Türkiye'de tarihte görülmemiş şeyler oluyor.
Bir bakış açısına göre laikliğin son kalesi düşüyor ve Türkiye İran'daki gibi bir islam devrimine doğru gidiyor.
Diğer bir bakış açısına göre ise Türkiye geçmişten gelen tüm antidemokratik unsurlarını temizliyor ve gerçek demokrasiye doğru yol alıyor.
İkinci bakış açısına güvenebilsem, ülkede demokrasinin ilerlemesi anlamına geleceğinden canı gönülden desteklerim.
Ama militarizmin bu tür bir tasviyesini islamcı bir iktidar yapmaya kalkarsa, haliyle hepimizde bir güvensizlik oluyor.
İslamcıların demokrasi getireceğine güvenebilir miyiz? Eğer böyle birşey olursa, bu dünya tarihinde bir ilk olacaktır. Demokratik bir islami rejim diye birşeye dünya tarihinde daha önce rastlanmadı çünkü.
Ayrıca, bu demokrasi getirdiğini savunanların tüm destekçilerinin resmi olmayan sohbetlerinde demokrasi kavramına olan güvensizliklerini dile getirdikleri bilinmektedir. Şimdiye kadar AKP'yi savunan kiminle konuştuysam, demokrasinin ideal rejim olmadığını ve islamla falan da aslında bağdaşmadığını duydum kendilerinden.
Peki şimdi bunların temsilcisi olan bir partinin demokrasi getireceğine nasıl güvenebiliriz?
Hele de, bu adamların cemaat soruşturması yapan savcıları hukuki olmayan yollarla engellediği, gazete patronlarına yazarlarınızın yazdıklarını kontrol edin dediği, bunların döneminde internet sansürlerinin, vs ayyuka çıktığı düşünülürse, bu kişilerin demokrasi getireceğine ne kadar güvenebilirsiniz?
Totaliter yönetimler demokratik veya demokratik olmayan yollarla iktidara gelebiliyorlar. Halk seçtiyse gelsin, sorununuz ne diyenler var hep bu konuda, ama mesele iktidara gelmeleri değil. Bu totaliter yönetimler bir kez güce kavuşunca, bunu demokratik yollarla kolay kolay bırakmıyorlar, mesele o.
Almanya, İtalya, İspanya, vs pek çok batı demokrasisi faşist dönemler yaşadı. Bu faşist iktidarlar bir kez başa geldi mi öyle kolay gitmiyor.
Yani halk seçmiş, bırakın ne istiyorlarsa yapsınlar mantığı yanlış.
Burada yine daha önce demokrasi paradoksu başlığında dile getirdiğim konuya çok kısa olarak değinmek gerek.
Karl Popper'ın demokrasi paradoksu dediği paradoks ile karşı karşıya olabiliriz şu anda Türkiye'de.
Demokratik yollarla gücü elde edip, elde ettikten sonra başkalarına özgürlük ve demokrasi imkanı bırakmayacak olanların da demokratik haklarını savunmalı mıyız? Başkalarına tolerans gösteremeyecek kişilere ve rejimlere tolerans gösterebilir miyiz?
İşte bunlar siyasetteki temel paradokslar arasında. Kısa cevabı ise Popper'a göre 'hayır'. Çünkü gerçek bir demokrasinin ve hoşgörü ortamının temel koşulu kendi varlığının devamıdır, ve bunu sağlayamayacak oluşumlara demokratik ortamda izin vermemek demokrasiye aykırı olmaz.
Sorun, bu kararı kimin vereceği noktasındadır, ki Popper'a göre bu çözülmeyecek bir sorun değil.
Fakat bu bana Popper'ın dediği kadar kolay bir konu gibi gelmiyor. Bir yönetimin ya da getirilen bir yasanın demokrasiye aykırı olup olmadığına pek çok batı demokrasisinde en yüksek yargı kurumu karar veriyor. Bizdeki anayasa mahkemesinin benzeri kurumlar. Bizdeki gibi ağır aksak işleyen ve yargının devletin diğer kurumlarından tamamen bağımsız olamadığı demokrasilerde ise bu yeterli olmayabilir. Bu yüzden baştan beri bir de ordu vardı bizde bu işi üstlenen. Tabi kendisi demokratik olmayan ordu gibi bir kurum, nasıl olur da ülkedeki rejimin ve demokrasinin bekçiliğini yapabilir denirse, bu yerinde bir sorudur. Fakat Türkiye'nin kuruluşu zaten ülkeyi çağdaşlaştırmaya ve batılılaştırmaya niyetli bir ordunun çabasıyladır. Atatürk döneminde olsun, ondan sonra olsun, ülkeyi çok partili rejime geçirmeye çalışanlar, ikinci partilerin kurulmasına izin verenler yine aynı yönetimdir. Fakat cumhuriyetin taze olduğu o ilk yıllarda bu mümkün olmadı. 31 Mart ayaklanması, Şeyh Sait olayı, vs gibi problemlerle bu çabalar sekteye uğradı ve tekrar ordunun totaliter yönetimine dönüldü. Daha sonra ise çok partili rejime geçildi ama ülkenin yapısına ve kurulduğu modern ve batılı ilkelere tehdit teşkil eden gelişmeler yüzünden darbeler ve muhtıralarla yine bu süreç ordu tarafından hizada tutulmaya çalışıldı. En son resmi örneği 1997'deki Erbakan'ın partisinin kapatılması olayıdır ki burada müdahale yargı tarafından yapılmış, süreç batılı demokrasilere biraz daha benzemeye başlamıştır. Her ne kadar oradaki gibi olmasa da. Geçtiğimiz yıllarda da AKP'nin kapatılmasına çok yaklaşıldı fakat kapatılmadı bildiğiniz gibi.
Şimdi de AKP kendi rakiplerinden öcünü almaya çalışıyor.
Ordunun demokrasi bekçiliği yapması pek akla sığacak birşey gibi kulağa gelmemesine rağmen, Türk ordusu için aslında bu belki de söylenebilir. Yani en azından uzun vadedeki amacı açısından, türk silahlı kuvvetlerinin baştan beri işlevi bu olmuştur. Yani Türkiye'yi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak ve laik ve batılı bir cumhuriyet haline getirebilmek.
Bazılarına göre bu amaç için geride kalan tek engel askerin kendisidir. Bu yüzden şu anda bu da tasfiye edilmektedir ve bunun üzerine nur topu gibi bir demokrasimiz doğacaktır.
Bazıları ise temkinliler benim gibi ve henüz Türkiye'nın buna hazır olup olmadığından emin değiller. Hele de bunu islamcı bir iktidarın yapmasından son derece rahatsızlar.
Bu yüzden Türkiye'de olan bitenler çok hassas ve çok önemli.
Bundan sonra ABD'lilerin "uncharted territory" dediği, denenmemiş, tanınmamış bölgedeyiz. Benzeri görülmemiş bir döneme giriyor Türkiye. Birşeyler ters giderse ordunun gelip her şeyi hizaya sokacağı umudu vardı hep Türkiye'de. Artık bu dönem sona eriyor olabilir.
Eğer böyle olursa da bu çok korkutucu bir durum olur pek çoğumuz için, çünkü bu durumda AKP'ye kimin dur diyeceği, ve ülkeyi totaliter bir polis devleti haline getirmeye kalkarlarsa, ki şu anda zaten aşağı yukarı öyle sayılır Türkiye, bunun sonunun ne olacağı ve bu duruma kimin dur diyeceği bir merak konusu.
Halk halinden memnunsa kime ne mantığı da burada işlemez, çünkü antidemokratik bir rejimden memnun olan halk kesimleri olsa da, memnun olmayan önemli bir kesim de olacaktır. Onların haklarının korunması ise çağdaş bir demokraside çok önemli bir gerektir. Bu gidişle İran'a git gide daha da benzeyeceğimizden korkarım. Endişem odur.
Neler olup biteceğini hep birlikte göreceğiz.
Not: Yukarıdaki yazı, 26 Şubat 2010 tarihinde, o günlerde çok sayıda askerin AKP hükümeti tarafından tutuklanması olaylarının üzerine yazılmıştır.
Recommended Comments
There are no comments to display.
Create an account or sign in to comment
You need to be a member in order to leave a comment
Create an account
Sign up for a new account in our community. It's easy!
Register a new accountGiriş yap
Already have an account? Sign in here.
Sign In Now