evrensel-insan Konu tarihi: Ağustos 29, 2013 Report Paylaş Konu tarihi: Ağustos 29, 2013 .................................................. ..Müslüman dünyasındaki savaşlarda ölenlerin sayısı 4 milyon...Kayıp sayısı 200 bin...Ölen çocuk ve kadın sayısı 1.5 milyon...Tecavüz edilen kadın sayısı 500 bin...*Şimdi...Sıra Mısır ve Suriye’de...*63 Müslüman ülkenin bir tekinde insan hakları, çağdaş yaşam, modern hukuk, adam gibi demokrasi var mı?..Yok...Birbirlerini kestikleri yetmiyormuş gibi egemenleri çağırıyorlar yardıma...“Siyasi İslam” adı... http://www.muhalifgazete.com/haber/7...un-parmak.html Fazla soze gerek varmi? Acaba psikolojide "kendi varligini yok eden ve bunun icin de emperyalizm ve onun her turlu kan emici guc ve otoritesinden yardim ve yataklik alan ve her daim kendi varligini yok etmek icin eylem ve propaganda yapanin" bir adi var mi? Yalniz burada en onemli farkindalik, YAPAN ILE YAPTIRAN ARASINDA. Cunku yapan yok oluyor, yaptiran besleniyor/palazlaniyor. Emperyalist zihniyetin icyuzunu bundan daha acik ve net gosterebilecek baska bir ornek var mi? 1 Link to comment Share on other sites More sharing options...
freand Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Report Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Siyasal İslam ifadesi işte o sözünü ettiğin emperyalistlerin, ılımlı müslümanların tepkisini çekmemek adını uydurduğu bir sözdür. İslam zaten doğası itibariyle siyasi, ekonomik, sosyal ve bireysel alanlarda bir sürü açıklama yapar ve müslümanların bunlara kayıtsız şartsız teslim olmasını ister. Müslim kelimesi ''teslim olmuş'' manasına gelir. İslam dininde inanılması gereken şeyler bir bütün kabul edilir. Misal Kuran'dan 1 ayeti inkar eden, 1 ayeti beğenmeyen adam hemen kafir olur. İslam dininde şüpheye ve tereddüte yer yoktur. Sorgulamaya da yer yoktur. Onlarca ayetin şüphesiz ki diye başlaması bunun en açık delillerindendir. Müslim kelimesi zaten ''teslim olmuş'' manasına gelir. Arapça'da lugat manası budur. İslam dini siyasete de karışır, ticarete de karışır, hayvancılığı da karışır, yaşam tarzlarına da karışır. Azhab suresinin 36.ayetinde ''Allah ve resulü bir emir verdiyse mümin erkek ve kadınlara bu hususta tercih yapma hakları yoktur'' gibi bir şeyler yazıyordu. Yani dinini yeterince bilen bir müslüman, insanların dini kurallara uymama hakkı olduğuna inanamaz. Şeriatçılık ve İslamcılık diye söylenen modeller İslam'ın Muhammed zamanındaki orjinal versiyonuna en yakın modellerdir. Zina meselesini ele alalım. İslam dinine göre evlenmeden cinsel ilişkiye giren erkek ve kadına bekarlarsa 100 sopa vurulur. Bu cezanın tatbiki sırasında yerli halkın olayı izlemesi istenir. Ayet ''Allah ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onlara bunu uygularken içinizde bir acıma olmasın'' gibi bir şeydi sanırsam. Yani Kuran, müslümanlara insanları yaşam tarzları hususunda özgür bırakma hakkı tanımamıştır. Yani bir müslüman ''Allah ceza verin demiş ama bence bu ceza çok sertmiş'' derse veya ''çağımızda bu olur muymuş canım çok ilkel bunlar'' derse Kuran ayetlerini eleştirdiği için hemen kafir olur. Şeriatın bir kısmından sapmak bile dine göre yasaktır. Yanlış hatırlamıyorsam Maide suresinde ''sana indirilenin bir kısmından bile saptırmalarından sakın'' tarzında bir cümle geçiyordu. Yani müslümanlar dinin tüm yasalarını uygulamak zorunda olduklarına kayıtsız şartsız iman etmezlerse, fıkıh kitaplarının ridde bablarında belirtilen maddelere göre kafir oluyorlar. İslam ve siyaset ilişkisi nasıldır? İslam dinine göre insanların dini yasalara aykırı yasalar çıkarması haramdır. Demokrasideyse yasalar modern ilkelere göre verilmekte, dinden bağımsızlık esas alınmaktadır. Din ise kendisinin dışlanmasından hoşlanmaz. Kısacası İslam hayatın hem bireysel yönünü hem de toplumsal yönünü tam bir kontrol altında tutma hedefinde olan bir dindir. İslam'ın doğduğu topraklarda binlerce yıldır yaşayan Arap halkları gerçek İslam'a en yakın İslam'ı yaşarlar. Türkler ise sonradan müslüman oldukları için hayata bakışlarında başka etkiler de vardır. Link to comment Share on other sites More sharing options...
evrensel-insan Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Yazar Report Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Gordugun gibi "siyasi" tirnak icinde. Ben dini uygulamanin sadece bir inanc temelinden geldigini her daim soyluyorum. Zaten bunu politikaya ve iktidara tasirsan, teokrasi olur. Ustelik ve genelde otokratik olarak. Iste emperyalistler bu mezhep savaslarini kiskirtabilmek icin, Islami siyaseye tasirlar. Ayrica teokratik devletlerde islam zaten iktidardadir. Bunu ilk degistiren Turkiye olmustur. Iste "ilimli/devrimci/siyasi" v.s. temelli sifatlar sirf bu ayrimcilik icindir. Yalniz unutmamak gerekirki, teokratik devleti olmayan ulke ve toplumlarda da muslumanlar yasamaktadir ve yasamlarini sadece bu konuda inanc olarak yani dindar olarak yuruturler, yani politikaya ya da savasima tasimazlar. Ayni 1960'a kadar Turkiye'de oldugu gibi. Link to comment Share on other sites More sharing options...
freand Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Report Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 5, 2013 Evet. Tırnak içine alman güzel olmuş. Ancak İslam dini hangi müslümanlar üzerinden değerlendirilmeli? Hem İslam'ın tanrısallığına inanan hem de demokrasiyi savunan insanlar elbette ki varlar. Fakat benim dikkat çekmeye çalıştığım nokta, bu müslümanların kendi içlerinde tutarsız olmaları. Çünkü sen de biliyorsun ki Kuran teokrasiyi savunur, Muhammed'in bizzat kendisi Medine'de teokratik bir devletin liderliğini yaptı. İslam dinine göre peygamberleri örnek almak farzdır. Dinini gerçekten tanıyan bir müslüman Allah'tan geldiğine inandığı yasalarla, insanların yaptığını düşündüğü yasalar çelişince ne yapar? Muhtemelen şeriatı getirmek için gizli planlar yapar, derinden çalışmalar yürütür, laikliği yıkmak ister. Maide suresinin 44.ayetinde ''kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse kafirlerin ta kendileridir'' yazıyor. Yani Kuran kendisinin siyasi ve teokratik bir düzenin başucu kitabı olmasını talep ediyor. Türklerin çoğu Arapça bilmez. Mealleri bile okumazlar. Duvara asarlar Kuran'ı. Halbuki Araplar ana dillerinden okudukları için şeriatçılar. Çünkü Muhammed zamanındaki orjinal saf İslam dininin şeriat istediğini kendi gözleriyle görüyorlar. Laikliği savunan müslümanlar, Kuran ve hadislerde yazanlardan haberi yok diye bunu yapıyorlar. Evet, kendileriyle çelişen mülsümanlar olabilir. Dinin emir ve yasaklarına itaat etmeyen müslümanlar olabilir. Ama bu durum Muhammed zamanındaki orjinal İslam'ın demokrasiyle bağdaşmayan şeriatçı bir amacı olduğunu değiştirmez. Link to comment Share on other sites More sharing options...
evrensel-insan Mesaj tarihi: Kasım 6, 2013 Yazar Report Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 6, 2013 Bugun bir baslik actim, orayi bir oku. Emperyalizm, kendi yasadigi 100 yil hristiyanlik savaslarini ve onun tecrubesini bugun kendi her turlu cikari ve bu cikar adina her seyi mesru ve mubah kilarak, O.Dogu, Turkiye ve K.Afrika'da uygulamaya koymus durumda. Bu islam dini arasindaki iki ana mezhep olan sunni ve sii arasindaki bolgesel ittifak ve kutuplasmanin getirdigi Insanligi kana bulayan ve ustelik bolge disi para ile tutulmus terorun teroristlerini de iceren bir savastirmadir. Bu savasimda ulke ve toplumumuzun yeri, diktator eli ile bu ittifak ve savasimdaki tarafta sunni ittifakin basini cekmek ve MUSLUMAN KARDESLER SUNNI SERI REJIMINI ULKE VE TOPLUMA DAYATMAKTIR. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Küresel Vana Mesaj tarihi: Aralık 8, 2013 Report Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 8, 2013 Hristiyan kaynaklarında da yani Kutsal Kitap (Kitab-ı Mukaddes )'ın Yeni Ahid'inde Aziz Paulos'un yazdığı bölümlerde, siyasi iktidarların Tanrı'dan kaynaklanması gerektiği, herkesin din adamlarının iktidarına boyun eğmesi gerektiği yazar. Katolik dünyada Aydınlanma çağı ve Fransız İhtilali sonrası Burjuva devrimi ile değişen, dini anlayış değil, din birliğinin yerine, gelişen burjuvazinin ihtiyaçlarını daha iyi karşılayan ulus birliğinin kabul edilmesi sonucu gelişmiş olan siyasi birlik anlayışıdır, ulus bilincidir. Taşıdığı Katolik inanca göre, dinin devlete hakim olması gerektiğini düşünen bir dindar Katolik, buna karşılık bir ulus içinde dinin siyasette kullanılmasının çatışma yaratacağını gördüğü için ve bir din devletinin ancak ve ancak Vatikan gibi herkesin Katolik olduğu bir ülkede var olabileceğini anladığı için, dinini siyasete alet etmemeyi öğrenmiş ve kabullenmiştir. Çünkü, Avrupa, din ve mezhep çatışmalarından çok çekmiştir. 30 yıl savaşları diye anılan Mezhep savaşlarında Katolik Fransa'nın, İtalya ve İspanya'nın başını çektiği Katolik cenaha destek vermeyip, Protestan cenahta savaşa dahil olmasıyla anlaşılmıştır ki, '' artık savaşlar dini sebeplerle değil, devletlerin çıkarları gözetilerek yapılmakta ''. Ve işte bu gerçeğin görülmesi, dış politikada çıkara dayalı modern uluslararası ilişkiler mantığının geliştirilmesinin ve bunun yansıması olarak ülke içinde de laikliğin gerekliliğinin sebebi olmuştur. Bu bağlamda, kişinin, devlet için dini hükümlerin geçerli olması gerektiği dogması da dahil, dogmalardan sıyrılması şart değildir. Hatta Ümmet fikrinin kendisinin de bir dogma olmasına rağmen, yeter ki o kişide Ulus Bilinci gelişmiş olsun ve Din ortaklığına bağlı olan Ümmet birliği yerine Ulus yani Millet birliğini kabul etsin ve doğal olarak devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini de kabul etsin, o kişi laiktir ki, öyle ya da böyle Laik insanlar belli bir kritik değerin üstünde oldukça Laik devlet hep var olacaktır. Ulus bilinci olan Müslüman Laikliği destekler. Link to comment Share on other sites More sharing options...
ilgi Mesaj tarihi: Aralık 9, 2013 Report Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 9, 2013 Bu bağlamda, kişinin, devlet için dini hükümlerin geçerli olması gerektiği dogması da dahil, dogmalardan sıyrılması şart değildir. Hatta Ümmet fikrinin kendisinin de bir dogma olmasına rağmen, yeter ki o kişide Ulus Bilinci gelişmiş olsun ve Din ortaklığına bağlı olan Ümmet birliği yerine Ulus yani Millet birliğini kabul etsin ve doğal olarak devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini de kabul etsin, o kişi laiktir ki, öyle ya da böyle Laik insanlar belli bir kritik değerin üstünde oldukça Laik devlet hep var olacaktır. Ulus bilinci olan Müslüman Laikliği destekler. Bu son paragrafın üzerinde durmak istiyorum. Dini inançların değişmezliğini kabul eden birisi, dini hükümlerin de geçerli olmasını savunur diyorsun. Diğer taraftan da bu kişinin laik ulus devletin ilkelerini de benimseyebileceğini söylüyorsun. Biliyoruz ki din hükümleri ile laik ulus devlet ilkeleri örtüşmüyor hatta karşıt. Bu karşıtlığa uyum nasıl oluyor? Kişi için ikilem değilmidir? Link to comment Share on other sites More sharing options...
Küresel Vana Mesaj tarihi: Aralık 9, 2013 Report Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 9, 2013 Biliyoruz ki din hükümleri ile laik ulus devlet ilkeleri örtüşmüyor hatta karşıt. Bu karşıtlığa uyum nasıl oluyor? Kişi için ikilem değilmidir? Laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek istiyorsa, önünde 3 seçenek vardır. Eğer, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan, bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, fakat ulus birliğini kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olmayıp, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olmasını beklemez, dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olmasını ister ve kendi dini anlayışını dayatmak için iktidarı ele geçirmeye çalışır. Demokrasiyi de benimseyemez, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunmaz, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığına tehdit olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın, ne olursa olsun, dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek olduğunu düşünür. İkinci tip olarak, yine aynı şekilde laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan, bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, fakat ulus birliğini kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olmayıp, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olmasını beklemez, dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olmasını ister ve kendi dini anlayışını dayatmak için iktidarı ele geçirmeye çalışır. Fakat bunu gerçekleştirmek için, siyasal anlamda demokrasiyi de benimsemiş görünebilir, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunuyor görünebilir, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığının teminatı olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın, kendi anlayışının tersine, diğerleri için haklar açısından özgürlük veya ekonomik eşitlik, iş, aş olduğunu da göz ardı etmeyerek, nihai amacı olan dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek için, takiyye yapabilir. Fakat, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan hem bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, hem de ulus birliğini kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olup, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olacağını görür ama dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olması yerine kendi dini anlayışını dayatmadan yaymaya, insanları ikna etmeye çalışır. Onun dışında siyasal anlamda demokrasiyi de benimseyebilir, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunabilir, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığının teminatı olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın haklar açısından özgürlük veya ekonomik eşitlik, iş, aş olduğunu da göz ardı etmez. Yani, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede dini siyasallaştırmamak için, kişinin illa ki bir dinin evrensel olduğunu kabul etmemesi, anlamaması, özümsememiş olması yada işine gelmediği için toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek istememesi gerekmez. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Create an account or sign in to comment
You need to be a member in order to leave a comment
Create an account
Sign up for a new account in our community. It's easy!
Register a new accountGiriş yap
Already have an account? Sign in here.
Sign In Now