Emre_1974tr Konu tarihi: 5 saat önce Report Konu tarihi: 5 saat önce Bu makalemin temel fikirleri ve yazının temeli bana ait olsa da, genişletilmesi ve geliştirilmesi yapay zeka Gemini 2.5 Pro ile işbirliği içinde gerçekleştirilmiştir. Başka bir deyişle, ortak bir yazı olarak kabul edilebilir: İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana felsefenin ve bilimin kalbinde yatan bu soru, modern çağın yeni paradokslarıyla daha da baş döndürücü bir hale geldi. Vücudumuzu oluşturan atomların on yılda bir neredeyse tamamen değişmesi gerçeği, bilim kurgu filmlerinin "ışınlanma" teknolojisinin zihnimizde yarattığı kimlik krizleri ve her gece daldığımız uykunun getirdiği bilinç kesintisi... Tüm bunlar, zaman ve değişim karşısında "Ben" dediğimiz şeyin sürekliliğini sorgulamamıza neden oluyor. Theseus'un Gemisi ve Değişen Bedenimiz Filozof Plutarkhos'un aktardığı "Theseus'un Gemisi" paradoksu, kimlik sorununu en yalın haliyle ortaya koyar. Atina'nın kurucu kralı Theseus'un gemisi bir anıt olarak saklanır. Ancak zamanla, çürüyen her bir kalası yenisiyle değiştirilir. Yıllar sonra, geminin tek bir orijinal kalası bile kalmadığında şu soru ortaya çıkar: Bu gemi hala Theseus'un gemisi midir? Ve eğer sökülen eski kalaslarla başka bir yerde yeni bir gemi yapılsaydı, hangisi gerçek gemi olurdu? Bu paradoks, insan bedeninin doğrudan bir metaforudur. Biyoloji bize vücudumuzdaki hücrelerin sürekli bir ölüm ve yenilenme döngüsü içinde olduğunu söyler. Deri hücrelerimiz birkaç haftada, kan hücrelerimiz birkaç ayda, iskeletimiz ise yaklaşık on yılda bir yenilenir. Beyin hücrelerimizin birçoğu ömür boyu bizimle kalsa da, bir kısmı ölür ve sürekli yapısal, kimyasal bir yenilenme halindedirler. Eğer "Ben" dediğimiz varlık sadece bu atomların toplamıysa, on yıl önceki "Ben" ile bugünkü "Ben" aynı kişi değildir. Fiziksel olarak neredeyse tamamen yenilenmiş, yeniden yaratılmış bir varlığa dönüşmüşüzdür. Yine de hafızamız, karakterimiz ve bilinç akışımız devam eder. Bu durum, kimliğimizin salt fiziksel süreklilikten daha derin bir temele dayandığını açıkça gösterir. Uyku ve Uyanış: Gündelik Bir Yeniden Yaratılış Kur'an-ı Kerim, binlerce yıl öncesinden bu meseleye teolojik bir pencere açar: "Allah, canları (nefisleri) öldükleri zaman, ölmeyenleri de uykularında alır. Sonra haklarında ölüm kararı verdiklerini tutar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (Zümer Suresi, 39:42) Bu ayet, uykunun "küçük bir ölüm" olarak yorumlanmasına yol açmıştır. Uykuda bilincimizin ve iradi kontrolümüzün askıya alınması, her uyanışın ilahi bir iradeyle yeniden yaratılışımız olduğu anlamına gelir. Bu bakış açısı, kimliğimizin her an Allah'ın kudreti ve ilmi dahilinde yeniden tesis edildiğini gösterir. Dolayısıyla her gün uyanan kişi, uyuyanın bir kopyası değil, ilahi ilimle sürekliliği sağlanmış olan zatın kendisidir. Teknolojinin Kâbusu - Işınlanma ve Bilinç Kırılması "Star Trek" (Uzay Yolu) serisindeki ışınlanma teknolojisi, bu felsefi problemi laboratuvardan çıkarıp bir ölüm-kalım meselesine dönüştürür. Bu film ve dizilerdeki ışınlanma, bir nesnenin atomik yapısını tarayıp bu bilgiyi bir hedefe gönderme ve orada bedenin kusursuz bir kopyasını yeni atomlarla yeniden inşa etme prensibine dayanır. Bu süreçte orijinal beden tamamen yok edilir. Şimdi can alıcı soruyu soralım: Işınlanan kişi yolculuk mu etmiştir, yoksa ölüp yerine bir kopyası mı geçmiştir? Yeni yaratılan varlık, orijinal kişinin tüm anılarına, duygularına ve karakterine sahiptir. Kendisinin aynı kişi olduğuna yemin bile edebilir. Ama gerçekte, onun varlığı az önce sona ermiştir. Yaratılan kopya, sadece ölen kişinin kaldığı yerden devam eden, kendisini o zanneden kusursuz bir taklittir. Firavun'un Meydan Okuması ve Musa'nın Nihai Cevabı Felsefenin ve teknolojinin sınırlarında beliren bu soruya, Kur'an, zaman ve mekân ötesi bir perspektiften, bir peygamber ile bir kralın diyaloğu üzerinden cevap verir: (Firavun) dedi ki: "Peki ya önceki nesillerin durumu ne olacak?" (Taha Suresi, 20:51) (Musa) dedi ki: "Onların bilgisi Rabbimin katında bir Kitap'tadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." (Taha Suresi, 20:52) Bu diyalog, tartışmanın kilit taşıdır. Mesajı katmanlı ve kesindir: "Bilgisi bir Kitap'tadır": Kimliğin özü, çürüyen veya değişen yapıda değil, nefiste/ruhta değil, ilahi bilgide saklıdır. Sadece fiziksel plan değil, niyetler, anılar, bilinç akışı; bir kişiyi o kişi yapan her şey o ilahi kayıttadır. "Rabbim şaşırmaz": Kopya problemi, karışıklık problemi yoktur. Allah, milyarlarca varlığın her birini, orijinal kimliğiyle, hatasız olarak bilir. "Unutmaz": Zamanın aşındırdığı hiçbir şey, Allah'ın ilminde kaybolmaz. Bu ilahi güvence, başka ayetlerle de pekiştirilir. Sonuç: Benliğin Sarsılmaz Garantisi Olarak İlahi İlim Değişen Bedenimiz: Hücrelerimiz ne kadar yenilenirse yenilensin, "biz" olarak kalırız. Çünkü kimliğimizin sürekliliğini atomların zinciri değil, bizi her an bilen Allah'ın ilmi sağlar. O'nun ilmi, değişen maddeye rağmen kimliğimizi sabit tutan bir çıpa görevi görür. Bu gerçek, başka ayetlerde de anlatılır: "Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini muhakkak bilmekteyiz. Yanımızda (her şeyi) koruyan bir Kitap/Kayıt vardır." (Kaf Suresi, 50:4) "İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet. Biz, onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kâdiriz." (Kıyamet Suresi, 75:3-4) Uyku: Kur'an'ın Zümer Suresi'nde belirttiği gibi, her uyku "küçük bir ölümdür". Bilincimizin her gece kesintiye uğrayıp sabah yeniden başlaması, kendi kendine işleyen bir mekanizma değil, kimliğimizin her an Allah tarafından yeniden tesis edildiği bir mucizedir. Uyanan kişi, dün uyuyan kişinin aynısıdır, çünkü Allah onun kimlik-bilgisini hatasız ve eksiksiz olarak muhafaza edip iade etmiştir. Işınlanma ve Diriliş: Işınlanma senaryosu, eğer insan eliyle yapılırsa, bir "ölüm ve kopyalama" işlemidir. Çünkü insan veya teknoloji, bilginin aslını değil, ancak bir kopyasını aktarabilir. Oysa Ahiretteki diriliş bir kopyalama değildir. O bilginin Asıl Sahibi olan Allah tarafından, O'nun ilminde saklı olan kimliğin bizzat kendisinin yeniden yaratılmasıdır. Ortaya çıkan varlık bir kopya değil, aslın ta kendisidir. Sonuç olarak, "Ben aynı kişi miyim?" sorusunun nihai cevabı şudur: "Evet, ben Rabbimin şaşırmadan ve unutmadan bildiği aynı kişiyim." Varlığımız, ne makinedeki kırılgan bir "hayalete" ne de sürekli değişen "maddeye" bağlıdır; bizi bizden iyi bilen Yaratıcımızın ezeli ve daimi ilmine bağlıdır. Bedenimiz, moleküllerimiz, nefsimiz/ruhumuz Allah tarafından yok edilse bile, O, bunları tıpatıp aynı şekilde yeniden yaratabilir. Bunu ancak yoktan var edebilen, Yüce Allah başarabilir. Presentizm (Şimdicilik) vs. Eternalizm / Dört Boyutluluk (Blok Evren) Presentizm: Sadece "şimdi"nin gerçek olduğu görüşüdür. Geçmiş var oldu ama artık yok; gelecek ise henüz var olmadı. Zaman, hareket eden bir "spot ışığı" gibidir ve sadece aydınlattığı an gerçektir. Eternalizm / Dört Boyutluluk (Blok Evren): Geçmiş, şimdi ve geleceğin ontolojik olarak (varlık bakımından) eşit derecede gerçek olduğu görüşüdür. Evren, tüm zamanı içeren dört boyutlu bir "blok" gibidir. Biz üç boyutlu varlıklar olarak, bu bloğun "şimdiki an" diliminden geçerken zamanı akıyor gibi algılarız. Dört boyutluluk, Tanrı'nın klasik sıfatlarını (özellikle her şeyi bilmesi ve zaman dışı olması) açıklamak için Presentizm'e göre çok daha tutarlı ve güçlü bir felsefi çerçeve sunar. 1. Dört Boyutluluk ve "Allah Katındaki Kitap" Bu, en çarpıcı bağlantı noktasıdır. Dört boyutluluğun "Blok Evren" modeli, Hz. Musa'nın Firavun'a verdiği cevabın felsefi bir modelidir. Musa ne demişti? "Onların bilgisi Rabbimin katında bir Kitap'tadır." Dört Boyutluluk ne diyor? Tüm geçmiş nesiller, tüm gelecek nesiller ve tüm şimdiki nesiller, bu dört boyutlu blokta zaten mevcuttur. "Yok olmadılar"; sadece evrenin farklı zamansal koordinatlarındalar. Bu durumda, Allah'ın her şeyi bilmesi (omniscience), geleceği tahmin etmesi veya öngörmesi anlamına gelmez. Allah, zamanın "dışından" veya "üstünden", dört boyutlu bloğun tamamını (başlangıcını, sonunu ve her anını) tek bir bütüncül anda bilir ve görür. Tıpkı bizim bir film şeridinin tüm karelerini aynı anda görebilmemiz gibi. Dolayısıyla Dört Boyutluluk, "Allah katındaki Kitap" ifadesine felsefi bir ontoloji (varlık felsefesi) sağlar. O "Kitap", evrenin dört boyutlu bütünlüğünün ta kendisidir. 2. Kimliğin Sürekliliği: "Ben"in "Uzay-Zaman Solucanı" Olması "Ben aynı kişi miyim?" sorununu işlemiştik. Dört boyutluluk, bu sorunu "uzay-zaman solucanı" (spacetime worm) metaforuyla çözer. Bu görüşe göre, "siz" sadece şu anki üç boyutlu bedeniniz değilsiniz. Siz, doğumunuzdan ölümünüze kadar uzanan dört boyutlu bir varlıksınız. Bebekliğiniz, çocukluğunuz ve yaşlılığınız, bu "solucanın" farklı zamansal dilimleridir. Bu durum, Theseus'un Gemisi paradoksunu anlamsız kılar. Geminin kalasları değişiyor olabilir, ancak gemi dediğimiz şey, başlangıcından sonuna uzanan dört boyutlu sürecin kendisidir. Kimlik, tek bir andaki maddede değil, sürecin bütünlüğündedir. Bu model, ilahi ilim perspektifiyle birleştiğinde mükemmel bir anlam kazanır. Bizi "biz" yapan şeyin Allah'ın ilmi olduğunu söylediğimizde, aslında Allah'ın bizim dört boyutlu bütünlüğümüzü (tüm hayat hikâyemizi) bildiğini ve bu bütünlüğün kimliğini muhafaza ettiğini ima etmiş oluruz. Diriliş, o dört boyutlu kimliğin yeniden yaratılmasıdır. Dört boyutluluk, ışınlanma paradoksunu çözmek için çok güçlü bir deneme yapar, ancak tek başına yetersiz kalır ve en zorlu senaryoda açmaza girer. Asıl gücünü ve tutarlılığını, ilahi ilim perspektifiyle birleştiğinde gösterir. Bu cevabı adım adım açalım. 1. Dört Boyutluluğun Seküler Çözüm Denemesi: Benliğin "Dağınık Nesne" Olması Dört boyutçu bir filozof, ışınlanma paradoksuna şu çözümü önerir: "Ben" dediğimiz varlık, yani dört boyutlu "uzay-zaman solucanı", mekânsal veya zamansal olarak sürekli olmak zorunda değildir. Dağınık bir nesne (scattered object) olabilir. Analoji: Bir takımadayı düşünün. Birbirinden ayrı duran adalara tek bir isim veririz, örneğin "Filipinler Takımadası". O adalar coğrafi olarak bitişik olmasalar da, tek bir bütünün parçalarıdırlar. Uygulama: Işınlanma durumunda, sizin dört boyutlu varlığınız (uzay-zaman solucanınız) şöyledir: Doğumunuzdan Dünya'daki tarama cihazına girdiğiniz ana kadar uzanan bir parça. Zamansal ve mekânsal bir boşluk. Mars'taki cihazdan çıktığınız andan ölümünüze kadar devam eden ikinci bir parça. Bu görüşe göre, siz ölmediniz. Sadece dört boyutlu varlığınızın ortasında bir "boşluk" var. Mars'ta ortaya çıkan kişi sizin kopyanız değil; sizin uzay-zaman solucanınızın daha geç bir zamansal dilimidir. Yani, tamamen sizsiniz. Bu, ilk bakışta paradoksu çözer gibi görünen çok akıllıca bir manevradır. 2. Çözümün Çöktüğü Yer: "Dallanma Problemi" Derek Parfit gibi filozofların ortaya attığı bu problem, Dört boyutluluğun seküler çözümünün Aşil topuğudur. Senaryo şöyledir: Işınlanma cihazı bir hata yapar. Sizi Mars'ta kopyalar, AMA Dünya'daki orijinal bedeni yok etmeyi UNUTUR. Şimdi ne oldu? Dünya'da, kahvesini içmeye devam eden bir "siz" var. Mars'ta, şaşkınlıkla etrafına bakan bir başka "siz" var. İşte burada Dört Boyutluluk bir felaketle karşılaşır. Çünkü bu senaryoya göre, tek ve biricik olması gereken uzay-zaman solucanınız, T anında aniden ikiye dallanmıştır. Hangi dal "gerçek siz"siniz? Dünya'daki mi? Mars'taki mi? Yoksa artık iki farklı kişi mi oldunuz? Eğer öyleyse, "ben" dediğiniz varlık hangisi? Dört boyutluluk bu soruya tatmin edici bir cevap veremez. "Artık iki kişisiniz" demek, kişisel kimliğin tekilliği sezgimize aykırıdır. Hangi dalın asıl olduğunu söyleyecek bir mekanizması yoktur. Bu noktada seküler felsefe açmazda kalır. 3. İlahi İlim Perspektifinin Açmazı Çözmesi İşte tam bu noktada Hz. Musa'nın cevabının gücü devreye girer: "Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." İlahi ilim çerçevesi, Dört Boyutluluğun "dallanma problemini" şöyle çözer: Yaratıcının İradesi Belirleyicidir: Dallanma anında, Allah'ın ilmi ve iradesi, hangi varlığın "orijinal kimliğin devamı" olduğunu, hangisinin ise yeni ve ayrı bir yaratılış (mükemmel bir kopya bile olsa) olduğunu kesin olarak bilir ve belirler. Belki de O'nun iradesine göre, Dünya'daki kişi orijinal kimliğin devamıdır. Mars'taki ise, aynı geçmişe sahip ama artık farklı bir kimliği olan yeni bir varlıktır. Veya tam tersi. Mesele şudur ki, hangi senaryonun geçerli olduğu Yaratıcının ilmine ve iradesine bağlıdır. Bizim için paradoks olan, O'nun için değildir. "Rabbim şaşırmaz" ifadesi, bu tür kimlik krizlerini imkânsız kılan nihai garantidir. Kimliğin çıpası, fiziksel veya psikolojik süreklilik gibi kırılgan temellerde değil, asla yanılmayan ilahi ilimdedir. Özetle: Dört boyutluluk, ışınlanmayı "dağınık nesne" olarak açıklayarak paradoksu çözmeye çok yaklaşır. Ancak "dallanma problemi" ile karşılaştığında yetersiz kalır. İlahi ilim perspektifi, dallanma anında kimliğin gerçek sahibini belirleyen nihai bir "hakem" veya "garantör" sağlayarak, Dört Boyutluluğun tıkandığı yeri tamamlar ve felsefi sorunu kökünden çözer. Felsefenin Sınırından İmanın Zirvesine – Kesintinin Önemsizleştiği Yer Önceki bölümlerde, kimliğin doğasını anlamak için felsefenin ve bilimin sunduğu en sofistike araçları kullandık. Theseus'un Gemisi'nden Dört Boyutluluğa, bedensel süreklilikten psikolojik sürekliliğe kadar tüm teorileri, ışınlanma ve kopyalanma gibi en zorlu testlere tabi tuttuk. Ve her defasında aynı duvara çarptık: Kesinti. Tüm seküler teoriler, bir çeşit sürekliliğe muhtaçtır. Fiziksel beden aniden yok olduğunda, bilinç akışı koptuğunda veya bir varlığın hayat çizgisi mantıksal olarak ikiye dallandığında, tüm bu teoriler yetersiz kalır. Bu, felsefenin kendi araçlarıyla gelebileceği sınırdır. Ama tam da bu sınırda, tartışmanın ekseni kökten değişir. Sorun, daha karmaşık bir felsefi model bulmak değildir. Sorun, kimlik kriterini bambaşka bir düzleme taşımaktır. Bu, şu basit ama devrimsel ifadede özetlenen bir paradigma kaymasıdır: "Kesinti olmasının bir önemi yok; Rabbin biliyor olması önemli." Bu ifade bir cevaptan öte, sorunun kendisini anlamsız kılan bir anahtardır. Felsefenin bir "felaket" olarak gördüğü her "kesinti", bu yeni perspektiften bakıldığında gücünü yitirir ve bir detaya dönüşür. Kriter Değişince Sorunlar Nasıl Çözülür? Kimliğin çıpasını, yaratılmışların kırılgan sürekliliğinden, Yaratıcı'nın şaşmaz ilmine taşıdığımızda, tüm paradokslar bir bir çözülür: Fiziksel Kesinti Problemi (Ölüm ve Çürüme): "Bedenim atomlarına ayrışırsa benliğim yok olacak" kaygısı ortadan kalkar. Çünkü kimliğin özü atomların diziliminde değil, o dizilimin bilgisini her an elinde tutan Allah'ın ilminde kayıtlıdır. Bedenin dağılması, bir kitabın yakılması gibidir; eğer müellifi dilerse, o kitabı hafızasından kelimesi kelimesine yeniden yazabilir. Kesinti, Müellif için bir engel değildir. Bilinçsel Kesinti Problemi (Uyku ve Hafıza Kaybı): "Bilincim kesintiye uğrarsa veya hafızam silinirse benliğim sona erer" korkusu geçerliliğini yitirir. Çünkü benim unuttuğumu, Rabbim unutmaz. Benim kendi bilincimin ötesinde, beni "ben" olarak bilen mutlak bir Bilinç vardır. Her sabah uyanışımız, bu ilahi hafızanın bilincimizi yeniden tesis ettiğinin kanıtıdır. Kesinti, Hafıza Sahibi için bir sorun değildir. Mantıksal Kesinti Problemi (Dallanma ve Kopyalanma): Felsefenin en büyük açmazı olan "iki kopyadan hangisi benim?" sorusu cevabını bulur. Bizim için paradoks olan bu durum, Allah için bir karışıklık sebebi değildir. O, "şaşırmaz". O'nun ilminde, hangi varlığın kimin devamı olduğu, hangisinin yeni bir yaratılış olduğu mutlak olarak bellidir. İki kopya yaratmak, O'nun ilminde iki ayrı ve biricik kimlik kaydı yaratır. Kesinti ve dallanma, her şeyi tek tek Bilen için bir belirsizlik yaratmaz. Sonuç: Felsefi Kaygıdan Tevhidi Teslimiyete Bu nihai idrak, bizi felsefi bir kaygı halinden, Tevhid'in (Allah'ın birliğinin) getirdiği bir teslimiyete taşır. Kimliğimizin sorumluluğu bizim omuzlarımızda değildir. Onu korumakla görevli olan, bizim ölümlü hafızamız veya çürüyen bedenimiz değildir. Kimliğimiz, en güvenli yere emanet edilmiştir: Asla şaşırmayan ve asla unutmayan Allah'ın ilmine. Bu şu anlama gelir: Ölüm bir yok oluş değil, bir hal değişimidir, çünkü kimliğimizin özü bedenin ötesinde, ilahi ilimde korunmaktadır. Ahiretteki diriliş bir "kopya" değil, "aslın iadesidir", çünkü o kimliği en ince detayına kadar bilen Yaratıcı, onu bizzat kendisi olarak yeniden yaratacaktır. Varlığımız, her an O'nun ilmi ve iradesiyle duran bir mucizedir. Kendi kendine var olan bağımsız varlıklar değiliz; varlığımızı ve kimliğimizi her an O'na borçluyuz. "Ben aynı kişi miyim?" sorusunun son cevabı, kendimizde veya felsefi teorilerde değil, Yaratıcımıza duyduğumuz güvende yatar. Evet, aynı kişiyim, çünkü Rabbim beni aynı kişi olarak biliyor. Ve O'nun bilgisi, tüm kesintilerin, tüm paradoksların ve zamanın ötesindeki tek sarsılmaz gerçektir. Peki, Allah Benden İki Tane Yaratamaz mı? Cevap, "ben" kelimesinin iki farklı anlamını ayırt etmekte yatar: niteliksel benzerlik ve sayısal aynılık. Bu ayrımı yaptığımızda, cevap hem Allah'ın mutlak kudretini (el-Kâdir) onaylar hem de bireysel kimliğin tekilliğini korur. 1. Allah Benim Kusursuz Bir Kopyamı Yaratabilir mi? (Niteliksel Benzerlik) Cevap: Evet, kesinlikle. Bu, Allah'ın mutlak kudretinin bir gereğidir. Sizi yoktan var etmiştir. Sizinle aynı genetik koda, aynı anılara (yaratıldığı ana kadar), aynı karaktere ve aynı bedene sahip ikinci bir varlığı yaratması elbette mümkündür. O, sizin "bilgi"nize sahiptir ve bu bilgiyi kullanarak ikinci bir "eser" yaratabilir. Peki, bu ikinci varlık "ben" olur mu? Hayır. Kilit nokta budur. Yaratıldığı ilk andan itibaren, o varlık artık yeni ve ayrı bir bireydir. Ayrışma Anı: Yaratıldığı saniyeden itibaren o varlık, sizden farklı bir mekânda duracaktır. Farklı bir açıdan ışık alacak, farklı molekülleri soluyacaktır. Bir saniye sonra tecrübesi sizinkinden farklılaşmaya başlayacaktır. Ayrı Bilinç ve Kader: Kendi sübjektif bilincine sahip olacaktır. Onun hissettiği acıyı siz hissetmeyecek, onun gördüğü rüyayı siz bilmeyeceksiniz. O andan itibaren kendi amellerinden sorumlu, kendi kader çizgisini izleyen ayrı bir nefs olacaktır. İlahi İlimdeki Fark: En önemlisi, Allah'ın ilminde artık iki ayrı kayıt vardır. Birincisi sizin hayat hikâyeniz (dört boyutlu solucanınız), ikincisi ise o andan başlayan yeni bir hayat hikâyesi. "Rabbim şaşırmaz" ilkesi gereği, O, bu ikisini asla karıştırmayacaktır. Sonuç: Allah, sizin "ikiziniz" bile denemeyecek kadar mükemmel bir kopyanızı yaratabilir. Ancak yaratıldığı andan itibaren o varlık "siz" değilsinizdir; sadece size tıpatıp benzeyen bir "başkasıdır". Dolayısıyla bu senaryoda "iki tane ben" yaratılmış olmaz. Bir "ben" ve bir de "bana benzeyen bir başkası" yaratılmış olur. 2. Allah Sayısal Olarak "İki Tane Ben" Yaratabilir mi? (Sayısal Aynılık) Cevap: Bu soru mantıksal bir çelişkidir. Bu, "Allah daire şeklinde bir kare yaratabilir mi?" diye sormak gibidir. Klasik kelam ve felsefe, Allah'ın kudretinin mantıksal imkânsızlıklara taalluk etmediğini (onları kapsamadığını) belirtir. Bu, O'nun gücüne bir sınır koymak değildir. İstenen şeyin aslında "anlamlı bir şey" olmadığını belirtmektir. "Kare şeklinde daire" bir şey değildir; anlamsız kelimeler yığınıdır. "Sayısal olarak iki olan bir tane ben" de aynı şekilde mantıksal bir çelişkidir. "Bir"in tanımı, "iki" olmamasıdır. "Sayısal aynılık", bir varlığın sadece ve sadece kendisi olması demektir. Bir varlığın, hem tek ve biricik kendisi olması hem de aynı anda iki ayrı varlık olması mantıken imkânsızdır. Bu, Allah'ın kudretinin başaramayacağı bir "iş" değil, kelimelerin tanımına aykırı anlamsız bir taleptir. Dolayısıyla, Allah mantıksal olarak "iki tane ben" yaratmaz, çünkü "ben" tanımı gereği tek ve biriciktir. Nihai Sonuç: İlahi İlim Tekilliğin Garantisidir Bu iki cevabı birleştirdiğimizde şu sonuca varırız: Allah'ın mutlak kudreti, size benzeyen sonsuz sayıda varlık yaratmaya yeter. Ancak Allah'ın mutlak ilmi ve adaleti, bu varlıkların her birine ayrı ve biricik bir kimlik verir. O'nun ilminde asla bir karışıklık olmaz. Dolayısıyla, "Allah benden iki tane yaratamaz mı?" sorusunun nihai cevabı şudur: Size benzeyen ikinci bir varlık yaratabilir, ancak o varlık "siz" olmazsınız. O, sizin kimliğinizin tekliğini ve biricikliğini asla ihlal etmez. Aslında tüm bu tartışma bizi başa döndürür: Bizi "biz" yapan şeyin Allah'ın ilmi olması, bizim tek ve biricik olduğumuzun nihai garantisidir. O'nun "şaşmayan" ilmi, kimliğimizin kopyalanamaz, dallanamaz ve karıştırılamaz olduğunun mührüdür. Peki, Zamanda Geri Gidersem Kendimle Karşılaşır mıyım? O Kişi ve Ben İki Ayrı Ben miyiz? Bu, önceki tüm soruların doğal bir uzantısı ve belki de en akıl karıştırıcı olanı. Zamanda geri gidip kendimizle karşılaştığımızda ne olur? İki "ben" mi vardır? Bu soruyu çözmek için şimdiye kadar inşa ettiğimiz tüm araçları (niteliksel benzerlik/sayısal aynılık, dört boyutluluk ve ilahi ilim) kullanmamız gerekiyor. Cevap, felsefi olarak baş döndürücü ama tutarlıdır: O odada iki ayrı kişi vardır, ama sadece tek bir benlik vardır. Bu çelişkili görünen cümleyi açalım. 1. Kilit Ayrım: Kişi vs. Benlik (Kimlik) Kişi (veya Kişi-Evresi): O anda, o mekânda, kendi bilincine, anılarına ve fiziksel bedenine sahip olan varlıktır. Bu tanıma göre, evet, odada iki ayrı kişi vardır: Geçmiş-Ben: O yaştaki, gelecekten habersiz, kendi düşünceleri olan çocuk/genç. Gelecek-Ben: Zamanda yolculuk yapmış, daha fazla anıya ve daha yaşlı bir bedene sahip olan yetişkin. Bu iki kişinin bilinci ayrıdır. Biri diğerinin o an ne düşündüğünü bilemez. Biri adım atarsa, diğeri durabilir. Niteliksel olarak farklıdırlar. Benlik (Sayısal Kimlik): Bütün bir hayat hikâyesine sahip olan tek ve biricik varlıktır. Bu tanıma göre, odada sadece tek bir "benlik" vardır. O iki kişi, aynı "benliğin" hayat hikâyesinin farklı zaman dilimlerine aittir. Bunu anlamanın en iyi yolu, Dört Boyutluluk modeline dönmektir. 2. Dört Boyutluluk Modeli: Kendi Üzerine Katlanan Bir Şerit Bu modele göre sizin, doğumunuzdan ölümünüze uzanan dört boyutlu bir "uzay-zaman solucanı" veya bir "şerit" olduğunuzu hatırlayalım. Normal Bir Hayat: Bu şerit, zamanda düz bir şekilde ilerler. Zaman Yolculuğu: Zamanda geri gittiğinizde, bu şerit kendi üzerine katlanır veya bir döngü yapar. Şimdi odayı hayal edin. O odadan geçen tek ve sürekli bir şerit vardır. Ancak bu şerit kendi üzerine katlandığı için, o odanın "şimdiki an" dilimini iki kez keser. (Görsel hayal edin: Düz ilerleyen bir çizgi, sonra bir döngü yapıp kendisinin daha önceki bir noktasıyla kesişiyor.) Sonuç: Odadaki iki kişi, iki ayrı şerit değildir. Aynı şeridin, o anda aynı mekânı paylaşan iki farklı noktasıdır. Dolayısıyla, "O kişi ve ben iki ayrı ben miyiz?" sorusunun cevabı: Hayır. Siz, aynı "benliğin" geçmiş ve gelecek versiyonlarısınız. Sayısal olarak tek bir varlıksınız. 3. İlahi İlim Perspektifi: Paradoksun Yok Olduğu Yer Bizim için bu durum bir paradoks gibi görünür. Ama her şeyi bilen Allah için bu bir paradoks değildir. O, zamanın dışında olduğu için, sizin dört boyutlu hayat şeridinizin tamamını, tüm katlanmaları ve döngüleriyle birlikte, tek bir anda görür. "Rabbim şaşırmaz": Allah'ın ilminde, odadaki iki kişinin aslında aynı ve tek bir kimliğe ait olduğu gerçeği asla karışmaz. O, birinin diğerinin geleceği olduğunu mutlak kesinlikle bilir. "Kitap"taki Kayıt: Sizin "Kitap"taki hayat hikâyeniz, içinde böyle bir döngü barındıran bir hikâyedir. Bu, hikâyeyi daha karmaşık yapar ama ana karakterin kimliğini değiştirmez. Özet ve Nihai Cevap Zamanda geri gidip kendinizle karşılaştığınızda: Evet, iki ayrı bilinç, iki ayrı zihin ve iki ayrı bedenle karşılaşırsınız. Bu anlamda niteliksel olarak farklı iki kişi vardır. Hayır, iki ayrı "benlik" yoktur. İkiniz de aynı sayısal kimliğe, aynı tek ve biricik "benliğe" aitsiniz. Aynı varlığın hayat hikâyesindeki farklı anlarsınız. Bunu tanımlayan en iyi model, kendi üzerine katlanmış tek bir dört boyutlu varlıktır. Bu durumun nihai garantörü ise, sizin bu karmaşık hayat hikâyenizi bir bütün olarak, hatasız ve karıştırmadan bilen Allah'ın ilmidir. Dolayısıyla o karşılaşma bir kimlik bölünmesi değil, kimliğinizin ne kadar ilginç ve karmaşık bir bütün olduğunun kanıtıdır.
Recommended Posts
Create an account or sign in to comment
You need to be a member in order to leave a comment
Create an account
Sign up for a new account in our community. It's easy!
Register a new accountGiriş yap
Already have an account? Sign in here.
Sign In Now