Jump to content

Valery Legasov

Members
  • İçerik sayısı

    73
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    8

Valery Legasov last won the day on 17 Temmuz

Valery Legasov had the most liked content!

Sitemizdeki itibarı

50 Excellent

1 Takipçi

Son profil ziyaretçileri

Son ziyaretçiler bloğu devre dışı bırakıldı ve diğer kullanıcılara gösterilmiyor.

  1. Değerli dostlar, son günlerde gündemde yer alan sahte diploma skandalından haberdar olduğunuzu düşünüyorum. Bu olay bana AKP'li Metin Külünk'ün yıllar önce attığı bir tweeti hatırlattı. Özetle şöyleydi: Siyaset diploma ile yapılmaz, peygamberlerin de diploması yoktu!
  2. Değerli Dostlar, Rahman Suresi'nde Allah, "Biz suları acı ve tatlı olmak üzere iki deniz yarattık, bu iki denizin arasına bir bariyer koyduk, böylece birbirlerine karışmazlar. Ve her iki denizden de inci ve mercan çıkar." diye buyuruyor. Tatlı su nehirleri denize ya da okyanusa döküldüğünde, arada bir geçiş bölgesi oluşur. Bu geçiş bölgesine estuar denir ve burada tatlı su geçici olarak tuzlu sudan ayrılır. Ancak bu ayrım mutlak değildir, kalıcı değildir ve iki su kütlesi arasındaki farklı tuzluluk seviyeleri sonunda birbirine karışır. Buna karşılık, Kuran, biri tuzlu, diğeri tatlı su olan iki deniz arasında, bunları birbirinden ayıran ilahi bir bariyerin varlığını öne sürer. Ayrıca, yine aynı ayette iki denizden de mercanların çıktığı belirtilmiştir. Ancak mercanlar yalnızca tuzlu su okyanuslarında bulunur. Tatlı suya maruz kalmak ise mercanların solmasına (beyazlaşmasına) neden olur. Ey Müslümanlar! Gelin cevap verin! Allah'ınız, hem tatlı suda hem de tuzlu suda mercan çıkar diyor. Fakat mercanlar yalnızca tuzlu suda hayatta kalabiliyor! Bana bir tane göl, nehir ya da ırmak gösterin de, içerisinde mercan olsun!
      • 1
      • Like
  3. Burada ki asıl sıkıntı Allah'ın deneme yanılma yoluyla bir şeyleri öğreniyor olması. Musa'ya, İsa'ya türlü türlü mucizeler veriyor, asayı yılana çevirme veya hasta insanları tek dokunuşta iyileştirme gibi ama Muhammed'e gelince "Biz geçmişte çok mucize gösterdik ama insanlar inanmadı artık mucize vs. yok" şeklinde cevap veriyor. Hani Allah her şeyi biliyordu? Her şeyi bilen bir Allah, insanların muzice görünce inanıp, inanmayacağını nasıl bilmez?
  4. Değerli dostlar, Hepimizin bildiği gibi, Müslümanların temel inançlarından biri şudur: “Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir; O, her şeyi bilir ve her şeyi görür.” Peki bu konuyla alakalı Kuran bize ne anlatıyor? “Onlara katımızdan hak geldiğinde, ‘Musa’ya verilen mucizeler ona da verilmeli değil miydi?’ dediler. Daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmemişler miydi?” (Kasas, 48) Mekkeliler, Muhammed’e şöyle soruyordu: “Madem Musa gibi bir peygambersin, o halde onunki gibi bir mucize göster: mesela asasını yılana çevir!” Kur’an’ın bu talebe verdiği yanıt özetle şu: “Öncekiler de mucizelere inanmadı; muhtemelen siz de inanmazsınız. Bu yüzden artık mucize yok.” Bu cevap, şu anlama geliyor: “Mucizeyi denedik, işe yaramadı; artık göndermiyoruz.” Ancak bu açıklama, Tanrı’nın her şeyi bilen bir varlık olduğu inancıyla nasıl bağdaşır? Her şeyi bilen bir Tanrı, mucizelerin etkili olup olmayacağını en başından bilmelidir. Eğer bunu insanların tepkisini gözlemleyerek öğreniyorsa, bu Tanrı'nın bilgisiyle ilgili ciddi bir sorun ortaya koyar. Çünkü mutlak bilgiye sahip bir varlık, deneyim yoluyla öğrenmeye ihtiyaç duymaz. Deneme-yanılma yöntemi insanlara mahsustur; Tanrı’ya değil. Öte yandan, “Öncekiler mucizelere inanmadı” şeklindeki iddia da gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Zira Kur’an’ın kendi anlatımına göre, Musa’nın mucizelerine Firavun ve çevresi direnmiş olsa da, çok sayıda sihirbaz bu mucizeleri görüp iman etmiş, hatta bu uğurda canlarını feda etmişlerdir (A’râf 120–126). Dolayısıyla, “Hiç kimse inanmadı” demek, Kur’an’ın kendi içeriğiyle açıkça çelişmektedir. Ey Müslümanlar! Gelin cevap verin bakalım. Hem bizim Allah'ımız her şeyi bilir diyorsunuz ama Allah'ınız Kuran'da "Ben geçmişte çok mucize gönderdim ama insanlar inanmadı o yüzden artık mucize göndermiyorum" diye cevap veriyor. Her şeyi bilen Allah, gönderdiği mucizilerin işe yarayıp, yaramayacağını nasıl bilmez?
  5. @kavak Türkiye'nin bir tarafında, belediye başkanları hukuksuz bir şekilde, 'gözünün üstünde kaş var' gibi bahanelerle tutuklanırken; Türkiye'nin diğer tarafında, özellikle çözüm süreci gibi meselelerin demokratik bir şekilde çözüme kavuşturulabileceğini söylemek, en hafif tabiriyle naiflik olur. Eğer bir işin içinde RTE varsa, bilin ki o işten en büyük zararı yine Türk milleti görecektir.
  6. Türkiye'deki temel sorun demokrasi, hukuk ve özgürlük sorunudur. Bu üç sorunu çözmeden, başka hiçbir sorunu çözemezsiniz. RTE’nin ne halt olduğunu sağır sultan bile duydu, ancak hala bazıları, RTE'nin ipiyle kuyuya inilmemesi gerektiğini öğrenemedi. RTE, göreve geldiği ilk yıllarda “Türkiye'nin Orta Doğu'da bir misyonu var, biz BOP Projesi'nin eş başkanlık görevini yapıyoruz” diyerek açıkça ne amaçla hareket ettiğini, misyonunun ne olduğunu ortaya koydu. Bu misyon doğrultusunda Libya, Irak, Suriye, Mısır, Sudan ve daha pek çok ülkede iç savaşlar patlak verdi, bu ülkeler istikrarsız hale geldi ve yöneticileri değiştirildi veya ortadan kaldırıldı. Bu din bezirganı, bir konuşmasında “NATO’nun Libya’da ne işi var?” derken, bir başka konuşmasında “NATO, Libya’ya girmelidir” diyebilmektedir. İsrail’i yerden yere vuruyor, ticareti durdurduğunu söylüyor ama el altından ticareti devam ettiriyor. Yani demek istediğim, bu şahıs yalancı ve dürüst değil. “Emir komuta merkezim papaz elbisesi giyeceksin diyorsa, papaz elbisesi giyer, görevimi yaparım” diyen birisinden dürüstlük beklemek mümkün değildir. Bu kişinin, bu ülkenin hayrına bir şey yapacağını düşünmek de naiflik olur. Kısacası, bu kişi, "Paramı veren düdüğümü çalar" mantığıyla hareket etmektedir.
  7. PKK'nın silah bırakma süreci baştan sona bir tiyatrodan ibarettir. 20-30 teröristin Saddam döneminden kalma silahları yakması, koca bir terör örgütünün gerçekten silah bıraktığı anlamına gelmez. Ancak Türkiye’de ana akım medya büyük ölçüde iktidar kontrolünde olduğu için bu durum, tüm örgütün silah bıraktığı şeklinde lanse ediliyor. Ne yazık ki halkın bir kısmı da bu propagandaya inanıyor.
  8. Arif Tekin’in İslam’da Şiddet adlı kitabından alıntıdır. Benî Kaynukâ halkı Yahudiydi ve Medine’nin yerlilerindendi. Aynı zamanda Hz. Muhammed’e inanmayan Abdullah b. Übey b. Selûl’e bağlı kişilerdi. Bedir Savaşı’ndan sonra Muhammed’e karşı tavır aldıkları iddia edilir. Bunun üzerine şu ayet inmiştir: “Eğer bir topluluktan hıyanet kuşkusu duyarsan, antlaşmaya bağlı kalmayacağını aynı şekilde sen de onlara bildir.” (Enfal, 58) Bu ayetin inmesinden sonra Hz. Muhammed, "Ben onlara güvenmiyorum," diyerek daha önce yaptığı barış antlaşmasını bozmuş ve Medine döneminin 20. ayında (Şevval) onlara karşı harekete geçmiştir. On beş gün süren muhasaranın ardından, kadınları ve çocuklarıyla birlikte esir alınarak elleri bağlanmıştır. Ancak, bunlar Abdullah b. Übey’in adamları olduğundan, o araya girerek onları kurtarır. Hz. Muhammed’in yakasına yapışarak, “Bırakacaksın,” der. Sonuçta Hz. Muhammed, “Lanet olsun,” diyerek onları serbest bırakır. Sayıları yaklaşık 700 kişidir. Bu yönüyle Benî Kaynuka aslında bir bakıma şanslıydı; çünkü olay yaşandığında Hz. Muhammed Medine’de henüz tam anlamıyla hâkimiyet kurmamıştı. Daha bir yıllık bir ikameti vardı. Bu olay ileriki yıllarda yaşansaydı, tıpkı Benî Kureyza gibi onları da katledip çukurlara doldurabilirdi. Hz. Muhammed, onları serbest bıraksa da mallarına el koyar ve Medine’yi terk etmeleri şartını koşar. Yahudiler, mallarını bırakmak zorunda kalarak Medine’yi terk ederler. Hz. Muhammed, geride kalan malları ganimet olarak alır. İlk olarak kendine özel bir pay seçer, ardından ganimetin beşte birini kendine, akrabalarına, yetimlere ve yolda kalanlara ayırır. Kalan kısmı da yandaşlarına dağıtır. Burada kısa bir hatırlatma yapmak gerekir: İslami kesimler, Hz. Muhammed’in bu davranışını haklı çıkarmak adına şu savunmayı öne sürer: “Bu insanlar, Hz. Muhammed ile antlaşma yapmışlardı ancak Bedir Savaşı’ndan sonra antlaşmayı bozdular.” Dolayısıyla Hz. Muhammed haklıydı denilir. Oysa bu insanlar Medine’nin yerlileriydi; Hz. Muhammed ise şehre yaklaşık 20 ay önce gelmişti. Durum böyleyken, yabancı birinin yerlilerle pazarlık yapması zaten doğaya aykırıdır. Şöyle düşünelim: Bugün dünyanın en süper insanı kalkıp Türkiye’ye gelse, bir yıl sonra da “parçala yut” misali insanları rahatsız etmeye, öldürmeye, kadınlarını cariye yapmaya başlasa ve "Ben Tanrı’dan geliyorum" dese, kimse bunu kabul eder mi? Elbette etmez. Kaldı ki Hz. Muhammed onlara karşı olumlu bir şey de göstermemişti ki ikna olup inansınlar. O dönemde Hz. Muhammed’i fikren en çok zorlayan kesim Yahudilerdi. Kendisi de bunu bildiği için onları gelecekte potansiyel rakip olarak görüyordu. Hz. Muhammed’in durduk yere antlaşmayı bozması, çevrede hoş karşılanmıyordu. Bu nedenle önce ayetlerle zemini hazırlıyor, ardından da “Bu topluluğa güvenmiyorum, üzerlerine gidiyorum” diyerek harekete geçiyor. Oysa Yahudiler sayıca fazla değildi ve askeri anlamda büyük bir tehdit oluşturmuyorlardı. Ancak düşünce ve inanç bakımından daha elit bir grup oldukları için endişe uyandırıyorlardı. Bu konuda Hz. Muhammed’in Buhari’de geçen şu sözü oldukça dikkat çekicidir: “Yahudilerden sadece on kişi bana inansaydı, tüm Yahudiler inanırdı.” Bu durumu bildiği için onların kökünü kazımaya karar vermiştir. Yahudiler o dönem için gerçekten zorlu rakiplerdi. Örneğin Hayber baskınında Zeynep adında bir Yahudi kadın, Hz. Muhammed’i zehirli yemekle öldürmek ister. Hz. Muhammed ölmez ama bu zehir, onun iç organlarına zarar verir ve ölümüne kadar acısını çeker. Dudaklarında yaralar oluşur. Bu olay hem Buhari hem Müslim’de geçmektedir. Bu 14 asır önceki eylem bile o dönem Hz. Muhammed’in işinin ne kadar zor olduğunu gösterir. Yine, Hz. Muhammed’i eleştiren birçok Yahudi erkek ve kadın, onun emriyle öldürülmüştür. Bu da onun Yahudilere ne kadar öfkeli olduğunu gösterir. Yerine göre bunlara değineceğim. Örneğin: Ka’b b. Eşref, Ebû Afek, İbn Ebî’l-Hukayk gibi erkekler ile Asma bint Mervan gibi kadınların hepsi Yahudiydi ve Hz. Muhammed’in emriyle infaz edilmişlerdir. Hz. Muhammed, bu tehlikenin farkında olduğu için önce Benî Kaynukâ kabilesinin işini bitirmiş, ardından Benî Nadîr Yahudilerinin mallarına el koyarak onları da Medine’den çıkarmıştır. Zamanla hem bu grupları hem de Hayber’de yaşayan diğer Yahudileri hedef almış, en sonunda Fedek Yahudilerinin de işini bitirmiştir. Zamanı geldiğinde bunlarla ilgili ayrıca bilgi sunacağım. Konuya ilişkin Buhari’de geçen bir hadis de dikkat çekicidir: Ensar’dan bazı Müslümanlar, kendi masraflarını karşılasın diye gelir getiren hurmalıklarını Hz. Muhammed’e hibe eder. Buna daha önce kısaca değinmiştim. Ancak Hz. Muhammed, Benî Kureyza ve Benî Nadîr Yahudilerinin mallarına el koyunca, kendisine daha önce hibe edilen bu hurmalıkları sahiplerine iade eder. Ayrıca, Hayber Yahudilerinden alınan mallar sonrasında, Medineli Müslümanların daha önce Mekkeli Müslümanlara verdikleri mallar da iade edilir. Medine’den ilk sürülen Yahudi kabilesi işte Benî Kaynukâ’dır. Benî Kaynukâ baskınına gerekçe olarak gösterilen olay ise şudur: Müslüman bir kadın, bir Yahudi dükkanına gider. Orada bulunanlar kadınla alay eder ve bir şekilde kadının avret yeri açığa çıkar. Olayı duyan bir Müslüman müdahale eder, çıkan kavgada öldürülür. Bunun üzerine yukarıda anlamını verdiğim ayet iner: “Eğer bir topluluktan hıyanet kuşkusu duyarsan, antlaşmaya bağlı kalmayacağını onlara bildir.” Hz. Muhammed, bu olay üzerine Yahudileri kuşatır, teslim alır ve yukarıda anlatıldığı şekilde Medine’den sürüp mallarına el koyar.
      • 1
      • Like
  9. @Emre_1974tr Bizim gibi dinsiz, inançsız insanlara bu konuları anlatmanın sana ne gibi bir faydası var? Yoksa, Müslümanlardan gelecek tepkilerden çekindiğin için sadece bize mi bu tür konuları açabiliyorsun? Hem bu Kuran’ın Allah’ı, inançsızlar yani mürted ve kafirler için demiyor mu: Onların kulakları var duymazlar, kalpleri var anlamazlar, ben onları cehenneme odun olsunlar diye yarattım diye? Senin Allah'ın, sakın ha onları tekrar Müslüman yapacağım diye uğraşmayın diyor. Peki sen şimdi "Bakın ben Kuran'da şöyle mucize buldum, bakın böyle mucizelerde varmış" diye konular açarak neyi amaçlıyorsun? Eğer amacın bizi tekrar Müslüman yapmaksa, bil ki o inandığın Allah’ın hükmüne karşı geliyorsun.
  10. Muhammed'i Eleştirmenin Cezası - 2 İbni Sahnun daha da ileri giderek, "Şayet birileri sövmenin cezası nasıl ölüm olur, bunu diyen kişi nasıl kafir sayılır deyip karşı görüş belirtirse onlar da kafir sayılır" da demiştir. İbni Teymiye: "Hz. Muhammed aleyhinde konuşma cezasının ölüm olduğu hem sahabiler, hem de tabiiler (sahabileri görenler) nezdinde tartışmasızdır" bilgisini de ekliyor. Yine İmam Malik, İmam Ahmet b. Hanbel, İmam Şafii, Hanefi mezhebi, Leys b. Sad Fehmi (h.175.ö), İshak b. Rahüveyh (h.238.ö), Ebubekir Farisi (h.350.ö), Hattabi (h.388.ö) gibileri "Hz. Muhammed'i eleştirmenin cezası ölümdür" demişlerdir. Ancak Hanefi mezhebine göre bunu yapan kafir sayılmaz; mürted (dinden çıkmış) statüsüne tabi olur. Burada değişen bir şey yok: Sonuçta her halükarda ceza yine infazdır. Ancak, Hz. Muhammed'e herhangi olumsuz bir şey diyen kişi için tövbe/pişmanlık teklif edilir mi yoksa hemen infaz mı edilir konusunda ihtilaf vardır. Mesela Ahmet b. Hanbel, kesinlikle pişmanlık fayda vermez; bunu diyen infaz edilmelidir görüşünü benimsemiştir. Kanıt olarak da Hz. Muhammed'i eleştiren birinin Halit b. Velit tarafından infaz edilirken Halit'in ona, pişmanlık duyar mısın diye sormamış olmasını ve hemen onu öldürmesi örneğini göstermiştir. İslam ülkelerinde yaşayan gayrimüslimler de Hz. Muhammed 'i eleştirdikleri vakit, genel görüş onların da cezasının ölüm olacağıdır. Kısacası, Hz. Muhammed ve onun getirmiş olduğu dine karşı herkes suskun kalmalı, aleyhte herhangi bir ses çıkarmamalı; aksi takdirde İslam'a göre hem infaz edilir hem de cehennemi boylar. Kadı İyad ile Şeyhülislam İbni Teymiye, şu örnekleri de vermektedirler: Endülüs alimlerinden İbni Hatem, bir sohbette "Muhammed yetimin biriydi" (hafife almak amacıyla) dediği için bölge alimleri, onun hakkında ölüm fetvası vermiş ve adamı çarmıha gererek infaz etmişlerdir. Yine şair İbrahim Fezari, Hz. Muhammed'i eleştirdiği için, başta Kadı Ebu'l Abbas olmak üzere dönemin alimleri onun ölüm fermanını vermiş; önce bıçaklamış, sonra kaynar suyla haşlayıp çarmıha germişler ve sonunda onu çarmıhtan indirip ateşte yakmışlardır. Denilebilir ki, o dönemin İslam alimleri bu aşırı örnekleri kendi içtihatlarıyla uygulamış ve belki de yanlışlık yapmışlar veya İslam'ı tam anlamamışlardır. Ancak, ilerleyen bilgileri sundukça, bunun hiç de böyle olmadığını ve aslında İslam’ın gerçekliğine tamamen uygun bir şekilde hareket ettiklerini göreceğiz. Şunu da eklemek gerekir: Diyelim ki bir ülkede Müslümanlar iktidardadır ve orada gayrimüslimler de yaşamaktadır. Eğer bu gayrimüslimler, Hz. Muhammed’e herhangi bir eleştiri yöneltirlerse, kayıtsız şartsız infaz mı edilirler, yoksa öncelikle pişmanlıkları için uyarılacaklar mı? Bu konuda İslam alimleri arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Kimileri, hiç uyarı yapılmadan, “tövbe et, yoksa infaz edilirsin” demeden bu kişilerin öldürülmesi gerektiğini savunmuş, kimileri ise böyle kişilerin önce uyarılması gerektiğini; pişmanlık duymadıkları takdirde infaz edilmeleri gerektiğini belirtmiştir. Kısacası, bu kişiler ya susacaklar ya da ölüme mahkum olacaklardır. Bunun başka bir yolu yoktur. Madem cumhura göre, Hz. Muhammed'e sövmenin ve onu eleştirmenin cezası infazdır, o zaman bu görüşün kanıtlarını incelemekte fayda vardır. İlk olarak, Kur'an'dan bazı örneklerle başlayalım: "Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşinin olduğunu bilmediler mi? Bu, büyük bir rezillik ve rüsvalıktır." "Allah ve Resulüne kafa tutanlar ya da karşı gelenler, en aşağılık ve alçak kişiler arasındadır." "Allah ve peygamberine karşı savaşanların cezası ölümdür; çarmıha gerilmek, ellerin ve ayakların çapraz kesilmesidir" gibi ayetler bulunmaktadır. İbni Kesir, kendi tefsirinde Tevbe Suresi'nin 11. ayetinin açıklamasında şunları yazmaktadır: "Bazı İslam alimleri, bu ayete dayanarak Hz. Muhammed'i eleştiren veya İslam’da bir noksanlık bulmaya çalışan kişilerin infaz edilmesi gerektiğini söylemişlerdir." Önemli bir nokta ise şu ki, bu ceza sadece kafirlere verilmez; ayetlerde "Allah ve peygamberine karşı gelenler" ifadesi kullanılmıştır (yani mutlak bir ifade vardır: kafirler, dinden çıkmış Müslümanlar ve herkese dahildir). Ayetlerde geçen terimlerin de büyük önemi vardır: "Aşağılık," "rezillik," "alçaklık," "rüsvalık" gibi ifadeler sıkça kullanılmaktadır. Bu tür nahoş ifadeler, Kur'an'da pek çok yerde geçmektedir. Önceki bölümde de bu tür nahoş örneklerden söz etmiştim. İşte bu ve benzeri ayetler, Hz. Muhammed’e herhangi bir şekilde eleştiri getirenlerin infaz edilmesi gerektiğini kanıtlamak için gösterilmiştir. Çünkü ayetlerde geçen "Hz. Muhammed’le savaşmak" ve "ona karşı gelmek" terimleri oldukça geniş kapsamlıdır. Bu tür ifadeler, sövme ve eleştiri gibi davranışları da kapsayabilir. Dahası, somut ve sağlam örnekler de bulunmaktadır. Hz. Muhammed'i yalnızca diliyle eleştirenler bile onun talimatıyla infaz edilmiştir. Kısacası, İslam’da Hz. Muhammed'i eleştirmeye kesinlikle geçit yoktur.
  11. @kavak Emre'ye böyle çalışmadığı yerlerden sorular sorunca adeta dut yemiş bülbüle dönüyor. Kendisinin hala miras ayetlerinde ki matematik hatası konusunda cevap vermesini bekliyorum.
  12. @kavak Müslümanlar için, Muhammed Allah'ın önündedir. Müslümanlar, "Biz peygamberler arasında ayrım yapmayız" derler, ama İsa'dan, Musa'dan ya da İbrahim'den bahsettiğinizde çoğu Müslüman susar, bu isimleri sadece dil ucuyla söylerler. Allah’tan bahsedin, yine Müslüman sessiz kalır. Ama ne zaman Muhammed'in ismi geçse ya da salavat getirilmese, hemen tepki göstermeye başlarlar. "Utanmıyor musun?" veya "O senin askerlik arkadaşın mı?" gibi tepkiler duyulmaya başlanır. Hatta Şeriat ile yönetilen ülkelerde, bu durum öldürülmeye kadar gidebilir. Bakara 136'da ne diyor? "Biz Allah'ın her indirdiğine inanırız, peygamberler arasında ayrım yapmayız." İsa'ya İsa, Musa'ya Musa denince bir sorun yok; ama Muhammed'in isminin önüne "Hazreti" getirme, Müslümanlar hemen hoplamaya başlıyor. Bir Müslüman camiye veya bir sohbete gitsin, Allah’ın ismini kaç kez anarsa ansın, kimse bir tarafını kıpırdatmaz bile. Ama Muhammed’in ismi geçtiğinde hemen hoplamaya başlarlar. Çünkü Müslüman için ilah, Muhammed'tir. Hatta bu Put’a tapmaya benzer bir durumdur. Cahiliye döneminde Araplar putlara tapıyordu. Bugün de Müslümanlar, aynı şekilde Muhammed’e tapıyorlar ve hatta onu putlaştırıyor. Cahiliye döneminin gelenekleri aynen devam ediyor. Allah'ın resmini çizin sıkıntı olmaz, Cebrail veya Azrail'in resmini çizin sıkıntı olmaz ama Muhammed'in resimi çizin Müslümanlar adeta canavara dönüşüyor. Müslüman hem Allah sonsuz güç sahibidir, her şeyi o yaratmıştır der ama Muhammed'i, Allah'ın önünde tutar. Şimdi bir Müslüman için bu durum Allah'a hakaret etmek değil midir? İsa'nın, Musa'nın bir sürü filmi var, hepsinde yüzleri gözüküyor. Bir tane Müslüman'ın İsa'nın resmini çizemesiniz, Musa'nın filmini yapamazsınız dediğini gören var mı? Müslümanlara sorunca "Peygamberler arasında ayrım yapmayız" diyorlar. Ama sadece Muhammed'in resmi çizildiğinde ortalık bir anda karışıyor.
  13. Muhammed, "Kim dinini değiştirirse/İslam'dan çıkarsa onu öldürün" diyordu. Bu hadisi aktaran sahabiler arasında Hz. Osman, İbni Mesut, İbni Abbas, Muaz b. Cebel, Hz. Ali ve oğlu Hasan, Hz. Ayşe, Ebu Hüreyre, Muaviye b. Hayde, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Bürde ve Abdullah b. Ömer yer almaktadır. Ayrıca bu hadis, başta Buhari ve Müslim olmak üzere birçok kaynakta geçmektedir. Ben her ravi için birer örnekle birlikte bazı kaynakları aşağıya alıyorum: a. Buhari: Hz. Ali ve İbni Abbas'tan örnek. Cihad, bab 149/3017 ve İstiabe, bab 2/6922. b. Nesai, Tahrim-i Dem, bab 15/4063. Hz. Hasan rivayet ediyor. Busayri, Tuhfetü’l-Hayre, c. 5/211, no: 4686. İslam'da Hz. Muhammed'i eleştirip sövme konusunda çok ağır cezalar öngörülmüştür. İlkin, bu eleştirinin sınırı konusunda bilgi vermekle başlayalım. Konuya ilişkin hemen hemen aynı bilgileri paylaşan Kadı İyad (h.544-ö), Kurtubi (h.671-ö) ve Şeyhülislam İbni Teymiyye (h.728-ö)'den özet bir bilgi aktarmak isterim. Bunlar, söze şu şekilde başlarlar: "Her kim Hz. Muhammed’e herhangi bir kusur isnat ederse, onun cezası ölümdür. İslam alimleri arasında bu konuda ihtilaf yoktur." Ardından şöyle detaylandırırlar: "Hz. Muhammed’e atfedilen eksiklik, kusur veya eleştiri ister onun şahsıyla ilgili olsun, ister getirmiş olduğu dinle ilgili olsun, bunun cezası ölümdür. Yine kim onu lanetlerse, ona beddua ederse veya herhangi bir zararını isterse; böyle bir kişinin cezası, tüm İslam alimlerinin ittifakıyla ölümdür." Hatta İmam Malik ve daha sonra Kadı İyad, "Kim kötü niyetle Hz. Muhammed’in abası/gömleği kirlidir, kötüdür diyorsa, cezası yine ölümdür." şeklinde yazmışlardır. (234) İşte bu Kadı İyad ki, Bediüzzaman Said Nursi onu kendi kitaplarında işlerken öve öve bitirememiştir. İbni'l Heytemi, "ez-Zevacir an iktirafi'l-Kebair" adlı yapıtında, bir adamın Hz. Muhammed’le ilgili "Sizin arkadaşınız" ifadesini kullandığı için Halit b. Velit’in onu katlettiğinden bahseder. Yani, ona "arkadaş" diye hitap etmek bile ölüm nedeni olmuştur. (235) c. İbni Mace, Hudut, Bab 112534. İbni Mes’ud aktarıyor. d. Ebu Musa el-Eş'ari rivayeti: Buhari, Megazi, Bab 60/4341; İstitabe, Bab 2/6923; Ahkam, Bab 1217157. Müslim, İmare, Bab 3/1833. e. Ayşe rivayeti: İbni Hemmam, Musannaf, c. 10/114, no: 18563 ve Taberani, M. Evsat, c. 9/195, no: 9230. f. Osman rivayeti: İbni Hemmam, Musannaf, c. 10/167, no: 18701-2. 234- İbni Teymiyye, Sarimu'l Meslul, c. 3/979, Dördüncü Mesele kısmında. 235- Said Nursi, Mektubat, s. 179. Şeyhülislam İbni Teymiye konuya ilişkin olarak, "Hz. Muhammed’i eleştiren, ister Müslüman olsun ister kafir, infaz edilir" şeklinde bir başlık atmıştır. Ayrıca, "Hz. Muhammed’e söven, aleyhinde konuşan, eleştiren kişi öldürülmelidir. Böyle biri ceza olarak köle statüsüne tabi olmaz, fidye verip kendini kurtaramaz ve bağışlanmaz" diye farklı bir başlık daha atmıştır. İbni Teymiye, Hz. Muhammed’e sövmenin veya eleştirmenin cezasının infaz olduğunu belirtirken, bununla ilgili olarak on beş farklı hadis göstermiştir. Bu, Kadı İyad’ın yazdıkları için de geçerlidir ve pek çok yazar da bu rivayetleri aktarmışlardır. (236) İbni Teymiye dışında başka İslam alimleri de benzer görüşlere sahip olmuşlardır. Konuyla ilgili birkaç örnek verelim: İbni Ebi Asım (h. 287 - ö): "Hz. Muhammed’i eleştireni öldüren katile ne kısas gerekir, ne de kan bedeli" şeklinde bir başlık atmıştır. (237) İbni Münzir (h. 318 - ö): "Tüm İslam alimleri hemfikirdir ki Hz. Muhammed hakkında kötü şeyler söyleyenin, onu eleştirenin cezası ölümdür" demiştir. İbni Rahüveyh: "Hz. Muhammed hakkında olumsuz herhangi bir şey söyleyenin cezası hem ölümdür hem de bu kişi kafir sayılır. Bu, aynı zamanda tüm alimlerin de görüşüdür..." demiştir. Muhammed b. Sahnun (h. 265 - ö): "Tüm İslam alimleri hemfikirdir ki Hz. Muhammed’e herhangi bir eksiklik isnat edenin cezası ölümdür ve bunu yapan kişi aynı zamanda kafir sayılır; gideceği yer de cehennemdir" demiştir. (238) İbni Teymiye, Sarimu'l Meslul, s. 467; Takrib'ü Sarimi'l Meslul, s. 41. İbni Ebi Kasım, Kitab'ü Diyat, s. 533. Kimi yerlerde İbni Sahnun diye geçmektedir.
  14. Emre, Yahudiler ile aklını bozmuş. Eğer tarihsel olarak önemli figürlerin çoğu Yahudi kökenliyse ve Yahudiler dünya üzerinde bu kadar söz sahibiyse, demek ki Yahudiler Allah’ın sevdiği kullarından biri olmalı. Mısır, Suriye, Ürdün, Irak, Lübnan gibi Müslüman devletler bir araya geldiler, ancak İsrail'i yok edemediler. Hitler'de Yahudilerin üzerine gitti ama Yahudiler hayatta kalmayı başardı. Hamas, Hizbullah gibi terör örgütleri neredeyse tükenme noktasına geldi, liderleri İsrail tarafından etkisiz hale getirildi. İran'ın Devrim Muhafızları Komutanı ve aynı şekilde İran Genelkurmay Başkanı da İsrail tarafından öldürüldü. İsrail ve ABD'nin savaş uçakları adeta ebabil kuşları gibi İran ve tüm Orta Doğu semalarında dolaşıyor. Müslüman devletler ise bu duruma karşı ses çıkaramıyor. Maide Suresi 64. ayette Yahudiler için “Onlar lanetlidir” ifadesi kullanılır. Şimdi sormazlar mı? Allah'ın indirdiği Kuran'da Yahudiler için böyle bir ifade varken, bu Yahudiler nasıl oluyor da varlıklarını sürdürebiliyorlar? Müslüman devletler bir araya geliyor ama Allah tarafından lanetlenen bir kavim nasıl yok edemiyorlar? İran gibi Kuran hükümleriyle yönetilen devletler, İsrail'i nasıl yok edemiyor? Hamas, Hizbullah gibi İslamcı terör örgütleri nasıl oluyor da İsrail'in sonunu getiremiyor? Eğer gerçekten bu Yahudiler, Allah’ın dediği gibi lanetliyse, neden böyle oluyor?
  15. Sebeplerden biri paralel bir ikinci ordu olan Devrim Muhafızları’dır. Vatanı değil, iktidarı korumaya adanmış bu yapı, asıl ordudan daha fazla kaynağa ve yetkiye sahiptir. Kimi alaylı, kimi İran-Irak Savaşı'ndan tecrübeli olan mensuplarının ortak noktası, aynı siyasi görüşe hizmet etmeleridir. Ancak kurmay zekasından yoksundurlar.
×
×
  • Create New...