan banada söyle-nihilist-

 

Senin offspring oldugunu ogrenmem iyi oldu, boylece de seni hatirlamis oldum.

 

nsanoglunun, kavram olarak yarattigi tanriya ona anlam ve icerik vererek, onun ile kurdugu olumlu/olumsuz bag ve iliskidir.

 

Bu anlam ve icerik, yerine gore dini bir sistem ve duzen, yerine gore bir put, pitoresk, yerine gore bir kitap, yerine gore de madde, doga, evren ile ozdeslesmistir.

 

Yani tanrinin varligina olan inanc, inananlar tarafindan ya bir ideolojik icerige, ya bir sistem ve duzene, ya da bir somut, nesnel, maddesel degere donusturulmustur.

Ya da olan bir fenomene (maddeye, dogaya, evrene, bilim yasalarina v.s.), tanri ozdes kilinmistir.

 

Saygilarimla;

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

Saaygideger ahmet;

 

Baslıkta yazıdığı gibi.."Neden?" -Ahmet--

 

Bilinmeyenleri de bildiren, tanriyi beyninin bir fonksiyonu olan dusuncesinin kavramiyla ortaya koyan, ortaya koydugu tanrisina bir anlam ve icerik veren ve bu anlam ve icerik temelinde sistemlestiren, somutlasstiran ve yine bu anlam ve icerik temelinde kavrami tanri ile bir bag ve iliski kuran da insanogludur.

 

Insanoglu, bilimiyle bildirdikce, bilinmeyenler azalir ve bilinmeyen kisminda kalan tanrinin da varlik ve inanci alan olarak daralmis olur.

 

Soyle dusun;

 

Bilinebilecek alan= Bilinen alan+Bilinmeyen alan

 

Bilinebilecek alan kapsaminda, bilinen alan genisledikce, bilinmeyen alan da daralir.

 

Yani bilim ve bilimsellik bilgisini artirdikca, bu bilgiyi inanc kismindan artirir ve her bilgi artimi, inancin daralimi anlamina gelir.

 

Bunu ornek olarak soyle aciklayabiliriz.

 

Insanoglu tarihinde, gozlemlenen her turlu fenomen tanrilastirildi. Agac, su toprak, gunes, ay v.s.

 

Ama, bunlarin gozlemi bu gozlem verenler hakkinda bilgi ortaya koydukca, bu fenomenlerin tanri olma islevi yok oldu.

 

Ama, insanoglunun akli meraklidir ve mutlaka sordugu her soruya bir cevap verme ihtiyaci hisseder. Iste bu cevap, ya bilimin bilimsel calismasindan gelir, ya da aklin inandigi bir ideolojik, mistik, mitolojik, bilimkugu, dunyaotesi, doga ustu v.s. den gelir.

 

Oyuzden ya bilimin surekli suregelen surec temelli bilmesini bildirmesini one cikarirsin, ya da aklinin esiri olur bilimdisi bir ideolojik inanca aklini inandirirsin.

 

Bu secim, herkes icin, neyin ne oldugunu algi, bilinc, birikim, bilgi v.s. duzeyi olarak degisir.

 

Saygilarimla;

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

  • 10 sene sonra...

Güzel konuymuş,

Evrendeki mükemmellik yanılgısına bir de ben ekleme yapayım. İnsan anlayamadığı şeyi tanrıya havale ederek aslında kendisinin kıt anlayışlı olduğunu kabul ediyor. Bu da kendisini  tanrının gözdesi sayan insanın mükemmel olamadığının ispatıdır zaten. Öyleyse mükemmellik diye birşey yoktur.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...