Jump to content

duran

Members
  • İçerik sayısı

    43
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    5

Everything posted by duran

  1. duran

    Din üzerine

    Din üzerine Dini bir inança neden sahip oluruz, dini inança sahip olmamız gerekir mi. Dini inança sahip olmam gerektiğini nerden çıkarıyorum, iyi de din nedir ki, ben dini bir inança sahip olduğumda, bu inança bulunduğum aile çevresinde dine verilen anlamlarla aynı anlamları neden verdim -şuan tam anlamıyla aynı anlamı vermiyorum-, ben dünyanın farklı bir bölgesinde doğmuş olsaydım oradaki aile çevresinin vermiş olduğu anlamımı kabul edeçektim yoksa şimdi ki aile çevresinin vermiş olduğu anlamı mı vereçektim. Dini inança sahip olanla hiç dini inança sahip olmayan kişi arasındaki farklar nelerdir. Belli bir dini inança sahip olarak büyütüldüğümüzde, gençlik yaşına geldiğimizde bu edindiğimiz dini inançı sorgulamaktan korkarız, çünkü; bizi biz yapan değerler olmuştur bu inançlarımız, kendimizi bir hiç gibi hissederiz, yerine koyaçak birşey bulamamanın boşlunu yaşarız, bunun nedeni, bu inançla birlikte bir olayı anlamlandırmışıktır, hayatı bu inança göre anlamlandırmışıktır, hayatı anlamlandıramadığımzsa/anlayamadığımza psikolojik sıkıntılar yaşamaya başlayabiliriz -hayatı anlamlandırma ihtiyaçı vardır insanoğlunun-. Bunun yanından şunlardan da kaygılanırız; Yalnız kalmaktan korkarız -yalnız kaldığımızda gerçeklikle bağımızı yitirmekten korkarız, sevilmemekten/değer görmemekten kaygılanırız -insan bir şekilde kendini değerli hissetmek ister, sevilmek ister, temel ihtiyaç gibi birşeydir neredeyse- o yüzden sorgulamadan kaçınırız, gerçeklerle pek ilgilenmeyiz bu yüzden, yukarda saydıklarımla ne kadar baş edebilirsek gerçeklerle/gerçek bilgiyle o kadar çok ilgileniriz. Ben dini bir inança sahip olmak için dini bir inança sahip olmadım, dini inançımı sorgulama serbestine kendimi sahip görüyorum -Bu dünyaya bir kere geliyorsam, bir çok sefer de geliyor olsam bile kendimi bir daha ki gelişin olup olmayaçağının garantisi olmadığından bu sefer kendimi burada hissettiğimden ötürü, her şeyi sorgulamalıyım, ki sorgulayarak neyin ne olduğunu bulabilirim diye düşünüyorum, akla uydurmaları yapmadan tabiki (sorgulama konusunun ayrıntıları için "Bilgi üzerine" adlı yazıma bakılabilir). Ailem de ve aile çevremde bir yaratanın var olduğundan bahsediliyordu, bu yaratanın ne olduğu konusunda ise şöyle şeyler deniyordu, bir güç var kimsenin bilmediği, bu dünyayı ayakta tutatn bir güç var. Belli günlerde bu yaratanı anmak için bazı şeler yapıyorlardı -Bulgarlar yumurta boyama gibi şeyler yapıyordu, Türkler ise bazı günlerde çocuklar şeker topluyordu, bunlar bana eğlençe geliyordu-. Aile çevresi nadiren, bazı olayları tanımlayamadıklarında veya yapılması pek iyi olmayan şeylerde bunu dinen yasak olduğunu söylüyorlardı. Belli mekanlara belli günlerde giden insanları görüyordum. Bunları duydukca gördükçe bende bunları hiç düşünmeden benim düşüncelerime yerleştirmeye başlamışım, ilkokul beşte bir veya iki gün Kuran kursu düzenleyen bir yerede gitmiştim, burada ne okuduğumu bilmeden benim dilimden olmayan şeyler okudum. Ortaokulda da din dersi vardı -aslında dini anlatan, dini sorgulayan tarafsız bir ders değil, yetişkinlerin gençlere benimsetmek istediği suni mezhebinin görüşleri imiş sonraları öğrendim bu dersin amacını-. Açaba ben küçüklüğümde hiç bunları duymamış olsaydım da bir yaratan olduğunu çıkarabilirmiydim. Yaratanı insanların sıkıntıları mı yarattı –İnsanlar kendi benliğini/canını rahatlatmak için; sıkıntıya düştüğünde, kendini çağresiz hissettiğinde, babalarını kaybettiklerinde babasının yerini dolduraçak birini aramaları (yaratan çoğunlukla erkek olarak düşünülür nedense), haksızlığa uğradığında bu haksızlığı bir yaratıcının başka zamanda bu haksızlığı gidereçeğini düşünmeleri yüzünden mi)- veya ölüm korkusu yüzünden sonsuz bir yaratıcının varlığı düşüncesini insanoğlu kendimi yarattı. Toplum kendi içinde anlaşmaksızın yapılmasını istemediği veya yapılmasını istediği davranışları yaptırmanın yolunu cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması kurarak, bu cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması bu dünyada var olmayaçak başka bir dünyada var olaçak şekilde kurmuş olabilir, bunun nedeni bu dünyada isteklerini yapamayan, dünya ile başa çıkamayıp, haksızlığı da karşı çıkamayan kişiler kendini teselli etmek için bir başka dünya mı yarattı. Belirsizlikten hoşlanmayan insanoğlu bilemediği/tanımlayamadığı olgular karşısında bir tanım verme ihtiyacı duyarak, bu olguların ve olayların nedenini görünmeyen bir yaratanın varlığını yaratarak olguları tanımlamayamı çalıştı. Herşey her belirsizlik durumunda yaratana bağlanır , kötü şeylerin bir çoğuda yine görünmeyen kötü bir varlığıa bağlanır -şeytan gibi-. Bunun nedeni insanoğlunun çoğu kısa yollardan hemen olayları tanımlamaya çalışmasından mı -hele zorlandığında, istekleri olmadığında bunu daha çok yapar-. Şuan ki doğa bilimleri doğayı tanımaya ve kontrol altına almaya çalışmakta, ve diğer bilimlerde insanı ve insanlığı tanımaya çalışmakta açıklamaya çalışmakta. Dini inanca sahip kişiler ise insanoğlu her şeyi anlayamaz kavrayamaz diyor, doğayı kontrol edemez insan diyor. Dini inanca sahip kişiler, doğayı kontrol etmeye çalışanlar ile bir mücade içine giriyorlar. Doğayı kontrol etmeyi Tanrının işine karışmak gibi algılıyorlar, herşeyi kontrol eden bir Tanrı tasviri yapanlar neden bundan korkuyorki Tanrı istese idi bunuda kontrol ederdi, engellerdi. Bir zamanlar Veba salgını olduğunda papazlar insanlara şöye demişlerdi, bu Veba sizin yoldan çıkmanız yüzünden, başınıza geldi, insanları korkuttular. Şimdi Vebayı doktorlar kontrol altına aldı, bu papazlar şuan yaşamış olsalardı ne hale düşeceklerdi -günümüzde de buna benzer söylemler çok oluyor- işte bilim bu tarz söylemler içinde bulunanları zamanla yalanlıyor, ve bu kişiler bu tarz söylemlerle beslendiklerinden de, kendi çıkarlarını korumak için insanın herşeyi anlayamaz olduğu söylemini yaymaya çalışıyorlar, billim ise herşey anlaşılabilir olduğunu idia ediyor. Dünyanın he bir köşesinde dini inanca sahip olan insanların inanclarını okuduğumda -Antrapoloji biliminden yararlandım- ve çevremde gözlemlediğimde, şuna vardım, bunlar arasında hiç bir ortak noktanın olmadığını gördüm, birçok kişi kendi kafasında yarattığı Tanrıya inanıyordu. mesela dünyanın bir köşesindeki topluluğun inandığı inancı ben şuan yaşadığım ülkede savunsam çevremdekiler benim cehenneme gideçeğimi söylerlerdi, ama o inancın sahip olduğu bölgede yaşasaydım öldüğümde iyi bir yere gideçeğimi söylerlerdi. Bilim tüm Yeryüzü ve İnsanlar arasında her tarafta geçerli ortak noktalar bulmaya çalışması yüzünden bana daha tutarlı geliyor, bu tutarlılık aynı zamanda içinde bir yanlışlanabilirliğide kabul ediyor. Tüm kaygı ve korkularımızdan arındığımızda, hayata mutlu olmasını becerdiğimizde, hayatla, dünyayla mücade etmesini becerdiğimizde, belirsizliklerimizden kurtulduğumuzda, olayları anlamlandırdığımızda da bir Tanrı ihtiyaçı içinde olaçağız mı, yoksa kendimizimi Tanrı yerine koyaçağız. Yoksa bunlardan sonra, Tanrı gerçekten bilinmesi gerektiği şekilde bilebilirmiyiz. Duran Aydoğmuş.
  2. duran

    Bilgi üzerine

    Merhaba, yazıya katkı yaptığınız için teşekkür ederim. Yazmak bende rahatlama sağlıyor, ve düşüncelerim daha bir düzene giriyor. Bir hedefim var uzun zamandan beri, bunu gerckleştirebilmek için uraş veriyorum ama daha işin başındayım, her çocuğun ve gencin iyi vakit geçirebileceği öğrenim yuvaları oluşturmak. Bazıları ev araba alma hayali kurar benim ki de böyle bir hayal işte.
  3. duran

    Bilgi üzerine

    Bilgi üzerine. Aileden, okuldan ve çevreden edindiğim bilgiler ile belli bir yaşa kadar düşüncelerimi ve davranışlarımı oluşturdum. İlk başta aileden edindim bilgiler ile hayata bakışımı oluşturdum. Bir çok davranışımı oluştururken annemde ve babamda ki davranışları bire bir kendime kopyalamışım, bunu yaparken bilinçli bir şekilde yapmadım, annem kendinde görmekten hoşlanmadığı davranışları bile bana bilinçsiz şekilde öğretmiş. İlk okula Bulgaristan da başladım, dördüncü sınıfa kadar Bulgaristan da okudum, Bulgaristan da okurken edindiğim bilgiler tam olarak nelerdi bilmiyorum şuan, Bulgaristan da sınıfı zorla geçen bir öğrenciydim, Türkiye ye geldiğimde dördüncü sınıftan başladım, burada da sınıfı zorla geçen bir öğrenci oldum -Bulgaristan da ve Türk iyede sınıfı geçmemde annemin öğretmenler üzerindeki etkisi oldu- (Anneme şimdi soruyorum neden beni sınıfta bırakmalarına izin vermedin, sınıfta kalmalıydım diyorum, annem sınıfta kalan çocukları hepten düşük görüyorlar dedi, bence benim sınıfta kalmamam için uğraş vermesinin nedeni, anne ve babamın saygınlık kaybetme kaygısı idi) Lise birde bile sınıfı geçmemde anne ve babamın etkisi oldu. Okulda edindiğim bilgiler bana çok boş geliyordu herhalde, veya edindiğim bilgilerin hiç değerini anlamadım, bir çok bilgiyi ezberleyerek aldım. Meslek lisesinde öğrenim görürken, şunu söylerdim, öğrenmeye çalıştığım mesleği yapmayacağım diye diye liseyi bitirdim -şuan o mesleği icra etmiyorum- Genelde aile çevresinde büyüdüm, dışarı çok açık bir aile yapımız olmadı, enişte, dayı, teyze, hala, ve onları çocuklarının olduğu bir aile çevresi oldu, bu aile çevresi de bana hayata bakışları konusunda bir şeyler anlattılar, herkes kendi yaşadığı hayatı anlatıyordu, ve kendi yaşadığı hayat doğru imiş izlenimi veriyordu. Ailemin hep şöyle bir isteği vardı; benim iyi bir eğitim almam, bu istek şüphesiz çok güzeldi -şuan edindiğim bilgiler onları rahatsız etse de-. Okuma ve yazma öğreten öğretmenlerimin davranışları çok güzeldi, çevremin bana hayat görüşlerini paylaşmaları güzeldi. Ama burada hep eksik olan bir şeyler vardı. İnsanlar fiziksel, sosyal, psikolojik ve bilgi/anlama ihtiyacı içinde olan varlıklardır, bunlar bir birine bağlı olan şeylerdir, birinde yaşanan sıkıntılar diğerinde de kendini değişik şekillerde gösterir. İhtiyaçlarımızı tam karşıladığımızda sağlıklı kişiler olabiliyoruz. Bilgi ihtiyacını karşılamak için çoğu zaman kulaktan dolma kalıplaşmış tutumlar ve hurafelerle karşılamaya çalışırız. Diğer ihtiyaçlarda olduğu gibi -fiziksel ihtiyaçlarımızdan yemek ihtiyacını karşılamak için, ya çalışırız ya da çalarız.- Bilgi ihtiyacını da iyi bir şekilde karşılamak gerek, çalmak nasıl bizi kötü sonuçlara götürüyorsa, kulaktan dolma kalıplaşmış tutumlar ve hurafelerde bizi kötü sonuçlara götürür. Sağlıklı bilginin yollarını düşünmeye çalışalım şimdi. Ailede edindiğim bilgiler, çevrenin genel doğrularıydı, bu genel doğrular/ortak duyu/sağduyu genelde çok sorgulanmadan oluşturulmuş, iyi bir doğrulamadan geçemeden oluşmuş, çok tutarlı olmayan, genelde duygulara hitap eden bilgilerdir, bunun böyle olduğunu fark etmem 24 yaş civarlarında oldu herhalde, bunu fark etmemde çeşitli bilim adamlarının bilimsel bilgiyle edindi bilgileri okumamla oldu, ama bu bilimsel bilgileri alma aşamasına nasıl geldim, nasıl değişime karar verdim, nasıl yeni bir bilgi alma ihtiyacı hissettim, edindiğim eski bilgiler neden bana yeterli gelmedi. Yeni bilgiler almama hayatımda yaşadığım tutarsızlıklar, kaygılar ve belirsizlikler neden olmuştu. Ben kendi inandığım doğruları sorgulamaya, ailemin inandığı doğruları, çevremin inandığı doğruları sorgulamaya başladığımda, bu sorgulamadan ailem ve çevrem rahatsız olmaya başladı, ben kendim de edindiğim yeni bilgiler ile eski edindiğim bilgiler arasında kalmaya başladım, yeni edindiğim bilgileri hayata geçirmeye başladığımda yeni sıkıntılar ortaya çıkmaya başladı, bu yeni düşüncelerimi söylemeye başladığımda yalnız kalmaya başladım, tepkiler almaya başladım, ama bu bilgi alışını ya durduracaktım ya da yeni bilgi aldığımda yaşadığım kaygıya katlanacak ve yeni sorgulamalara devam edecektim, iyide ne içindi bunca sorgulama, ve her kendi inandığım doğruların aslında doğru olmadığını anladığımda, beni var eden bu eski bilgiler, benim hayatımı oluşturmuştu; arkadaşlarımı, çevremi bu bilgiler sonucunda oluşturduğum hayat anlayışına göre oluşturmuştum, bu bilgiler beni var eden şeylerdi, bu beni var eden bilgileri sorgulamaya başladığımda, edindiğim bilgilerin çok ta gerçekçi olmadığını gördüğümde kendimi çok kötü hissediyordum ve bu durum bende bir gerilim yaratıyordu, sinirli oluyordum... Niye kendimi bu kadar kaygıya ve yalnızlığa itiyordum -eskiden çevremden ve ailemden daha çok saygı görüyordum, kendimi yalnız hissetmiyordum- bunun nedeni, beni tutarsızlıkların rahatsız etmiş olması idi, çelişkilerle yaşamak beni rahatsız ediyordu, katılaşmış tutumlar insanlara sıkıntılar yaratıyordu, kendi içimde çeşitli kaygılar yaşıyordum ve bu yaşadığım kaygılar sonucunda kendi benliğimi korumak için çeşitli sahte benlikler yaratmıştım, bu sahte benlikler uzun sürede kişiyi daha da sıkıntılara sokmakta olduğu gördüğümde bunlardan vaz geçmeliyim dedim. Okullar kişilerin benliklerini oluşturmaları için rahat, baskından uzak, en iyi karar alabilmeleri için ortamlar yaratmalı, düşünmeyi öğretmeleri gerek, bunlar yaratıldığında bilgi alımı sağlıklı olabiliyor, kişilikler iyi gelişebiliyor. Mesela okulda şu durum bana öğretilmedi; hatalar yaptığımda bu hataların farkına varmak ve hatamı kabul etmek, bu hatayı düzeltmek için uğraş vermeyi öğretmeliydi, çünkü her geçen zaman hataları ve yanlışları kabullenmeyi zorlaştırır. - Kendi kişiliğini sorgulama, gençlikte veya orta yaşlarda daha rahat olabiliyor, orta yaştan sonra kendi kişiliği üzerine sorgulama yapmak ve bu sorgulama sonucunda, gerekirse değişimde bulunmak çok zordur, çünkü; o orta yaşa kadar edindiğimiz bilgiler sonucunda oluşturduğumuz hayatın yanlış olduğunu kabul etmek kişiye acı verir, edindiği hayat görüşü çerçevesinde oluşturduğu çevreninde değiştirilmesi gerekebilir, ve önünde yeni bir hayata bakış oluşturacak kadar süre kalmadığını düşünen kişi, kendini değişime kapatır, ve olduğu durumu kabul eder.- Hatalarımı kabul etmeye başladığımda, ve bunları düzeltmeye başladığımda benim kendime güvenimi getirmeye başladı. Hataların olması doğaldı - ailemde benim hatasız olmam gerektiği öğretilmişti- okullarda hata yaptığımda ve yanlış yaptığımda, hatamı kabullenecek ve yanlışımı anlayacak cesaret verilmemişti. İki ortamda da hemen olumsuz eleştiriler, kınamalar geliyordu. Birde değerlendirmeleri neye göre yaptıklarını söylemeden yargılamalar oluyordu, bu ortamda hatalarımı ve yanlışlarımı örtmek için çeşitli oyunlar -savunma mekanizmaları/korunma mekanizmaları geliştiriyordum. Okullar ve aile bu şekilde davranmamalı. Çevre ise kendi değerini benim üzerinden yükseltmek için beni hiç düşünmeden, beni küçük düşürerek kendilerini yükseltmeye çalışıyordu. İlk defa çeşitli bilgileri almaya başladığımda, bazı sıkıntılar yaşadım, çeşitli kitaplar okumaya başladım, her okuduğum kitabı doğru olarak anlıyor ve hiç bir eleştirel ve sistematik bilgi alışına tabi tutmuyordum, okuduğum bilgileri okulda öğrendiğim gibi öğreniyordum – hiç bir bilgiyi işleme tabi tutmuyordum, ezberliyordum sadece, veya yazarların düşünceleri sanki benim düşüncelerim imiş gibi konuşuyordum, bu durum davranışlarımda bir değişme getirmiyordu. Bilgi alımını -okulda edindiğim bilgileri öğrenmiyordum, sadece belli bir süre için alıyordum, bir bilgiyi almak öğrenmek değil ya, öğrenme aşamalarından hiç geçirmiyordum bilgileri- dağınık bir şekilde alıyordum, bir bilgi alımına nerden başlanmalı onuda bilmiyordum. Ailemde bana bazı inançları benimsemem gerektiği öğretildi, hiç bir sorgulama yapmadan bilgileri ediniyordum, bu bilgiler çeşitli hayat görüşleri ile ilgiliydi, okulda da bana bilgilerin doğruluğu yanlışlığı konusunda nasıl bir eleştirel bakış açısı getirileceği öğretilmemişti. Okulda bana sorgulama cesareti de verilmemişti, koşulsuz bilgiye itat etmem öğretilmişti-. Bilgi alımında nelere dikkat edilmeliydi, çok okumak gerçekçi bir bilgi alımını sağlamıyor şüphesiz. Bilgiyi hiç bir işleme tutmayan kişiler (birinci ve ikinci el kaynakları ayırt etmeden, varsayımları, fikirleri ve iddiaları ayır etmeden, okuduğu konunun o bilim dalının neresinde yer aldığına bakmadan, çok kitap okuyan insanları gözlemledim), sorgulamadan edindikleri bilgileri destekleyici yeni bilgiler alıyorlardı, kendi inançlarını destekliye çek bilgileri alıyorlardı, bunlar bu bilgi alımını yaparken bunu bilinçlimi yapıyordu yoksa bilimsel bir bilgi alış aşamalarını bilmediğinden dolayımı yapıyordu. Bilinçli yapanlar gerçekliğe saygısı olmayan kişilerdir. -gerçek gerçektir, bu gerçek beni sıkıntılara düşürse bile bunu kabul etmesini bilmeli insan, şöyle bir durum var ki bunu açıklamalıyım, kişilik zayıflaması olan bir kişi, hayır demesini bilmez, kişilik zayıflamasının nedenleri kaygılar sonucunda oluşan sıkıntılara karşı bireyin geliştirmiş olduğu bir savunma düzeneğidir, kişi sevilmek için karşısındaki insanların isteklerine ve görüşlerine göre davranır, gerçekler bazen söylendiğinde kişinin sevilmemesine neden olur, bu kişilik zayıflaması olan kişiler gerçekliğe saygı ile sevilmek arasında kalır.- ve bir yere bağımlı olup çıkar peşinde koşan, yaranma peşinde koşan -bir keresinde 47 yaşlarında tanıdığım biri bana şöyle bir şey demişti: paran oldun mu insanlar senin söylediklerini dinlerler, yalan yanlış konuşsan bile, bu çevrede para güçtür, bir başka çevrede bir başka şey güçtür, seyyidler, şeyhler de bu parası olan kişi gibi dinlenir, burada dinleyenlerin ortak noktası, bu kişilerin yanında olduklarında kendiler ininde değerli olacakları, saygınlık görecekleri, güçlü görünmek istemeleri, bir fayda görecekleri beklentisi içinde olmalarıdır.-, ün ve makam peşinde olan insanlardır. Bilinçli yapmayanların yanlışa düştükleri noktalar şunlar olabilir; katılaşmış bir şekilde bir fikre inanmaları, bir mezhebe bağımlı olmaları, bilgi kaynaklarını birinci elden edinmemeleri -rivayetlere ve nakil şeklinde sözlü anlatımlara inanmaları-. Arzularına göre hareket etmeleri. Bilimsel bilgi her şeyden önce bir kafa disiplini gerektirir -kaygı ve korkuları ağır basan kişilerden bu disiplini göstermelerini beklemek zordur (kaygı ve korku, karar verme ... ile ilgili yazıma bakabilirsiniz), gerçeğe saygılıdır -edindiğin yeni bilgiler eski bilgilerine ters düşse de yeni edindiği bilgi doğru ise bunu kabul etmesini bilir- yargılarında tutarlı ve ihtiyatlı davranmasını bilir -düşüncelerini bir güç altında kalarak oluşturmaz ve değiştirmezde, kolay çıkarımlarda bulunmaktan, genellemelerden kaçınır- düşüncelerine sorumluluk anlayışını getirmesini bilir – düşüncelerine karşı sorumlu olan kişi yanlış bir bilgiden söz ettiğinde ve bunun sonucunda hatalı durumlar ortaya çıktığında bu durumu düzeltmek için çalışan kişidir, kendi benliğini ön planda tutmaz burada, düşüncelerinden ötürü bir başkasını sorumlu tutmaz-. Belli düşünce faaliyeti gelişmeden, zihinsel faaliyet aktif olmadan bazı eğitim sistemlerinde kişilere bilgiler aktarılmakta. Düşünceler hiç sorgulanmadan aktarılmakta, soru sorma belli bir ahlak çerçevesinde olmakta, sorgulama sadece edinilmesi gereken bilgi yönünde olmakta, yanıtlar bu yönde olmakta, zaten her sorunun yanıtı önceden hazırdır, hiç zihinsel faaliyete bulunmaya gerek duyulmaz. Bazı ailelerde de belli kavramları anlama yaşına gelmeyen çocuklara bu kavaramlar öğretilmeye çalışılıyor bu yanlış bir şeydir. Bir eğitim sistemi özgürlüğün tadını vermeli kişilere, insanlık onuru öğretilmeli, soruların tüm yanıtlara açık olduğunu ve tartışmanın alabildiğine gidebilmesini, ve yanıtların ne sonuç verirse versin sürdürülmesi sağlanmalı. Duran Aydoğmuş http://durankisiselyazilar.blogspot.com/2012/08/egitim-ve-bilgi-uzerine.html
  4. Kaygı, Korku, Karar verme, Sevgi ve Bilgi arasındaki bağıntıyı düşünmek Her insanın belli bir oranda kaygı ve korkusu vardır, Kararlarımı ve hayatımın olağan akışını uzun süre etkileyecek şekilde kaygı ve korkularım olduğunda burada durup cesur bir şekilde düşünülmesi gerek, nelerden kaygı ve korku duyuyorum, bu kaygı ve korkularım ne kadar gerçekçi, ben mi üretiyorum bu kaygı ve korkuları, ben üretiyorsam nasıl bir hayat anlayışım olmalı ki kaygı ve korkuları daha az yaşamalıyım. İnsan kendi hayatını etkileye bilme becerisine sahip midir veya ne kadar kendi hayatını etkileyebilir, doğuştan gelen genetik faktörler ve olumsuz çevre şartları kişinin kendi hayatını bilinçli şekilde etkilemesinde ne kadar etkilidir. Mesela dikkat eksikliği yaşayan bir çocuk kendi iradesini istediği gibi kullanabilir mi, dikkat eksikliği yaşayan bu çocuk dikkat eksikliğinden dolayı yaptığı çalışmaları doğru bir şekilde sonuçlandırmak ister ama dikkat eksikliği yüzünden sonuçlandıramaz ve başarısız olur, bu kişide bu durumdan ötürü zaman içinde güven eksikliği de meydana gelir ve bu güven eksikliğini çoğu durumda çevreden gelen olumsuz değerlendirmelerde artırır, güven eksikliğinin ve çevrenin olumsuz değerlendirmelerinden sonra bu kişide kaygı da meydana gelir, genelde toplumda başarılı kişi sevilir, kişi sevgisiz bir ortamda büyümenin verdiği yoksunlukla da kararlarında çok sağlıklı olamayabiliyor. Başka bir misal vereyim, küçüklüğünde kötü bir çocukluk geçirmiş biri -şiddet görmüş, yabancı ve istenmeyen diye dışlanmış, karşılıksız sevgi görmemiş, gereğinden fazla yük yüklenmiş... -büyüdüğünde bu durumun etkisinde kalarak yaşadığı kötülükleri başkalarına yaşatmaya çalışıyorsa, bu kötü durumdan dolayı içinde devamlı bir huzursuzluk duyuyorsa veya bu huzursuzluk sonucu yaşamı anlamsız buluyorsa bu kişi ne kadar kendi hayatını kendisi etkileyebilmekte ? Kendime bu soruları sormadan edemiyorum. Bu konuda benim düşüncem söyle; İnsan kendi hayatını bilinçli bir şekilde yön veremiyorsa ne diye 'Nasıl bir hayat anlayışım olmalı' düşüncesine gireyim ki, yön veremiyor olsaydım kaygıda duymamalıydım. Kaygılı yaşamlardan ve korku dolu ortamlar da da kişi yaşamını kendi etkileyebilmelidir. Ben etkileyebileceğini düşünerek yazımı yazmaya başlıyorum. İlk başta insan kendini tanımalıdır (kendini tanımaya adanmak demek tir de bu, kendini tanımak bir uraştır), Kendini tanımak deyince şunlar aklıma geliyor, hangi hal içinde nasıl karar veriyorum, kararlarımda hangi kişisel özelliklerim etkili oluyor, sorgulamadan almış olduğum bilgilerle oluşturduğum kalıpyargılarım var mı, önyargılarım var mı -kalıpyargılarım ve önyargılarım olduğunu öğrendiğimde ne kadar değiştirmeye istekliyim -, aldığım bilgiler çevremin onay verdiği bilgiler mi oluyor sadece, çevremin onaylamadığı bilgiler olduğunda ne kadar yeni bilgi almaya istekli oluyorum ve kendim bir bilginin ne kadar derinine inebiliyorum, bu aldığım yeni bilgiler benim yanlızlaşmama neden oluyor ise yinede yeni bilgi almaya ne kadar istekliyim. Hangi durumlarda nasıl davranışlarda bulunuyorum, düşüncelerime göremi hareket ediyorum, duygularıma göre mi, düşüncelerim ve duygularım eyleme geçtiğimde nasıl bir hal alıyor, eylemlerim karşısında duygu ve düşüncelerim nasıl şekil alıyor. Hangi duygular içinde olduğum da kaygılanıyorum, kendimi en iyi ne zaman hissediyorum, ben ne istiyorum bu dünyadan ben kimim bu dünyada, ne istiyorum bu yaşamdan, benim gereksinmelerim insan olarak neler, nasıl bir varoluşa sahibim, ölünce ne olacağım veya ölüm var mı yok mu... Bu soruları herkez kendine sormuştur (insanın anlama gereksinmesi olduğundan sormuştur, yemek içmek gibi) ve kendince cevaplar almıştır veya bu sorulan sorular birileri tarafından cevaplanmıştır ve bu sorulara verilen cevaplar adeta bir paket halinde insanlara sunulmuş ve bilinçsiz şekilde çoğu kişi kabullenmiştir ve bu sorulara verilenler çercevesinde hayat anlayışlarını oluşmuştur. Benim hayat anlayışım nasıl olmalı ki kaygıyı, korkuyu en az yaşayayım ve hayata karşı sevgi dolu biri olarak kalabileyim. Bilgi bu üç kavramla çok yakın ilişkilidir diye de düşünüyorum. Kaygı ve korkularım olduğunda kafam karmakarışık oluyor bunu yeni yeni farkediyorum, bunu tamamen fark etmeme bir kız çocuğunun yaşamı vesile oldu. kaygı ve korkularımın neler olduğunu düşündüğümde, şunlar şunlar diyebiliyorum ama kaygı ve korkularımın farkına varmak bunları aştığım anlamına gelmez, bu kaygı ve korkularla karşılaştığımda, güçsüz duruma düştüğümü ve düşündüğüm gibi baş edemediğimi gördüm, kaygı ve korkularım neler olduğunu sıralarsam; insanların beni güçsüz, değersiz görmesinden kaygılanıyorum, beni beğenmiyeçeklerinden, sevmeyeçeklerinden kaygılanıyorum, kendimi devamlı yaptığım işin en iyisini en üstününü yapmaya çalışıyorum – mükemeliyetcilik-. Rahatlık beklentisi, rahat bir dünya hayali- durumu olduğu gibi kabul edememe, kafamda kurguladığım hayatın olmamasından korkma. Bir aralar kendimi olmadığım gibi gösteriyordum ve bu olmadığım gibi gösterdiğim için, bu olmayan beni koruyamayaçağım kaygısı yaşıyordum. Kaygılarımdan bir diğeri de değerlerimi yaşatamamak kaygısı, değerlerim bedenimden çok daha değerli beni ben yapan şeyler, bunların yok olması benimde yok olmam anlamına geliyor, değerlerimin yok olması ile bu dünyada bedenen yok olmayacağım ama benliğimin hayattan zevk almadan yaşaması, huzursuz, hareketsiz, itatkar bir kişilik –hırcın veya sessiz, değerlerimi yitirdiğimden dolayı böyle bir kişilik yapısına bürünme kaygısı. Yaşadığım kaygılardan bir diğeride benim kendi kendime kafamda ürettiğim yanlış fikir yürütmelerdi, bu yanlış yürütmeleri hangi zamanlarda yaptığıma baktığımda kendi kendime şunu dedim, baskı ve zorlanma anlarında yanlış akıl yürütmeleri yapıyorum, bu anlarda akıl olayları değerlendirirken genelde olumsuz bir işleme tabi tutuyor verileri, veya verileri aşırı olumlu değerlendirmelerde bulunuyor, eksik verilerle hareket etmeye ve kesin bir çıkarımda bulunmaya yatkın oluyorum. Başka bir kaygımda kendi kendime koyduğum yüksek beklentilerin gerçekleşmemesi idi -belkide insan yüksek beklentiler peşinde koşmayı seviyor, pozitif bilim belkide insan beklentilerini sınırlamak için de gereklidir, pozitif bilim görülenin/olması gerekenin peşindedir- beklentilerimi gerçekci şekilde oluşturmadığımdan hayal kırıklıkları yaşıyordum, beklentilerimi oluşturuken genelde duyduğum yoksunlukların etkisinde kalıyordum, kaygılarımı dindirmek için bir çıkış yolu arıyorum ve bu çıkışı yolu genelde akla uydurmaları yapmak, savunma düzenlerini kullanmak idi, şimdi bunu yapmamak için daha sağlıklı kararlar almak için kaygılarımı azaltmaya çalışıyorum, çünkü bu akla uydurmaları ve savunma düzenlerini kullanarak kendimi bir süre rahatla ta biliyorum, ve uzun süre akla uydurmaları ve savunma düzenlerini kullandığımda hiç bir işte başarı sağlayamıyorum belli bir süre sonra olaylara karşı duyarsızlaşma baş gösterebiliyor, kaygılarımı azaltmak diyorum ama kaygılarımın azalması sanki benim irademin dışında olan birşeylerin kontrolündeymiş gibi geliyor bazen veya kaygıları azaltmak için kişinin kendisine karşı bilinçli bir etki uygulaması gerekir, şunu dillendiririm aslında sağ solda insan kendi hayatına yön verebilir, en basitinden öfkelendiğimde verdiğim cevaplar beni çok yansıtmıyor, bir çok insan öfkelendiğinde öfkelendiğini bilir, ama öyle duygular var ki aslında verdiği kararların bu duyguların altında iken verdiğini bilmez, sadece kararlarımızı etkileyen duygularımız değil, yoksunluklarımızdırda, mesela, bir erkek varoluş gereksinmelerinden biri olan cinsellik ihtiyacını yıllarca karşılayamamıştır ve bu kişiye bir kız ilgi gösterdiğinde bu kıza hemen bağlanma şeklinde bir birliktelik gösterebiliyor, erkek kendi değerlerini bir kenara atabiliyor, aslında erkek kızı sadece cinsel açıdan çekiçi buluyor ve evlenme kararı alabiliyor, erkek evlilik gibi bir birlikteliğin gerçekleşmesi için cinselliğin yeterli olmadığını bildiği halde, burada erkeğin yaşadığı görülen bir yoksunluktur- temel ihtiyaçlarını (barınma, yemek) karşılayamayan birine yoksul denir, yoksullukta yoksunluklardan biridir- ama bazı yoksunlukların bu kadar kolay farkına varılamıyor, insan kendi kendine yoksunluk yaratabiliyor da, insan tüm yaşam gereksinmelerine yanıt vermediğinde yoksunluklar yaşayabiliyor, ama insan kendi kendine de yoksunluk yaratabiliyor. Benim korktuğum ve kaygılandığım bazı şeylerin bana bu şeylerden korkmam ve kaygılanmam gerektiği öğretilmiş olduğunu farkettim, insanlar isteklerini ve dediklerini yaptırmak için karşı tarafı korkutarak yaptırmaya çalışır, beni korkutan kişi en çok neden korkuyor ve kaygılanıyor ise benide isteklerini yaptırmak için onunla korkutuyor ve kaygılandırıyor, korkmam ve kaygınanmam gereken şeyleri bu kişi bana bilinçli olarak öğretmiyor aslında. Bir örnek vereyim, evli bir kadın ve çocukları olan biri, bu kişinin en çok korktuğu şey anne ve babasının ölmesi imiş -küçükken ve olgunluk çağında iken de korkuyor- bu kadının çocukları olduğun da çocuklarına bilinçsiz bir şekilde en çok korkmaları gereken şeyin "anne ve babasından yoksun kalmaları" düşüncesini bilinçsiz bir şekilde öğretiyor, anne kendi isteklerini her yaptırmak istediğinde, çocuklarına kendini yok etmek/kendine zarar vermek ile korkutur olmuş bu durum karşısında genç çocuk kendi istekleri ve annesinin istekleri arasında kalır olmuş -çocuğa en çok korkması gereken şeyin anne ve babasının yok olması ve zarar görmesi öğretilmiş idiya- genç çocuk annesinin yok olmasına katlanamayaçağı içinde senelerce annesinin isteklerini yapmaya devam etmiş, çocuk kendini açık ceza evinde hissetmeye başlamış yıllar içinde -çünkü kıpırdayamaz olmuş bu durum karşısında- büyük çelişkilerden sonra annesinin ve babasının yok olmasını göze almaya karar vermiş -bu yollardan biri idi...-, bunu göze aldığında – yani, artık anne ve babasının yok olmasından ve zarar görmesinden korkmamaya başladığında- annesi isteklerini yaptırmak için kendi korktuğu şeyle genç çocuğu korkutarak isteklerini yaptıramamaya başlamış. Genç çocuk işte o an açık ceza evinden çıkıp, kendi düşüncelerini biriktirmeye -yani genç çocuk özgürlüğüne kavuşmuştur- fikirlerini serbestce baskı olmadan oluşturmaya başlamıştır. Özgürlüğüne kavuşan genç; yoksun kalma pahasına, yanlız kalma pahasına, onu var eden değerlerin yok olmasını göze almıştır – burada aslında korktuğumuz ve kaygılandığımız bunlardır-. Yaşam gereksinmelerinden birisi insanın kendini birşeyler yapabiliyor, işe yarıyor olarak görmesi, böyle göremediğinde kendini bir hiç gibi hissetmeye başlıyor ve bu kişide kaygı yaratıyor. İnsan hakkı olduğunu düşündüğü hayatın birileri tarafından engellenmesine gelemez, insan engellendiğinde çoğunlukla duygularında bozulmalar oluşuyor, algısı bozuluyor artık görmek istediği gibi bir hayatı görmeye başlıyor, olayları kendi görmek istediği gibi görüyor, en kötüsüde ondan birşeylerin çalınmışlık, çıplak bırakılmışlık duygusu yaşıyor. insanın hem iç çatışmalar hemde dış etkenlerden dolayı, kendi kararlarını baskı ve zorlama olmadan, kendi farkında olarak alamıyorsa bu kişi özgür değildir, özgürlük gerçekleşmez ise bu kişide hayata karşı yıkıcı eylemleri göstermesine neden oluyor, aslında yıkıcı eylemde bulunarak kendini rahatlatmaya çalışıyor, bu kişi paylaşma, affetme, karşı tarafın düşüncelerini dinleme, karşı tarafı kendi ayakları üzerinde tutmaya çabalamaz, kendi kişiliğini yapay üstünlükler üzerine kurmaya başlar, biz ve onlar ayrımını sık sık yapar, birde kendinin elinden herşey hemen gideçekmiş duygusuna kapılır. Akla uydurmaların ve savunma mekanizmalarının karar verirken ki etkilerini daha iyi açmaya çalışayım, zamanında karar verirken akla uydurmaları çokça yaptım, konuşmalarda ve davranışlarımda da çeşitli savunma düzenlerini kullandım – yalan söyleme, olayı yüceltme, abartma, küçümseme, değersizleştirme, genelleme, yansıtma, olayı olumlu değerlendirme, çekingenlik, bence kekelemekte (kekeme uzmanı değilim, farklı kekemelikler var, bende ki kekemeliği düşünüyorum.) bir savunma mekanizması, güzel atasözleri vardır bu savunma düzenleri için, mesela kedi eremediği ciğere mundar dermiş (küçümseme). Kişi benliğini kaygıdan ve korkudan korumak için savunma düzenlerine baş vurur. Çelişkili durumdan kurtulmak isteyen bir kişi çeşitli yöntemlerle bu çelişkili durumu hafifletmeye çalışır, benliği içinde bulunduğu duruma katlanamaz hale gelir ve çeşitli akla uydurmalara, savunma düzenlerine başvurmaya başlar, çok basit bir misal vereyim, sigara içipte sigara içmenin kötü olduğunu düşünen birini tanıdım ve sigara içip içmeme arasında çelişki yaşıyordu bu çelişkiyi hafifletmek için, sigara hakkında yazılmış çok küçük bir olumlu haberi alıp çok olumlu bir habermiş gibi düşünmeye başlıyor, sigara içen kişi söyle diyordu, sigara içenlerde ölüyor sigara içmeyenlerde gibi söylemler diyordu, yani bir gün söylediğini birgün söylediği tutmaz, olayın bir tarafını görür bir tarafını görmez, herhangi bir alanda bilgi edinileceği zaman o alanda daha önce geliştirilmiş yöntemlerden yararlanılmadığı zamanlarda da insanların çoğu olayın bir tarafını görür de, olayın o olgu içinde ne yer kapladığını bilemez çoğu zaman, küçücük bir olay için koca sistemi eleştirmeye kalkar, güzel atasözleri vardır bu olay için -bir bire için koca yorganı yakmış derler ya- Akla uydurmaları yapmamak için bir bilgiyi alırken o bilgi alanındaki yöntemin/metodun yol göstericiliğinden yararlanmalı dır, bilimsel araştırma yöntemleri uygulanmalı dır diyeceğim ama bunların uygulanması yeterli gelmiyor bana, bunları uygulamak için insanın kaygı ve korkularını azaltması gerekli ve sonucunda iyi bir ruh hali içinde olur, belki ruh sağlığı yerinde olan insan bu yöntemleri kendiliğinden yapabilir, ruh sağlığı yerinde insan kaygıları ve korkuları az olan insandır, kaygıları ve korkuları az olan insan daha az akla uydurmaları ve savunma düzenlerini kullanır, algısı daha iyidir. Seçim yaparken yaşadığımız kararsızlık yüzünden de bir kaygı yaşarız - seçim kaygısı yaşadığım kaygıların başında gelir kendisi -. yaşadığımız bu seçim kaygısı normal gündelik karar vermeler değilde, kişiye göre uç kararlardan bahsediyorum, bu durumlarda insan doğrulanmış bir yol arar, veya çoğunluk tarafından kabul görmüş bir yol, burada yolun doğruluğundan çok kaygısını azaltacak bir yolu bulma peşindedir, bu yüzden insan belkite çoğu zaman hazır recete- kısa yol – peşindedir, çoğu kişi değişimi sevmez değişim demek belirsizlik demekdir, değişimin olmaması seçimin de olmaması demektir böylece seçim kaygısı yaşamaz, insan güven içinde olmak ister güven içinde olmak için çabalar uraşır, mesela güvende olmak için para biriktirmeye (korkunun çok olduğu yerde artar), mal sahibi olmaya adar kendini. bir de insan yalnız kalmaktan korkar, burada kendini bir yere ait hissetmek ister, bir yerde değer verildiğini görmek kişiye haz verir, kendini bir yerde göstermek isteği vardır, kendini birilerine kabul ettirmek isteği vardır. Kendini güvende hissetmek ve yalnızlık yaşamamak için çoğu zaman çoğu kişi doğru bilgi ile ilgilenmez, onda yalnızlık duygusunu yaşatmayaçak kişilerin bildiğine değer verir, o yönde bilgi toplamaya çalışır, bilimsel bir bakış açısıyla belli bir yöntemle toplamaz bilgiyi, ben çoğu insanın böyle davrandığını biliyorum, bir olguya objektif bakış açısını sağlamayan insana bazen kızıyorum, benim anlattıklarıma karşı bu durum yapıldığında daha fazla kızıyorum aslında, bu durumları bilmek bende nasıl bir bakış açısı sağlıyor derseniz, her davranışın altında bir nedenin yattığını biliyorum, her davranışın altında yatan nedeni araştırmak bazen beni yoruyor, ama davranışların altında yatan nedenleri anladığımda, çoğunlukla karşı tarafa o olay hakkında bir tepki koymanın, veya benim öfkelenmemin bir işe yaramadığını biliyorum, bu davranışları kişinin aşması için bazı düşüncelerin değişmesi, kaygıların ve korkuların hafiflemesi gerekir, yoksunlukların giderilmesi gerektiğini, algının değişmesi için çoğunlukla duyguların değişmesi gerektiğini biliyorum, bunların değişmesi sonucunda kişide iyi bir bilgi işleyişi olabilir. Ama şunu söylemeliyim ki kişi düşüncelerini bire bir uygulamaya aktaramayabiliyor. Ben de bazen düşüncelerimi eyleme geçirirken bire bir düşüncemi eyleme geçiremiyorum, öyleyse ben düşüncelerimi gerçek hayattın içinde oluşturmuyor muyum, veya insan böyle birşeymi. İnsan yaşamında bazı işlevsel olmayan durumlar ortaya koyabilmekte – olay geçtikten sonra bile sanki bu olay devam ediyormuş gibi davranmaya devam eder- işlevsel olmayan davranışlar tabi insan ilişkileri olumsuz etkiler, yanlış değerlendirmelerde bulunabilir. Bende böyle işlevsel durumların olabileceği hiç aklıma gelmezdi, ama başımdan şöyle bir olay geçti bir keresinde, dedem bir bir hafta kadar akçiğer kanserinden hastanede yattı bende yanında yattım, ardından 14 gün kadar çok yoğun bakımda kaldı, ve 14 gün boyunca her gün hastaneden bir haber bekledik ve hergün hastaneye gittik -kaygılı bir bekleyiş vardı- annemin telefonu her çaldığında bir tedirginlik yaşadık -hastaneden dedemin durumu ile ilgili haber anneme veya yengeme gelecekti-, ve dedemin ölüm haberini benim yanımda iken yengem aldı, ben hiç ağlamadım ve katı bir şekilde şimdi ne yapmamız gerek diye düşündüm, dedemin ölümünden sonra bir iki ay boyunca annemin telefonunun sesini duyduğumda -kaygılı bekleyişteki- yaklaşık aynı tedirginliği yaşadım. Kendimde senelerce gözlemlediğim bir şey oldu hemen bir konudan bıkma, konudan konuya atlama, konuyu bir alanla sınırlandıramama, konuya odaklanamama odaklanmaya çalışırken başka düşüncelerin kafama gelmesi idi, bunların altında yatan nedenlerin başında duygusal yoksunluk, sorunlara çözümler üretememek ve belkide genetik eksiklikler var. Bir kız çocuğu tanıyorum, ailesinde şöyle durumlar var, anne ve baba kavga eder, kızın annesi ve birlikte oturdukları kaynana devamlı kavga eder, annenin beklentilerinin gerçekleşmemesi ve kocasının karısına iyi davranmaması yüzünden - anne kızının her hareketini öfkeyle, şiddetle engellemekte, kız çocğunda üç dört yıl aradan sonra şöyle birşey gözlemledim matematikte hesapların yapılmasında zorluk yaşamaya başladı, okulda ki öğretmende çocuğun okulda yoğunlaşmakta zorlandığını söylemiş anneye, çocuk duygusal yoksunluk yüzünden kafası karışık dikkatini toplayamaz oldu. Hep içinde bilemediği bir huzursuzluk, eksik kalma, tamamlanamamışlık yüzünden bir konuya dikkatini toplayamamakta, aşağılandığından dolayı zamanla bu aşağılanmanın verdiği açı yüzünden büyüklenmeye gidebiliyor, bu büyüklenme yüzünden ilişkilerinde empati kuramaz oluyor, hep yapabildiği işten fazlasını yapma peşinde koşabiliyor insan. Eşit ilişkilerin olmadığı yerde -acımanın, cinsiyet ayrımının, sınıf ayrımının...- devamlı kavga ve gürültünün olduğu, karşılıksız hiç bir işin yapılmadığı, toleransın sıfır olduğu, kişilerin isteklerine değilde etrafın isteklerine önem verildiği, kişilerin özel hayatlarının ulu orta serildiği - kişilerin kendi iç dünyalarıyla hesaplaşmalarına izin verilmeden yıpratıldı ortamda - ve şiddetin yaşandığı -sözel, duygusal, sosyal, fiziksel acıdan şiddetin yaşanması- bir ortamda sevgi olmuyor, sevgi kişiye güven getirir - tedirginliğin hakim olduğu bir ortamda bulunan ve güvensiz bir ortamda bulunan bir kişi, güven sağlamak için sevgi arayışına girmemeli, tedirgin ve güvensiz ortamda bulunan kişilerde gözlemlediğim kadarıyla çevrenin kendilerini sevecek şekilde davranmaya çalışırlar, aşırı bir ilgi ve sevgi beklerler- sevildiğini hisseden kişi kaybetme korkusunu az yaşar, bu kişi yanlış yapma telaşını daha az yaşar, çünkü aid olduğu bir yer vardır o kişinin, aidlik hisseden kişi şunları hisseder herhalde; birilerinin o kişiye değer verdiğini hisseder, onun varlığı birileri tarafından önemsenmektedir, benim varlığımdan ötürü birileri mutlu oluyor, bu hayatın içinde bende bir yerlerde bir işe yarıyorum, yanlız değilim gibi düşünceler içinde dir -bir kişi bir yere kendini aid hissetmek için o yere aid olması için istenen davranışları yapmaya başlayabilir, kişinin edindiği biligiler diyelim ki, kişiyi aidiyet hissettiği ortamın ortak düşüncelerine, davranışlarına, inançlarına ters geleçek bilgiler ediniyor. Bunun sonucunda bu kişi hiç bir kişi ve topluluk tarafından hiç benimsenmiyor ve bunun sonucunda yanlız kalıyor, düşüncelerine, davranışlarına önem verilmiyor diyelim, insan olmaktan dolayı bile bir değer görmüyor, böyle haller içinde kalan kişi kendini iyi hissetmeye bilir, yanlızlık çeker ama bu kişi hayatta doğruları ilke edinmiş ise yukarıdaki durumlar karşısında kendini kaygılı ve huzursuz hissetmez. Aidiyet duygusu hisseden kişiler -veya ne pahasına olursa olsun kendine doğruluğu ilke edinmiş kişiler- sorgulamaktan korkmaz, soru sormayı iyi yapar, böyle olmayan kişiler daha az sorgular -sorgulama yerine çoğunluğun dediğine uyum göstermeye çalışır-. Duran Aydoğmuş http://durankisiselyazilar.blogspot.com/2011/09/kayg-korku-sevgi-karar-verme-bilgi.html Not: Bu yazı devam edecek...
×
×
  • Create New...