Jump to content

Ozgurluk uzerine


duran

Recommended Posts

Özgürlük Üzerine

Özgürlük nasıl bir kavramdır ki, herkes tarafından dillendirilmekte.
Çevremde özgürlük tanımlarına verilen anlamlar şöyle; bir şeyden bağımsız olma, kendi isteklerini istediğin gibi yapabilmek, hiç kimseyi takmamak olarak da dillendirilmekte.

özgürlük kavramı her çağda var mıydı diye sormak gerek, özgürlük kelimesine farklı bir isim verilmiş olabilir mi. Her çağda ne kadar ön planda idi, ne kadar kişi tarafından dillendiriliyordu, tam olarak nasıl anlamlar verilmişti, nasıl anlam farklılaşmasına uğramıştı, bunu bilmiyorum.
Günümüzde özgürlük kavramı sanki çok ön planda olan bir kavram. Acaba bu kadar ön planda olmasının nedeni eksik olduğumuz bir alanın dillendirilmesi mi, hani bir insan kendinde bir şeyi eksik hisseder ya veya bir konuda rahatsızlığı olduğunda, devamlı onu dillendirir ya çevresinde. Özgürlükte toplumun sahip olamadığı bir şey olduğundan dolayı mı dillendirilmekte. 

Özgürlük kelimesine verilen anlamlara nasıl bakabiliriz.
Bir kelime tek başına bir anlam ifade etmez, kelimelerin içi başta boştur, insanlar kelimelere anlamlar yükledikçe kelimeler işlev kazanır, bir kelime diğer bir kelimeyle zincir şeklinde bağlantılıdır, ama aynı zamanda diğer kelimelerden bir noktada ayrılmaktadır. Mesela bir işte ustalaşan kişi ustalaştığı işteki kelimeleri seçerek konuşur ama bu işe uzak olan biri kelimelere pek dikkat etmeden konuşur, çünkü o alandaki kelimelerin tam ayrımına varamamıştır. Özgürlük kelimesi ile yakın ilişki içinde olan zincirin en yakın halkalarını tespit etmeye çalışalım.
Özgürlük kavramını açmadan önce insanın doğasını açmaya çalışalım, çünkü insan doğasını açmaz isek, özgürlük kavramının insan için önemlimi/önemsizmi bilemeyiz.
Neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bir karara varırken. İnsanın yaratılışına/İnsanın varoluşsal durumuna ve insanın gelişmesini yöneten yasalara bakarak bir karara varmalıyız. Böyle yapmadığımızda sana göre bana göre olur.
İnsan hayvana benzemiyor, bitkiye de benzemiyor, diğer hiçbir canlıya benzemiyor, hayvanları ve bitkilerin doğal bir ortamları var, bu doğal ortamlarından koparıldığında, hasta oluyorlar veya yaşamlarını sürdüremiyorlar, her hayvanın ve bitkinin doğal ortamını bildiğimizden onların hastalanmaması ve yaşamlarını sürdürmek için yapılması gerekenleri kesin çizgilerle çizebiliyoruz. Varoluş durumunu bildiğimiz bir şeyin yaşamını sağlıklı sürdürmesi için yapılması gerekenleri kolayca ortaya koyabiliriz. Yaşamlarını zamanın yok ediciliğinden ötürü sonlanırsa, diyebiliriz ki hayvana/bitkiye yaraşır bir şekilde yaşadılar.

Sanki insanın varoluşundan kaynaklanan bazı durumları/gereksinmeleri, tutkuları var.
İnsan diğer canlılara göre değişik bir varoluşsal yapıya sahip görünüyor, çünkü insan diğer insanlara bir şey anlatmak için intihar edebiliyor. Etrafında dönen olayları anlamadığında/uyum sağlayamadığında/hayat anlamsızlaştığında intihar edebiliyor. İnsanın çevresini anlama ve kendini anlatma/anlaşılma ihtiyacı içinde.
İnsan anlaşılarak ve kendini anlatarak yaşamını sürdürmek istiyor. Anlaşılmak için başta çeşitli işaretlerle bunu yapmaya girişir, anlatmak için kendisi gibi bir canlıya ihtiyacı var -yalnızlığı bu yüzden sevmez-. Anlaşıldığını bildiği yerde bulunmak istiyor ve anlaşıldığını bildiği yerde gelişimini sürdürebiliyor. Hiç kimse tarafından anlaşılmadığını (en uç sınırda) düşündüğünde onu tek anlayan yere anne karnına geri dönmek istiyor. Anlaşıldığını hissettiğinde kendini değerli görüyor. Bir yere aidiyet hissediyor. Değerli gördüğü yerde kök salmak istiyor. Anlaşılmadığında ve kendini anlatamadığında kendisiyle ve çevresiyle ilişkileri bozulduğunda, insan kendi kendini yadsıyabiliyor/aşağılık durumunda kendini görebiliyor. kişi kendi kendine çeşitli oyunlara girişebiliyor/akıl sağlığı bozuluyor.

Kendi dışındaki canlılarla ilişki kurmak onlarla bütünleşmek istiyor. karşı canlının kokusunu duymak bile iyi geliyor insana, yalnız kalmak çok zor gelir. ilişkiyi ya sağlıklı bir şekilde paylaşarak, saygı duyarak, güven içinde yürütür, yada narsist bir şekilde bu varoluşsal ihtiyacı gidermeye çalışır.
Kendini kendine kanıtlamak ister hep, güç sahibi olmak ister gibi, bunu da yaratıcılık ve yıkıcılıkla yapar.
Bir yere ait olmak ister. birşeylerle, birileriyle kendini tanıtmak ister, bunu bireyselliğini koruyarak yapar veya kendi bireyselliğini yitirerek de olsa bu varoluşsal ihtiyacı karşılamak için sürünün içinde kaybolarak yapar.
Kendine hep bir amaç hep bir yapılacak şeyler koyar, geride birşey bırakmak istemekte. Böyle yaparak ölümden mi kaçmak istemekte bilemedim.

Yukardaki teorik açıklamalardan sonra, insanların çoğunluğunun nasıl davranışlar içinde bulunduklarını şu ana kadar ki gözlemlerim çerçevesinde değerlendireyim.

İnsanın asıl sorunu;
Bir şekilde bir yere ait olmak ister, kendini anlatmak ve anlaşılmak ister, insan yalnız kalmamak için çabalar çoğunlukla. Öyle ki insan doğru peşinde de değildir, toplumun doğru dediği şeylere doğru demeye yatkındır insan. Değerleri de sabit değildir öyle pek. Değerlerini güçlünün değerleri ile yer değiştirmeye yatkındır, güçlü olmak ister insan, ünlü olmak ister, çok kişi tarafından bilinmek ister. Çok kişi tarafından bilinmek demek, çok anlaşılıyorum demek anlamına da geliyor. Öyle ki insan çok da tarafsız değildir, eşitlikçi değildir. İnsan bir yerde uyumsuzluk/terslik hissetse bile o topluma uyum sağlamak adına bazı şeyleri görmemezlikten, duymamazlıktan, aldırmamazlıktan veya akla uydurmaları yaparak uyum sağlar, bunu yapar çünkü yalnızlığın verdiği sıkıntıyla karşılaşmak istemez. Bulunduğu çevreye uyum sağladığında kendini güvende hisseder bir nevi, uyum sağlamadığında çevresindekiler onu tam kabul etmezler içlerine, ayrımcılığa maruz kalır. İnsan öyle bağımsızlık peşinde falanda değildir, bir kişiye birisi kendini iyi hissettiriyorsa ve bu kendini iyi hissettiren kişinin hareketleri ters bile gelse kişiye, kişi o kişinin ilgisinden kopamaz. İnsan seçim yapmaktan pek de hoşlanmaz, değişimi pek de sevmez. Zaten çoğu kişi de seçimlerinin çok da bilincinde değildir. Çünkü seçim yapabilmek için iki şey gereklidir, bu iki şey de insanda pek yoktur; birincisi kendi düşünceleri üzerinde düşünmeden oluşturmuş olduğu hayat görüşleri vardır, aldığı kararları nasıl verdiğine pek dikkat etmez, yoksunluklarının, güçsüzlüklerinin pekte farkında değildir. Yani bilinçli/farkında değildir kendinin. İkincisi ise insan değişimden hoşlanmaz, değişimin getirdiği belirsizlikleri/kaygıları normal karşılamasını bilmez. 

İnsanın sorunu özgür olmaktan başka şeyler midir acaba,
Özgürlük verilen birşey midir insana, 
Özgürlük kazanılan birşey mi acaba,
Özgürlük bilinmiyorsa istenebilinirmi ki.
Özgürlük bir ömür boyu ertelenebilinir mi ki.
Niçin özgürlük önemli olmalı ki insan için.

peki özgürlük ne demek ki?

İnsan ilk doğduğunda hiçbir seçim yapacak yeteneğe sahip değildir, ve Hiçbir konuda bilinçli şekilde bir şeyi elde etmek için emek vermesini bilmez, duygularını tanımaz. 
İnsan kendi kendini yapılandırır, doğuştan gelen bir bilgisi yoktur, Hiçbir kavramsal bilgisi yoktur, kelimelere anlamlar vererek kendi anlam dünyasını kendi yapılandırmaktadır, yapılandırırken içsel ve dışsal baskılardan ne kadar uzak ise veya içsel ve dışsal basıkları ne kadar az hissediyorsa o kadar iyi bir yapılandırma yapar, yetenekli olur ve o kadar doğal görüntüsüne kavuşur.

Şimdi burada doğal görünmenin ve yetenekli olmanın ne demek olduğunu açıklıyayım ve özgürlük ile nasıl bağlantı kurduğumu açıklayayım.

Doğal görünmek demek ruh sağlığı yerinde insan demek aynı zamanda, ruh sağlığı yerinde insan demek, söyledikleri ile yaptıkları arasında uçurum olmayan demek, özü sözü bir olan insan demek, kendini olduğu gibi kabul edebilen insan demek, yalansız dolansız olan demek, aşağılık üstünlük mücadelesinde olmayan demek, karşılaştırmalar içinde olmayan demek. Kendini gerçekte olduğundan farklı göstermeye çalışmayan insan demek. 

Yetenekli insan, kendi fiziki ihtiyaçlarını karşılayacak beceriye ve bilinçe ulaşmış insandır, yaptığı seçimlerin sonuçlarının farkında olan insan demektir, seçimlerini bilinçli almaya çalışan kişidir de, aynı zamanda imkanlarının fakında olup bu imkanlarına göre kendine işe yarar birşeyler üreten kişidir de. Yetenek tecrübeyle yakın ilişkilidir, yetenek emek gerektiren bir uraştır da.

Yeteneklerimiz ölçüsünde karşımıza imkanlar çıkar, imkanlarımız çercevesinde birşeylere ulaşabiliriz, seçeneklerimiz olur. Özgürlük seçenekler arasında seçim yapmaktır derler, ama seçeneklerimiz de bizim imkanlarımıza bağlıdır, imkanlarda yeteneklere bağlı birşeydir.

Doğal olmak/ruh sağlığı yerinde insan olmak insan keyiflerin en büyüğünü yaşatır, içsel rahatlama sağlar insan. Çok daha az kaygısız ve endişesiz bir hayat sağlar insana -gerçi insanın beklentileri, gereksinmeleri, umutları olduğu sürece kaygılar hep olur ama-

İnsanın ruh sağlığını/doğal görünmesini bozan ve yeneklerimizi engelleyen bazı nedenler ortaya çıkar.
İnsan ilişkilerindeki rahatsızlıklar/uyumsuzluklar ile kendimizden beklentilerimiz/görmek/bulmak istedilerimiz ile yaptıklarımız/bulduğumuz/karşılaştığımız durumlar arasında farkın oluşması sonucunda zorlanımlı yapılar meydana gelir bu zorlanımlı yapıların/çatışmaların arkasındaki nedenler kaygılardır. İnsan kaygıları karşısında, kendini olmadığı gibi göstermeye girer, kendi farkında olmadan kendi benliğini korumak için savunma mekanizmaları uygular -yüceltme, büyüklenme, yansıtma gibi...- Kendi çatışmalarımızla ne kadar yüz yüze gelirsek ve kendi çözümlerimizi/çözümlemelerimizi ne kadar çok ararsak o kadar çok içsel özgürlüğümüze kavuşuruz. Ve ne kadar çok kaygı ile mücadele etmeye razı isek o kadar çok kendi kendimizi yönetmeye yaklaşabiliriz. Yoksa açık ceza evlerinde yaşamaya mahkumuzdur.

Açık ceza evlerinden bahsetmek istiyorum, Açık ceza evlerde olanların kapalı caza evlerinden farkı fiziki olarak dolaşım serbestisine sahiptir. Ama açık ceza evindekiler de hareket serbestisine sahipmiş gibi davranmazlar. Açık ceza evlerinde tel örgülü duvarlar yoktur, onun yerine kişilerin kendine koymuş olduğu sınırlar vardır, kendini sınırlandırmalarıdır, veya bağımlılıkları onların tel örgüleridir. Kaygıları ve korkuları duvarlarıdır, bazen ise alışkanlıklarıdır, bazılarında ise sınırsız özgürlük istemleridir. Bazı açık ceza evine girenlere baktığımda ise kafalarında yarattıkları ideal dünyayı arayışlarıdır. Açık ceza evinde şöyle kişilerde vardır, katı bir şekilde bir inança veya doğruya boyun eğmişler. Açık ceza evindekilerin ortak özelliği; sanki bir şeyle bağlıymış gibi hareketsiz olmaları, farklı bir alana geçememektir. Olandan çok olması gerekenden konuşurlar, eski durumu korumaya çalışırlar. 
Açık ceza evlerindekilerin suçları nedir, suçlarını kim belirlemiştir, ne zaman serbest kalaçaklardır, açık ceza evinden bazen kacışlar yaparlar mı, kaçtıklarında onları yakalayıp tekrar geri döndüren nedir, açık ceza evinden çıktıklarında uyum sorunu yaşarlar mı. 
Açık ceza evlerini yaratan ortamlar nasıl ortamlardır, sosyolojik, psikolojik faktörler nelerdir.
Açık ceza evinde yaşayan gruplardan örnekler vereceğim, nasıl kapalı ceza evlerinde çeşitli cezalardan hüküm giymiş kişiler varsa, bu açık ceza evlerinde de çeşitli cezalardan mahkum olmuş kişiler vardır. Bu örnekler sorulara yanıt olaçaktır.

Bir gün genç bir delikanlı çevresindeki insanlardan farklı olduğunu anlamış, bunu ona fark ettirmişler, ve bu farklılık onda geleçek ile ilgili kendinde bir eksiklik hissetmesine neden olmuş, bu eksik olduğu noktayı açıklığa kavuşturamamış, bunun gerçekten eksik olup olmadığını denememiş, ama o kendisinde bu konu hakkında bir eksiklik hissetmiş, bunu kendine karşı sesli dillendirememişsede içten içe bu eksikliği hissetmiş, ve kendini eksik gördüğü şey ile ilgili kendini baskılamış, zorlanımlı bir durum oluşmuş, ve bu zorlanımlı durum karşısında bu kendini eksik gördüğünden başaramayaçağını düşündüğü şeyi yüceltmiş devamlı, onu ulaşılamaz yapmış, ona övgüler düzmüş. Arasıra bu durumu düzeltmek için denemeler yapmış ama yine başaramayaçağının verdiği kaygı ile -kaygı diyorum, korku değil, korku somut olan birşeydir, kaygıda gerçekçi bir şey yoktur, kişi kendi algısında kaygıyı yaratır- geri çekilmiş ve kendine bu konuda birçok sınırlar çizmiştir. Topluma karşı ve kendine karşı bu başarısız hissettiği şeyi açıklaması gerekiyordu. Niçin mi , kendi benliğini kaygıya karşı korumak için. Bir taraftan bu şeye ihtiyacı vardı, bir taraftandan düşündü bu durumu, başarmalıyım diyordu, bir ara hiç görmemezlikten gelmeyi, artık sahte denemeleride bırakmayı, hiç denememeyi, bunun yerine kendini başka şeylere vermeyi düşündü bu yolu bir süre denedi ama ihtiyacı vardı bu şeye, onsuz olamazdı, işte kendisiyle çelişkilere de başlamıştı, kendisiyle çatışıyordu, zorlanıyordu çok, ve bu zorlanmalı/çatışmalı duruma karşı Bir şey yapamıyordu, ve bu durumda psikolojik sorunlar oluşmaya başlamıştı. Kendini eksik görmesi/aşağı görmesi yüzünden olayı yücelterek kendine görünmeyen sınırlar çizmişti.

Bir başka örnek vereyim; Bağımlı bir genç veya çok değer verdiği bir varlığı kaybetme kaygısı yüzünden açık ceza evi mahkumu olmuş birini anlatayım. Değer verdiği kişi de narsist bir kişi, açık ceza evindeki kişi kendi isteklerini kendi düşüncelerini şekillendirmeye ne zaman kalksa, ne zaman ben buyum dese, değer verdiği kişi onu kendi düşüncelerine cekmek için kendi hayatını sonlandırmakla tehtit ediyormuş, sonlandırma girişimlerinde bulunuyormuş. Değer verdiği kişiyi kaybetmemek için de kendini geri çekiyormuş, düşüncelerini bir bütün haline getiremiyormuş, değer verdiği kişinin çizdiği görünmeyen sınırlar var ve bu sınırları geçmesine izin vermiyor, değerli gördüğü kişinin bu sınırları diğer kişinin açık ceza evi sınırları oluyor. Ve değer verdiği kişi kendisini açık ceza evindeki kişiye adamıştı, her istediğini yapıyordu, kendi duygularını tanımasına, mücadele etmesine izin vermiyordu, rahat bir dünya yaratıyordu, ama dünyayı gerçekci bir şekilde tanımasına izin vermiyordu. Açık ceza evindeki kişinin değer vermesinin ve bağımlı olmasının nedeni de, değer verdiği kişinin varlığı onun var olma nedeniydi, onu var eden şeydi, ona karşı vicdani bir durumuda vardı, bu vicdani durumda onun sınırları aşmasında engeldi. Kendi bütünlüğünü bir türlü oluşturamıyordu, bu durum onda özgüven eksikliği yaratmıştı, gerçekçi de algılayamıyordu dünyayı.

Başka bir açık ceza evinden bahsedeceğim, kendi seçimlerini yapamayan, seçim yapmaktan çekinen insanlardan bahsedeceğim, seçimlerini kadere bırakan insanlar bunlar, kontrolün kendisinde olduğuna inanmayan, bulundukları toplum tarafından hayatları şekillenen, bulundukları toplumun kurallarını hiç sorgulamayan, toplumun dedikleri onlar için çok önemlidir, bireysel bir istekte pek bulunamazlar, bulundukları toplumdan ayrı bir yaşam onlar için büyük belirsizlikler demektir, belirsizlikten hiç hoşlanmazlar, yabancı, elalem gibi kavramlardan çok söz edilir. Hiç şüpheçi, eleştirel düşünmezler -bakalım bu tutumlar bu kişileri nasıl bir ceza evine sokacak-. Zamanla değişmez doğruları oluşur bu kişileri, bu doğrulara inandıkları için toplumdan değer göreceklerini bildikleri için bu doğrulara inanırlar, doğrularına sıkı sıkıya bağlıdır, doğruları sorgulanamazdır, bu doğruları çürüten başka gelişmeler olsada bu gelişmelere kendilerini kaparlar, çünkü bu doğrulara göre hayatlarını harcadılar ve çevrelerini oluşturdular, doğruları onları var eden şeyler, bu doğrular sayesinde bu dünyada insanlar arasında bir yer edindiler, ve tüm bir ömürlerini bu doğruları savunarak geçmiştir, bu doğruları yok saymak, bir ömür boyu uraşlarını yok saymak anlamına geleçektir, ömürlerini yok saymayı göze alamazlar. Doğruları sabitlemişlerdir -dogmatik hale getirmişlerdir- bu doğrular onları bir yere sabitlemiştir, dünyanın ilerlemesine değişmesine karşı onlar devamlı daralan bir cemberin içinde gibidirler, ceza evi haline gelmiştir koca dünya onlar için.

Açık ceza evlerinden bahsetmeye devam ediyorum, şimdi bahsedeceğim açık ceza evi diğerlerinden farklı olacak, buraya kadar daha çok bireylerin kendilerini nasıl açık ceza evine attıklarından bahsettim. Şimdi ise birysel açık ceza evinde yaşayan kişilerin oluşturduğu ailelerden ve ülkelerden bahsedeceğim. Bu ailede hiç kimse bir birinin görüşünü dinlemez, karşısındakinin sıkıntılarını içten dinliyeyim anlamaya çalışayım yoktur, kendi beklenti ve isteklerine göre, hayallerindeki dünyaya göre karşı tarafı şekillendirmeye çalışırlar, önem verdiklerine önem verilmesini bekler ama önem vermezler kimseye, karşı tarafındaki kişi onun hayalindeki dünyayı yaratacak şekilde hareket etmediğinde, karşı tarafı suçlayıcı tarzda davranmaya başlar -senin yüzünden bir önümüze bakamıyoruz gibi şeyler söylerler-. Ailede ki kişilerden ayrı düşünemessin, ayrı hareket geliştiremessin, geliştirdiğinde seni çeşitli yöntemlerle geri döndürmeye çalışırlar, düşüncelerini ifade etmene izin vermezler, ailedeki bir kişi nasıl farklı düşünürmüş, bunu kabul edilemez bulurlar, yalnız kalacaksın ve dışarısının kötü olduğu ile korkuturlar bir birini. Kişinin duygularına önem verilmez, duygular pek paylaşılmazda, duygular gizlenir. Kişiler fiziksel olgunluğa kavuşurken, duygusal olgunluğa kavuşamazlar -mesela bir kıza karşı içinden ne geldiğini hissetse bile o anda onu söyleyemez- bir Bir birlerinin düşüncelerinin serbestce oluşmasına izin vermezler, anne ve babalar daha küçüklükten çocuklarına kendi inançlarını benimsetmeye çalışırlar -ağaç yaşken eğilir derler-, laik bir yapı yoktur aile içinde. Toplum tarafından verilen değere göre kendilerini değerli veya değersiz hissederler, yakın çevrelerindeki akrabaları ile gizliden rekabet içindedir, bu ailelerde başarı bir amacdır, ekonomik güç sahibi olmak bir amactır, maddi bir şey elde etmek bir amactır, maddi birşeylerin sahibi olmak onlar için bir değerdir, maddi bir şey sahibi oldun mu kendi önemi artacakmış gibi hissederler, saygınlık kazanacaklarına inanırlar. İnsan ilişkilerinde her başarısızlığa ulaştıklarında kendini maddi birşeylerin sahibi olmaya adarlar, karşılaştıkları insanlara ilk yaklaşmalarını bile maddiyatla ölçerler. Bu ailede insanlar yalnız kalmamak için öylesine yüzeysel ilişkiler içinde olmayı öğrenmişlerdir, can sıkıntısı çekerler bir birlerinin yanında iken -çünkü oturmalar kasılmakla geçer-. Can sıkıntısından kurtulmak için öylesine gürültülü ortamlarda zaman geçirirler. 

Duran Aydoğmuş.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

İnsanlar yaşamında ne zaman özgür kalabilmişler ki?

Daha doğuştan bu gözükmüyor.

Mesela kendi özgür isteği ile gelmiyor dünyaya. Zaman olarak ta, mekan olarakta bulunduğu anı veya yeri özgürce seçemiyor. Belki de bu şekilde bir yaşamı istemiyor. Bu şekilde bir yaşam onun için bir dayatma oluyor.

Cinsel yapısını kendi özgür isteği ile yapılandıramıyor. Kendisine uygun ebeveynleri veya aileyi özgür isteği ile seçemiyor.

En önemlisi insan, toplumsal değerlere boyun eğmek zorunda kalıyor. Ne iktisadi ne siyasi yapısını özgürce seçemiyor. Mevcut iktisadi ve siyasi yapı onu özgürce seçeceği bir ortam içerisine sokmaktan çok uzak.

Yemesi, içmesi, yatması, oturup, kalkması, dinlenmesi, üretmesi hep toplumsal olarak biçimlendirilmiş. Uymaması durumunda da, toplumsal değerlere uymamakla suçlanıp toplumdan soyutlanmakta.

Yukarda cezaevlerinden bahsedilmiş. Ben şahsen hiç bir insanın suçlu olduğuna inanmıyorum. Asıl suçlu o insanları suç işlemeye yönelten toplumsal değerlerdir. Yargılanması ve hesap vermesi gereken değerler ve ideolojilerdir. Her türlü dış etmenler, insanları eli mahkum etkilemektedir. Birey bilincine sahip bilgisel alt yapıları da olmadığından, seçme özgürlüğünden de bi haberler. 

Nihayet insanlar, hücreleri yaşlanırken ve ölürlerken de kendi özgürce istekleri dışında çaresiz bırkılmışlardır. İstemeye istemeye yaşlanırlar, istemeyerek ölürler.

İnsanoğlu önüne konulan fiziksel ve manevi hayatı seçmeye zorunlu bırakılmıştır. Ne özgürlüğü?

Kim; "ben istediğim gibi özgürce bir hayat yaşayabildim, özgürce düşünebildim" der?  
 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

 

Daha doğuştan bu gözükmüyor.

 
Mesela kendi özgür isteği ile gelmiyor dünyaya. Zaman olarak ta, mekan olarakta bulunduğu anı veya yeri özgürce seçemiyor. Belki de bu şekilde bir yaşamı istemiyor. Bu şekilde bir yaşam onun için bir dayatma oluyor.
 
Cinsel yapısını kendi özgür isteği ile yapılandıramıyor. Kendisine uygun ebeveynleri veya aileyi özgür isteği ile seçemiyor.

 

Özgürlük olabilmesi için ilk başta bir varlığın olması gerek, ve bu varlığın kendi bilincinde olması ve önünde seçeneklerin olduğunu bilmesi gerek. Özgürlük doğuştan gelen birşey değil sonradan kazanılan bir şey.

Hiç dünya ya gelmemeyi seçebilir miydim, veya insandan başka bir varlık olmayı seçebilir miydim. Bu soruların bilimsel olarak bir anlamı var mı ki. Çünkü bu dediklerimi nasıl yanlışlaya bilirsin ki. Ancak inanç olarak inanabilirsin.

 

 

 

En önemlisi insan, toplumsal değerlere boyun eğmek zorunda kalıyor. Ne iktisadi ne siyasi yapısını özgürce seçemiyor. Mevcut iktisadi ve siyasi yapı onu özgürce seçeceği bir ortam içerisine sokmaktan çok uzak.

 

Yemesi, içmesi, yatması, oturup, kalkması, dinlenmesi, üretmesi hep toplumsal olarak biçimlendirilmiş. Uymaması durumunda da, toplumsal değerlere uymamakla suçlanıp toplumdan soyutlanmakta.

 

İnsan kendi istekleri ve toplumsal istekler arasında sıkışıp kalan bir varlıktır. Bu iki durum arasında bulunduğunun farkında olup, ve devamlı bu iki seçenek arasında bir seçimde bulunacağının farkında olması gerek insanın, ama çoğu kişi bilinçli/farkında olarak seçim yapmaktan kaçar, seçimlerini genelde bulunduğu düzenden yana yapmaya çalışır, ve seçim yapmaktan çoğu zaman kaçar. Bilinçli olarak farkındalık oluşturmak ise kişinin kendi düşünceleri üzerine düşünmesi ile oluşacak birşey, tabi bu kendi düşünceleri üzerine düşünmek genelde toplumun değerleri ile uyuşmazlığa girdiğinde kesiliyor. farkındalık oluşturulsa bile kişi hep bir belirsizlik içinde bulunur, belirsizlik ise kaygı demektir insan için, ve insan pek de değişimden hoşlanmaz değişimden hoşlanmayan insanlar seçim yapmaktan hoşlanmaz, değişim demek belirsiz sularda yüzmek demektir, eski durumundan hoşlanmasa bile eski durumunu korumaya çalışır sırf yeni sulardaki belirsizlikler yüzünden. Ve her yeni seçim hep yeni kaygılar demektir, bu kaygı duymak yalnızlık kaygısıdır, değerlerini yitirme kaygısıdır, saygınlık kaybetme kaygısıdır, maddi kaygıdır, aidiyeti kaybetme kaygısıdır... İnsana özgürlük verilmez insan seçim yapmanın sonucunda yaşadığı kaygılarla yüzleşebildiği sürece özgürdür.

 

 

 

Yukarda cezaevlerinden bahsedilmiş. Ben şahsen hiç bir insanın suçlu olduğuna inanmıyorum. Asıl suçlu o insanları suç işlemeye yönelten toplumsal değerlerdir. Yargılanması ve hesap vermesi gereken değerler ve ideolojilerdir. Her türlü dış etmenler, insanları eli mahkum etkilemektedir. Birey bilincine sahip bilgisel alt yapıları da olmadığından, seçme özgürlüğünden de bi haberler. 

 

Yukarıda yazımda bahsettiğim Açık ceza evleri idi açık ceza evlerine kişileri koyan ise kişilerin kendileri idi, hatırlayalım ne demişim "insan ilişkilerindeki rahatsızlıklar/uyumsuzluklar ile kendimizden beklentilerimiz/görmek/bulmak istediklerimiz ile yaptıklarımız/bulduğumuz/karşılaştığımız durumlar arasında farkın oluşması sonucunda zorlanımlı yapılar meydana gelir bu zorlanımlı yapıların/çatışmaların arkasındaki nedenler kaygılardır. İnsan kaygıları karşısında, kendini olmadığı gibi göstermeye girer, kendi farkında olmadan kendi benliğini korumak için savunma mekanizmaları uygular -yüceltme, büyüklenme, yansıtma gibi...- Kendi çatışmalarımızla ne kadar yüz yüze gelirsek ve kendi çözümlerimizi/çözümlemelerimizi ne kadar çok ararsak o kadar çok içsel özgürlüğümüze kavuşuruz. Ve ne kadar çok kaygı ile mücadele etmeye razı isek o kadar çok kendi kendimizi yönetmeye yaklaşabiliriz. Yoksa açık ceza evlerinde yaşamaya mahkumuzdur."  

 

Özgürlük üzerine düşünmeye devam ediyorum, ama şimdilik şunu diyebilirim, doğal görünen, yalansız dolansız, söylediği gibi olan, olduğu gibi görünen -savunma düzenlerine başvurmayan- hiç bir etki altında kalmadan kendi düşüncelerini sorgulayan ve kendini istediği gibi ifade edebilen, duygularını açıklayabilen, kişilerin özgür olduklarını düşünüyorum

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

İnsanlar yaşamında ne zaman özgür kalabilmişler ki?

Biriusi ben ozgurum" derse, ne algilarsin?

 

Daha doğuştan bu gözükmüyor.

 

Mesela kendi özgür isteği ile gelmiyor dünyaya. Zaman olarak ta, mekan olarakta bulunduğu anı veya yeri özgürce seçemiyor. Belki de bu şekilde bir yaşamı istemiyor. Bu şekilde bir yaşam onun için bir dayatma oluyor.

Buradaki ilk iki cumle, tum insanoglu icin gecerlidir. Son iki cumle de ya farkinda olarak yaz da farkinda olmayarak, kendisine verilenden rahatsizlik duymasidir.

 

Cinsel yapısını kendi özgür isteği ile yapılandıramıyor. Kendisine uygun ebeveynleri veya aileyi özgür isteği ile seçemiyor.

 

En önemlisi insan, toplumsal değerlere boyun eğmek zorunda kalıyor. Ne iktisadi ne siyasi yapısını özgürce seçemiyor. Mevcut iktisadi ve siyasi yapı onu özgürce seçeceği bir ortam içerisine sokmaktan çok uzak.

 

Yemesi, içmesi, yatması, oturup, kalkması, dinlenmesi, üretmesi hep toplumsal olarak biçimlendirilmiş. Uymaması durumunda da, toplumsal değerlere uymamakla suçlanıp toplumdan soyutlanmakta.

Burada her turlu eski nesil tarafindan etik yonlendirim ve yaptirimlar soz konusu.

 

Yukarda cezaevlerinden bahsedilmiş. Ben şahsen hiç bir insanın suçlu olduğuna inanmıyorum. Asıl suçlu o insanları suç işlemeye yönelten toplumsal değerlerdir. Yargılanması ve hesap vermesi gereken değerler ve ideolojilerdir. Her türlü dış etmenler, insanları eli mahkum etkilemektedir. Birey bilincine sahip bilgisel alt yapıları da olmadığından, seçme özgürlüğünden de bi haberler. 

 

Nihayet insanlar, hücreleri yaşlanırken ve ölürlerken de kendi özgürce istekleri dışında çaresiz bırkılmışlardır. İstemeye istemeye yaşlanırlar, istemeyerek ölürler.

Bu eger bir sikayet ise, kime sikayet ediliyor. Eger bir tesbit ise o zaman da ne yapmak gerekiyor?

 

İnsanoğlu önüne konulan fiziksel ve manevi hayatı seçmeye zorunlu bırakılmıştır. Ne özgürlüğü?

 

Kim; "ben istediğim gibi özgürce bir hayat yaşayabildim, özgürce düşünebildim" der?

Sen ozgur olmak istesen, bu ozgurlugu nasil aciklarsin?

 

Nedir sence ozgurluk ve neyin/kimin, neyden/kimden ozgurlugu?

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Birisi "ben ozgurum" derse, ne algilarsin?

 

Birisinin "ben özgürüm" deyişinden, yaşamını ve fikilerini kendisinin tercihleriyle seçebildiğini anlarım. Yukarda bunu söyledim. Bu hiç bir zaman mümkün olmamıştır. Olabileceğini de sanmıyorum.

 

Yaşamında yerini, zamanını ve çevresini kendisi seçemiyor. Fikirlerde ise zaten var olan fikirlere hazır konuyor. Konmasa bile eğitim adıyla dayatılıyor. Kendince fikir üretmesine zaten vakti yetmeyecektir. Doğa insanın yaşamını ve düşüncesini kaderi olarak benimsemiş. Fikirlerin fenomenlerle örtüşmesi kuralını bile koymuş. Olgular gibi düşünmek zorundasın. Özgürlük nerede.

 

Her şeyini doğa ayarlamış. "Şu da benim seçeneğimdir" diyebiliyor musun? Olumlu da olsa olumsuz da olsa, düşüncelerinde fiziki yapın da, doğa olguları temelli. Düşünce hücrelerini bile doğa yapılandırmış. Hatta bazı bilim adamlari kişisel düşünce şeklinin gen yapılarından soyut olmadığını söylemekteler.

 

Buradaki ilk iki cumle, tum insanoglu icin gecerlidir. Son iki cumle de ya farkinda olarak ya da farkinda olmayarak, kendisine verilenden rahatsizlik duymasidir.

 

Rahatsızlık duymasa ne yapabilir ki? Var olanları kabullenmesinde eli mahkum. Tarihten gelenleri seçmek zorunda. Kendisinin üretmesi için vakit yok. Fikirsel yada teknik üretimleri dahiler yapıyor. Doğa bunu bile belli kişilere ayırmış. Ben neden evrensel-insan gibi evrensel-insan felsefesi üretemiyorum. Doğa yetenek vermemiş. :(

 

İşte benim özgürlük anlayışım bu. Hep var olanı seçme zorunda kalmam. Her zaman var olanı seçme zorunda kalmak özgürlük mü? Senin veya Duran arkadaşın özgürlük anlayışınız ne? Uzunca yazmadan kısa ve öz sadece tanımını yapabilir misiniz? 

 

Burada her turlu eski nesil tarafindan etik yonlendirim ve yaptirimlar soz konusu

 

 

Ben de bunu diyorum zaten. Başka seçeneğim yok. Alt yapım yok, yeteneğim yok. Bunları yüzlerce yıl arayla sadece dahiler yapabiliyor. Üstün zekalı olamamak doğanın her tür seçme özgürlüğümü engellemesi değil mi? 

 

Bu eger bir sikayet ise, kime sikayet ediliyor. Eger bir tesbit ise o zaman da ne yapmak gerekiyor?

 

Şikayet yok. Doğanın kaderine boyun eğmek var. Tespitim var ama değişilirliği doğanın elinde. İnsanın doğaya karşı galibiyeti çok çok sınırlı. Yarın bir göktaşı çarpması, birey olarak ta toplum olarak ta tüm özgür yaşam isteğine son noktayı koyabilir.

 

Sen ozgur olmak istesen, bu ozgurlugu nasil aciklarsin?

 

Tüm herkesin başkasından(insan) veya başka şeyden(olgu) etkilenmeden istediğm gibi yaşamayı anlarım. Bu her birey için elbet sınırları olmalı. Sınır olunca da özgürlüğe engeller başlıyor. Bir kısır döngü.

 

Doğa senin dışında gidişatı ayarlamış. Bu bir inanç değil, gözlemimin gördüğü. :)

 

Nedir sence ozgurluk ve neyin/kimin, neyden/kimden ozgurlugu?

 

Yukarda yeteri kadar açıkladığımı sanıyorum.

 

Gelecek "terapisel" bilgiler için teşekkürler.. :)

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

 

 

Yazinda genel bir doga evrim fiziksel biyolojik kalitimsal v.s. temelli bir caresizlik ve teslimiyet gozlemliyorum.

 

Burada kendine sorulacak ana soru "ben, bana verilen her turlu veriyi degistirebilirmiyim?, hangilerini degistirebilirim? Hangilerini degistiremem?

 

Buna neye gore karar alabilirim?

 

Bu degisimi ne yonde ve neden o yonde, nasil yapabilirim?

 

Buradaki "yapabilme" nedir, inanc mi/azim mi/kararlilik mi/bilinc mi/farkindalik mi v.s.?

 

Memnuniyet ve mutluluk nedir? Eger ben bir seyden memnun ve mutlu degilsem, bunu neye gore saptiyorum? Bu saptamanin ters yonde bir cozumu varmi?

 

Temelli dogal/fenomenal zihniyeti ...e gore temel ve hedefinde sorgulama ve bu sorgulamadan ne elde edilecegini saptama.

 

Beni ben yapan her turlu deger, benim kendimim mi, yoksa bana verilen mi?

 

Ben, bunlarin ne oldugunun bilincinde ve farkindamiyim?

 

Eger oyle ise bu farkindalik ve de bilinc bana ne sagliyor?

 

Beni caresiz ve teslim mi aliyor, yoksa bana bir degisim ufku mu sunuyor?

 

Simdilik bu kadar soru yeter. :)

 

Tabi ki bunlari hem acikca burda, hem de istemezsen yanitlaman gerekmez.

 

Burada ben sana sorgulama ornegi verdim.

Birisinin "ben özgürüm" deyişinden, yaşamını ve fikilerini kendisinin tercihleriyle seçebildiğini anlarım. Yukarda bunu söyledim. Bu hiç bir zaman mümkün olmamıştır. Olabileceğini de sanmıyorum.

Buradaki "anlamak" ile "mumkunluk bagi" nedir? Bu sana gore midir? Yoksa ozgurum diyene gore mi?

 

Yaşamında yerini, zamanını ve çevresini kendisi seçemiyor. Fikirlerde ise zaten var olan fikirlere hazır konuyor. Konmasa bile eğitim adıyla dayatılıyor. Kendince fikir üretmesine zaten vakti yetmeyecektir. Doğa insanın yaşamını ve düşüncesini kaderi olarak benimsemiş. Fikirlerin fenomenlerle örtüşmesi kuralını bile koymuş. Olgular gibi düşünmek zorundasın. Özgürlük nerede.

Burada caresizlik ve varolus teslimiyeti gozlemi var. Bu iki turlu; Hem bilimsel olgular temelli, hem bunlari olujmsuz algilama temelli hem de bu ikisine paralel olarak teslimiyet temelli.

 

Her şeyini doğa ayarlamış. "Şu da benim seçeneğimdir" diyebiliyor musun? Olumlu da olsa olumsuz da olsa, düşüncelerinde fiziki yapın da, doğa olguları temelli. Düşünce hücrelerini bile doğa yapılandırmış. Hatta bazı bilim adamlari kişisel düşünce şeklinin gen yapılarından soyut olmadığını söylemekteler.

Ayni varolus teslimiyeti ve caresizligi. neuruplasticity yeni bir bilissel bilim olgusudur ve dusuncenin beyne gelen sinir uyarilarini degistirebilecegini ve hatta sinirlerin uyari yapisini degistirebilecegini soyler. Ben bunu rahatsizlik basliginda acikladim.

 

 

Rahatsızlık duymasa ne yapabilir ki? Var olanları kabullenmesinde eli mahkum. Tarihten gelenleri seçmek zorunda. Kendisinin üretmesi için vakit yok. Fikirsel yada teknik üretimleri dahiler yapıyor. Doğa bunu bile belli kişilere ayırmış. Ben neden evrensel-insan gibi evrensel-insan felsefesi üretemiyorum. Doğa yetenek vermemiş. :(

Burada unutulmamasi gereken bir konu var. GENETIGIN ANLAM VE ICERIGI FENOTIPTIR. BU DA DEGISTIRILEBILIR.Yani bir dusunce degisimi, sinir uyarilarini da davranislari da his/sezgi ve duyumlari da degistirebilir.

 

İşte benim özgürlük anlayışım bu. Hep var olanı seçme zorunda kalmam. Her zaman var olanı seçme zorunda kalmak özgürlük mü? Senin veya Duran arkadaşın özgürlük anlayışınız ne? Uzunca yazmadan kısa ve öz sadece tanımını yapabilir misiniz?

Bu yazilanlardan ben bir ozgurluk algi ve gozlemi alamadim, kusura bakma! :)

 

Ben bu konuda cok aciklama yaptim. Kisaca

 

Ozgurluk etik bir inanc ve uygulamadir. Benim hakkim baskasinin ozgurlugu, benim ozgurlugum de baskasinin hakki ile sinirlidir. Dolayisi ile OZGURLUK BIREYSELLIKTEN ZIYADE, SOSYAL ILISKI ALGISIDIR.

 

Serbestlik ise farkli bir konudur. Yani beyinde yer etmis her turlu veri deger tabu v.s. den arinmis/kurtulmus olmak. Onlarin kontrolunden cikip, onlari kendi kontrolune almisolmak. Yani mindfulness. Tum degerleri KENDINDEN KOPARIP GOZLEMLEYEBILMEK VE BILEREK GEREKTIGINDE USTUNE ALMAK.

 

Ozgurlugu, genelde icinde bulundugun toplumun etigi ve senin bu etige sosyal uyumun ortakligin kisitlar.

 

Serbestligi ise, beyinde yer etmis her turlu deger veri tabuya olan iman ve inancin on kabulu sorgulanmazligi teslimiyeti kisitlar.

 

Ozgurlugun kisitlamasi bilissellik temelinde sosyal iliskinin olmazsa olmazidir. Serbestligin kisitlanmasi ise, tamamen kisinin bilerek ya da bilmeyerek kendini boyunduruk tutsakligina hapsetmesidir. Iste rahatsizlik ta burda baslar, ya da devrimci sorgulama.

 

 

Ben de bunu diyorum zaten. Başka seçeneğim yok. Alt yapım yok, yeteneğim yok. Bunları yüzlerce yıl arayla sadece dahiler yapabiliyor. Üstün zekalı olamamak doğanın her tür seçme özgürlüğümü engellemesi değil mi?

Var, serbestlik algisi bilgisi bilinciu ve farkindaligi. Bunun ayrica zeka ile de bagi oldugunu dusunmuyorum. Bence bunun farkindaligina ve algisina varabilmis her bir BIREYIN yapabilecegi bir sey. Tabi bireysel bilinc gerekli. Tehlikesi de bireyci akilcilik. Yani bu degerleri sirf kendi cikarin olarak kullanma ve bunu her turlu insanlikdisi v.s. temelde kendine mubah ve mesru kilma.

 

Bunu ben nihilizm basliginda aciklamistim. Bence burada kendine bir haksizlik etme durumu var. Evet serbest dusunce algisi bilgisi bilinci ve farkindaligi kolay degildir, ama erisilmez de degildir.

 

 

Şikayet yok. Doğanın kaderine boyun eğmek var. Tespitim var ama değişilirliği doğanın elinde. İnsanın doğaya karşı galibiyeti çok çok sınırlı. Yarın bir göktaşı çarpması, birey olarak ta toplum olarak ta tüm özgür yaşam isteğine son noktayı koyabilir.

Doganin kaderi ile dogal/fenomenal zihniyetin getirdigi her turlu kisitlama yani sahte ego elbisesi farkini iyi algilamak lazim.

 

Tüm herkesin başkasından(insan) veya başka şeyden(olgu) etkilenmeden istediğm gibi yaşamayı anlarım. Bu her birey için elbet sınırları olmalı. Sınır olunca da özgürlüğe engeller başlıyor. Bir kısır döngü.

 

Doğa senin dışında gidişatı ayarlamış. Bu bir inanç değil, gözlemimin gördüğü. :)

 

 

Yukarda yeteri kadar açıkladığımı sanıyorum.

 

Gelecek "terapisel" bilgiler için teşekkürler.. :)

Doga dogallik dogal zihniyet v.s. hepsi farkli algilardir.

 

Doganin BIR OZNESI VE OZNELLIGI OZSELLIGI OLMADIGINI UNUTMAMAK GEREKIR. Aksi bu is OZSEL TANRIYA KADAR UZANIR.

 

Yontemsel naturalizm, Yapilandirmaci epistemoloji, ayni ontolojik ideolojiler gibi "doganin kasnunlari vardir" demez, "Dogaya tum bu oznel ozsel ozel degerleri onu gozlemleyen insanoglunun verdigini" soyler.

 

Dolayisi ile dogal kadercilik bu temelde dogal zihniyet kaderciligidir ki; zihniyet kisi isterse degisebilir ve caga gore de degisime uyabilinir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Yazinda genel bir doga evrim fiziksel biyolojik kalitimsal v.s. temelli bir caresizlik ve teslimiyet gozlemliyorum.

 

Burada kendine sorulacak ana soru "ben, bana verilen her turlu veriyi degistirebilirmiyim?, hangilerini degistirebilirim? Hangilerini degistiremem?

 

Buna neye gore karar alabilirim?

 

Bu degisimi ne yonde ve neden o yonde, nasil yapabilirim?

 

Buradaki "yapabilme" nedir, inanc mi/azim mi/kararlilik mi/bilinc mi/farkindalik mi v.s.?

 

 

Bana verileni değiştirebilme olanağımı sadece bilinç ve bilişsellik temelime bağlıyorum.

 

 

Memnuniyet ve mutluluk nedir? Eger ben bir seyden memnun ve mutlu degilsem, bunu neye gore saptiyorum? Bu saptamanin ters yonde bir cozumu varmi?

 

 

Memnuniyet ve mutluluk bireyin her türlü yaşam haklarına sahip olup onları özgürce kullanabilmesidir.

 

Beni ben yapan her turlu deger, benim kendimim mi, yoksa bana verilen mi?

 

Bu ve öncekilerle de ilişkili sorularına kabullerime göre cevap vereyim; Ben, beni ben yapanın dış etmenler olduğuna inanıyorum. Fiziksel özelliklerim doğadan, manevi(düşünsel) yapım ise tarihsel, var olan ve bana verilen, yansıyan bilgilerden kaynaklanıyor. Yani seçme özgürlüğüm yok. Çoğunlukla seçme özgürlüğümü kullanabilecek bilişsel alt yapım yok. İnsaların çoğu böyle. Alt yapıları verilen kadar. Yoksa birey ve toplumların biliş ve bilinç düzeyiyle şimdilerde hiç bir sorunu olmazdı.

 

Ben, bunlarin ne oldugunun bilincinde ve farkindamiyim?

 

Eger oyle ise bu farkindalik ve de bilinc bana ne sagliyor?

 

Beni caresiz ve teslim mi aliyor, yoksa bana bir degisim ufku mu sunuyor?

 

Simdilik bu kadar soru yeter. :)

 

Sorgulamanın önemini kavramış birey, rahatsız edici çelişkilerini var olan bilgiler çerçevesinde ancak görebiliyor, onlardan kurtulabiliyor. AMA VAR OLAN VE KENDİNE YANSIYAN BİLGİLER HEP ÖNEMLİ OLUYOR. BİLGİ YANSIMAMIŞSA BİLİNÇ VE BİLİŞSELLİĞİNDE EKSİKLİK VAR DEMEKTİR. Yansımayı her türlü ortam direkt etkiliyor.

 

Burada ben sana sorgulama ornegi verdim.

 

Buradaki "anlamak" ile "mumkunluk bagi" nedir? Bu sana gore midir? Yoksa ozgurum diyene gore mi?

 

Anlamak ve mümkünlük bağı düzenle çok ilgili. Eğitim bireye bilişsellik kazandırmışsa sorgulama bilgisi vardır yoksa yoktur. Yani yine dış etmenler önemli. Birey insiyatifi pek belirleyici olmuyor.

 

Ayni varolus teslimiyeti ve caresizligi. neuruplasticity yeni bir bilissel bilim olgusudur ve dusuncenin beyne gelen sinir uyarilarini degistirebilecegini ve hatta sinirlerin uyari yapisini degistirebilecegini soyler. Ben bunu rahatsizlik basliginda acikladim.
Burada unutulmamasi gereken bir konu var. GENETIGIN ANLAM VE ICERIGI FENOTIPTIR. BU DA DEGISTIRILEBILIR.Yani bir dusunce degisimi, sinir uyarilarini da davranislari da his/sezgi ve duyumlari da degistirebilir.

 

Sen galiba düzenlerin bireylere aynı düzeyde bilinç/bilişsellik kazandırdığını söylüyorsun. Bunu kabullenmek imkansız. Bana bilgi yansımışsa değişebilirim.

 

Cevaplayamadığım kalan kısım daha önemli. İrdeleyip daha sonra cevaplayacağım.

 

Teşekkürler.

 

 

 

 

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Son cumlenden yola cikarak aciklama yapma geregi duydum.

 

Diyelim bir kisiye dokundugunda, kimi sevgi, kimi uyari kimi de bunu durtu olarak beyninde tercume eder ve ona gore de davranir.

 

Bu her duyu ve sinir uyarisi icin gecerklidir.

 

Burada bir bilincalti sinir uyarisi alisilagelmis, otomatiklesmis ve yerlismis tercumesi ve davranisi mevcuttur.

 

Buradaki ilk celiski dokunanin kendince dokunma nedeninden dogar. Cunku dokunulan dokunanin dokunma nedenini bilmez ve sadece kerndi duzeyince algilar.

 

Iste buradaki olmayan bir rahatsizlik yok ise sorgulama da yoktur.

 

Ya da rahatsizlik bir karsi cikis, tepki olarak yansir.

 

Bilimde de tam fark burdadir. Bes duyu ile alinanin alindigi gibi algilanmasi.

 

Felsefe ise bu alinan bes duyuyu TERCUME EDERKEN DUYUM/HIS/SEZGILERINI katar, iste inancsallar ideolojiler izmler ve etik de burda devreye girer. 

 

Burada onemli olan rahatsizliktan ziyade, BIR UYARIYI SORGULAYABILME ALISKANLIGINI EDINEBILMEKTIR.

 

Iste bu basta bireysel bilinc ve farkindalik demektir.

 

Bunun evrensel-insan duzeyi yani devrimci sorgulama ise, sorgulamanin daimi asamasidir; yani rahatsizliga gerek duymamaktir.

 

Kisaca bilinc ve farkindaligin bilissellik asamasidir.

 

Ben bunu oldukca detayli olarak "evrimci ve devrimci sorgulama" basliginda acikladim.

 

Iste bu sorgulamalar basta her turlu uyarinin tercumesini de dusunce seklinide davranisi da SORGULAMANIN SAGLIGI VE TUTARLIGI TEMELINDE BILINC VE FARKINDALIGA TASIR.

 

Buradaki ana bilissellik ise, TAMAMEN BILINCALTI OTOMATIK HAREKETI OLAN TESLIMIYET CARESIZLIK DOGALLIK V.S. TEMELLI PASIFIZM SORUNUDUR.

 

Iste devrimci sorgulama tam da bunu ortadan kaldirir ve HER CARESIZLIK, TESLIMIYET v.s. de; pasifizme degil; bilginin alginin farkindalik ve bilincin sorgulamali bilisselligine yonelir.

 

Yani SAHTE EGOYA KENDINI TESLIM ETMEZ.

 

Iste serbest dusunurluk te, beyindeki tercume sinirlarinin asilmasi da, aklin kutuplulugu ve duygunun kabulu de; her turlu tercumeyi saglayan degerin sorgulanabilmesi de; bu teslim olmayan caresiz kalmayan sinirsizlik temelindedir.

 

Zaten beyin hazir degil ise; kendini rahatlatma adina, sorgulamayi teslim noktasina baglar.

 

Iste BEYNIN SORGULAMAYA ALISANA KADAR BU NEGATIF YANASIMI SOZ KONUSUDUR.

 

Bunu da ornek ile soyle aciklayalim. Vucut kullanim ve alisim temelinde calisir.

 

Mesela mide disler yemek ve fircalama ile bir kullanima girer, ne zaman sen; burada bir degisime gidersen mide de dis de rahatsizligini uyari yolu ile bildirir.

 

Iste bu BILDIRIM ALISILMISA DON BILDIRIMIDIR, AYNI BEYNIN TESLIMIYETE DON BILDIRIMI GIBI.

 

Eger bu uyariya kisi uymaz ve devam ederse, ISTE O ZAMAN MIDE DE DIS DE BEYIN DE YENI KULLANIM ALISIMINA GECER.

 

Artik bu sefer eski de tarih olmustur ve de eski uygulansa bu sefer onu uyarir.

 

Iste vucudun organlarinin besleme degiskenligi beyin acisindan SORGULAMA YANI BEYNIN HAREKETI DEMEKTIR.

 

Bu da bilgi bilinc farkindalik v.s. temelli "yen i bir sen" demektir. 

 

Umarim aciklamalar, algilanir duzeydedir.

 

Degilse, lutfen neresinin neden algilanmadigini belirtirsen; ben de ona gore daha algilanir kilabilirim.

 

Cunku bu aciklamalarin hepsi bilimsel ve bilisseldir ve gozlem veren uygulamalardir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Son cumlenden yola cikarak aciklama yapma geregi duydum.

 

Diyelim bir kisiye dokundugunda, kimi sevgi, kimi uyari kimi de bunu durtu olarak beyninde tercume eder ve ona gore de davranir.

 

Bu her duyu ve sinir uyarisi icin gecerklidir.

 

Burada bir bilincalti sinir uyarisi alisilagelmis, otomatiklesmis ve yerlismis tercumesi ve davranisi mevcuttur.

 

Buradaki ilk celiski dokunanin kendince dokunma nedeninden dogar. Cunku dokunulan dokunanin dokunma nedenini bilmez ve sadece kerndi duzeyince algilar.

 

Iste buradaki olmayan bir rahatsizlik yok ise sorgulama da yoktur.

 

Ya da rahatsizlik bir karsi cikis, tepki olarak yansir.

 

Bilimde de tam fark burdadir. Bes duyu ile alinanin alindigi gibi algilanmasi.

 

Felsefe ise bu alinan bes duyuyu TERCUME EDERKEN DUYUM/HIS/SEZGILERINI katar, iste inancsallar ideolojiler izmler ve etik de burda devreye girer. 

 

Şu ilk cümleye itirazım var:

 

"Diyelim bir kisiye dokundugunda, kimi sevgi, kimi uyari kimi de bunu durtu olarak beyninde tercume eder ve ona gore de davranir."

 

Burada gözlemi ve algılayanın kişiliğini unutuyoruz. Gözlemdeki kişi kendisine dokunanın şefkatle veya ikaz eder gibi dokunmasını gözlemlenip o yönde düşünülebilir. Gözlemleyen kişinin kararı herşeyden soyut değildir. Tercümesine temel olan beyninde tarihi bilgiler ve tecrübeler vardır.

 

Felsefe üreten sezgilerini katar derken, bireyin sadece sezgileriyle değil, bilgi ve tecrübesini görmemezlikten gelemeyiz. Bu da toplumsal değerlerden edinilenlere sıkı sıkıya bağlıdır.  

 

Yani söylemek istediğim özgür düşünüp yorumlamak hemen hemen imkansız gibi. Etkileyen çok güçlü etmenler var. Doğa olguları, toplumsal değerler, siyasi ve iktisadi durumlar, düşünce ve yorumlarımızın belirleyicisidirler.

 

Devrimci sorgulamayı kazanmak yukardaki dış etmenlerin ortadan kalkaması ile mümkündür. O dış etmenler ortada durup dururken, devrimci sorgulama yapısının kazanılması bile mümkün olmuyor.

 

Söylemiştim, bu kolay olsa idi zaten, toplumların bu kavga ve gürültüleri hiç olmayacaktı.

 

Burada onemli olan rahatsizliktan ziyade, BIR UYARIYI SORGULAYABILME ALISKANLIGINI EDINEBILMEKTIR.

 

 

Bunu da hep tekrarladım durdum. "Sorgulayabilme alışkanlığı"nı edinebilmek mucize gibi sanki. Ve hatta bireysel çabayla olmuyor. Bireysel çaba, zaten toplumsal değerler temelli gösteriliyor. Böyle olmasa idi düşünürler, "ön yargıları yıkmak dağları yıkmaktan daha zor" der miydi?

 

Bireysel kazanımdan öte, toplumsal eğitim politikası çok çok daha önemli. Benim gözlemime göre toplumsal etki bireyin devrimci sorgulama alışkanlığını kazanMAması yönünde. Hatta %99.9 etken.

 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Şu ilk cümleye itirazım var:

 

"Diyelim bir kisiye dokundugunda, kimi sevgi, kimi uyari kimi de bunu durtu olarak beyninde tercume eder ve ona gore de davranir."

 

Burada gözlemi ve algılayanın kişiliğini unutuyoruz. Gözlemdeki kişi kendisine dokunanın şefkatle veya ikaz eder gibi dokunmasını gözlemlenip o yönde düşünülebilir. Gözlemleyen kişinin kararı herşeyden soyut değildir. Tercümesine temel olan beyninde tarihi bilgiler ve tecrübeler vardır.

Tabiki bir dokunus, hem dokunan hem de dokunulan acisindan, bir sinirsel uyari olarak; bir dusunce ya da dusunceler tetikler, burdan hisler ve davranislar yeserir. Bu cok hizli bir surectir. Gozlem genelde, bilincle paraleldir. Asil bilinen algi, akilsalalgidir ve bu da ego temellidir.

 

Felsefe üreten sezgilerini katar derken, bireyin sadece sezgileriyle değil, bilgi ve tecrübesini görmemezlikten gelemeyiz. Bu da toplumsal değerlerden edinilenlere sıkı sıkıya bağlıdır.  

 

Yani söylemek istediğim özgür düşünüp yorumlamak hemen hemen imkansız gibi. Etkileyen çok güçlü etmenler var. Doğa olguları, toplumsal değerler, siyasi ve iktisadi durumlar, düşünce ve yorumlarımızın belirleyicisidirler.

Serbest dusunup mu demek istedin? Ozgur dusunce baska bir seydir. Kisaca dusunebildigini hic bir etki altinda kalmadan hic bir yasayamaruz kalmadan soyleyebilmektir.

 

Tabi ki her sey herseyi tetikler. Iste mindfulnessin farki burda, DUNU VE YARINI DUSUNCEYE TASIMAMAK, SADECE ANI VE SADECE SINIRSEL UYARIYI DUSUNMEKTIR.

 

Devrimci sorgulamayı kazanmak yukardaki dış etmenlerin ortadan kalkaması ile mümkündür. O dış etmenler ortada durup dururken, devrimci sorgulama yapısının kazanılması bile mümkün olmuyor.

Burada onemli olan fark her turlu etmene yonelik dusunceye dusunceden degil; dusunceye disaridan (qua felsefesi) bakabilmektir. Yani torba ornegi. Tabiki once sorgulamayi kazanmak soz konusudur. Bunun evrimci mi devrimci mi oldugu ise, kisinin bilincli ya da bilincalti ..e goresine gore de degiskendir.

 

Söylemiştim, bu kolay olsa idi zaten, toplumların bu kavga ve gürültüleri hiç olmayacaktı.

Unutma ne dedik "her sey zordur, onemli olan zoru kolaylamaktir"

 

 

Bunu da hep tekrarladım durdum. "Sorgulayabilme alışkanlığı"nı edinebilmek mucize gibi sanki. Ve hatta bireysel çabayla olmuyor. Bireysel çaba, zaten toplumsal değerler temelli gösteriliyor. Böyle olmasa idi düşünürler, "ön yargıları yıkmak dağları yıkmaktan daha zor" der miydi?

Iste burada bireysel bilinc ile birey bilinci farki geliyor.

 

Bireysel bilinc, BILINCIN BIREYSELLIGI iken; Birey bilinci, BIREYIN BILINCI dir.  Aslinda burada "asertiveness" konusu devreye giriyor.

 

Kisaca Duygusal/ezik "sen dogrusun, ben yanlisim" akilci/ustun "ben dogruyum, sen yanlis" assertiveness ise "ben de dogruyum, sen de dogrusun" yani hem kendine hem baskasina saygi. Ya da kendine ne ise baskasina da aynisi. Ilk ikisi ego evreleridir. Asertiveness ise sadece kendinin degil baskalarinin da varliginin bilincidir.

 

Hani bizde bir soylem vardir "sana yapilmamasini istedigini, sen de baskasina yapma" gibi. Burada empati ikilidir. Iste bireyin bilinci budur ve SADECE KENDINI DEGIL; KARSISINDAKINI DE BIREY OLARAK DEGERLENDIRIR.

 

Maalesef ulke toplumumuz asertiveness ten yoksundur. O yuzden de catisma atisma satasma polemik temelli "ben/sen" ego catismasi vardir.

 

Iste bu temeldeki sorgulama, mindfulness sorgulamasidir, SORGULAMA KISILER UZERINDE DEGIL; YASANAN ILISKI UZERINDEDIR. Iste bu sorgulamadan sorgulayan kendi icin olani alir ve baskasi icin olmasi gerekeni de algilamis olur.

 

Burasi biraz karisik gelirse, sorabilirsin. Cunku yanlis algilanmasi ters teper.

 

Bireysel kazanımdan öte, toplumsal eğitim politikası çok çok daha önemli. Benim gözlemime göre toplumsal etki bireyin devrimci sorgulama alışkanlığını kazanMAması yönünde. Hatta %99.9 etken.

Eee bosuna "dogal/fenomenal zihniyet ve sahte ego elbisesi, akilsal algi ideolojik inancsal etik bilincalti veriler ve bunlarin kisiyi kontrolu v.s." demiyoruz.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Burasi biraz karisik gelirse, sorabilirsin. Cunku yanlis algilanmasi ters teper.

 

Hiç de ters tepmedi. Karşılıklı empati ve devrimci sorgulama olması gereken zaten. Ama ben kazanılmasına mucize olarak bakanlardanım. Gözlemlerime göre toplumsal değerlerin etkisi gittikçe fazlalaşıyor, gerilemiyor. Daha bu sene bir kaç toplum şeri hukuku kabullendiler.

 

..

 

Buradaki "mindfulness" sorgulamaya en yakın Türkçe eş anlam, devrimci sorgulama, "asertiveness"e ise karşılıklı empati oluyor galiba, doğru mu?

 

"Evrimci ve devrimci sorgulama"yı bir defa daha okuyayım ama, kazanılmasının daha kolay bir sihirli formülü olmalı. Teolojik inançlar için o sihirli formül, diğer yaşamdaki(!) korku(yakılmak) ve ödül(huri, şarap ırmakları vs) sihirli formulü gibi.

 

Sadece yaşam ve bilgi rahatsızlığı birey bilinci kazanmanın nedeni olamıyor maalesef. 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Hiç de ters tepmedi. Karşılıklı empati ve devrimci sorgulama olması gereken zaten. Ama ben kazanılmasına mucize olarak bakanlardanım. Gözlemlerime göre toplumsal değerlerin etkisi gittikçe fazlalaşıyor, gerilemiyor. Daha bu sene bir kaç toplum şeri hukuku kabullendiler.

Yalnis algi icin gecerli "ters tepme" :)

 

Burada neyazikki TUM TARAF SENSIN. YANI KARSI TARAFTAN BIR SEY BEKLEMEK DURUMU DEGIL. Devrimci sorgulama da, mindfulness te assertiveness te qua felsefesi de; tamamen bireysel.

 

Bir de birsey kendi kendine olmuyor, bunu OLUR KILACAK OLAN BIREYIN KENDISI VE HEM KENDISI HEM DE ILISKILERI ICIN.

 

..

 

Buradaki "mindfulness" sorgulamaya en yakın Türkçe eş anlam, devrimci sorgulama, "asertiveness"e ise karşılıklı empati oluyor galiba, doğru mu?

Biraz farkli devrimci sorgulama daha genis ve daha kapsamli ve daimi. Mindfulness ise sadece rahatsizlik dusuncesi algilandiginda. Yani kisiye gelen negatif olumsuz rahatsiz eden dusunce.

 

Mind fulness te- onca rahatsizligin, farkindaligi sonra adinin konmasi sonrada her turlu mucadelenin sonucsuz kalmasi gerekiyor.

 

Ondan sonraki asama, mindfulness; yani rahatsizx eden DUSUNCEYE DISARIDAN BAKMAK. YANI TORBA YAPMAK. Sirf ona konsantre olmak ve bu konsantre de dusunce olarak gecmis ya da gelecek her turlu dusunceyi bertaraf etmek, sadece rahatsiz eden dusunceye yogunlasmak ve sadece o anlik yogunlasmak ve DUSUNCEYI DISARI ALIP SADECE GOZLEMLEMEK.

 

Rahatsiz dusunceyi fark etme sorusuna ornek;

 

Su an ne dusunuyorum?

 

Ad vermeye ornek;

 

Ne cesit bir dusunce bu?

 

Dusuncenin sifatina ornek;

 

Bu dusunce, beni endiselendiriyor mu/stresse sokuyor mu, kotu hissettiriyor mu? v.s.

 

Yaptigim ya da yapmadigim bir seye etkisiu var mi?

 

Yani diger dusuncelerimi, hislerimi, davranislarimi v.s. etkiliyormu?

 

Mucadele ile ilgili ornek;

 

Kendime acaba haksizlik mi ediyorum?

 

Eger ailem, arkadaslarim v.s. eger soyle derlerse, ben ne yanit verecegim?

 

Iste mindfulness bundan sonraki asama.

 

Asertiveness te sadece kisiden tarafli. Dusunce olarak NE KENDINE YONELIK NE DE BASKASINA YONELIK NEGATIF/RAHATSIZLIK VERICI DUSUNMEMEK.

 

Simdi passive, aggresive-sinirli/hircin/sert ve assertive dusunceye ayni temelde ornek verelim.

 

Passive-Farketmez, olur, tamamdir.

 

Aggresive-Yapacagimiz budur, eger begenmezsen, beni ilgilendirmez, pasa gonlun bilir.

 

Assertive-Bu iyi bir fikir, yalniz bunu da yapsak nasil olur, yada, evet ben bunu goruyorum, yalniz asil istedigim....

 

Gibi. Yani;

 

Passive- Kendine haksizlik

 

Aggressive- Karsiya haksizlik

 

ASSERTIVE- Hem kendi hakkin hem de karsindakinin hakki.

 

Mesela burada uc yonlu inanci sana ornek olarak vereyim.

 

Passive- Baskalarinin her zaman fikirlerini onemseme yaninda, kendi fikri yok, o yuzden de istediklerini dusunebilirler.

 

Aggresive-her zaman her seyi kendi istedikleri gibi yapmaya inanmislardir, yapmak istedikleri kendi istedikleri gibidir, cunku; onlar her zaman haklidir ve dogrudur, digerleri ve onlarin istemleri ise daha az onemlidir.

 

Assertive-Her zaman butun bireylerin esit katilimina, herkesin saygi gormesi gerektigine, kimsenin kimseden bir sey yapma adina daha fazla hakki olmadigina inanirlar ve oyle hareket ederler. Yani HAK VE OZGURLUKLERIN TUM BIREYLER ADINA VE ESIT OLDUGUNUN BIREY BILISSELLIGI.

 

 

 

"Evrimci ve devrimci sorgulama"yı bir defa daha okuyayım ama, kazanılmasının daha kolay bir sihirli formülü olmalı. Teolojik inançlar için o sihirli formül, diğer yaşamdaki(!) korku(yakılmak) ve ödül(huri, şarap ırmakları vs) sihirli formulü gibi.

 

Sadece yaşam ve bilgi rahatsızlığı birey bilinci kazanmanın nedeni olamıyor maalesef.

Sihirli formul, KENDI BIRSEL VARLIGININ FARKINDALIGI VE BILINCI. Herseyin kendine ait olmasi ve herseyin kontrolunun yonlendiriminin v.s. kendinde olmasi. Kendi yasamini kendin yasamak.

 

Bunu yapmazsan tum yasam ve iliskilerin senin degil, baskalarinin sana verdigidir. Her zaman baskalarinin oyuncagi kuklasi kolesi olursun. Ya ezilirsin, ya ezersin. HALBUKI NE EZMEK NE DE EZILMEK MUCADELESI VERMEK VARDIR.

 

Ayrica birey bilinci tabiki bunlarla sinirli degil. Bunlar bir yerde, AYNI YENI DOGMUS BEBEK NASIL ELINI AYAGINI YA DA DIGER ORGANLARINI TANIMAYA CALISIYOR, BU DA AYNI. KENDI DUSUNCE DAVRANIS SIUNIRSEL UYARI VE HISLERINI/SEZGILERINI DUYGULARINI TANIMAYA CALISMAK.

 

Soyle dusun, BEYINDE BINLERCE DUSUNCE VAR; SEN O DUSUNCELER DEGILSIN, SEN O DUSUNCELERIN ZEMINISIN. Dolayisi ile dusuncelerin senin zemininde kendi istedikleri gibi degil, senin istedigin gibi dagilisini saglayayabilir, birini bir yerden alip baska biur yere koyabilirsin.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...