Jump to content

Diktatorun "Farkli" Ideolojisi/Politikasi


evrensel-insan

Recommended Posts

Diktatorun bugun neden boyle dusunup davrandigini ve kendini orgutledigini algilamak adina, T.C.Devleti tarihini iyi algilamak gerekir.

Diktatoru ve bugununu algilamak adina, T.C.Devleti tarihini iki farkli ana donemde toplayacagim.

Birinci donem-1927-1979 donemi
Ikinci donem-1980-Gunumuz donemi.

T.C.Develet 1923 yilinda kurulduktan sonra 1925'le baslayan ve 1927 ile tamamen devletin eliyle TEKLESTIRME politikasina yonelmistir.

Burada ilk algilanmasi gereken bu teklestirme politikasinin ve ideolojisinin BUTUNLUK amaciyla yapilmasiydi.

Neydi bu teklestirme ve bu tekletirme altinda toplumu butunlestirme politikasi?

Bu ideolojik poolitika etigin iki ana degeri verisi ve tabusu olan milli ve dini temele dayaniyordu.

Milli temel, "herkes turktur/ne mutlu turkum diyene" v.s. temelli toplumu turkluk ve turk milliligi altinda ve "toplumun %99'u muslumandir" temelli tek bir laik muslumanlik altinda butunlestirme politikasiydi.

Bu donem icindeki Menderes ve genclerin sag-sol catismasini bir yerde "amerikanci/antiamerikanci" olarak algilamakla beraber; one cikmis turk milliliginin ikinci plana dusurulerek muslumanligin koruklenmesi olarak ta algilayabiliriz.

1980'ler ile birlikte, T.C.Devleti daha oncekine tam ters olarak TEKLESTIRME politikasini BUTUNLUK ALTIUNDA DEGIL; AYRISTIRMA altinda devlet hukumet ve asker eliyle yasama gecirdi.

Burada konunun devlet ayagi iki yonlu idi.

T.Ozal eli ile Kurdculuk ve kurd milliyetciliginin baslatilmasi ve Turklesmeye ve onun butunlemesine karsait olarak AYRISTIRILMASI

MIT eliyle ve Ocalan onculugunde PKK'nin olusumunun bu kurdculugu ve kurd milliyetciligini harekete gecirici terorist orgutun kurulmasi.

Diger bir ayagi da asker ayagiydi. F.Gulen eliyle cemati dini orgutlenmenin asker icinde yapilanmasi.

Boylece T.C.Devleti tarihi "yeni" bir ideolojik politika ile BUTUNLESTIRME yerine AYRISTIRMA YA yoneliyordu.

Iste 1980 Askeri diktasinin ortaligi "suskunluga" burundurmesinin altinda yatan buydu.

Boylece 1927'den beri suregelen ve butunlestirmeye yonelik turklestirme politikasinin yerini KURDCULUK VE KURD MILLIYETCILIGI AYRISTIRMASI ALIYOR VE BU AYRISTIRMA PKK TERORU ILE CANLI TUTULUYORDU.

Diger taraftan irtica olarak adlanan laik muslumanliga karsi da yeni bir sunni teklestirmeli ve ayristirmali dini inanctan ideolojik politikaya tasiyan ve O.Dogu mensei olan militan/radikal sunnilik orgutleniyordu.

AKP nin sahneye cikisi ile birlikte milli ayristirma koruklendigi gibi, militan sunni orgutlenme de cemaatin evengalist icerikli F.Gulen kaynakli iceriginin yaninda; Musluman kardesler radikal/militan tipi bir teokratik polis ve devlet orgutlenmesi basliyordu.

Boylece ilk celiski iktidarda olustu. Bir yanda F.Gulen, A.Gul ve cemaat icerikli ABD destekli cemaat, diger yanda RTE ve O.Dogu destekli radikal/militan sunni islamin polis devleti.

Bu ikisi el ele, tamamen 1927 ile basliyan ideolojik politik butunlestirici teklestirme politikasinin basta milli icerigini her turlu devlet hukumet kurum ve kurulusunu elde ederek mahkum ediyor, laik muslumanligi da militan/radikal O.Dogu sunni teokrasisi ile AYRISTIRIYORDU.

Bu teokratik militan/radikal sunni islam AYRISTIRMA politikasi bir de "baskanlik sistemi" adi altinda otokrasiu ile taclandirilmak ve Turk milliligini ayristirma adina da kurdculuk ve kurd milliyetciluigi ile PKK destekli Turk milliligine darbe vuruyordu.

2010 lar ile ilk "uyanan" 1927 ideolojik politikasinin butunleyici teklestirmesini savunanlar oldu. Bunun basini ulusalcilik, TGB ve I.Partisi cekti ve bir suru bu temeldeki ideolojik politik kitlesel eylemlere onculuk yapti.

Bugun geldigimiz gezi parki halk direnisi ise tamamen farkli bir direnis.

Belki de bu direnisin her turlu etik milli dini v.s. mozayigi bunyesinde toplayabilmesi de burdan kaynaklaniyor.

Genelde 90 nesli gencligin onculuk ettigi gezi parki halk direnisi;

Basta bu teokratik otokratik temeldeki O.Dogu militan/radikal sunni Islamin her turlu dayatmasina ve AYRISTIRMASINA karsi cikiyor ve bu ayristirmaya karsi, bunun karsisinda olan her bir farkli etigi bunyesinde barindiriyor. Yani bu halk hareketi HER TURLU ETIK FARKA SAYGI DUYARAK hem kendi bireysel hak ve ozgurlugunu talep ediyor, hem kendinden farkli olanin hak ve ozgurlugunu destekliyor, hem her bir farkin hak ve ozgurlugunu savunuyor; hem de bu DAYATMACI AYRISTIRMAYA FARKLARINI BIRLESTIREREK DIRENIYOR.

Buradailginc olan bu 90 kusagi onderli gezi parki halk direnisinin diger bilinc ve farkindaligi.

Bu dierenis ayni zamanda 1927-1979 arasi olan TEKLESTIRME BUTUNLEMESINE de karsi cikiyor. Yani " beni ve toplumumu sosyal iliski temelinde herhanginbir milli ya da dini teklestirme adina ne butunlestir ne de ayristir. Her turlu etik farkin farkini tani temsil et ve birini digerlerine ustun ve hakim kilma" diyor.

Yani bu gezi parki halk direnisi ne 1927-1979 donemindeki turk milliligi ve laik muslumanlik temelinde butunlesmeyi, ne de teokratik otokratik ideoloijik politik O.Dogu militan/radikal sunni diktatorlugun ayristirmasi altinda toplanmak istiyor.

Kisaca 1990 neslinin onculuk ettigi bu gezi parki halk direnisi, T.C.Devleti tarihinde hem TEKLESTIRMENIN BUTUNLESMESI HEM DE AYRISTIRMASINA KARSI olan ve farkli milli dini degerler olarak bu AYRISTIRMAYA karsi birlesen ilk halk hareketi oluyor.

O yuzden kimse AKP'nin Teokratik otokratik ideolojik politik sunni diktatorlugu yikildiginda, bu halk direnisinden ideolojik politik olarak turk milliligi ve laik muslumanlik altinda birlesmesini de beklemesin.

Cunku bu halk direnisi, yepyeni bir anlayis ve devlet/hukumet yapilanmasi talep ediyor. Bu da hic bir milli dini degerin diger farklari NE BUTUNLEMESI NE DE AYRISTIRMASI.

Her bir etik milli dini v.s. farkin farkina varilarak ve bir farkin digerlerine saygi gostererek tum farklarin farklari ile birlikte yasam ve iliski kurabilecegi bir devlet ve hukumet.

Kisaca gezi parki halk direnisi HERHANGI BIR POLITIKANIN DEVLETIN VE HUKUMETIN POLITIKASI OLMASINI VE DEVLET VE HUKUMETIN TEK BIR ETIK FARKLA POLITIK OLARAK YONETILMEMESINI, AKSINE, DEVLET VE HUKUMETIN TOPLUMUN TUKM SOSYO-ETIK FARKLARINI KUCAKLAMASINI VE HEPSINE ESIT ADIL TEMELDE BIR INSAN HAKLARI VE EVRENSEL HUKUK UYGULAMASINI istiyor.

T.C. tarihi yepyeni bir doneme giriyor. Isteyenler buna 3. CUMHURIYET DONEMI diyebilir. Buradaki CUMHURIYET ideolojik politik dini milli teklestirmeli ayrimci/butunleyici degil; tamamen cumhur temelli ve cumhurun her bir etik milli dini farkini esit kucalklayan kollayan koruyan ve biri biri ile saygi ile yasayan ve iliski kuran bir HALK SISTEMI IRADESI DEVLETI HUKUMETI CUMHUIYETIDIR.

Iste bu gezi parki halk direnisinin farki ve talebi budur.

 

  • Like 2
Link to comment
Share on other sites

Bir Zalimin anatomisi

İnsana her türlü şiddeti uygulayan kişilere zalim diyorum; Şiddet türleri 3 tane dir, fiziksel, psikolojik, sosyal şiddet.
Göz önünde olan, en çok fark edilen şiddet, fiziksel şiddettir, fiziksel şiddeti şöyle açıklayayım, birisinin vücuduna ağrı yaratacak şekilde vurmak, çekiştirmek tir.
Psikolojik şiddet ise, insanın doğasına aykırı bir şekilde yaşamaya başladığı zaman ortaya çıkar, insanı aşağılamak, değersizleştirmek, ötekileştirmek, sindirmeye çalışmak, günlerce kapalı bir mekanda tutmak, düşünmesine izin vermemek.
Sosyal şiddet ise, saygı ve itibar kaybetme endişesiyle ortaya çıkar. Sosyal ilişkileri bitirmeye çalışır bu şiddet şeklinde. Örneğin, Bir erkeğin karısına nasıl giyineceğine karışması, arkadaşları ile gezmeye gideceğinde karışması sosyal şiddettir.
Şiddet görenler bile bazı şiddetleri normal görselerde, şiddet gören kişide yıkıcı eylemlerin ortaya çıkmasında, ve şiddet gören kişinin de şiddete başvurmasında engelleyici olamamakta.

Şimdi yazacaklarımı genelleyebilirsiniz. Zalimlerin kafa yapılarından bahsedeceğim, kesinlikle, karşılarındaki kişileri/toplumları düzeltmeye/ıslaha çalışırlar. Kendi düşüncelerini sorgulamadan oluşturmuşlar ve kendi düşüncelerini en iyi düşünce olarak görürler, hayat görüşlerini genellikle daha önceki atalarından sorgulamadan edinmişlerdir, hayat görüşleri sorgulanamaz bulurlar -hayat görüşlerinden hiç şüphelenmezler-. Değişimden hiç hoşlanmazlar, değişim onlar için belirsiz alanlar demektir, belirsizlikten asla hoşlanmazlar, belirsizlik onlara korku, kaygı getirir. Empati/Duygudaşlık yapmaktan yoksundurlar. Insanlar üzerinden hayaller kurarak, kendi hayallerine insanları ortak ederek kendilerini gerçekleştirmeye çalışırlar -karşı tarafın insan olduğunu düşünmeden, çok ilginç geliyor bana-. Hayatta istek ve beklentilerini bir insan/insanlar üzerinden oluşturmaya çalışırlar. Gelecek ile ilgili planlarını insanlar üzerinden oluşturduklarından, şekillendirmek istedikleri insanlar onların istedikleri gibi hareket etmediklerinde, onların isteklerine göre hayatını şekillendirmediklerinde, kendi hayatlarınıda planlayamazlar. Şekillendirmek istediği kişi onun istediğini yaparsa onlarda hayatlarına kaldığı yerden devam edebilirler, ama şekillendirmek istediği insan onun beklentisine göre hareket etmediğinde, hayatı şekillendirmek isteyen kişi geleçek ile ilgili planlarını yapamadığından yakınır, şekillendiremediği insana şöyle şeyler der; sen benim hayatımı mahvediyorsun, senin yüzünden bir önümüze bakamıyoruz, şunu yapta bende rahatlıyayım. Şekillendiremediği kişi onun hayatını çalmış gibi algılar. Şekillendirmek istediği insana kızar, öfkelenir, ve kendi içinde huzursuzluğu da devam eder.

Bir kişi insanı/insanları toplumu düzeltmeye/ıslah etmeye kalktığında, bu düzeltme yöntemlerini çeşitli şekillerde uygulamaya koyar, başta istediği hayat görüşünü benimsetmek için hafif kurallar koyar, sözlü olarak hiç usanmadan bıkmadan anlatır – karşı tarafın fikirlerini önemsemez, o kendi kurduğu hayat görüşünü anlatır, buna da iletişim der, onun istediği gibi konuştuğunda konuşabiliyor oluyorsun, onun istemediği gibi konuştuğunda öfkelenebiliyor-. Bu yöntemle birşeylerin düzelmediğini gördüğünde, şiddet yöntemlerini uygulamaya kalkar, çoğu kişi psikolojik şiddetten başlıyor gibi, sonra sosyal şiddeti uyguluyor, sonra da fiziksel şiddeti uygulamaya koyuyor -böyle bir gözlemde bulundum-. Burada amaç kişiyi/toplumu kendi istediği düzene sokmak, daha iyi bir nesil/daha iyi bir toplum oluşması için bu şiddeti uyguluyor.

Zalim kişi kendini hiç tanımıyor/kendini tanımaya çalışmıyor -Kendini tanımak deyince şunlar aklıma geliyor; hangi hal içinde nasıl karar veriyorum, kararlarımda hangi kişisel özelliklerim etkili oluyor, algılarım nasıl şekillenmiş, sorgulamadan almış olduğum bilgilerle oluşturduğum kalıpyargılarım var mı, önyargılarım var mı -kalıpyargılarım ve önyargılarım olduğunu öğrendiğimde bu düşünceleri ne kadar değiştirmeye istekliyim -, aldığım bilgiler çevremin onay verdiği bilgiler mi oluyor, çevremin onaylamadığı bilgiler olduğunda ne kadar yeni bilgi almaya istekli oluyorum ve kendim bir bilginin ne kadar derinine inebiliyorum, bu aldığım yeni bilgiler benim yalnızlaşmama neden oluyor ise yinede yeni bilgi almaya ne kadar istekliyim. Olayların gerciğiyle, doğruluylamı ilgileniyorum, yoksa olayların doğurulundan çok benim ondan sağladığım faydamı önemli oluyor- , kendini tanımayan insan, insanlığı tanıyamamıştır. Bir insan bir insanı asla değiştiremez, kendi gibi birisi olmasını asla isteyemez, insan ancak kendi istediğinde değişir. Her insan kendi istek ve arzularını, beklentilerini gerçekleştirdiğinde mutlu oluyor, her insanın bir aklı olduğuna göre, her insan kendi düşüncesini hiç bir baskı ve zorlama altında olmadan oluşturmaktan mutluluk duyuyor, her insan kendinden geriye birşeyler bırakmak istiyor, her insan bu dünya da bende varım mı hissettirmek istiyor -çocuğa bakın, sırf annesi ona bir yemeği yedirmeye çalıştığında istemiyor, burada şunu demek istiyor çocuk aslında bak bende istediğimi yapıyorum sana karşı tepki koyarak demek istiyor-. Insanları ve toplumu düzeltme sevdasından vaz geçelim bu yüzden. Insanların insan oldukları için hak ettiği değeri verelim, insanın haklarına saygılı olalım.
 
Bir İnsan kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığında, kendini yetkin olarak ve bir işe yarıyor olarak görmediğinde, kendi kararlarını özgür bir ortamda ve özgürce veremediğinde, ve kendisini verdiği kararların arkasında duramıyor gördüğünde, kendi doğasına aykırı bi şekilde kendini engellemelere maruz bırakmadan hayatını devam ettiremediğinde. Kendini değersiz hissettiğinde - bir insan kendini değersiz hissettin de, kendini olmadığı gibi göstermeye çalışır, kıskanç olur, büyüklenmeye çalışır, yıkıcı olur, değersizlik hissini yaşayan kişi içinde devamlı bir eksiklik, nedenini bilmediği bir kaygı yaşar. Kişi kendi hakkını bir başkasına yedirdiğinde, gerektiğinde gerekli şekilde kendini savunamadığında. Bu tür durumlarda kalan kişiler sonraları yıkıcı eylemlerde bulunabiliyorlar, yukarıdaki paragrafta saydıklarımın tersini yapan insanlar hayata karşı daha sevgi dolu olabiliyorlar.

Dünya da hangi sistem uygulanırsa uygulansın insanlar devamlı bir savaş içinde, ama insan düşüncesinin şu anda ulaşmış olduğu en iyi sistem demokrasi gibi duruyor, demokrasi ailede başlamadan, ve demokrasi için yetkin ve katılımcı, duyarlı bireyler olamadan demokrasi diktatörlüğe dönüşebiliyor.

Duran Aydoğmuş
Link to comment
Share on other sites

Guzel bir yaszi.

 

Soyle bir soru soralim.

 

Eger birey bilincine erismis bir kisi, beyninde sorgulayarak ve numenal insanlik dusunce ve davranisini kazanma yolunda bir sorun oldugunu alguilayarak, kendisini devrimci sorgulama ile psikolojik ve sosyal siddet uygulamadan arindirir ve bunun insanlik adina yanlis oldugunun bilinc ve farkina varirsa; ayni kisi otomatikman olarak fiziksel siddetten de arinabilir mi, yoksa bunun icin farkli bir sorgulama ve bilinc mi gerekir?

 

Sorgulama ve beyni kurtarma acisindan ilk sorun olarak algilanilacak ve bilince cikarilabilecek olan siddet cesidi hangisidir ve neden?

 

Burada bireyin yaptigi siddetin farkina ve bilincine varmasinin algi ve bilgi duzeyi onemlidir.

 

Sonucta toplumu sadece kendi politik/ideolojik inandiklari izmleri ile yonlendirmek isteyen her turlu guce otoriteye ve iktidara ihtiyac duyan hareket, zaten bu siddetin ucunu de "kendi ideolojik/politik dogrusuna karsi cikan" uzerinde uygular. Yani bu hareketler niteligi sadece kendi inandiklari dogruyu empoze etmekte bulurlar ve sosyo-psikolojik bilinc farkindalik ve algilari yoktur. Sadece nicelik olarak toplumu algilarlar ve kendi dogrularini zorla dayatirlar.

 

Tabi bu basta insanoglu bilinc noksanligi ve dolayisiyle birey bilinc noksanl.igi demektir. Cunku insanoglu onlar icin sadece yonlendirilecek bir sayidir, mal/meta ya da kul/koledir. Insanoglu niteliginin onlar adina bir onemi yoktur. Bu da onlarin sosyal nitelik ile toplumsal nicelik farkini algilayamadiklarinin bir delilidir.

Link to comment
Share on other sites

Her yazdığım yazıyı kendi hayatımdan yola çıkarak yazmaktayım. Bir zalimin anatomisindeki her cümlenin bende bir yaşanmışlığı var. 

 

Birey olarak kendimi ilk hissettiğimde kendimi kötü hissetmiştim. Ben hayatımda olan olayları sorgulama gereğini büyük kaygılar ve belirsizlikler yaşadığımda hissettim,  -küçüklüğümde ve şuan azalmış bir şekilde var olan okuma ve yazma güçlüğü, Kekemelik, belli dönemde yoğun panik atak/titreme, karar vermede yaşadığım sıkıntılar sonucu sac yolma, gibi psikolojik sorunları yaşamış biriyim.- ve ailemde devamlı gelin kaynana kavgası yaşanmıştır... -Bir çocuğun herşeyden önce aramış olduğu güvenli bir ortama sahip olamamış biriyim-. Çevremde dönen tutarsızlıklar, ikiyüzlülükler beni çok etkiledi. Kaygılar ve belirsizlikler arttığında insanın doğasından mı geliyor ne güvenli ve tutarlı ortam arıyorsun. Yaşadığım kaygıları uzun uzun düşündüm -kaygı ile ilgili ne kadar Türkçe kitap, araştırma yazısı varsa okumuş olabilirim- kaygı ile ilgili yazılarımda var, kaygılarımı anlamış olmak benim kaygıları aştığım anlamına gelmediğini de öğrendim. Yaşanan belirsizliklerin nedenlerini araştırdım, onları belirli hale koymaya başladığımda/anlamlandırdığımda  -insanın olayları anlamlandıramadığında psikolojik sorunlar yaşar- hep bir rahatlama geldi içime -Mesela gelin kaynana kavgaları neden yaşanırın temellerine baktım, Aile nedir aile nasıl olunur, ailenin beklentileri nelerdir, aile ile ilgili ne varsa okudum sayılır, seminerlere katıldım, Aile üzerine yazılarım var şuan. Psikolojik ve sosyal olarak rahat biri olmadığım zamanlar kız kardeşimi dövüyordum. Belirsizlikler ve kaygılarım azaldıkça, psikolojik ve sosyal olarak rahatladığım da fiziksel şiddeti bıraktım. 

 

 

Ben nenem ile aynı evde kalıyorken şunu gözlemledim, nenem ile bir habere bakıyoruz diyelim, haberde geçen konu hakkında ikimizin haberi algılayışı çok farklı, ikimizde aynı şeyi dinliyoruz. Nenem okuma yazmayı çok az biliyor, televizyon nenem için yeni bir şey, bir çok kelime onun için çok yabancı, kelimeleri duyuyor ama bu kelimede ne demek diye bakmıyor veya bana sormuyor. Dünyanın Bulgaristan ve Türkiyeden ibaret olduğunu sanıyor, odasında ise iki metre kare duvara asılı Dünya haritası var, çünkü Bulgaristan ve Türkiye de yaşamış biri nenem-. Ben ise her kelimeyi inceden inceye araştıran biriyim, ama kendime şunu soruyorum, benimde nenem gibi olayları algıladığım şeyler neler olabilir. 

 

 

Şimdi diyorum ki, ben bireyselliğimin fakına varmamış biri olsaydım, ben kendi düşüncelerimi oluşturmaya çalışmayıp ta, anne, babamın ve çevremin düşüncelerini yaşam tarzını benimsemiş olsaydım -Önümde yaşanmış hayatlar olduğundan dolayıda her olayda bir belirsizlik kaygısı yaşamazdım, her seçim beni bir germezdi- Özgürlük gibi taleplerim olmasaydı, veya özgürlüğümü boyun eğmeye veya çeşitli savunma düzenlerini kullanarak kaçışlar yapsa idim. Zalim kişi bireyin bireyselliğini yok sayıyor, kendi isteklerine ve hayallerine göre beni şekillendirmeye kalkıyor ya. Benim özgürlük ve bireysellik gibi taleplerim olmasaydı Zalim de diktatör diye nitelendirilir miydi. Orta çağ daki insanların bireysellik gibi talepleri olmuyordu hiç, kendini toplumdan ayrı düşünemiyordu ki hiç. Orta çağ daki yöneticiler zamanında, şimdi ki insan kişiliği olsa idi, o zamanın yöneticileri de diktatör olarak tanımlanırdı herhalde. Orta çağ da  çevresini ve doğayı sorgulayan kişiler, insanlık için zararlı kişiler olarak görülmekteydi. Ben Orta çağ da bu düşüncelerimle bu sorgulamayla -Din üzerine bir denemem var- o zamanın zalim kişisi mi ilan edilirdim.

 

İnsanın doğasını -varsa tabi-, bu doğasını tam anlamıyla ayrıntı lamadan, zalim tanımlamasına girişmek olmaz aslında. 

 

Şimdi ki zamanda, insanlar fikir özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, benim bir kişiliğim var, ben kendi geleceğimi, kendi hayatımı kendim yaratmak istiyorum diyor, bedenimi istediğim gibi kullanırım diyor, çağımızda ki insanların yaşamak istedikleri hayat bu şekilde olduğundan bunları yok sayan iktidarlarda diktatör olacaktır, bu iktidarlar en kısa sürede gidicidir -tabi insanlar orta çağ zihniyetine geri dönüş yaparlarsa kalıcı olurlar. Nedense tarihi hep ilerici, insanın akılca daha çok geliştiği şeklinde algılıyoruz-

Link to comment
Share on other sites

Bu devlet vatandaşlarına ne zaman tek tipleştirme politikası uygulamadı ki? Belirtildiği gibi, AKP'den önceki dönemde de kafa yapısı günümüzle hemen hemen aynıydı. Cumhuriyeti kuran kadrolar da insanları milliyetçi, ulusalcı, askerci olmaya zorladılar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi vatan haini diye idam ettiler. Kanunlarına muhalefet edenleri asmak için onlarca kentte darağacı kurdular. Sözde fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirme iddiasında olan okullarda, lider kültünün temelleri atıldı. Atatürk hata yapmayan, hata yapması söz konusu bile olamayan birisi olarak tanıtıldı. İşin aslında ülke yönetiminde söz sahibi olan askeri sınıf gücünü yitirmek istemiyordu. Eğitim sistemine bulaştırılan militarist anlayış beden derslerinden müzik derslerine, tarih derslerinden türkçe derslerine kadar her yeri kapladı. Oyun çağındaki çocuklara henüz anlamını dahi idrak edemeyecekleri metinler ezberletildi. Demokrasilerde devletin rejimi vatandaşların arzularına göre ayarlanır. Oysa böylesine geri kalmış ülkelerde devlet kendi olanaklarını kullanarak ''makbul vatandaş'' yetiştirme yolunda koşar ve insanların düşüncelerini manüple etmek için türlü bahaneler arar. Bu anlayıştakilere göre vatandaşlar iradesiz köleler topluluğudur. Bu ülkede ne yapıldıysa hep o ''vatandaş için de en iyisini biz biliriz'' kafasıyla yapıldı. Bir zamanlar torna tezgahına benzettiği okulları, kendi dini inançlarını pompalaması için kullanan da şu anda AKP olmuş vaziyette. Türkiye'ye demokrasi gelmesi oldukça zor. Avrupa ülkeleri demokrasilerini kanla kazandıkları için, ''hak verilmez alınır'' dedikleri için koruyorlar. ''Aydınlanma''sı tepeden inme gelmiş, asker zoruyla tatbik edilmiş bir ülkenin gelişmesi için daha 40 fırın ekmek yemesi lazım. 

Link to comment
Share on other sites

Bir başka ülkeden şiddetle kovulan biri olarak, Türk milletini seviyorum, ben bu ülkenin yolundan, sağlığından, eğitiminden faydalanmış biriyim, ve hiç bir çalışma yapmadan. Benim ırkımın ne olduğunun da bir önemi yok, çünkü ben Türk milleti için çalışacak biriyim, tabiki hiç bir ülkenin çıkarlarına zarar vermeden çalışacak biriyim. Benim ülkem yanlış iş yaptığında ben kendi ülkem olduğu için arkasında durmam, evrensel değeri bilebildiğim oranda evrensel değerlerin arkasında dururum.

 

Demokrasi inanın aileden başlar, Yüzde kaç ailede bireyin isteklerine ve bireyselliğine saygı duyuluyor -bence çok az ailede- ailede çocuğu da ilgilendiren kararlar alınırken çocuğa danışılıyor, bir çok ailede korku kültürü egemendir, ve daha küçücük yaşta kendi inançlarını benimsetmeye kalkıyorlar -ağaç yaşken eğilirmiş diyorlar birde -bunu aileler yapıyorsa, okulları yönetenlerde aynı zihniyette olması normal değil mi- birde kendi görüşlerini destekleyici hadisler önüme sürüyorlar, 7 yaşında iken namaz kılacakmış çocuk, kılmaz ise hafifçe vurulacakmış, daha da kılmaz ise dövülecek miş... Hadislere inanan kesim ne oranda acaba ülkemde.- Anneye babaya karşı gelinmez diyorlar, anne ve baba çocuğu için en iyisini ister diyorlar, anneye karşı gelinirse şöyle olur böyle olur diyorlar -annem veya babam birşeyi bilmiyorsa ne olacak, ona karşı gelmek için değilde, doğruyu söylemek için sözde mi söylenmez. Babam veya annem beni hala düzeltmeye çalışıyorlar, babam hala bana çeşitli yerlerde yazma diye baskı yapıyor  -Sürüden ayrı duran kuzuları kurtlar kapar diyorlar, tabi babamın endişelerini anlıyorum. Toplumun içinde bireyselliğini yitirerek yaşa demeye getiriyor, böyle yaşamanın karşılığında da yalnız kalmasın, değer görürsün, kendini belirsiz sulara atmasın, güvenlik içinde, mutlu huzurlu, yaşayıp gideriz diyor bana. Ama babam şunu hiç anlamıyor, ben senin gibi olduğumda -bende insan olduğumdan kendi hayatımı kendim yaratmak istiyorum- düşüncelerimi ifade edemediğimde, tutarsızlıklara cevap vermediğimde, insanlar arasında değer görerek yaşasam ne olur, güvenli olarak yaşasam ne olur diyorum ama anlamıyor beni. 

 

Bir çok kişi ülke meselelerin geldiğinde kolayca eleştirebiliyor, karşı çıkıyor, çevresini eleştiriyor da, kaç kişi kendisini inceliyor, geçmişte düşüncelerinin nasıl oluştuğuna bakıyor, düşünce süreçlerini inceliyor, kendini tanımaya çalışıyor -kendini tanıdıktan soran değişme cesaretini gösterebiliyor-. 

 

Biz kendi ailemizdeki bireylere özgürlüğünü yaşamalarına, bireysel olarak kendi kişiliklerini oluşturmalarına izin vermeden bırakalım ülke işleri ile ilgilenmeyi, önce kendimizden başlayalım, sonra ailemizden sonra çevremizden, sonra ülkemize geçelim derim.

Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra...

Buraya ne yazılsa çizilse boş esasında,kapitalizmin boyunduruğunda olundukça,ekonomik bağımsızlık olmadıkça böyle sürer gider.1952'de Nato'ya girerek kapitalistleşme süreci başladı,24 Ocak kararlarıyla da zirveyi buldu.

 

Öyle demokrasi nutukları atmakla da olmaz,totaliter rejimle bir yere varılabilir ancak.Yeni gelecek olan iktidar,dış güçlerden bağımsız çalışabilmek için kapitalizmi yavaş yavaş kaldıracak.Gerekirse halk da acı çekecek 5-10 sene ama en sonunda tam bağımsız olunacak.

 

Olaya ideolojik bakmazsak durum böyle.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...