Jump to content

Medyanın Hal-i Pür Melali


panteidar

Recommended Posts

Medyayı 4. Kuvvet olarak biliriz. Eskiden basın-yayın organları olarak anılan medya, artık gazete, radyo, televizyon ve internet gibi yayın araçlarının tümü için kullandığımız bir sözcük. Sosyal medya denilen interneti bir yana bırakırsak acaba medyanın 4. kuvvet niteliğini koruduğunu söyleyebilir miyiz? Ya da bu kuvveti bağımsız olarak kamuoyu yönünde kullandığı düşünülebilir mi? Örneğin eskisi gibi kamu adına denetimci rolünü etkin olarak uygulayabilmekte midir? Devletin ve hükümetin seyirci kaldığı yolsuzluk, haksızlık, usulsüzlükleri kamuoyuna özgürce teşhir edebilmekte midir? İktidardan çekinmeden bir olayı olduğu gibi tüm gerçekleriyle aktarabilmekte ve iktidar mensuplarını yanlış icraatlarında korkusuzca eleştirebilmekte midir?

 

Ne yazık ki bunu söylemek mümkün değildir. Medya organlarının yarısından çoğu iktidarı destekleyen ve yanlışlarında bile iktidarı savunma içinde olan bir yapıda olup, diğerlerinin büyük kısmı ise sindirilmiş bir acziyet içindedir. Medyanın tarafsız gibi görülen büyük grupları gerek diğer sektörlerdeki faaliyetlerde ve girdikleri ihalelerde zarar görmemek için iktidara şirin görünmekte, gerekse gelebilecek vergi cezası korkusu nedeniyle iktidara göbekten bağlı olabilmektedir.

 

AKP destekçisi iktidar zihniyetinin düşünce üreticileri ile kendilerini liberal ve liberal sol olarak tanımlayan kesime bakarsanız, Türkiye’de basın özgürlüğünün olduğunu öne süreceklerdir. Son yıllarda ülkeye kara bir bulut gibi çöken ve giderek ekranlarda, köşe yazılarında çoğalan bu çevreler, özgürce yazabildiklerini hatta başbakanı ve iktidarı da zaman zaman eleştirdiklerini dile getirip herhangi bir baskı altında olmadıklarını iddia ederler. Onlara göre bazı eleştirilerinden dolayı başbakanla mahkemelik bile olsalar bu durum önemsendiklerini ve fikirlerinin dikkate alındığının göstergesidir. Hakkında soruşturma açılan, hapse atılan gazeteci ve yazarlar ise, gazeteciliğin ötesinde uğraşlarla ilgili ve hükümeti yıkmaya yönelik faaliyetlerle ilişkilidirler.

 

Ne var ki bu bayağı yaklaşım gerçeklerin üzerini örtememekte ve mızrak çuvala sığmamaktadır. Tarih: Kasım-2010, Dünya Basın Konseyleri Birliği (WAPC), Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğüne ilişkin endişe verici bir rapor hazırladı. WAPC Raporu şu ifadelerle başlamakta:

 

“Türkiye’de gazeteci ve yazarlar aleyhine 5 binden fazla soruşturma başlatılmıştır. En az 46 gazeteci ve yazar hapse atılmış ve birçoğu tutuklu olarak duruşmaları yapılmadan veya hüküm giymeden hapiste bulunmaktadır.”

 

Ve şu ifadelerle sonlanmakta:

 

“Türk Hükümeti’ne ve halkına demokratik idealleri yükseltmeye ve insan hakları desteklemeyle çağırıyoruz. Sırada hapisteki gazeteci ve yazarların salıverilmesi ve yargılamaların hızlı biçimde sonuçlandırılması var. Bunun ardından ceza yasasının genel kabul gören demokratik standartlar çerçevesinde gözden geçirilmesi ve ifade özgürlüğünün, sınırlandırılması yerine genişletilmesi gerekir.”

 

Peki aradan geçen zamanda ne değişti? Basın özgürlüğü konusunda olumlu bir değişim yaşandı mı?

 

Ne gezer! Tersine gazeteciler üzerindeki baskı arttı, tutuklu gazetecilerin sayısı çoğaldı. Raporda tutuklu sayısı 46 iken sadece 14 ay sonra rakam 105’e ulaştı ve dünyada en fazla gazetecinin tutuklu olduğu bir ülke oluverdik. Türkiye 1 yıl içinde 10 sıra birden geriledi ve basın özgürlüğü konusunda dünyada 148. Sıraya düştü.

 

Milliyet / Tutuklu Gazeteci Sayısı

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Ne yazık ki iktidar destekçisi olan liberal takımı, kendi canları da yanmadan bu konuda bir tavır almıyorlar. Bunları destekleyen kitleler, giderek demokrasinin ve özgürlüklerin arttığı söyleminin maval olduğunu ancak bunların kendi kuyruklarına basıldığı zamanki yakarışlarından anlayabiliyorlar. İktidar yanlısı olmayanların eleştirileri ve endişelerini paranoya olarak gören bu kesim, ne zaman ki kendi rehberlerinden biri de bunları söylemeye başlayınca uyanabiliyor ve ancak o vakit iktidar eleştirisinde bulunabiliyor. Bunun en güzel örneğini 2. Cumhuriyetçilerin sembol ismi Mehmet Altan’ın yandaş gazete olan Star’dan kovulmasından sonra yaşadık. Bakalım ne diyor Mehmet Altan:

 

“Pek çok gazetede, gazetecilik ilkeleri değil, siyaset geçerli. Siyasetçiye biat edenler yönetime geliyor. Geriye kalanların da, hoşa gitmeyen bir şey yaptıklarında nasıl sindirildikleri ortada.”

 

“Bir kere oto-sansür var. Gazetecilerin konuşabildikleri ve konuşamadıkları var. Biraz önce bahsettiğimiz, hükümetin bugüne kadarki olumlu adımlarına hiç yakışmayan, olmaması gereken ama gittikçe artan konuların altı çizilmiyor. Mesela, Deniz Feneri hakkında bir haber bulacak olursanız eğer, bu ancak savunma düzeyinde bir yazı olur, haber olmaz. Bu konu, Uludere ve şike gibi bir tabudur. Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine “hükümet buna kızar, buna kızmaz” anlayışı devreye giriyor…”

 

“AKP’ye yakın gazeteler siyasi baskıyla ilan topluyor”. “Düne göre vahim noktadayız”.

 

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=311848

 

Bu eleştirileri ve acı gerçeği Mehmet Altan’ın dile getirmesi çok önemli. Daha önce de NTV hadisesinde benzer eleştiriyi Can Dündar yapmış ve geleceğe yönelik kaygılarını seslendirmişti. Önemli çünkü bu tip eleştirileri Kemalist, ulusalcı bilinen bir yazar yaptığında liberal kesim tarafından normal karşılanmıyordu. Hatta bırakın normal karşılamamayı, Ergenekonculukla suçlamaya kadar varabiliyordu.

 

Dolayısıyla özellikle liberal sol geçinen kesim bilmelidir ki Basın özgürlüğü sadece Ahmet Şık ve Nedim Şener olayı değildir. Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan dahil, Odatv tutuklularına kadar düşünceleri ve muhalif duruşları nedeniyle tutuklu olanların tümünü sahiplenmedikçe, “ama şu bucu, bu şucu” diye ayırt etmedikçe liberallikleri inandırıcı olmayacak ve liboş olarak görülmeye devam edeceklerdir.

Link to comment
Share on other sites

Türkiye’nin içinde bulunduğu şu dönemde ve basın özgürlüğü sıralamasındaki şu utanç tablosunda kalemini satanlar ve iktidarı savunmak için kullananlar bize Mütareke basınını hatırlatıyor. Aklımıza Ali Kemal’ler geliyor. Kuvayi Milliyeye karşı kalemlerini kırıyorlar, Ulusal Kurtuluş Savaşını aşağılıyorlar, İşgalcileri öven ve kurtuluşumuzun onlar sayesinde olacağı mavallarını yazıyorlardı. Bu işbirlikçi basının kalemşörleri Milli Mücadelenin önderlerine küfrediyor, haydutlukla suçluyor ve saltanatı övmeyi sürdürüyorlardı.

 

Günümüzün işbirlikçileri de kurulan tezgahın bilincinde olmasına, tertiplerin farkında olmasına rağmen bu yolla varılacak sonun ülkemiz için daha yararlı olacağı düşüncesindeler. Sanıyorlar ki bu sayede AB’ye girilecek ve uygar ülkelerin yanında yer alınacak. Tabi sanmanın ötesinde bile bile kalemini çıkarları uğruna satanların olduğu da bir gerçek. Bunlar ya yazar denmeyecek nitelikte olan cazgır takımıdır ve istihbaratçıların adamı haline gelmişlerdir ya da AB fonlarının duygusallığı ile hareket eden itibarlı yazarlardan sözde sol ve liberal olanlardır.

 

Elbette iktidar yanlısı düşüncelerde olanlar da olacak. Onlar da yazacaklar, düşündüklerini savunacaklar. Olmaması zaten tuhaf olurdu. Eleştirimiz iktidar yanlısı olmaya değil, demokrasi ve özgürlük yanlışlarını, demokratiklik ve özgürlükçülük taslamalarına rağmen eleştirmemeleri. Eleştirenleri ise suçlamaları hatta jurnallemeleri. Muhalefete dayanamamaları, normal bir muhalefet içinde olan arkadaşına bile katlanamayıp “Çok muhalifsin şekerim, çok.” diye suçlamaları. Yani, henüz tutuklanmamış ve dik durmayı sürdürmekte olanlara bile tahammülleri yok ve istiyorlar ki muhalefet olmasın ve herkes iktidara biat etsin.

 

Medyanın elde avuçta kalan bağımsız organlarına gelirsek topu topu 4-5 küçük gazete ve 1-2 tv’dir ki bunların da çoğunun sağlıklı bir çizgide oldukları söylenemez. Muhalif oldukları halde duruşlarıyla, yanlış muhalefetleriyle iktidara bilmeden destek sunarlar. Bunlar içinde sol geçinenlerin Türkçü ve İttihatçıları olduğu gibi, sağ çizgideki Türk-İslamcıları da vardır ki haklı oldukları muhalefetleri, bu çizgileriyle tutarsız kalmaktadırlar. Ne yazık ki gerçek demokrasiyi ve laikliği, ülkenin ve hukukun tam bağımsızlığını doğru dürüst tutarlılıkla savunan ne sol bir muhalif medya ne de sağ, merkez ya da liberal bir medya yok gibidir.

 

Sonuç olarak medyamızın hal-i pür melali içler acısıdır.

 

Bu kısıtlı muhalif gücüne rağmen medyadaki boyun eğmeyen, kalemini satmayan, korkmayıp susmayan gazeteci ve aydınlarımıza onurlu direnişlerinden dolayı saygı duyuyoruz.

Ve biliyoruz ki kısa vadedeki kayıplarına rağmen uzun vadede kazanan onlar olacaktır.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...