Karl Popper'ın Açık Toplum ve Düşmanları adlı kitabında bahsi geçen, ilginç bazı fikirleri var siyaset hakkında.
Bu yazıda Popper'ın bahsettiği demokrasi paradoksuna değineceğim.
Demokrasi paradoksu, demokrasiye inanmayan ve demokrasiyi engellemeye niyetli fikirlere de demokraside izin verilmeli mi, onlara da demokrat davranılmalı mi sorusuyla ortaya çıkan bir paradoks. Öyle ya, sonsuz bir demokrasi mümkün değil. Yoksa Nazi partisi gibi demokrasiyi yok edecek kimselere imkan verirseniz, ortada demokrasi falan kalmaz.
Demokrasi ancak demokrasiye aykırı rejimlerin engellenmesi ile mümkündür ve ancak o sayede yaşayabilir. Bu demokrasi paradoksunun tek olası çözümüdür.
Bunun daha açık bir biçimi hoşgörü paradoksu. Yani hoşgörüsüzlüge de hoşgörü gösterilebilir mi sorusundan çıkan paradoks. Hoşgörü, ancak sana da hoşgörü gösterenlere gösterilebilir. Dolayısıyla, demokrasi paradoksundaki aynı mantığı açıklayan birbaşka örnek bu.
Kısacası, bu bakış açısı, açık toplumun düşmanları karşısında felsefi açıdan ve demokrasi açısından tutarlı bir eyleme girişebilme imkani veriyor bize Popper'a göre.
Bu darbecilerin bir darbeyi meşru göstermesine dayanak olarak kullanılabilecek bir argüman.
Tabi o zaman kimin demokrasiye engel teşkil ettiğini kim tespit edecek sorunu var ki Popper'a göre bu çözülebilir bir problem.
Ama ben emin değilim. Yani aklı başında ve kültürlü insanlar topluluğu belki çözebilir böyle bir problemi ama siyaset herkesin söz söylemeye hakkı olan bir arenaysa, bu konunun kolay bir çözümü ortaya çıkmaz.
İşte bence, işin birbaşka çetrefilli yönü de bu noktada. Yani demokrasiden ne anlıyoruz? Her vatandaşın kendilerini yönetecek kişileri seçmede söz hakkı olduğunu düşünüyoruz ve herkese bir diğer kişiyle eşit bir oy hakkı veriyoruz.
Bu ne kadar adil ve ne kadar ideal bir sistemdir? Bence tartışılır.
Herkesin siyasi konularda karar vermede eşit derecede yeteneği ve görüş gücü olacağını düşünmek bence safca olur.
Günümüzde, araba kullanmak için bile önce bir sınav geçip ehliyet almanız gerekir. Önce belli konuları öğrenmeniz, sonra bunları öğrendiğinizi sınav yoluyla kanıtlamanız gerekir. Ancak ondan sonra size araba kullanma sertifikasi, yani ehliyet verilir.
Bir okulda öğretmenlik yapmadan önce aynı şekilde, önce gerekli egitimi almanız beklenir, sonra sınavlardan geçip öğreteceğiniz konuda yeterli olduğunuzu kanıtlamanız ve oğretmenlik için gerekli diğer vasıflara da sahip olduğunuzu (örneğin pedagoji eğitimi) belgelemeniz, vs gerekir. Ancak bundan sonra başkalarına birşeyler öğretme hakkı verilir size.
Bir sertifika ya da lisans almadan tamircilik, elektrikçilik, vs bile yapamazsınız. (En azından gelişmiş ülkelerde böyle bu).
Peki nasıl oluyor da ülkeyi kimlerin yöneteceğine karar vermek gibi son derece önemli bir konuda, insanların tümü, bu konuda karar vermeye ne derece ehliyetleri olduğuna bakılmaksızın aynı derecede söz hakkına sahip oluyor?
Bence günümüz siyasetindeki ve günümüzde anlaşılan şekliyle demokrasideki temel problemlerden biri bu.
Hem seçilenler, hem seçenler sertifika almalıdır. Ancak bu sertifikaya sahip olanlar seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır.
Özellikle seçilecek kişilerde bu daha da önemli bence. Milletvekilliği vasfina hiç sahip olmayan kişilerin sikça meclise seçildiğini hep duyar, okuruz ve hatta kendimiz tanık oluruz.
Milletvekillerinin aday olmadan önce yeterliliklerini kanıtlayan bazı sınavdan geçmelerinin gereği bence çoğu kişinin nispeten daha kolay şekilde katılacağı bir fikir.
Fakat ben bunu daha da öteye götürüyorum ve diyorum ki, oy kullanmak isteyen de belli bir eğitimden geçmeli ve sertifika almalıdır.
Bunu demokrasiye ve temel insan haklarina aykırı görenlerinize, yukarıda bahsettiğim diğer pek çok günlük etkinlikte sertifika ya da lisans alma zorunluluğunu demokrasiye aykırı görüp görmediklerini sormak isterim.
Canı isteyen herkesin hemşirelik yapamaması, ancak bu konuda kendini kanıtlamış kişilere hemşirelik hakkı verilmesi, nasıl ki insanların hemşire olmasının yolunu tıkayan bir uygulama olarak görülmüyor ve demokrasiye aykırı addedilmiyorsa, aynı şekilde seçme ve seçilme hakkı da eğitime ve sertifikaya tabi tutulmalıdır diye düşünüyorum. Nitekim, oy kullanmak isteyen insanların önü tıkanmıyor bu uygulamada. Bu kişiler devletin bu konuda sağlayacağı eğitimi alıp, devletin düzenleyeceği sınavları geçtikten sonra oy kullanma hakkına sahip olacaklar. Bunun demokrasiye aykırı bir tarafı olacagını düşünmüyorum.
Bu ideal bir çözüm müdür, tartışılır.
Ama belki de günümüzde uygulanan şekliyle demokrasiden daha iyi bir çözüm olur, kimbilir. Bir denenmeden bilinmez. Bence birilerinin bu konuda girişimde bulunması gerek.
Yoksa ortaya çıkan duruma bakın. İnsanlar akın akın AKP gibi bir partiye oy verebiliyor. Erk sahibi kesim ise, bu kadar oy almış bir partinin kapatılması uygun mudur değil midir gibi bir ikilemin içinden çıkamıyor.
Naziler de oy ile geldiler başa zamanında, pek çok başka totaliter rejim de. Örneğin Iran devrimi de halk desteğiyle güçlendi.
Halkın kendisi için en uygun yönetimi başa getirmede çok başarılı olmadığını görmemiz gerek. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Turkiye'de zaten güncel olarak yaşıyoruz bunu.
Tabi halkın elinden kendini yönetecek insanları seçme hakkını tümden almak da doğru değil. Tarih bunun yanlişlarını gösteren çok daha fazla örnekle dolu. Demokrasi kavramı günümüzde onun için bu kadar önemli.
Fakat bu şekliyle demokrasi en uygun, en başarılı siyasi sonucu üretmiyor.
Kimbilir, belki de en ideal yönetim biçimi demokrasi değil, zamanında Platon'un önerdiği türde bir bilgeler topluluğu tarafından yönetilen devlet modelidir. Platon, filozoflar tarafından yönetilen bir devlet hayal etmişti. Bir tür ütopya. Burada bahsettiğim ikilemleri gündeme getirip en uygun çözümün böyle birşey olacğına karar vermişti.
Tabi onun o zaman filozof dediğine, biz bugün aydın kesim, profesörler, uzmanlar, siyaset, bilim adamları, vs diyebiliriz. Ya da ne deriz bilmiyorum. Ama belki de son karar merci olarak bu tür bir ekip oluşturulmalı. Ülkenin en üst beyinleri toplanmalı bu kurum bunyesinde ve ne zaman ortaya AKP kapatılsın mı kapatılmasın mi gibi ikilemler çıksa, bu kişilerin fikri son söz olmalı.
Tabi bu da çözüm değil. Sonuçta o kişileri oraya kim getirecek? Kim koyacak? Fakat belki de bu ekip, kendi yeni üyelerini kendisi seçen bir ekip olarak tasarlanabilir. Böylece de dişarıdan gelecek siyasi müdahalenin dişinda tutulmus olunur nispeten.
Bunlar ne kadar gerçekçi fikirlerdir, tartiışılır elbette. Bunların ideal çözümler falan olduğunu iddia etmiyorum. Ama bu tür konularda düşünürken ortaya çıkan "beyin firtınası" tabir edilen düşünce silsilesinin sonucunda aklıma gelen çeşitli fikirlerden örnekler bunlar.
En azından üzerlerinde düşünüp kafa yormaya değer diye düşündüm.
Recommended Comments
Create an account or sign in to comment
You need to be a member in order to leave a comment
Create an account
Sign up for a new account in our community. It's easy!
Register a new accountSign in
Already have an account? Sign in here.
Sign In Now