Jump to content

Kemalizm/Fasizm Bagi/Iliskisi


evrensel-insan

Recommended Posts

Kemalizm ya da diger adiyla Ataturkculuk ile hemen hemen Avrupa'da ayni tarihlerde ortaya cikan ve adini italyan lider Benito Mussolini'nin 1922 yilinda baslayan iktidarindan alan fasizmin, geneldeki ozellikleri ile kemalizmin 6 oku ve de 1923-80 arasi devlet iktidar ve hukumet eliyle uyguladigi rejimin birbiri ile olan benzerlikleri temelinde; Kemalizmin bir fasizm cesidi olup olmadigi ortaya cikar.

 

Buradaki en onemli sorun, hert zaman oldugu gibi dil ve turkceye tercume sorunudur.

 

Mesela sosyal ve toplumsal turkce de ayni algilandigindan, sanki turkiye'de devlet sosyal mis gibi algilanir.

Toplumsal kollektive ve ideolojisi kollectivizm dir. Yani turkiyedeki devlet sosyal degil, toplumsaldir.

 

Fark ilk basta nicelik nitelik farkidir.

 

Diger fark tum toplumu tek bir temelde yonlendiren toplumsal devlet ile, toplumun her turlu sosyo-etik farkini farklariu ile birlikte kucaklayan sosyal devlet farkidir.

 

Kollektive, social yani sosyal demek degildir.

 

Ayni hata laiklik ve sekulerite de islenir.

 

Turkiyede devlet, sekuler nitelikte degildir, laiklik niteligi de "sakattir."

 

Goruldugu gibi, tamamen bati kaynakli olan kavram ve terimlerin, batidaki anlami ile turkceye yapilan tercume anlami ayni degildir.

 

Bu basta hem devleti hem de rejimini tanimak/tanitmak adina s1k1nt1dir.

 

Gelelim fasizmin ne olduguna;

 

"Faşizm, radikal otoriteryan milliyetçi bir siyasî ideolojidir."

 

Yukaridaki cumlede, kemalizm de hangisi yoktur?

 

"Faşistler; bireylerin millî kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alarak, kendi milletlerinin yükselişini amaçlarlar; ayrıca disiplin, endoktrinasyon, fiziksel eğitim ve öjenik unsurlar yoluyla halk seferberliği arayışı içinde olan totaliter bir devlet aracılığıyla ortak bir ata ve kültür gibi birey ötesi bağlarla birleşirler.

 

Faşizm, millet üzerinde dejenerasyona sebep olduğu düşünülen veya milli kültüre uyum sağlamayan yabancı tesirleri defetmeyi hedefler."

 

Kisaca birey bilinci yerine toplumsal kisilik hakimdir. Yani kisinin kendi degil, fasizm ideoloji ve inanci on plandadir. Kemalizm ile mukayese edin.

 

"Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, o rejimin ideolojisinin milliyetçi olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gereklidir.

 

Bu yönüyle halkçılığı (popularizm) da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir.

 

Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin politikalarındandır.

 

Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı öngörür. Bu yönde devlet eliyle korporatif sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır.

 

Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından en iyi şekilde karşılanır; örneğin Almanya'da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmiştir."

 

Kemalizm ile mukayese edin.

 

"Faşizmin amacı bir toplumu birlik-beraberlik, ulusal değerler, tarih bilinci, vatan-bayrak-devlet üçlemesi, halkçılık ve devletçilik gibi anlayışların altında bütünleştirmektir.

 

Vatansever ve milliyetçi olmakla birlikte -özellikle de nasyonal sosyalizmde- ırkçı boyutlara varabilmektedir.

 

Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi ülkelere göre değişmektedir; örneğin İtalyan faşizminde "İtalyan vatandaşlığı" kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise "Alman kanı taşıma" düşüncesi ön plandadır.

 

Mussolini'nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Hitler'in doktrininde ise kan bağı vurgulanmaktadır. İtalyan faşizmi milliyetçidir, Alman nasyonal sosyalizmi ise ırkçıdır."

 

Kemalizm ile mukayese edin.

 

"İdeoloji ve Amaçlar

 

Faşizmde toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir tek ideoloji bağlayıcı olarak ilan edilir. Gerek devlet gerekse de iktidarın dünya görüşüne göre ve lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir.

 

Basın ve yayın kuruluşlarının mevcut ideolojiye göre yayınlar yapması zorlanır.

 

Hakim görüşe zıt düşünceler ve muhalif seslerin çıkması çeşitli baskı unsurlarıyla önlenir.

 

Aykırı yayın yapanlar sansürlenir, kapatılır veya başka türlü yollarla engellenmeye çalışılır.

 

Böylece hakim düşüncenin karşısına farklı düşüncelerin çıkmasının önüne geçilmiş olunur ve tek tip düşünce, toplumda baskın hale getirilir.

 

Faşizmin boyutu, bu koşulların ne kadarının somut olarak uygulamaya geçirildiğiyle doğru orantılıdır.

 

Lider ilkesi:

 

Bu ilkeye göre toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir tek ideoloji bağlayıcı olarak ilan edilir.

 

Gerek devlet gerekse de yönetim dünya görüşüne göre ve lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir.

 

Aynı şekilde işletmelerde de patron ve işçi arasında işletme yöneticisinin iktidarına dayalı bir ilişki kabul edilir.

 

Milliyetçilik ve vatanseverlik: 19. yüzyıl boyunca yükselen milliyetçilik 20. yüzyılda çeşitli ve aşırı boyutlara varmıştı.

 

Faşizmde milliyetçilik en ön plandadır ve temel ideolojidir. Vatanseverlik ve milli değerler her fırsatta vurgulanmaktadır.

 

Antisemitizm ve ırkçılık:

 

İtalyan faşizminin özünde ırkçılık yoktur, milliyetçilik ve vatanseverlik vardır.

 

Fakat Alman nasyonal sosyalizminde ise katı bir ırkçılık mevcuttur.

 

Popülizm, anti-komünizm ve anti-kapitalizm:

 

İtalyan faşizmi ve nasyonal sosyalizmde popülizm ön plandadır.

 

Kapitalizm tümüyle veya zararlı yönleriyle reddedilir.

 

Korporatif ekonomi uygulamaya konur.

 

Komünizm, faşizmin düşman ideolojisi kabul edilir.

 

Bunun nedeni komünizmin faşizme ideolojik olarak ters düşmesidir.

 

Hukukun işlevselleştirilmesi.

 

Rejim karşıtlarının ve aşağı görülen halk gruplarının idam edilmeleri ve/veya öldürülmelerinin haklı görülmesi ve bir devlet politikası olarak yürütülmesi.

 

Bir ulusa, kültüre ya da “ırka” üye insanların toplumun geri kalanı üzerinde üstün oldukları iddiası.

 

Bu yaklaşım aynı zamanda lider ilkesinde de ifadesini bulur. Belli bir kişi diğer herkesten ve topluluktan daha isabetli kararları alabilir durumdadır.

 

Otoriter iktidar biçimleri ve sıklıkla totaliter bir sistem.

 

Totalitarizm Alman ve İtalyan faşizmlerinde ön plandayken, Avusturya faşizmi ve falanjizmde vurgulu değildir."

 

Kemalizm ile mukayese edin.

 

"Şekilsel ve Örgütsel Özellikler

 

Devlet içinde ve yanında başka bir devlet olan silahlı gizli servisin merkezi önemi.

 

Kendi taraftarlarının gözetim altında tutulması.

 

Militarizm:

 

Ekonomik hayat da dâhil olmak üzere toplumsal hayatın militarize edilmesi.

 

Militer kitle yürüyüşleri ve büyük gösteriler faşizmin en önemli görünüşleridir.

 

Bilimlerin taraflılık yasasının egemenliği altına alınması.

 

Kitle seferberliği, parti propagandası yoluyla toplumsal alanın ve kitle iletişim araçlarının tekelleşmesi çabası.

 

Toplumun sürekli kışkırtılması, devrimci ilan edilen konular lehine zorunlu coşkunluk.

 

Kolektivizm: Halkın kitle olarak anlaşılması."

 

Iste toplumsallik ve olmayan sosyal fark niteligi tam da burdadir.

 

Yani halk bir nicelik yigini, sosyal bir niteligi yok ve o yuzden sadece devletin ona verdigi niteligi tum toplumun nitelik olarak almaya zorlanmasi

 

"Mussolini’nin stato totalitario kavramından beri faşist anlayış özel yaşama kadar toplumsal hayatın her alanında hak iddia eder.

 

Aile çocuklarla halk birliğine katkı yapacak olan davadaşlık birliği olarak düşünülür.

 

Pasifizmin aşağılanması. Bunun yerine hareket adı altında militarizmin ve savaşın yüceltilmesi.

 

Politik karşıtın ortadan kaldırılması eğilimi. Faşizme göre karşıt düşmandır ve bir an önce yok edilmelidir. Bu söylem esas olarak kitlelerin faşist yönetime örgütlenmesi amacıyla kullanılır.

 

Parti milisleri. Paramiliter çeteler.

 

Estetikleştirme ve mistikleştirme. Özellikle ulusun kendi tarihine yönelik mistikleştirilmiş bir algı.

 

Yiğitliğe, kahramanlığa ve savaşçılığa vurgu.

 

Ataerkil yapıların yüceltilmesi.

 

Gençliğin vurgulanması. Gençliğin dinamizminin savaş taraftarlığıyla ilişkilendirilmesi.

 

Kimi ülkelerde bir yandan monarşi ve ruhban sınıf önderliğine yönelik vurgu, ama diğer yandan dini unsurların yerini alan ilerleme ve teknoloji inancı."

 

Kemalizm ile mukayese edin.

 

"Ekonomi

 

Hem kapitalizmi, hem de komünizmi reddeden bir doktrin olan faşizmin ekonomi politikası korporatizm isimli sistemdir.

 

Korporatizm, toplumu organizmacı bir gözle görmenin bir sonucu olarak her kesimin tüm faaliyetlerinin amacını dayanışma ve ortak çıkara indirgeyen politik bir yaklaşımdır.

 

Tahmin edileceği gibi burada farklı kesimlerin farklılıkları ancak ortak çıkar ya da devletin faydası ekseninde okunduğu müddetçe yaşayabilir.

 

En tipik örneği Mussolini dönemi İtalya uygulamasıdır. Korporatif ekonomi ile İtalya'daki işsizlik azalmış ve milli gelir yükselmiştir.

 

İşçi ile işveren, emek ile sermaye gibi arasında sorunların bulunduğu ekonomik tarafların ve toplumsal sınıfların arasındaki problemleri faşist devlet uzlaşma yoluyla çözmeye çalışır.

 

Örneğin İtalya'da devlet tarafından kurulan ve Faşist Parti'ye bağlı olan sendikalar yoluyla İtalyan emekçilerinin hakları savunulmuş ve sermayenin işçi sınıfını ezmesinin önüne geçilmiştir.

 

Sermaye sahiplerinin toprak ağalığı yapması yasaklanarak her şey devlet gözetiminde tutulmuş, ülkenin emekçi sınıfı olan işçilerle sermayeyi elinde bulunduran işverenlerin dayanışma içinde bulunması sağlanmıştır.

 

Faşist sistemde devlet her şeyden üstün olduğu için sermayeyi elinde bulunduran zengin iş adamları

 

Faşist Parti mensuplarına söz geçiremiyor, böylelikle sermaye devletin oluyor; bu sermaye de halkın çıkarına kullanılıyordu.

 

Faşist sistemin korporatist ekonomi politikaları sayesinde İtalyan halkı refaha kavuşmuş ve sınıflar arasındaki sorunlar ortadan kalkmıştır.

 

Çünkü faşist yönetim belli bir sınıfı değil, tüm ülkenin çıkarlarını düşünen politikalar uyguluyordu.

 

Faşizmin ekonomi politikası daha çok orta sınıf tarafından desteklenmiştir."

 

Not: " " icindeki cumle ve paragraflarin linki asagidadir.

 

http://tr.wikipedia.org/wiki/Fa%C5%9Fizm

 

Kemalizm ile mukayese edin.

 

Gorundugu gibi kemalizmin bir fasizm cesidi olup olmadigi yukarida yazanlar ile T.C. de olanlar ile mukayesedir.

 

Tabi burada kemalist Ataturkcu acisindan ve onun duygu temelinden bakmak, cogu benzerligin gorulmemesini saglayabilir.

 

Bunun tek bir cozumu vardir, her kim ki boyle dusunur, caresi yukarida yazanlardan hangilerinin kemalizm de olmadigini aciklayarak vermektir.

 

Eger bilgi ve dusunce temelinde bu mukayese degerlendirilemezse zaten yukarida yazanlar fasizm olarak algilanabilirken, kemalizm cesitli bahaneler inkarlar karsi cikislar ve aciklamasiz muhalefet ve suclama v.s. ile bunun disinda tutulacak ve arada gercekte degil sadece duyguda akilda ve inancta olan bir fark yaratilmaya calisilacaktir.

 

Onemli olan ezber bozabilmek ve tum sorgulanmazlarimizin sorgulanabilecek hale getirilebilmesi ve notr temelde konu ve kavramlarin duygu seline kapilmadan tartisilabilir olmasidir.

 

Zaten ve belki de bunu bu gune kadar basaramadigimiz icin, herkes kendi inanc ve ideolojisinin ve ona verildigi haliyle ezberini bozamamaktadir.

 

Boyle kaldigimiz surece de kimse tarihinin ne oldugunun bilincine ve farkina varamayacak kendisine verilen ezber ve sorgulanmaza biat ederek sadece savunmaya korumaya buyuk bir iman inanci ile devam edecektir.

 

Hani bir deyimimiz vardir "dost aci soyler"

 

Aslinda bugunku diktatorun uygulamalarinin da fasizm ile ne kadar bagdasip bagdasmadigini da burdan degerlendirebiliriz.

 

Sonucta POLITIK VESAYET iktidar olarak topluma tek bir yonlendirim olarak dayatildiginda, ne bireyden ne hak ve ozgurluklerden ne demokrasiden, ne sosyal bir devletten v.s. soz edilemez. Politik olarak dayatilan vesayet, askeri, sivil, milli, dini v.s. olmus fark etmez. Devlet sadece kendi adina kullanacagi kullar ya da toplumsal kisiler yetistirir.

 

Ustelik bu politik vesayet icerik ve yer degistiginde de nesiller arasi bilgi dusunce egitim ogretim v.s. istikrari da yok olur.Iktidarin yonlendirdigi Bir onceki milli/askeri nesil, yeni bir iktidarin yonlendirdigi bir sonraki dini/sivil nesil ile dialog kuramaz, ancak kutuplasir ve otekilesir.

 

Iste ulke ve toplumumuz kuruldugundan beri de yasanan budur.
 
__________________
Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Serbest Dusunurluk/Devrimci
Sorgulama/Numenal Devrim -
Evrensel-Insan Zihniyeti

 

  • Like 9
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra...

Bu yukarıdaki yazının yazarının yazısını yazarken yararlandığı kaynak olan Vikipedia'daki Faşizm başlığında verilen Faşizmi tanılayan ilk paragraftan mukayeseye başlayalım.

 

Ancak; bir noktada buluşmadan başka bir paragrafa geçmezsek mukayesemiz daha sağlıklı olacaktır. Aksi durum, hem başlığı takip edip okuyanlar için, hem de tartışacak olan veya fikir paylaşımında buluşan veya katkıda bulunmak isteyenler açısından konunun dağılmış olduğu izlenimi yaratacaktır. İlk paragrafı geçtikten sonra sırayla diğerlerini de ele alıp mukayesemizi tamamlarız.

 

"Faşizm, radikal otoriteryan milliyetçi bir siyasî ideolojidir."

 

"Faşistler; bireylerin millî kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alarak, kendi milletlerinin yükselişini amaçlarlar; ayrıca disiplin, endoktrinasyon, fiziksel eğitim ve öjenik unsurlar yoluyla halk seferberliği arayışı içinde olan totaliter bir devlet aracılığıyla ortak bir ata ve kültür gibi birey ötesi bağlarla birleşirler.

Faşizm, millet üzerinde dejenerasyona sebep olduğu düşünülen veya milli kültüre uyum sağlamayan yabancı tesirleri defetmeyi hedefler."

 

( Vikipedi )

 

Şimdi burada;

 

1- En başta Faşizm bir ideolojidir ama Kemalizm bir ideoloji değil, bir doktrinler bütünüdür. Nihai hedefin değil, nihai hedefe bir an önce varmak için seçilmiş yöntemlerin bir harmanıdır. Faşizm gibi diğer ideolojilerin ise nihai bir hedefi vardır, genel kurguları sürekli sürdürülebilir bir nihai rejim içindir. Oysa Kemalizm yalnızca çağdaşlık düzeyi ne ise ( o çağa göre ) bunun elde edilmesi için gereken yöntemleri Türkiye koşullarında açıklayan, öneren, uygulamaya çalışan geçici-devrimsel bir araç niteliğinde olan ilkeleri ihtiva eder. O nedenle bu mukayese bir elma-armut mukayesesidir. Yapacağımız mukayese bu anlamda bilimsel olamayacaktır.

 

2- Faşizmin uygulandığı ( iktidara geldiği ) ülkeler sanayi devrimlerini tamamlamış, burjuva demokrasilerini tesis etmiş, milli kimlikleri oturmuş, sınıflarının belirginleştiği, emek-sermaye eksenli sınıf çelişkilerinin yaşandığı aşama kaydetmiş - görece gelişmiş veya gelişmiş  ülkelerdir.

 

Faşizmin bireylerin milli kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alması,  bu sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmaya yönelik Korporatist uygulamaları ile kendi milletlerinin, diğer milletlerden üstün olduğu iddiası ile birlikte yükselişini ( savaşı ve yeni topraklar elde etmeyi ) amaçlaması nedeni ve güdüsü iledir. Faşizm işçiyi sermaye sınıfına ezdirmemiş, devlet eliyle sendikalar kurmuş, işsizliği sıfıra ulaştırmış, tamamen teknokratik yaklaşımla ekonomik verimi ve top yekun geliri arttırmıştır.

 

Yani, Faşizm, aslında Kapitalizmin birey odaklı yaklaşımının tersine devlet ve onun milleti odaklı ve yine Kapitalizmin tersine dolaylı olarak değil doğrudan, libertenyen değil otoriteryen, kaba bir şekilde savaşı kutsayan, emperyalizmi nihai hedef alan halidir.

 

​Kemalizmin devletçiliğinde ise, nihai hedef olarak değil, sınıfların oluşumunu hedefleyen geçici bir devlet kapitalizmi vardır. Olmayan sınıflar üzerinde ve zaten bu yüzden olamaz olduğu için, Korporatif yaklaşımları yoktur. Zira, malzeme olarak elinde henüz feodal üretim ilişkilerine dayanan bir toplum yapısı vardır.

 

İşte otoriteryenliği de bu feodal yapıyı ve feodal değerleri, ileri bir yapı olan kapitalist yapıya dönüştürmek içindir ( Jakobenizm ).  Amaç ve hedef hem ekonomik olarak hem de değerler açısından ileri gelişmiş kapitalist ülkelerin yapısıdır.

 

3- Kemalizmin Milliyetçiliği ise, Faşizm gibi söylem itibariyle kendi milletinin diğer milletlerden üstün olduğu iddiası varmış gibi görünse de, kapitalist ileri çağdaş ülkelerin milletleri gibi bir milleti hedefleyen, ülkede var olmayanı, bir modern milleti yaratmak amacı güden, yüzyıllardır ezilmiş bir topluma yönelik geçici - motivasyon içerikli yaklaşımdan fazlası değildir. Zira, Kemalizm savaşı ve bu yolla yeni topraklar elde etmeyi amaçlamaz.

 

Birey bilinci taşıyan Milli kimlik hem laikliğin, hem demokrasinin, hem de kapitalist ekonominin teminatıdır.

 

Ancak, Batıda Millet bilinci oluşmadan ne özgürlük ne eşitlik ne de adalet kavramları ne laiklik ne de Sanayi Devrimini ortaya çıkaran birey bilinci gelişmemiştir.

 

Zira, Millet bilinci gelişmeden din / etnik eksenli ayrımcılık ortadan kalkmaz. Bu ayrımcılıklar var olduğu sürece de özgürlükten, adaletten, eşitlikten söz edilemeyeceği gibi, doğal olarak laiklik de ortaya çıkmaz. Birey bilinci taşıyan Milli kimlik işte bu üç sacayağından yükselir. Bu üç ilke tam olarak hayata geçirilmeden birey bilinci ortaya çıkmaz. Adalet, Özgürlük, Eşitlik kavramları da Millet Bilincinin gelişimine bağlıdır. 

 

Kısacası, tarihsel ve mantıksal olarak öncelik, Millet bilinci oluşturmaktadır. Bu sürecin çeşitli sebeplerle sekteye uğradığı bir yerde ( KARŞI DEVRİM ) ya feodal yapıya doğru geri yönelimle yarı feodal bir hibrid yapı ortaya çıkar ( 50'den itibaren günümüze  kadar Türkiyenin sosyo-ekonomik yapısı ) ya da Faşizm'e yönelimle birey bilinci taşımayan orta sınıf ağırlıklı bir toplum yapısı.

 

Zihinlerde Millet bilinci oluşturulduktan sonra da Eşitlik, Adalet, Özgürlük kavramları kendiliğinden gelişir ve Birey Bilincini oluşturur. Birey Bilinci de ister istemez tam demokratik ve sosyal devleti talep eder. Devlete hizmet eden birey anlayışı doğal olarak giderek bireye hizmet eden devlet anlayışına dönüşür.

 

İşte, Kemalizm de bu tarihsel sıralamayı hayata geçirmek için Türkiye şartlarına uyarlanmış doktrinler bütünüdür.

 

O zamana kadar Ümmet Bilincinden tarihsel koşulların oluşmaması nedeniyle kendiliğinden evrilmemiş / evrilememiş olan Millet Bilincinin verilmesi önceliktir.

 

Burada olan şey ise Jakobenci Devrim'dir. Buna Politik Vesayet de denilebilir. Bununla beraber tüm devrimlerin doğası zaten böyledir.

 

Gözden kaçırılmaması gereken husus, devrim sürecinin gerektirdiği uygulamaların AMAÇ DEĞİL, ARAÇ OLDUĞUDUR.

 

KEMALİZMDE HEDEF ÖZGÜR BİREY DEVLETİNİN DEMOKRASİSİDİR .

 

AMAÇ MUASIR SEVİYENİN ÜSTÜNE ÇIKMAKTIR.

 

FAŞİZMDE İSE POLİTİK VESAYET " HEM ARAÇ HEM AMAÇ " TIR.

 

FAŞİZMDE HEDEF YALNIZCA FAŞİZMDİR.

  • Like 5
Link to comment
Share on other sites

Aciklamalariniz gayet algilanir ve acik, dusunce ve bilginize saglik.

 

Yalniz buradaki ana sorun, ulke ve toplumumuz acisindan; cagdaslik sorunudur.

 

Millet politik devleti 90 yildir yasamdadir.

 

Cagdas olarak ta, etnik etnisite temelli sosyo-etik kokensel farklarin hak ve ozgurlugu de talepte, savunuda ve desteklemededir.

 

Iste bu temelde, kemalizmin ozgur birey devletine acilacagi dusunceniz, bence sizin dusuncenizdir. Cunku kemalizmin milli vesayet (herkes turktur/ne mutlu turkum diyene v.s.) temeli sizin ile ayni dusunce de degildir. 

 

Su anda ulke ve toplum gelecegi uc yonde ilerleyebilir.

 

Milli bilinc yeterli olmazsa, gidisat ya su an oldugu gibi teokratik bir otokrasidir ya da cemaat eliyle teokratik bir parlementer sistemdir.

 

1980 oncesi olan da milli vesayet temelli bir parlementer demokrasi idi.

 

Her ikisi de ozgur birey bilinci tasiyan ve sosyo-etik milli ya da dini vesayeti olmayan ve tum toplumu sosyo-etik farklarin varliginda ve taniminda kucaklayan bir devlet yapilanisina acilmaz.

 

O zaman olacak olan, ya milli vesayet surerse, bolunme; ya da dini otokrasi devam ederse teokratik bir duzendir.

 

Cunku bugun sosyo-etik olarak kendi milli kokeninin bilinc ve isteminde olan bir kurd varligi, yine sosyo-etik olarak dini mezhepsel kokeninin bilinc ve isteminde olan bir alevi varligi mevcuttur ve bunlar hakli olarak evrensel hukuk insan haklari temelindeki sosyo-etik farklarinin hak ve ozgurlugunu talep etmektedir.

 

Tabi bunlar gozlem veren ana sosyo-etik farklar.

 

Bu durumda sence;

 

Milli bilinc ve farkindalik orani kactir?

 

Bu milli bilinc ve farkindaligin, sosyo-etik farklar bilinc ve farkindalik orani kactir? 

 

Yani miilli politik bir devlet, ulke butunlugu temelinde sosyo-etik farklarin farkini taniyacak kadar bir sosyo-etik bilince sahip midir?

 

Diger taraftan, gezi bilincini de goz onune alarak, ulke ve toplumunun teokratik bir otokrasi ya da parlementer demokrasiye donusumunun olmama olasiligi nedir?

 

AKP tekrar iktidar olursa, devlet ve hukumeti de kendi biat kulturu ile yuruymeye devam ederse, gelecek neye gebedir?

 

Fasizm, milli bilinc olmasa ortaya cikar miydi?

 

Su an Turkiye'de 1980 oncesi bu milli bilincin zorla tek bir millitemelde topluma devlet ve hukumet eliyle dayatilmasi neden fasizm olmasin?

 

Sonucta birey bilinci, milli bilincten daha onde ise; zaten bir bireyin fasizmi istemesi mantiksal degildir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Teşekkür ederim. Fakat, anladığım kadarı ile Millet derken neyi anladığımız konusunda bir sıkıntı var. Yazınızdan Millet kelimesinin zihinlerimizde aynı anlama gelen bir kavramı işaret etmediği anlaşılıyor. Veya şöyle söyleyeyim; ben Millet kelimesini sizin anladığınız anlamada anlamıyorum. Anladığım kadarı ile siz daha ziyade ırka, kana veya tek bir entisiteye dayalı Alman Millet tanımından yola çıkıyorsunuz.

Anladığım kadarıyla da “ Herkes Türktür “ veya “ Ne Mutlu Türküm Diyene “ söylemleri size göre tek bir etnisiteyi ve onun politik vesayetini dayatıyor.

Halbuki; Kemalizm’in Millet anlayışı Alman anlayışı değil, vatandaşlık temelinde tanımlanan Fransız anlayışıdır.

Bu itibar ile, 2.Dünya savaşı öncesi ve esnasında Alman bağlantılı Nihal Atsız’ın başını çektiği ırkçı, Türkçü akım ve sonrasında ABD destekli Özel Harb Dairesi tertibi 1960 darbesi ile Atatürkçülük kisvesi altında askeri vesayet ile devletin ana eksenine oturtulan yerleştirilen, askeri vesayetin son bulmasına kadar yürürlükte olan Türkçülüğe Müslümanlık sosu katılarak icat edilen Yeşil Kuşak projesi kapsamındaki Ülkücü çizgi Kemalizmden bir sapış ve bir Kemalizm’e karşı-devrim niteliğindedir. Hatırlarsanız 80 darbesinde yargılanan ülkücüler; " bedenimiz hapiste ama fikrimiz iktidarda " diyorlardı.


Başka bir ifade ile, Hakim Etnisite temelli Politik Vesayet 90 yıllık değil, olsa olsa 50 yıllıktır.

Zaten bu yüzden Kemalist Millet temelinde Milli Bilinç oranı azdır. Bugün yanlı eğitim sistemi nedeniyle kendisine Ulusalcı diyenlerin bir kısmı da dahil, çoğunluğu Ülkücü çizgiye yakın olan insanlarımızın Milli Bilinci bu temelde değildir. Buna karşılık Kemalist Millet temelinde Milli Bilince sahip olanlar sayıca azlığına rağmen, Kemalist Devrimin ürünü ve başarısıdır. Bu bilince sahip olanların nicelik açısından yetersiz olması niteliklerinin önemli olmadığı anlamına gelmez.

Ayrıca, sayıca az olan Kemalist Milli bilince sahip olanların dışında onu da aşıp birey bilincine ulaşanlar da vardır ve bu da Kemalist Devrim’in bir ürünü ve başarısıdır netice itibariyle.

Zira, Kemalist Devrim hiç olmasaydı, Osmanlı’ya benzer bir yapı devam etseydi, belki de ne Kemalist Millet bilincine sahip olan ne de Birey bilincine sahip olan hiç olmayacaktı.


Üstelik Gezi olaylarında görülüyor ki bu birey bilinci, diğer sosyo-etik farkları kucaklayacak şekilde Avrupa insanının son on yıllarda kazandığı bilince de oldukça benzer hale gelmiştir.

Dolayısıyla Nicelik açısından olmasa bile Nitelik açısından yeterli görünen bu bilincin uzun vadede yaygınlık kazanması olasıdır.

Ancak, şu an mevcut iktidar mensuplarının kullandığı kutuplaştırıcı dil, bu bilincin yaygınlaşması önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Zira, yapılan kutuplaştırma her türlü etnik-dini-mezhepsel fark üzerinedir. Bu da insanların kendi sosyo-etik farklarını kemikleştirmelerine, radikalleşmesine yol açmaktadır. Bu itibar ile kendi sosyo-etik farkları üzerinden radikalleşmiş bireylerde ne Kemalist Millet Bilinci ne onun hedefi olan birey bilinci ne de günümüz Avrupa insanının geldiği nokta olan sosyo-etik farkları kucaklayan birey bilinci gelişemez.

ABD merkezli dış siyaset konjonktürü değişikliği nedeniyle ola ki bir iktidar değişikliğinde de yine ABD’nin izin verdiği oranda içi boşaltılmış Atatürkçü vurgu yeniden gündeme gelebilir ve yeniden devletin politik vesayeti haline gelebilir. Ama yine de bu zamanda Faşizm benzeri bir Otokrasi yaşanamaz. Ve ayrıca daha sonraki paragraflarda konuya gireceğimiz üzre, Türkiye hala bile henüz tam anlamıyla Kapitalizmin sınıflarının belirginleştiği, Feodalitenin yıkıldığı bir ülke değilken, tek hakim sosyo-etik Millet Bilinci bile sayıca az iken, bu tür bir Faşizme sürüklenme ihtimali de azdır.

Şu anki durum itibariyle ise Dini-Mezhepsel Otokrasi-Teokrasiye sürüklenme ihtimali daha fazladır. Cemaat –AKP sürtüşmesinin sonuçları belki yeniden 2002’den beri BOP projesi kapsamında ABD/AKP eliyle getirilen Ilımlı İslam Modeline dönüşü getirebilir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Teşekkür ederim. Fakat, anladığım kadarı ile Millet derken neyi anladığımız konusunda bir sıkıntı var. Yazınızdan Millet kelimesinin zihinlerimizde aynı anlama gelen bir kavramı işaret etmediği anlaşılıyor. Veya şöyle söyleyeyim; ben Millet kelimesini sizin anladığınız anlamada anlamıyorum. Anladığım kadarı ile siz daha ziyade ırka, kana veya tek bir entisiteye dayalı Alman Millet tanımından yola çıkıyorsunuz.

 

Anladığım kadarıyla da “ Herkes Türktür “ veya “ Ne Mutlu Türküm Diyene “ söylemleri size göre tek bir etnisiteyi ve onun politik vesayetini dayatıyor.

 

Halbuki; Kemalizm’in Millet anlayışı Alman anlayışı değil, vatandaşlık temelinde tanımlanan Fransız anlayışıdır.

 

Bu itibar ile, 2.Dünya savaşı öncesi ve esnasında Alman bağlantılı Nihal Atsız’ın başını çektiği ırkçı, Türkçü akım ve sonrasında ABD destekli Özel Harb Dairesi tertibi 1960 darbesi ile Atatürkçülük kisvesi altında askeri vesayet ile devletin ana eksenine oturtulan yerleştirilen, askeri vesayetin son bulmasına kadar yürürlükte olan Türkçülüğe Müslümanlık sosu katılarak icat edilen Yeşil Kuşak projesi kapsamındaki Ülkücü çizgi Kemalizmden bir sapış ve bir Kemalizm’e karşı-devrim niteliğindedir. Hatırlarsanız 80 darbesinde yargılanan ülkücüler; " bedenimiz hapiste ama fikrimiz iktidarda " diyorlardı.

 

Başka bir ifade ile, Hakim Etnisite temelli Politik Vesayet 90 yıllık değil, olsa olsa 50 yıllıktır.

 

Zaten bu yüzden Kemalist Millet temelinde Milli Bilinç oranı azdır. Bugün yanlı eğitim sistemi nedeniyle kendisine Ulusalcı diyenlerin bir kısmı da dahil, çoğunluğu Ülkücü çizgiye yakın olan insanlarımızın Milli Bilinci bu temelde değildir. Buna karşılık Kemalist Millet temelinde Milli Bilince sahip olanlar sayıca azlığına rağmen, Kemalist Devrimin ürünü ve başarısıdır. Bu bilince sahip olanların nicelik açısından yetersiz olması niteliklerinin önemli olmadığı anlamına gelmez.

 

Ayrıca, sayıca az olan Kemalist Milli bilince sahip olanların dışında onu da aşıp birey bilincine ulaşanlar da vardır ve bu da Kemalist Devrim’in bir ürünü ve başarısıdır netice itibariyle.

 

Zira, Kemalist Devrim hiç olmasaydı, Osmanlı’ya benzer bir yapı devam etseydi, belki de ne Kemalist Millet bilincine sahip olan ne de Birey bilincine sahip olan hiç olmayacaktı.

 

Üstelik Gezi olaylarında görülüyor ki bu birey bilinci, diğer sosyo-etik farkları kucaklayacak şekilde Avrupa insanının son on yıllarda kazandığı bilince de oldukça benzer hale gelmiştir.

 

Dolayısıyla Nicelik açısından olmasa bile Nitelik açısından yeterli görünen bu bilincin uzun vadede yaygınlık kazanması olasıdır.

 

Ancak, şu an mevcut iktidar mensuplarının kullandığı kutuplaştırıcı dil, bu bilincin yaygınlaşması önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Zira, yapılan kutuplaştırma her türlü etnik-dini-mezhepsel fark üzerinedir. Bu da insanların kendi sosyo-etik farklarını kemikleştirmelerine, radikalleşmesine yol açmaktadır. Bu itibar ile kendi sosyo-etik farkları üzerinden radikalleşmiş bireylerde ne Kemalist Millet Bilinci ne onun hedefi olan birey bilinci ne de günümüz Avrupa insanının geldiği nokta olan sosyo-etik farkları kucaklayan birey bilinci gelişemez.

 

ABD merkezli dış siyaset konjonktürü değişikliği nedeniyle ola ki bir iktidar değişikliğinde de yine ABD’nin izin verdiği oranda içi boşaltılmış Atatürkçü vurgu yeniden gündeme gelebilir ve yeniden devletin politik vesayeti haline gelebilir. Ama yine de bu zamanda Faşizm benzeri bir Otokrasi yaşanamaz. Ve ayrıca daha sonraki paragraflarda konuya gireceğimiz üzre, Türkiye hala bile henüz tam anlamıyla Kapitalizmin sınıflarının belirginleştiği, Feodalitenin yıkıldığı bir ülke değilken, tek hakim sosyo-etik Millet Bilinci bile sayıca az iken, bu tür bir Faşizme sürüklenme ihtimali de azdır.

 

Şu anki durum itibariyle ise Dini-Mezhepsel Otokrasi-Teokrasiye sürüklenme ihtimali daha fazladır. Cemaat –AKP sürtüşmesinin sonuçları belki yeniden 2002’den beri BOP projesi kapsamında ABD/AKP eliyle getirilen Ilımlı İslam Modeline dönüşü getirebilir.

Bunun benim anlamam ile bir ilgisi yok, bu gozlemin ortaya konmasi.

 

Dedigim gibi, bana gore degil; bunu soyleyenlerin dusunce ve davranisinin verdigi gozleme gore.

 

1923 yilinda kurulan T.C.devleti milli politik bir devlet olarak kurulmustur. Yani devlet basta tum toplumu kucakliyabilecek bir sosyo-etik farklarin farkinda olabilen sosyal bir devlet olamamistir.

 

Iste o yuzden de devlet, her gelen iktidarin politik cikarinin sadece bir araci ollarak islem gormus ve gormektedir.

 

Yani toplumun ve farkli halklarinin devleti degil, iktidarin ve onun cikar politikasinin devleti olmus ve bu politika topluma vesayet olarak dayatilmistir.

 

Bunlar benim dusuncelerim degil, olanin verdigi gozlemin algisidir.

 

Iste o yuzden de her devlet her bir farkli iktidarin yonlendirmesi temelinde toplumu zorlamis ve boylece nesiller arasi politik kutuplasmaya neden olmustur.

 

Bu da her zaman bir catisma, otekilestirme kulturunu yasatmis; uzlasma ve andlasma mumkun olmamistir.

 

Tabi bunun ana nedeni devletin yetistirdigi toplumsal kisiliktir. Yani devlet ozgur bireyler yetistirmemis ya da yetistirilme olanagi bulamamistir. Cunku iktidarlar kendi politik cikarlarini topluma dayatabilmek adina, suru psikolojisi ve korku felsefesi ile birey yetistirimine engel olmuslardir.

 

Bu da her daim emperyalizmin istedigi olmus ve kutuplu toplumu mikroayrimcilik temelinde ve cikasri dogrultusunda bolmeye ve catismaya suruklemistir.

 

Bunun en guzel ornegi 60 sonrasi baslayan sag sol ayrimci mucadelesidir.

 

Ayrica milliyetcilik ic milliyetcilige degismeden once, dis milliyetcilik oarak Yunan, rum ve ermeni karsiti temelinde koruklenmistir.

 

6-7 Eylul olaylari bunun en guzel ornegidir.

 

Butun bunlar ve yazilanlar turkiye toplum ve idare ortaminin verdigi gozlemdir. Burada benim savunu ya da karsi cikis temelli kendi dusuncem ve istemim yer almamaktadir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Yalnızca olan dikkate alınıp, İdeolojilerin, Doktrinlerin ne dediği gözlem dışında tutularak bilimsel bakış mümkün değildir. Kaldı ki, burada yalnızca çıkış noktasını konuşuyoruz. Kemalizmin bu çıkış noktasından nerelere uzandığı, sonraki dönemlerde yansımalarının olup olmadığı konu ile direkt bağlantılı değil. Niyet neydi akibet ne oldu diye bir deyim vardır. İşte biz burada niyeti sorguluyoruz.

 

Devrim süreci kazasız belasız tamamlanabilseydi, aynen Avrupa halklarının tarihsel gelişimine benzer şekilde, önce Din birliği altında etnisiteler ortak bir kültür geliştirecek, ondan sonra Burjuvazi gelişecek, Millet bilinci yaygınlaşacak, bir toplumda farklı Mezhepler ve hatta Dinsizlerin de olabileceği anlaşılacak çatışmalar sona erip bunun doğal sonucu olarak Laiklik kabul edilecek, sanayi devrimi ile birlikte Kapitalizm birey bilincini getirecek, en son olarak da her bireyin her türlü hakkı olduğu bireysel bazda kabul edilecek.

 

İşte bizim sürecimiz, Milletleşme sürecinde takıldı kaldı. Ümmet bilinci bile hala aşılamadı. O nedenle hibrid bir yapı söz konusudur. Sebeplerini de yukarıda anlatmaya çalıştım.

 

Devrim süreci önce Feodaliteyi tam olarak yıkıp, Millet bilincini yerleştirip Sanayi Hamlesi ile Kapitalizmi ve onun sınıflarını, örgütlü yapısını tam olarak kurabilmiş olsaydı, devrimin yetiştirdiği bireylerde zaten kendiliğinden gelişecek birey bilincine sıra gelip, sosyal devlet olma yolunda yürünürdü.

 

Siz başarısızlığı yalnızca çıkış noktasında arayarak, eksik gözlem ile eksik neden-sonuç ilişkileri incelemesi ile meseleyi değerlendirmeye kalkıyorsunuz. Zaten her şeyi tek bir nedene indirgemek bilimsel yaklaşım değildir.

 

Bir tasarımın neden başarısız olduğu, her zaman tasarıma bağlı olmayabilir. Başarısızlığın bir çok nedeni olabilir. Mesela, parasızlık yüzünden proje tam olarak hayata geçirilememiş olabilir, uygulamacılar projeyi yanlış okumuş olabilirler, kullanılacak malzemenin parametreleri uygulama sürecinde hiç öngörülemeyecek kadar değişikliğe uğrayabilir vs. vs. Fakat tüm bu nedenler tasarımın yanlış olduğunun ispatı olmuş olmaz. 

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Iste o yuzden tepeden yapilan devrim degisim ya da reformlar, ancak HALK BUNUN BILINCINE ERISMISSE, KORUNUR. Yoksa geriye donus kacinilmazdir.

 

Aslinda T.C.'nin amaci zaten diger ulkeler gibi Osmanlidan milli devrim yolu ile ayrilmakti. Burada T.C son ayrilan cografya oldugundan, Osmanli rejimine son verildi.

 

Burada ana hata millet bilincinin verilememis ve sadece pollitik bir yararcilik olarak kullanilmis olmasi.

 

Birde cografyanin tarihi kulturel cok sesliligini tek sese indirgeme hatasi ve bunun zorlanmasi.

 

O yuzden cagdas olarak bugun hic bir milli politik devlet, tek bir ses olarak toplumunu vew farkli halklarini kucaklayamaz. Ustelik onlarin vermedigi hak ve ozgurlukleri de her zaman talep ya da emperyalizmin mikroayrimciliginin kendi cikarina kullanimi olur.

 

En azindan lozan'a bu konuda sadik kalinabilirdi.

 

Diyanet devlete bagli olmazdi.

 

Yani sosyal bir devlet olmaya cabalanirdi.

 

Ataturk'un donemi zaten tek partili sistem olarak, otokratik bir donemdir ve cok partili sisteme gecildiginde bile gunumuze kadar hic bir zaman vesayetten kurtulamamistir.

 

Kisaca devrim cagdaslasma adina ve ilerleme adina hic bir adim atamamistir.

 

O yuzden Ataturk'un ne yapmak istedigi de her bir bakis acisina gore degiskendir. Cunku kendi politikasi uc farkli donem olarak degisken ve pragmatisistdir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Konuyu çok dağıtıyorsun. Faşizm ile mukayese ederken geldik 21.yy demokrasileri ile mukayeseye.

 

Bu bağlamda, Millet Bilincinin verilmemiş olduğunu kabul ediyorsan-ki öyle demişsin- zaten Faşizm ile bir bağlantı kuramamışsın demektir. Zira, Faşizm Millet bilincinin mevcut olduğu yapı üzerine kurulabilir ancak.

 

Bir de, sana göre, Millet Bilinci nasıl verilmeliydi bunu da açman gerekir. Ben neden verilemediğinin sebeplerini anlattım. Onun için bir daha tekrarlamayacağım. Dönüp tekrar okuyabilirsin. Ama senin alternatif açıklaman yok. Millet Bilinci nasıl verilmeliydi ? Neden verilemedi ?

 

Hak ve özgürlük meselesine gelince;

 

Mesela Şeyh Sait şeriat ayaklanması tertipledi ve uygulamaya kalktı. Ona şeriat hakkı, hak ve özgürlük temelinde verilmeli miydi ? Laiklikten vaz mı geçilmeliydi ?

 

Kürtlere Türkçe öğretilmemeli miydi ? Bu sayede Milli Bilinç daha mı sağlam verilmiş olurdu ?

 

Ağalara, derebeylerine özerklik mi verilmeliydi ? Bu daha mı demokratiklik getirirdi ?

 

Her tarikatın camisi ayrı mı olmalıydı ? Her Cumadan sonra toplanıp şeriat isteseler daha iyi mi olacaktı ?

 

Ben devrim süreci diyorum, sen hala otokrasi, tek parti, vesayet deyip duruyorsun.

 

Atatürk'ün pragmatist olmasında da şaşılacak bir durum yok. Çünkü, her başarılı lider pragmatisttir zaten. Her liderin hedefi ve amacı farklı olabilir ama yöntem olarak pragmatizmi kullanmalarından daha doğal bir şey yoktur. Pragmatizm Makyavelizm de değildir ayrıca.

 

3 farklı dönem dediğinin de izahı var, zannettiğinin aksine herhangi bir çelişki yok.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Konuyu çok dağıtıyorsun. Faşizm ile mukayese ederken geldik 21.yy demokrasileri ile mukayeseye.

 

Bu bağlamda, Millet Bilincinin verilmemiş olduğunu kabul ediyorsan-ki öyle demişsin- zaten Faşizm ile bir bağlantı kuramamışsın demektir. Zira, Faşizm Millet bilincinin mevcut olduğu yapı üzerine kurulabilir ancak.

 

Bir de, sana göre, Millet Bilinci nasıl verilmeliydi bunu da açman gerekir. Ben neden verilemediğinin sebeplerini anlattım. Onun için bir daha tekrarlamayacağım. Dönüp tekrar okuyabilirsin. Ama senin alternatif açıklaman yok. Millet Bilinci nasıl verilmeliydi ? Neden verilemedi ?

 

Hak ve özgürlük meselesine gelince;

 

Mesela Şeyh Sait şeriat ayaklanması tertipledi ve uygulamaya kalktı. Ona şeriat hakkı, hak ve özgürlük temelinde verilmeli miydi ? Laiklikten vaz mı geçilmeliydi ?

 

Kürtlere Türkçe öğretilmemeli miydi ? Bu sayede Milli Bilinç daha mı sağlam verilmiş olurdu ?

 

Ağalara, derebeylerine özerklik mi verilmeliydi ? Bu daha mı demokratiklik getirirdi ?

 

Her tarikatın camisi ayrı mı olmalıydı ? Her Cumadan sonra toplanıp şeriat isteseler daha iyi mi olacaktı ?

 

Ben devrim süreci diyorum, sen hala otokrasi, tek parti, vesayet deyip duruyorsun.

 

Atatürk'ün pragmatist olmasında da şaşılacak bir durum yok. Çünkü, her başarılı lider pragmatisttir zaten. Her liderin hedefi ve amacı farklı olabilir ama yöntem olarak pragmatizmi kullanmalarından daha doğal bir şey yoktur. Pragmatizm Makyavelizm de değildir ayrıca.

 

3 farklı dönem dediğinin de izahı var, zannettiğinin aksine herhangi bir çelişki yok.

Millet bilinci devlet eliyle ama vesayet olarak verilmez. Bilinclendirilerek, egitilerek verilir. Kiskirtarak catistirarak otekilestirerek v.s. degil.

 

Gerci devlette bu bilinc yoktu ki nasil verecekti?

 

Sence Ataturk'un vefat edisine kadar; yonetim dahil milli bilinc % kacti?

 

Hangi laiklik?

 

Aksine turkce resmi dil olarak ogretilirken, kendi ana dillerini ogrenmelerine de izin verilmeliydi? Neydi cekinilen/korku?

 

Agalik ve derebeyligin her turlu sorunu halka anlatilmali ve halk bilinclendirilmeliydi.

 

Devrim sureci bilinclendirilmis toplum ve farkli halklar ile olur, aksi geri teper. Tarih bunu kanitlamistir.

 

Kisaca toplumu beyni olan niteligi olan olarak algilamak, sadece bir kitle yigin ve nicelik olarak degil.

 

Bir seyin celiski olup olmamasi yada bugun kabullenilenin yarin red edilmesinin pragmatist temelde bir yararcilik mi yoksa kanbdirmaca mi olarak algilanmasi algiya gore degisir.

 

Yararcilik ise kimin/neyin yararina?

 

Yararciliktaki 180 derece degisimin nedeni ne ve neyin/kimin yararina?

 

Bir seyin yararina olmasina kim karar veriyor?

 

Ben makyevalizm oldugunu soylemedim.

 

Yalniz makyevalizm de guc ve otorite kendi yaptigini masru ve mubah kilar.

 

Yararciligin da mesru ve mubahligi dogrulugu ve hakliligi bu guc ve otorite temelindedir.

Link to comment
Share on other sites

Her toplumsal bilinç ötekileştirmeye gereksinim duyar. Burada kışkırtılan nedir ? Menderes dönemindeki 6-7 Eylül olaylarını Milli Bilinçle mi açıklıyorsun ? Öyle açıklıyorsan, çok yanlış. Zira, Rumlara saldıranlar halk değil, DP'nin topladığı bir takım insanlardı.

 

Eğitim verilmedi diye de bir şey yok. Köy Enstitülerinin verdiği eğitim çağdaş eğitimdi. Nasıl ve neden kapattırılmaya zorlandı peki ?

 

Kendi anadillerini öğrenmelerine ne zaman yasak kondu ? Anadilin öğrenilmesinin adı üstünde yasaklanması mümkün mü ?

 

Neyi kandırmaca olarak görüyorsun ?

Link to comment
Share on other sites

Her toplumsal bilinç ötekileştirmeye gereksinim duyar. Burada kışkırtılan nedir ? Menderes dönemindeki 6-7 Eylül olaylarını Milli Bilinçle mi açıklıyorsun ? Öyle açıklıyorsan, çok yanlış. Zira, Rumlara saldıranlar halk değil, DP'nin topladığı bir takım insanlardı.

 

Eğitim verilmedi diye de bir şey yok. Köy Enstitülerinin verdiği eğitim çağdaş eğitimdi. Nasıl ve neden kapattırılmaya zorlandı peki ?

 

Kendi anadillerini öğrenmelerine ne zaman yasak kondu ? Anadilin öğrenilmesinin adı üstünde yasaklanması mümkün mü ?

 

Neyi kandırmaca olarak görüyorsun ?

Milli bilinc iki saey yapabilir, savunabilir ve kiskirtabilir. Mesela bir kisinin bir milleti olmasi baskadir, milleti olmasini savasima tasimasi baskadir.

 

Onun nedeni tarihsel olarak emperyalizmin dayatimidir, ayni cok partili sisteme gecis gibi. Guya bu ikinci dunya savasina girilmeme karsiliginda verilmistir.

 

Cunku emperyalizm ulke ve toplumun cok partili sisteme hazir olmadigini ve gelen partinin olan partiden farkli olabilecegini biliyordu.

 

Bilmem, istersen tarihi tarafsiz gozle bir daha incele.

 

Sen savasimi "turk ve kurd halki" diye kazanir, sonrada "herkes turktur" dersen, bu nedir? 

 

Ben okullarda ogretilmemesinden bahsediyorum. Yoksa tabiki ailenin evladina kendi dilini ogretmesini onleyemezsin.

 

Ama bu dili toplum icinde konusamaz ve kurd kimligini aciklayamazsin.

Link to comment
Share on other sites

Tehdit algısı yaratılmadan kimse savaşmaz. Her savaşan zaten savunduğunu düşünerek savaşır. Saldırganlığın temeli korkudur. Onları yönlendiren çıkar sahipleri hariç tabii.

 

Lenin döneminde Sovyetler Türkiyenin bağımsız ve tarafsız olmasını ehven-i şer gördü, destekledi. Savaş sonrası Stalin döneminde ise, Türkiye Sovyetler tarafından tehdit altında kalınca, ABD Türkiyenin bağımsız ve tarafsız olmasını değil, kendisine bağımlı ve taraflı olmasını tercih etti.

 

İnönü ise, Stalinin tehditlerine karşı, ABD yardım ve desteğini sağlamak için çok partili rejime geçmek zorunda kaldı. Hesabı seçimi kazanma üzerineydi, ama beklediği gerçekleşmedi

 

Çerkes, Arnavut, Boşnak, Laz kimliği açıklanabilirken, eskiden beri sağda solda kültür dernekleri varken neden Kürt kimliği açıklanamıyormuş bunu da bir düşün derim ben.

 

Emperyalizmin vaatlerine açık feodal liderlerinin sözünden çıkmayan bir halk, eğer Kürtlük ile Feodaliteyi yapışık algılıyor da, Cumhuriyet açısından her daim bir potansiyel tehdit oluşturuyorsa, her milletin tarihsel oluşumunda yaşanmış olan doğal asimilasyon süreci kısaltılarak devrim gereği yapay bir şekilde uygulanmaya kalkılmıştır. Yani, feodaliteye karşı her hamle Kürtlüğe karşı olarak algılanıyorsa, iki seçenek vardır. Birincisi, feodaliteyle uğraşmamak ve devrime tehdit oluşturmaması açısından özerk veya kendi kaderine bırakmak ( ki bu da tehdidi ortadan kaldıran bir durum olmayacaktı )  İkincisi ise zaten kendiliğinden Türk tek kimliği bilincine İslam temelinde ulaşmış diğer etnisiteler gibi Kürtleri de bu kimlik altına dahil etmek.

Link to comment
Share on other sites

Tehdit algısı yaratılmadan kimse savaşmaz. Her savaşan zaten savunduğunu düşünerek savaşır. Saldırganlığın temeli korkudur. Onları yönlendiren çıkar sahipleri hariç tabii.

 

Lenin döneminde Sovyetler Türkiyenin bağımsız ve tarafsız olmasını ehven-i şer gördü, destekledi. Savaş sonrası Stalin döneminde ise, Türkiye Sovyetler tarafından tehdit altında kalınca, ABD Türkiyenin bağımsız ve tarafsız olmasını değil, kendisine bağımlı ve taraflı olmasını tercih etti.

 

İnönü ise, Stalinin tehditlerine karşı, ABD yardım ve desteğini sağlamak için çok partili rejime geçmek zorunda kaldı. Hesabı seçimi kazanma üzerineydi, ama beklediği gerçekleşmedi

 

Çerkes, Arnavut, Boşnak, Laz kimliği açıklanabilirken, eskiden beri sağda solda kültür dernekleri varken neden Kürt kimliği açıklanamıyormuş bunu da bir düşün derim ben.

 

Emperyalizmin vaatlerine açık feodal liderlerinin sözünden çıkmayan bir halk, eğer Kürtlük ile Feodaliteyi yapışık algılıyor da, Cumhuriyet açısından her daim bir potansiyel tehdit oluşturuyorsa, her milletin tarihsel oluşumunda yaşanmış olan doğal asimilasyon süreci kısaltılarak devrim gereği yapay bir şekilde uygulanmaya kalkılmıştır. Yani, feodaliteye karşı her hamle Kürtlüğe karşı olarak algılanıyorsa, iki seçenek vardır. Birincisi, feodaliteyle uğraşmamak ve devrime tehdit oluşturmaması açısından özerk veya kendi kaderine bırakmak ( ki bu da tehdidi ortadan kaldıran bir durum olmayacaktı )  İkincisi ise zaten kendiliğinden Türk tek kimliği bilincine İslam temelinde ulaşmış diğer etnisiteler gibi Kürtleri de bu kimlik altına dahil etmek.

Zannedersem buradaki algi farki, sosyo-etik farklarin algisindan kaynaklaniyor.

 

Birileri turku millet yapiyor ve digerlerinin ona tabi olmasini istiyor. Bu bir vesayettir ve sadece tek duze zorlama icerir.

 

O yuzden boyle kimse istedigi gibi otoriter davranamaz. Davranirsa da sosyal ve demokratik olmaz.

 

O yuzden KURDLERI DE BU KIMLIK ALTINA DAHIL ETMEK SOSYO-ETIK HAK VE OZGURLUK IHLALIDIR.

Link to comment
Share on other sites

Şöyle anlatırsam daha iyi anlatmış olurum belki. 3 arkadaş var, ikisi yalnızca Fransızca biliyor, biri bilmiyor. Fransızca bilenler üçüncünün bildiği dilini de bilmiyor. Anlaşabilmeleri için ( tabii anlaşmak istiyorlarsa ) hangisinin hangi dili öğrenmesi daha pratik olur ?

Burada digerlerinin saygi gostererek o dili de ogrenmesi en  makuludur.

 

Yalniz bulundugun ulke dilini o dilin kendisinin ana dili olmayan uc farkli kisi ortak olarak kullanir.

 

Resmi dil baskadir, ana dil baskadir. Bu ozdeslesedebilir, ozdeslesmeyebilirde.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...