Jump to content

Bilim ve bağnazlık


aynar

Recommended Posts

 

Bilim ve bağnazlık

Yazar: Prof.Dr. Alper Uraz

 

Üniversiteler, bilim yuvasıdır. Başka bir deyişle, bilimin üretildiği yerlerdir. Bilim ise, disiplinlere göre bazı farklılıklar göstermekle birlikte, birbirine benzer bilimsel yöntemler kullanılan kesintisiz bir üretim sürecini içerir. Doğayı araştırmak ya da bilinmeyeni ortaya çıkarmak üzere kullanılacak bilimsel yöntemler, 5 aşamada özetlenebilir:

1. Tanımlama ve gözlem (identification and observation): Araştırılacak konunun ya da nesnenin özelliklerinin belirlenmesi ve gözlemlerin titiz ölçümlerle desteklenmesi eylemlerini içerir.

2. Varsayım (scientific hypothesis): Bir olguyu ya da süreci açıklamak üzere önerilen geçici yapı ya da model. Bu yapı, kanıtlarla desteklenmeli ve buradan genele, kalıcı yapıya ya da evrensele geçilebilmelidir.

3. Öngörü (prediction): Kullanışlı varsayım, akıl yürütmeyle ya da tümdengelim çıkarımlarla öngörü yapma olanağı sağlamalıdır. Öngörü, bir laboratuvar ortamındaki deneysel çalışmanın sonucuna yönelik olabileceği gibi, istatiksel verilerle açıklanabilecek bazı olasılıklar üzerine olabilir.

4. Deney (test): Öngörüler, deneylerle sınanmalı ve onların sağlamaları yapılmalıdır. Eğer deney sonuçları öngörülerle çelişiyorsa, o zaman varsayımlar yeniden gözden geçirilmeli ve gerekiyorsa yeni varsayımlar oluşturulmalıdır. Deney, yenilenebilir nitelikte olmalı, deney sonuçları bilimsel yayınlarla başkalarının irdelemesine ve sorgulamasına açık tutulmalıdır.

5. Bilimsel kuram (scientific theory): Doğayı, doğal süreçleri ya da olguyu açıklayan güvenilir, tutarlı ve kapsamlı bilgi bütünlüğüdür. Evrim Kuramı, Görecelik Kuramı, Doğrusal Sistem Kuramı, verilebilecek bazı örneklerdir.

 

Görüldüğü gibi bilimsel süreç, yinelemeli ve süreklidir. Bu niteliklerle bilimsel üretim; bünyesine uygun olmayanları ayıklar, yanlışları giderir, güvenilir olanları saklar, böylece büyür ve temelini sürekli sağlamlaştırır. Son 300 yıldaki Bilimsel Devrimin başarısının altında, bu dinamik özellik bulunmaktadır. Bilimsel ürünleri insanların kullanımına sunan ise bunlardan üretilen teknolojilerdir. Kabaca belirtmek gerekirse, bilimsel üretim, üniversitelerde yoğunlaşmakta ve teknolojik üretim ise sanayide yapılmaktadır. Üniversite-sanayi ikili yapısı birbirinden vazgeçilmezliği ve birbirini tamamlayıcı özelliğini açıklamaktadır. Toplumun gelişme motorunu, bu ikili yapı oluşturmaktadır.

Üniversite ayrıca, meslek edinmenin ötesinde; özgür düşünme, tartışma ve düşünce üretme ortamının olduğu yerdir. Başka deyişle, aklın özgür olduğu, eleştirel düşünme sistematiğinin benimsenip kullanıldığı, dogmaların ise yer bulamadığı ve yeşeremediği yerdir. Eleştirel düşünme (critical thinking) sistematiği; gözlemsel (ya da deneysel) kanıt (empirical evidence), akıl yürütme (reasoning) ve kuşkulu olma (skeptical attitude) döngüsü üzerine kuruludur. Bu olabildiğince nesnel döngü içinde, kişisel duygu, inanç ya da yazgıya inanma gibi öznellikler yer almaz. Nesnellik (objectivity) ve nedensellik (causality) öne çıkmalıdır. Nedensellik bize, olayları neden-sonuç (cause-and-effect) kurgusu içinde irdeleme olanağını ve böylece zamanın akış yönünü anlamamızı sağlar: Geçmiş ve şimdi, geleceği etkiler, ancak gelecek, geçmişi ya da içinde bulunduğumuz anı etkilemez. Örneğin nedensellikle yazgıya inanma, birbirleriyle çeliştikleri için, bir arada bulunamaz. Yanılgıya düşmemek ya da onu aşmak için sorgulayıcı ve kuşkulu olunmalıdır. Kuşkulu olma, düzeltmeyi ve doğruya yönelmeyi sağlamaktadır.

Bağnaz (bigot), bir düşünceye, bir inanışa, bir topluluğa aşırı ölçüde ve inatla bağlanıp, ondan başka bir düşünce ve inanışa düşmanca ve hoşgörüsüzce karşı olan kişidir. Bağnazın sahip olduğu bu düşünce yapısı ya da bu doğrultuda sergilediği davranış, bağnazlık (bigotry) olarak nitelendirilir. Bağnazlığın yaygın olan türleri dincilik ve ırkçılık, tarih boyunca ve geniş bir coğrafya içinde varlıklarını göstermişlerdir. Bilim karşıtlığı ise tümüyle dinsel bağnazlık olarak sergilenmiştir. Günümüzde de çok sayıda canlı örneklerine rastlamaktayız. O nedenle bağnazlık, geçmişte çok daha fazla iz bırakan örneklerle karşımıza çıkmış olmakla birlikte, üzülerek belirtelim ki, hâlâ güncel ve küresel yaşantının bir parçasıdır. "Dogma"nın sözlük tanımı, "belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün, sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi” biçiminde verilmiştir.

 

Tarih boyunca bilim ve bağnazlık arasındaki savaş

Düşünce tarihi, özgür akıl ile dogmatik düşünce yapısı arasındaki savaşıma sürekli tanıklık etmiştir. Özgür düşünce, en kalıcı ve etkileyici örneklerini Antikçağ Yunan'da vermiştir. Heraklitos (Heraclitus) (MÖ 540-480) doğada herşeyin akar durumda olduğunu ve hiçbir şeyin durağan olmadığını (all is flux, nothing is still) belirtmiştir. Böylece, bu gözlemi ile doğanın gerçek dinamik yapısını açığa çıkarmıştır. Pisagor (Pythagoras) (MÖ 570-495) tüm gerçekliklerin matematikle ilişkili olduğuna inanan öğretisini, dış saldırılardan korumak üzere kapalı kardeşlik örgütü içinde sürdürmüştür. Dik kenarları 1 değerinde olan dik üçgenin hipotenüsün değerinin tam sayıya eşit olmayışını, gerçekliklerin tam sayılarda gizli olduğu inancı nedeniyle kabullenemediği söylenir. Epiküros (Epicurus) (MÖ 341-270), doğru bilgi olmadan doğru eylemlilik olamayacağını belirtmiş ve mantığı, bilgi üretilmesini sağlayan bir araç olarak kullanmıştır. Doğadaki herşeyin atomların mekan içindeki hareketlerinden oluştuğu düşüncesini açıklamıştır. Hipokrat (Hippocrates) (MÖ 460-370), yaygın olan, ruhun kalpte yer aldığı inanışına karşın, insan beyninin sevinçleri, üzüntüleri, korkuları ve delilikleri yaşatan organ olduğunu kaydeden ve tıbbın babası olarak bilinen kişidir. Aristo (Aristotle) (MÖ 384-322) ise evrende hiçbir maddenin kendine özgü bir biçimi olmadığını, nesneleri yalnızca madde ve form bütünlüğünün oluşturduğunu ileri sürmüştür. Böylece, bir türün evrimleşmesinin olanaksız olduğunu belirtmiştir. Aristo, ruhun kalpte yer aldığını, beynin ise yalnızca kanı soğutmaya yaradığını ifade etmiştir. Evreni ise Dünya merkezli kabul etmiştir. Aristo öğretisi; Rönesans'a kadar Batı Avrupa'da ve tek tanrılı dinlerin felsefi tabanında çok etkili olmuştur. Kutsal kitapta "kalp" sözcüğünün 136 kez geçtiği ve "beyin" sözcüğünün ise hiç yer almadığı saptaması, küçük bir örnek olarak verilebilir. Batı Avrupa'da, teolojik öğretiler karşısında, özgür akıl ve dolayısıyla bilimsel gelişme, bu süre boyunca dondurulmuştur. Bu, tarihin tanık olduğu ve 18 yüzyıl süren en uzun bağnazlık dönemidir.

Bazılarınca "İslam Aydınlanması" olarak nitelendirilen, İslamiyet'in 8. yüzyıl ile 12. yüzyıl arası, sağlanan hoşgörü ve özgür düşünce ortamı içinde bilimin geliştiği dönemdir. Halifelerce desteklenen çevirilerle, Antikçağ Yunan bilimi ile Pers, Hint ve Çin'in bilgi birikimi, bellibaşlı Arap merkezlerinde toplanabilmiştir. Böylece İslam coğrafyasında, matematik, astronomi, optik, kimya, felsefe ve tıb alanlarında gelişmelere önayak olunmuştur. El-Harezmi (Al-Khwarizmi) (780-850) cebirin kurucusu olarak kabul edilir ve "algoritma" kelimesine Latince adından kaynaklık etmiş bilim insanıdır. Sıfır, Hint ve Çin coğrafyasında kavramsal olarak biliniyor ve Hintli matematikçilerce küçük yuvarlak şekliyle kullanılıyor olmasına karşın, El-Harezmi eserlerinde sıfırın kullanımına açıklık getirmiştir. Farabi (Al-Farabi) (876-950), Yunan felsefesindeki evrenin sonsuzluğu ilkesiyle İslamlığın yaratılış ilkesini bağdaştırmak amacını güden Meşşai felsefesini kurmuştur. İbn-i Sina (Avicenna) (980-1037), Farabi'nin öğretilerini genişletmiş, madde-ruh ilişkisini yorumlamış ve nesnelerin kendi iç güçleriyle devindiğini savunmuştur. Tıb alanında yazdığı "Tıbbın Kanunları" adlı eseri, 17. yüzyıla kadar temel tıp kitabı olarak yaygın bir coğrafyada kullanılmıştır. İbn-i Heysem (Ibn al-Haytham) (965-1039), bilimsel araştırma yapmanın yöntemlerini geliştirmiş, deneysel fiziğin öncüsü olmuş, optik alanında çığır açan bir eser vermiştir. Evrenin Dünya merkezli olamayacağını, Güneş sisteminin var olduğunu ve evrende başka sistemlerin de olabileceğini belirtmiştir. İmam Gazali (Al-Ghazali) (1058-1111) dini dogmaların akıldan önce geldiğini, dogmalara ters düşen akıl yürütmelerin ve bilimsel buluşların kabul edilemeyeceğini belirterek akıla kilit vurmuştur. Böylece, Batı Avrupa'dan sonra, İslam coğrafyası da ,Gazali yüzünden, seküler ortamını yitirmiş, uzun süren ve etkili olan bağnazlıkla tanışmış oldu. Bu coğrafyada bilim ve felsefi çalışmalar, önceki üretkenliğini yitirmiş ve giderek cılızlaşmıştır. Endülüs'te doğan İbn-i Rüşd (Averroes) (1126-1198), Gazali'nin maddelendirdiği eleştirilerini tek tek yanıtlamış ve Aristo – Farabi – İbn-i Sina geleneğinden gelen felsefeyi, Batı Avrupa'ya taşımada öncü rol oynamıştır. Eserleriyle Rönesans ve Aydınlama'nın başlamasına önemli katkısı olmuştur.

 

Bilimsel buluşlara karşı bağnazlık

Şimdi, bazı somut bağnazlık örneklerine yer verelim. İlk basım işlemi Çin'de bulunmuş olmasına karşın, metal harflerle basım tekniği Gutenberg (1398-1468) tarafından 1450 yılında geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Bu devrimci gelişme, bilginin demokratikleşmesine yol açmış ve basılan başta İncil olmak üzere diğer kitaplar milyonlara ulaşabilmiştir. (Günümüzdeki "internet" buluşu; bilgiye anlık ve küresel erişim olanağı sağladığı için, ikinci bir devrimci gelişme olmakta ve bu nedenle de içinde bulunduğumuz döneme "Bilgi Çağı" denmektedir). Osmanlı, büyük bağnazlık örneği vererek, bu gelişmeyi 277 yıl geciktirdikten sonra, dinle ilgili olmayan eserlerin basılabileceği yönündeki fetva üzerine, 1727 yılında İbrahim Müteferrika'ya (1674-1747) basım için ilk kullanım iznini vermiştir.

Trigonometri, optik ve astronomi üzerine çalışmalarıyla ünlenmiş Takiyüddin El-Rasid (1526-1585), III. Murat'ın fermanıyla, 1577 yılında İstanbul'da gözlemevi kurmuştur. Şeyhülislam Kadızade'nin "gözlemevleri bulundukları ülkeleri felakete sürükler" fetvası ve gözlemevini o yıllarda İstanbul'da oluşmuş veba salgını nedeni olarak göstermesi üzerine, 1580 yılında yıkılmıştır. Böylece, Osmanlı'da kıpırdamaya çalışan bilimsel çalışmalar, bağnazlığın kurbanı olmuştur.

Ortaçağ Avrupasında, Aristo geleneğinden gelen Dünya merkezli evren açıklaması yaygın kabul görmekteydi. İtalyan filozof Bruno (1548-1600) ise Güneş merkezli evren ve evrenin sonsuzluğu savını ileri sürmüştü. Katolik Kilisesi'nin dogmatik öğretilerine ters düşen bu evren açıklaması üzerine Engizisyon tarafından, savını geri çekmediği için, ölüm ile cezalandırılmış ve halka açık biçimde yakılarak cezası uygulanmıştı. Diğer yaygın bilinen başka bir örnek ise Galileo'dur (1564-1642). İlk teleskopu kullanarak Dünya'nın başka gezegenlerle birlikte Güneş'in çevresinde döndüğünü gözlemlemiş ve Kopernik'in (Copernicus) (1473-1543) bu konudaki bilimsel öngörülerinin doğruluğunu göstermiştir. Ancak, Engizisyon'da görüş değiştirerek, ölümden kurtulmuştur.

Bilimsel buluşa karşı sergilenen diğer bir çarpıcı bağnazlık örneği ise, 18. yüzyıl Avrupa ve ABD'dendir. Kiliseler, sivri uçlu çatı yapıları nedeniyle yıldırım çarpmasına sıkça uğrayan binalardı. Din adamları ise, yıldırımı, sel ve deprem benzeri doğal felaketlerde olduğu gibi, Tanrının yeryüzündeki kötülüklere ve günahlara karşı insanları cezalandırması, başka bir ifadeyle tanrının gazabı olarak yorumluyorlardı. Yıldırımdan korunmak için dua ile yetiniyorlardı. Franklin (1706-1790), 1749 tarihinde geliştirdiği paratoner için patent aldı. Bazı kiliseler, paratoneri, Tanrının cezasından kaçınma girişimi olarak yorumlayarak, uzun yıllar kullanmamakta direndi. Örneğin, 1755'de bir papaz, konuşmasında, Boston'da paratoner kullanan kiliseleri cezalandırmak üzere o bölgede depremlerin olduğunu ve "göklerdeki elektriği sivri uçlu demir çubukla çekip toprağa vermek, yerde daha kuvvetli depremlere yol açmaktadır; Tanrının gazabından kaçış yok" diyebilmiştir. Daha sonraları, yıldırımın paratonerli binalara ve kiliselere hiç uğramadığına ikna olunduktan sonra kiliselerde paratoner kullanımı yaygınlaşabilmiştir.

 

Çağımızın bağnazlığı: "akıllı tasarım"

Bilimsel çalışmalarda elde edilen başarılı sonuçlar, bağnazlığın kılıf değiştirerek "akıllı tasarım (intelligent design)" adı altında bilimimsi bir kılıf ile savaşımını sürdürmesine yol açmıştır. Evrim Kuramının 150 yıllık serüveni boyunca, her bilimsel kuram gibi yanlışları bilimsel yöntemler kullanılarak gösterilene kadar geçerlilik ilkesi gereği, kuramı doğrulayan yüz binin üzerinde çalışmalar yapılmış ve yayınlanmıştır. Yaratılışı, bilimimsi çerçevede açıklamak üzere ortaya atılan akıllı tasarım üzerine yayınlanmış bilimsel eserler bulunmamaktadır.

Son 30 yılda, yaratılışçılığın ABD dışında hızlı gelişme gösterdiği ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. 80'li yıllarda, hükümetin hoşgörüsü ve yüreklendirmesiyle, evrim kuramının yanı sıra, bilimsel olmayan yaratılışcı görüş, biyoloji kitaplarında yer bulabilmiştir.

Son güncel bir bağnazlık örneği ise, TÜBİTAK'ın Darwin'e (1809-1882) karşı uyguladığı sansürdür. 2009 yılı Darwin'in 200. doğum yılı ve "Türlerin Kökeni" eserinin yayınlanışının 150. yılı olması nedeniyle UNESCO tarafından 2009 Darwin Yılı ilan edilmiştir. TÜBİTAK yayını Bilim ve Teknik dergisi, Mart 2009 sayısını, evrim konusuna ve kapağını Darwin'e ayırmış, ancak yönetim Mart 2009 sayısına sansür uygulamış, o sayıyı başka bir kapak konusu ve içerikle basmıştır.


Avrupa'da bilimsel gelişmelerin ve çağdaşlaşmanın önünü açan Bilimsel Devrim ve Aydınlanma, aklı dogmalardan kurtarmış ve özgür kılmıştır. 18. yüzyılda Aydınlanma felsefesi, önce İngiltere'de başlamış, daha sonra Fransa ve Almanya'ya yayılmıştır. Temel ilkeleri, akılcılık, özgürlük, insan hakları ve ilerleme olarak özetlenebilir. Avrupa'da demokratik, laik yönetimlerin oluşmasına ve hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmesine yol açmıştır. Öte yandan, bilimi öne çıkardığı için Bilimsel Devrimin başlamasına uygun iklim yaratmıştır. Atatürk'ün "hayatta en gerçek yol gösterici, bilimdir" sözü yukarıda değinilen tarihsel gelişmelerin en özde ifadesidir. Dogmatik düşüncelerden ve bağnazlıktan uzak durulması önerisini de içinde barındırmaktadır. Laiklik ise, aklın kilidini açmış, inancı bireyin özeline taşımış, kamu düzenini din dayanaklı olmaktan çıkarmış, yasamanın çıkardığı yasalarla düzenlenmiş bir kamu düzenine geçilmiş ve teolojik uygulamaların yalnızca kendi kulvarında yürümesini sağlamıştır. Laik bir toplum düzeninde, öğretim birliği içinde yetişen sorgulayıcı, araştırıcı ve bilimi rehber edinen kuşaklar, bağnazlığın gerilemesine ve uzun erimde ortadan kalkmasına yol açacaktır.

 

KAYNAKLAR

1. E. Aydın, “İslamiyet ve Bilim”, Cumhuriyet Kitapları, 2006.
2. Bilim ve Gelecek Dergisi Editörlüğü, “Harun Yahya Safsatası ve Evrim Kuramı”, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2009.
3. J. Brochman (Ed.), “Intelligent Thought: Science Versus the Intelligent Design Movement”, Vintage, US, 2006.
4. D. M. Burton, “The History of Mathematics”, Allyn & Bacon, Inc., 1985.
5. E. İnönü, “Fikirler ve Eylemler: Tarih, Bilim ve Siyaset Üzerine Konuşmalar”, Büke Yayınları, 2005.
6. J. Langone, B. Stutz, ve A. Gianopoulos, “Bilimin Serüveni”, NTV Yayınları, 2008.
7. C. Yalçın, “Dinsel Paradigma ve Evrensel Gerçek”, Arkadaş Yayınevi, 2009.
8. A. Kence, “Yaratılışçılar Nereden Nereye..”, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı: 39, Mayıs 2007.
9. www.edge.org (Bilimi öne çıkaran bir site)
10. http://darwin-online.org.uk (Darwin’in tüm eserlerinin bulunduğu site)
11. www.discovery.org (Evrim Kuramına karşı bağnazlığını sürdüren “Discovery Institute”e ait)
12. www.wikipedia.org (İnternet ansiklopedisi)

Link to comment
Share on other sites

Antropolog Ashley Montagu'nun şu meşhur sözünü de bu başlıkta analım:

"Bilim ve bağnazlığın birbirleriyle hiçbir iletişimi olamaz, çünkü bilim, bağnazlığın ve mutlak kesinliğin bittiği yerde başlar. Bilim adamı kesinlik olmadan kanıta inanır, bağnaz ise kanıt olmadan kesinliğe inanır. Zorbalığın, çoğu zaman, kişinin inançlarının mutlaklığına olan fanatik bir inançtan kaynaklandığını asla unutmayalım."

Link to comment
Share on other sites

Akıllı tasarıma inanlar bilime inanmamalı çünkü herşey mükemmel ise iyileşmek için , daha iyi yaşamak için bir çaba göstermeleri tasarımcıya isyan  sayılır. Örneğin araç kullanmamaları gerekir çünkü Tanrı onlar için at yaratmış daha iyisini tanrı bilebilir ancak , kullarına ne oluyor ? Dediğimiz zaman hemen akla sarılıyorlar , tanrı akıl vermiş diyorlar. Bu kısır döngü çok kısa sürede tekrar edince , sorgulama iman et diyorlar. Sonra yine tanrı akıl vermiş kullan diyorlar...

Link to comment
Share on other sites

  • 1 sene sonra...

Bir tarafta din dersinde Muhammed'in ayı parmağı ile ikiye boldugunu ve Musa'nın asasinin yılana dönüştugunu anlatacaksınız. Sonra sınırı aşıp bunlara inanmayanların kâfir cehennemlik olduğunu iddia edeceksiniz.

Diğer bir derste de öğretmen gelecek termodinamik, kütle ve enerji eşitliğini anlatacak. Bir parmak şıplatmakla ayın ikiye yarılmayacağını ve kaynakların bizim için  sınırlı olduğunu , çalışmadan kazanilamayacagini , bir parmak şıklatarak sonsuza dek cennet denen yerde her istediğinizin yerine gelmesinin olanaksizligini anlatacak.

Işte dincinin kurandan sapmaya başladığı noktada kaba kuvvete sarilip saygı duy ulan diye bagirarak kendini kandırmaya devam edeceğini göreceksiniz.

Diğer yandan da kendi inancına saygı duymaya insanların ürünlerini sonuna kadar kullanma hevesinin devam ettiğini göreceğiz. Hastalandığında onların ilaçlarını ve bilgisini kullandığını göreceğiz.

Benzer bir konu

 

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...