Jump to content

Taşlaşmış kalplerin, çocuk sevgisi.


Notamatik

Recommended Posts

Önce sizlere, benim bir tanemi, biricik sevgilimi, "Onu her gördüğümde dünyamı değiştireni" ve onunla nasıl tanıştığımı anlatacağım.

 

Bundan 8 ay kadar önce, 3 bloklu, dev bir binanın altındaki dükkanlardan birini ofis olarak kiraladım. Bahsettiğim binanın alt katında, 8-10 tane dükkan ve üst katlarında ise yüze yakın veya daha fazla konut var. Dükkanlar sokağa cepheli değiller. Binanın çok büyük bir bahçesi var, dükkanlar onun içinde kalıyorlar.

Çocuklar için harika bir bahçe. Üstelik nezih bir semtte, nezih bir apartmanın bahçesi. Fakat gelgelelim, binada o kadar çok daire olmasına rağmen, o harika bahçede çocuk namına eser yok. Çünkü bakımlı ama eski bir bina olduğu için, apartman sakinleri de yaşlı ve bu yüzden oyun çağında çocukları yok. 100 daireli binada, toplasan 10 çocuk bile bulamazsın. Olanlar da bahçeye çıkarılmıyor nedense.

 

Dükkanı kiraladıktan sonraki ilk günlerden birinde, güzel bir havada, dış doğrmaları boyamaya başladım. Bir de baktım ki yanıma birisi geldi. Meğer benim hayatım, aşkım, canımın içi, bir tanemmiş o. İşte şöyle tanıştık aşkımla:

 

-- Sen bu dükkanı niye boyuyorsun?

-- Çünkü ben burayı kiraladımmm :)

-- Peki neden kiraladıın?

-- Çünkü burada ofis açacağım.

-- Ofis mi? Ofis ne demek? Bakkal mı açacaksın sen burda?

-- Hayır. Ofis demek, içinde yazı yazarak ve görüşmeler yapılarak çalışılan iş yeri demektir. Aynı şu yan dükkandaki gibi yani.

-- Heee. Anladııım.

-- Pekiyi senin adın kiim?

-- Benim adım Melisa ama "senin adın kim" denmez ki. "Senin adın ne denir".

 

 

İşte böyle tanıştık sevgilimle :)

Meğer adı Melisa da değilmiş, çok seviyormuş o adı da ondan bana öyle söylemiş.

O gün hiç yanımdan ayrılamadı. Zaten ayrılsa tek başına kalacaktı canımm yavrum benim. Çünkü bahçede ondan başka çocuk yok. Bana adımı sordu. Söyledim. Ondan sonra bana Notamatik ağbi diyerek hitap etmeye başladı. Öyle hoşuma gitti ki bana ağbi diye hitap etmesi. Neden biliyor musunuz? Çünkü ben 47; o ise 17 bile değil, 7.

 

Offf benim bir taneeeemmmm! Görseniz, esmer, kupkuru bir şey. Kemik torbası. Bacaklar bacak değil, çita.

 

Artık her gün gelmeye başladı benim küçük aşkım. Günde en az yarım, bir saat. Artık arkadaş olmuştuk. Hem de birbirimizin en iyi arkadaşı!

Bazen birlikte, bahçede arabaya atlayıp, Nurten teyzelere misafirliğe gidiyor, bazen sahildeki dondurmacıya gidip dondurma alıyor, bazen bankaya gidip kazandığımız paraları yatırmaya gidiyorduk. (bahçenin içinde :) ) Ama tabii ki, gözükmeyen banka, dondurmacı ve Nurten teyze :) Onların hepsi birer pandomim kahramanı ama olsun! Arabamız da, bir tane minnacık iki tekerlekli bir alet.

 

Sonra neye dikkat ettim biliyor musunuz? O benim bir tanem, zaten bahçede tek çocuk olduğu için mazlum ve de mahrum ama sanki bu da yetmezmiş gibi, zavallım durup duruken apartmanda, kapıcı da dahil olmak üzere bütün insanlar tarafından azarlanıyor.

 

-- Işılsu!! Orda oynama çok gürültü oluyor (Yalan!)

-- Işılsu!! Çimenlere basma! Haydi biraz öteye git.

(Büyükler basınca ses yok, 20 kiloluk çocuk basınca çimenler bozulur)

-- Işılsu!! Yorulmadın mı kızım sen? Haydi artık evine git. Annen merak edecek. (yalan! Annesi zaten birinci kattan seyrediyor)

-- Işılsu!! Sakın o çiçekleri elleme.

-- Işılsu! Sen niye her gün sokaktasın? Derslerin yok mu senin?

-- Işılsu!! O scooter'ına orada binme ses yapıyor.

 

Yuuh bee! Gerçekten yuh. Bir insanın kalbi, bu kadar da taşlaşmaz. Sanki bunların hiç biri çocuk olmamış. Çocuksuz yerde çocuk bulmuşsun, sevinip seveceğine, nereye kovalayacağını şaşırıyor.

 

Evde de rahat değilmiş tatlım. TV seyrederken, dedesi git diyormuş. Bir de dayısı var ; o da höt diyormuş. Odasına gitse; annesi yat diyormuş. Kendi odası da yok aşkımın. Annesiyle tek odada kalıyormuş.

 

Sıkı durun! Bu apartman sakinlerinin hepsi zamanında bir, iki veya üç çocuk büyütmüş anneler ve babalar. Bazıları açık açık çocuk gürültüsünü kaldıramıyorum diyor. Gürültü dediği de inanın abartı. Pekiyi yahu bunlar bu taşlaşmış kalplerle nasıl çocuk büyüttüler? Ve niye çocuk yaptılar?

Yoksa bu: "Benim çocuğuma şefkat, başkasının çocuğuna şirret" felsefesi mi? Be hey vicdansız, be hey insafsız, senin çocuğun çocuk da başkasının çocuğu çocuk değil mi? Nedir bu çocuk düşmanlığı?

 

Bu daha bir şey değil. Oralarda bir tane okumuş, kültürlü aklı başında bir bayan var. Başka bir apartmanda oturuyor. Bu kadıncağız geçtiğimiz yaz, o sıcak havalarda, beş litrelik pet şişeleri kesip, içlerini su doldurup yol kenarlarına koyuyor. Ben de bunu bazen yaptığım için, bu kadınla birbirimizi görüp tanıştık. Bana ne dedi biliyor musunuz? "Sizin binada bir kadın var, o binanın önündeki kaldırıma o kadın yokken su bırakıyorum." Niye dedim? Anlattı. Meğer sadece bizim apartmandaki kadından değil, yollara su koyuyor diye, apartmanların çoğundan fırça yiyormuş. Sebebi de neymiş biliyor musunuz? Yiyecek ve su verdikçe, hayvanlar alışıp oradan ayrılmıyorlarmış.

 

Vay anasını be!! Temmuz'un sıcağında, bir garip hayvana su vermeyi bile çok gören, bırak kendisinin vermesini, verene de engel olandan çocuğa hoşgörü beklenir mi?

Sorsan, en iyi din o milletin, en iyi kültür bu milletin, en üstün ahlak yine kendisinin ama vicdanına baksan, tam bir kara vicdanlı.

"Hayvanlara su bile vermeyin" diyor. Yuh kere yuh.

Şimdi birileri çıkıp; "Malesef bazıları böyle" diyerek suçu o kim olduğu belirsiz olan bazılarına atarak halkı elimden kurtarmaya çalışacak. Bunu yapmak, vicdansızı kayırmaktır. Hayır bazıları değil. Kadın "çoğu apartman" diyor.

Bu su ve yiyecek verme işini ben de zaman zaman yapıyorum ama bana yapamıyorlar. Çünkü hem erkek olduğum için hem de taaviz vermez sert tavırlı göründüğüm için yanaşamıyorlar. Sıkıysa bana birisi öyle bir şey desin. Elimden zor alırlar vallahi.

 

İşte bu yüzden şaşmıyorum benim tatlıma yaptıklarına.

 

Ben komşularımı tanısam da tanımsam da daima güler yüzlü bakarım ve selam vermeden geçmem. Dışardaki sert tavrımın tam tersiyim yani. İşte bu yüzden, benim bu güler yüzüme güvenip, komşulardan birkaç tanesi gelip bana "Bu çocuk sen ona ilgi gösterdiğin için devamlı bahçeye çıkıyor. Biraz ilgini kessen çok seviniriz" gibisinden bir şeyler ima etmeye kalkıştılar. Elbette ki; kalkıştıklarına, kalkışacaklarına pişman oldular. Tam aksine, daha fazla ilgi göstermeye başladım.

Daha fazla ilgi göstermeye bşladım ki; benim bir tanemin sahipsiz olmnadığını anlasınlar ve böylece ayaklarını ona göre denk atsınlar.

Artık öyle de oldu. Artık benim tatlıma kimse ses edemiyor. Sadece gerçekten rahatsız edecek gibi olursa ben devreye giriyorum o kadar. Ki böyle bir şey de çok nadir oluyor.

 

Artık çıtlarını çıkaramıyorlar. Tam aksine "Ne kadar tatlı şesin sen öyle" diyerek tatlıma yağcılık yapmaya başladılar. Ama artık iş işten geçti çünkü afedersiniz ne mal olduklarını belli ettiler.

 

Ben bu yaşıma kadar, şu millete güvenim kırıla kırıla geldim ama her seferinde, bu kadarcık güven bile fazlaymış dedirterek aslında o kadarcığını bile hak etmediklerini ispatladılar.

En sonunda çocuk sevgilerinin de sıfır olduğunu bana çok iyi göstediler. Ne oldu o analara! Hani analık duyguları vardı! Hani sahiplenme, hani şefkat vardı?

Onlar bile palavra değil mi? Sadece kendi çocuklarınıza! Kısıtlı, ipotekli, şartlı?

 

Olsun! Nasıl olsa ben yıllardır sizi adam yerine koyup aranıza karışmıyorum. Benim tatlım bana yeter. Onu gördüğümde yüzümde güller açıyor. Ne dert kalıyor ne tasa.

 

Tatlımın babası kumarbaz. Olsun. Evi terk etmiş. Olsun. Onlar eskiden(1 sene öncesi :) ) "Burgullu"'da (Burgullu) oturuyorlarmış biliyor munuzzz? Hem de kendi evleriymişş :) Ama paraları olmadığı için kiralarını ödeyememişler(kendisi anlatıyor) o yüzden evden çıkıp dedesinin evine yerleşmişler. Amaaaa orası onların kendi evi diğilmiş! Dedesinin eviymiş. O evde istediği şeyi yapamazmış. Mesela dedesi onun kaplumbağalarını evde istemiyormuş!

 

Ona da olsun! Onun Arslan gibi Notamatik ağbisi var. (Amcası değil hee, ağbisi! ona göre! :) )

 

Canımın tam ortası! Sana sesleniyorum! Benim hayatımın yeni amacı, benim güzel kızım! Seni senin yanındayken bile çok özlüyorum çünkü yanındayken de doyamıyorum. Seninle geçirdiğim her saniye, benim için hayatıma bedel! Üzüldüğüm zaman seni aklıma getiriyorum, merhem oluyorsun. Tam hayattan bıkmışken, insanıma küsmüşken, beni hayata bağladın, amacım oldun. Işık verdin bana, yaşama sevinci verdin benim dünyalar güzeli yavrum.

 

Varsın onlar olmasın, senin Notamatik ağbin var. Bundan böyle artık benim canım da, kanım da senin.

 

İşte böyle dostlar! Bu kara marsık hayatıma böyle girdi. Asla çıkacak gibi de değil.

Artık ben onun için yaşıyorum, adeta değil; tam öyle.

 

Aramıza girmeye çalıştılar, defalarca denendi, test edildi, ayırılamaz damgası vuruldu.

Dedesi ve dayısı defalarca yasakladılar yanıma gelmesini. Yerlere vurdu kendini, feryatlar kopardı "Notamatik ağbimi istiyorum" diye. Kapıyı açık gördükçe evden kaçtı, bana geldi. Gece krizleri de tutuyor. "Notamatik ağbimi görmedin yatmam, beni ona götürün" diyor. Korkutuyorlar korkmuyor. Telefonla beni arıyorlar, gidiyorum ve bana sımsıkı sarıldıktan sonra kendine geliyor, sakinleşip yatıyor. Deli filan sanmayın tatlımı. Okulunda birinci. Tanıştığımızda 1'di şimdi 2'ye gidiyor.

 

Bana yürüyerek hiç gelmedi. Bütün gücüyle koşarak geliyor. Bana uğramadan ne bir yere gidiyor, ne dönüşte uğramadan eve giriyor.

Ben yanındayken, annesi bile dahil olmak üzere yanımızda kimseyi istemiyor. Paylaşmak istemiyor beni. Haksız da sayılmaz çünkü kendisi kazandı beni. Bizi kimse tanıştırmadı kendisi tanıştı benimle. O kendisi hak etti beni. O küçücük bileğinin hakkıyla kazandı. Neden paylaşacakmış? Onların emeği yok ki paylaşsın. Tam aksine ayırmaya çalıştılar, bir de beni mi paylaşacak onlarla? Hem kendi bulsun, hem elinden almaya çalış, hem de paylaşmak iste Notamatik ağbisini. Var mı öyle, üç köfte yirmibeş?

 

Hediyeler yapıyor bana. Hem beni, hem kendisini, bir de Panda kedimizi çiziyor, sonra pamuklu, süslü zarf yapıyor, içine de her seferinde "canımmm Notamatik ağbim" diye başlayan mektuplar yazarak bana veriyor.

 

O küçücük yüreğiyle, dedesiyle, dayısıyla ve bütün insanlarla savaştı beni kaybetmemek için. Hepsini yendi benim tatlıımm. o küçücük bileğinin hakkyla. Artık hiç kimse karışmıyor. Artık beni onun elinden ben bile alamam. Çünkü beni onun elinden alarak kendimi yok etmiş olurum. Çünkü o yoksa ben de yokum.

O artık benim ömür boyu, dünyalar güzeli kızım. Bunu kelimelerle anlatmak bile imkansız.

 

İlk işim, tatlımı annesiyle birlikte, kendi evlerine ve kendi odasına kavuşturmak olacak. Ondan sonraki de ona her türlü hayat garantisi sağlamak.

 

Çocuklar, ne kadar güzeller! Onları taşlaştıranlar, taş kalpli anaları, babaları, dedeleri. Hani o sorsan, dünyanın en insani kültüründen gelenler var ya! İşte onlar. Ama tatlımı taşlaştıramadılar. Bütün taş kalplileri ezdi geçti o 28 numara ayaklarıyla.

 

Bir minicik yavruya bir bahçeyi çok gören, küçücük bir köpeğe temmuz sıcağında bir bardak suyu çok gören kara vicdanlı, taş kalpli yurdum insanım! Taş gibi çatlayın da patlayın. Bir gün siz öleceksiniz ama ben ölmeyeceğim. Tıpkı Aziz Nesin gibi bahçeme gömüleceğim, üzerimde asırlarca çocuklarım hoplayıp zıplayacak. Işığım çocuklarımın yüzlerinde parlayacak. Siz ise, kara vicdanızla birlikte karanlıklara gömüleceksiniz. Ve orada karanlığınızı aydınlatan Işılsu'lar olmayacak.

 

Saygılar, sevgiler.

Link to comment
Share on other sites

Saygideger Notamatik;

 

çocuklara biraz saygı sağlar diye düşündüm.-Notamatik-

 

Cok guzel dusunmussun. Sonucta birey olmmak ve birey bilinci, ancak cocuklara deger vererek, onlara kendilerini ortaya koyma olanagi taniyarak ve de cocuga bunlari saygi temelinde hissettirilerek saglanir.

 

Sonucta cocugun her turlu "onunu kesmek", toplumun geleceginin "onunu kesmek" tir.

 

Senin gibi, cocuklarin onunu acmak bir yana, buyukler "golge etmese, cocuk baska ihsan istemez."

 

Ayrica cocuklar, o korlesmemis beyinleri ile, cogu zaman buyuklerden cok daha mantikli dusunce ve oneri dile getirebilirler.

 

Yeterkio kucucuk beyinlere bir sekte vurulmasin ve dusunmesi onlenmesin.

 

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

Evrensel kardeşim benim,

Çok haklısın. İnsanlar mutsuz. Parası olan da fakir olan da, hasta olan da sağlıklı, genç, yaşlı hepsi mutsuz. Bu nereden anlaşılıyor? Her yerde kavga. Trafikte, okulda, yolda, birbirlerine, küfür kafir gidiyorlar.

Çünkü daha çocukken mutsuz edilmeye başladılar. Şimdi de birbirlerinin çocuklarını mutsuz ediyorlar. Hiç düşünmüyorlar ki; sen onun çocuğunu mutsuz edersen, o da senin çocuğunu mutsuz eder ve böylece yeni bir mutsuz nesil yetişir ve öyle de oluyor.

Her nesil kavgacı, uyumsuz, sevgisiz ve dolayısıyla saygısız.

Pek umut yok ama umarım bir gün devran döner.

Saygılar, sevgiler ve hayırlı geceler.

Link to comment
Share on other sites

Natomatik,

Cok guzel bir yazi. Keske bu yavrucak gibi daha nicelerinin senin gibi bir abisi olsa.

 

Yurdum insani dedin de... Ben Amerika'da yasiyorum. Cocuklar da sokakta oynuyor bazen. Gecenlerde komsuyla konusuyorduk, "kusura bakmayin bizim cocuklar biraz gurultu yapiyorlar bazen" dedim, adam "hic onemli degil, sessiz olmalarindan cok daha iyidir" dedi. Begenmedigin gavur bunu soyleyen.

Link to comment
Share on other sites

Saygideger Notamatik;

 

Pek umut yok ama umarım bir gün devran döner.-Notamatik-

 

Tek umut, senin gibi dusunen beyinlerin,baskalarinin kendi beyinlerini kendileri sorgulayarak cogalmasi ve senin gibi beyinlerin yasam ve iliskilerindeki bu davranisiyla, herkese gorsel bir sorgulama saglamasi.

 

Bu da yine senin gibi, bilinc, farkindalik, kararlilik, ve algilama gerektiriyor.

 

Kisaca, her beynin dusunce devrimini kendi sorgulamasi ile, gerceklestirmesi gerekiyor. Tabi once, sorgulanacak olanin, sorun olarak algilanmasi gerekli.

 

Eger bu oyku, hayatin icinden ise, o kizimizi, op ve kucakla benim adima.

 

Sen agabeyi oldun, bende amcasi olabilirim; kronik yasim musait. :)

 

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

Gürültü de çekilmiyor abicim.

İnsanın kafası almıyor.

Benim şahsen çocuğum yok ama çocuk yaşta kardeşim var

Gürültü yaptımı Allah yarattı demem.

Fark etmez kendi kanımdan veya elin bebesi döverim.

Herkes sıpasına sahip çıksın.

Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok.

 

Kedi meselesine gelince apartman sakinleri haklı

O kediler orda yavrulayacak

sonra uğraştır dur onlarca kediyle

Hani bağ, bahçe olsa eyvallah

ama apartmanda olmaz.

Link to comment
Share on other sites

Sevgili Notamatik,

 

Seni o taptaze kalabilmiş, insan olmayı becerebilmiş yüreğinden kocaman öpüyorum.

 

Beni çok mutlu etti hikayen, ziyadesiyle.

 

Oturduğum apartman katında 4 yıldır filan oturuyorum. Üst komşumun bir oğlu var, Berat. Ben ona çikilop diyorum (ablası bile dese bozulur ama bana serbestmiş kendisi söylüyor bunu.) Havalar güzel olunca onlar yan apartmanlardaki 5-6 çocukla bir grupları var ve sokakta, bina aralarında buldukları yerlerde oyun oynarlar. Berat her akşam mütemadiyen annesine aşağıdan seslenir ve 1 lira atsana der. :) Muhtemelen cips filan alıyorlardır. Annesi bazen arka odadan onu duymaz ama ben genelde mutfakta olduğum için duyarım ve çoğu zaman ona o 1 lirayı ben atarım. Her seferinde olmaz diye ısrar eder ama seni tepelerim deyince güler ve alır. :)Hele yazın bunların oyunları gecenin 12'sine kadar sürer. Acıkırlar o saate kadar bazen onlara evde bisküvi, sandviç artık ne varsa hazırlar poşetle atarım. Alt komşum ise tam bir mahalle muhtarı, baş belası cinsinden bir kadın ve sürekli kovalar onları ordan gürültü yapıyorlar diye. Ben hep Berat'ın yanında olurum tabi. Çocuklar artık onunla dalga geçer oldular. Özellikle gürültü yapıyorlar sırf onu kızdırmak için birisi sürekli sotada o kadını gözlüyor (tabi balkondan bende bunları) sonra da o bağırınca mahsustan korkmuş gibi yapıp kaçışıyorlar tabi 5 dk sonra yine aynı şeye devam. Bazen annesi o kadın kızıyor diye oğlunu çekmek istiyor, ben annesine engel oluyorum. Çocuk çocukluğunu çocukken yaşamassa ne zaman yaşayacak? Gibisinden destek veriyorum. Neyse uzatmayım. Ben oyumu her zaman çocuklardan yana kullanırım. Kısaca bunu anlatmak istedim.

 

Sevgiler güzel insan.

Link to comment
Share on other sites

Dün akşam Berat ve arkadaşlarının topu benim balkona kaçtı. Berat bağırıyor aşağıdan ... teyze, .... teyze. Gelen sesten anlamıştım topun kaçtığını. Ben de o anda bir arkadaşımla ciddi bir konu konuşuyordum telefonda. Çıktım balkona topunuz kaçtı dimi dedim. Grup halinde kafa salladılar. 5 lira verin atayım topu dedim, bir an şaşkınlık, ardından grup halinde kahkaha yükseldi. Telefondaki ses kulağıma çatlak dedi. :)
Link to comment
Share on other sites

Ben de okudum yazıyı,

Daha önce başka (benzer) yazılarını da okumuştum Notamatik'in.

Nedense her yazısında tuaf, acayip, çok değişik bir adammış gibi geliyor bana. Kötü bişey demiyom, iyi bişey de.

Tuaf yani.

Ben de çocukların korktuğu, çekindiği onun çevresindeki gibi (çocuklara nefes aldırmayan) tiplerden değilim, çoğunlukla hiç bulaşmam çocuklara bazen öpüyom, konuşuyom onlarla filan ama neblem size de çok acayip gelmiyor mu böyle şeyler. Yani yazıdaki gibi şeyler.

Notamatik'in kafasının içine girip bi süre yaşamak isterdim, çok ilginç bi kafa. Gerçi çocuklar da öyle.

 

Berguzar'ın durumu daha anlaşılabilir, daha az şaşırtıcı, normal gelebiliyo yani onun gibi insanlar. Ama notamatik öyle değil, yani, gerçekten kötü bişey demiyom, çok iyi bi imşan sanırım.

Link to comment
Share on other sites

Benim de içim ısındı Notamatik'in hikayesini okuyunca. Tabii alışılmadık bir durum, sanıyorum Avrupa'da ve ABD'de falan koca adamın çocukla arkadaşlığından işkillenip polisi molisi arayacak çok tip de vardır.

 

Otobüste, trende, uçakta ağlayan bağıran kadrolu çocuklara kılım tabii, Zaytung'da gördüğüm çocuksuz hat uygulaması tez zamana başlar umarım. Onun dışında seviyorum ben de çocukları, çok değişik kafalardalar Peleuze'nin dediği gibi.

Link to comment
Share on other sites

Sayın Notamatik..Sizin yazılarınız hep takip etmişimdir..Günlük yaşantımda arkadas cevreme okuduklarım olmuştur..

 

Lakin bu yazıyı begenmedim..Bana anlatılan hikaye çok tanıdık bilindik geldi..

 

Ben o çocugun annesi yada ablası olsaydım,çocugumun yada kardeşimin benden cok bir yabancıyla konuşmasına üzülür,kıskanır vs.. çocugumla daha çok ilgilenirdim..

Hepsi bi kenara dışardan bakıldıgın da o çocuga zarar vermeyeceginiz ne malum siz ne kadar mükemmel bir insan olsanız da...kimse bunu bilemez dimi.. günlük yaşamda bu arkadaşlıga hoş bakılmaz..Ki ben de bakmadım..O çocugun kendi yaşıtlarıyla daha çok zaman geçirmesi lazım...Çocuklar çocuklarla zaman geçirmeli..

 

Bana kızabilirsiniz ama düşüncelerim bunlar..

 

Saygılarımla..

Link to comment
Share on other sites

Babamın yeğeni sürekli babamla vakit geçirir.

Ayda bir bile anne-babasının yanına gitmez.

Zorla göndermeye çalışınca ağlar zırlar ille babamla uyumak ister.

 

Babamla bin kere kavga etmişimdir bu çocuğu kendine alıştırdın, anne-babasının yanına gitmemesine neden oluyorsun, buna hakkın yok diye.

 

Yani sevgili Notamatik hikayeniz ne kadar güzel olsa ve beni de etkilemiş olsa da yanlış yaptığınızı düşünüyorum.

Kendinize bir hedef de belirlemişsiniz, umarım gerçekleşir; ancak büyük hayal kırıklığına uğrayacağınızı düşünüyorum.

Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra...

Notamatik kuşkusuz harika yürekli bir insan...

 

Ama benim 8 yaşında bir oğlum var ve tanımadığım birinin onun ayakkabı numarasından, ailevi durumlarımıza kadar herşeyi bilmesinden hoşlanmazdım...

 

Notamatik'i değil ama Notamatik'e bunca güvenen aileyi cesaretinden dolayı tebrik ediyorum, ben yapamazdım....

 

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

Saygideger Afrodit;

 

Konunun onemli olan tarafi; cocugun yasi ne olursa olsun, bireysel cesaretinin kirilmamasi ve hatta tesvik edilmesi. Eger bu olmazsa, o cocuk "pisirik" olarak ve psikolojik eziklik icinde buyur.

 

Buyukler kim olursa olsun, cocuklara "bir buyuk gibi" yanasmali ve onlarin her soyleyecegine kulak vermelidir.

Unutmamak gerekir ki, "ben babamdan ileri, oglumdan geriyim" soylemi yeni ve eski neslin farkini ortaya koyar. Eger eski nesil,yeninin onune set cekerse, bu neslin curumersine, yobazlasmasina, muhafazakarligina ve tutuculuguna yol acar. Bu da kim olursa olsun, devamli gelismekte ve degismekte olan dunya'ya ayak uyduramamak demektir.

 

Tabiki evladinizin basina herhangibir sey gelmemesi acisindan yasina gore, onun yabancilarla olan iliskisini kontrol etmek ve cocugu bu konuda bilgilendirmek gerekir. Bu da aile disinda kalan kisinin, cocuk ile girecegi her turlu iliskiye verilecek iznin duzeyinin ebeveynin insiyatifinde olmasini getirir.

 

Cocuk, "basi bos ta birakilmaz" "cendereye de sokulmaz" bunun ortasi ve olmasi gereken, o cocugun gelecegini belirler.

 

saygilarimla;

 

evrensel-insan

Link to comment
Share on other sites

  • 11 sene sonra...
On 23.04.2011 at 01:41, Notamatik yazdı:

Önce sizlere, benim bir tanemi, biricik sevgilimi, "Onu her gördüğümde dünyamı değiştireni" ve onunla nasıl tanıştığımı anlatacağım.

 

Bundan 8 ay kadar önce, 3 bloklu, dev bir binanın altındaki dükkanlardan birini ofis olarak kiraladım. Bahsettiğim binanın alt katında, 8-10 tane dükkan ve üst katlarında ise yüze yakın veya daha fazla konut var. Dükkanlar sokağa cepheli değiller. Binanın çok büyük bir bahçesi var, dükkanlar onun içinde kalıyorlar.

Çocuklar için harika bir bahçe. Üstelik nezih bir semtte, nezih bir apartmanın bahçesi. Fakat gelgelelim, binada o kadar çok daire olmasına rağmen, o harika bahçede çocuk namına eser yok. Çünkü bakımlı ama eski bir bina olduğu için, apartman sakinleri de yaşlı ve bu yüzden oyun çağında çocukları yok. 100 daireli binada, toplasan 10 çocuk bile bulamazsın. Olanlar da bahçeye çıkarılmıyor nedense.

 

Dükkanı kiraladıktan sonraki ilk günlerden birinde, güzel bir havada, dış doğrmaları boyamaya başladım. Bir de baktım ki yanıma birisi geldi. Meğer benim hayatım, aşkım, canımın içi, bir tanemmiş o. İşte şöyle tanıştık aşkımla:

 

-- Sen bu dükkanı niye boyuyorsun?

-- Çünkü ben burayı kiraladımmm :)

-- Peki neden kiraladıın?

-- Çünkü burada ofis açacağım.

-- Ofis mi? Ofis ne demek? Bakkal mı açacaksın sen burda?

-- Hayır. Ofis demek, içinde yazı yazarak ve görüşmeler yapılarak çalışılan iş yeri demektir. Aynı şu yan dükkandaki gibi yani.

-- Heee. Anladııım.

-- Pekiyi senin adın kiim?

-- Benim adım Melisa ama "senin adın kim" denmez ki. "Senin adın ne denir".

 

 

İşte böyle tanıştık sevgilimle :)

Meğer adı Melisa da değilmiş, çok seviyormuş o adı da ondan bana öyle söylemiş.

O gün hiç yanımdan ayrılamadı. Zaten ayrılsa tek başına kalacaktı canımm yavrum benim. Çünkü bahçede ondan başka çocuk yok. Bana adımı sordu. Söyledim. Ondan sonra bana Notamatik ağbi diyerek hitap etmeye başladı. Öyle hoşuma gitti ki bana ağbi diye hitap etmesi. Neden biliyor musunuz? Çünkü ben 47; o ise 17 bile değil, 7.

 

Offf benim bir taneeeemmmm! Görseniz, esmer, kupkuru bir şey. Kemik torbası. Bacaklar bacak değil, çita.

 

Artık her gün gelmeye başladı benim küçük aşkım. Günde en az yarım, bir saat. Artık arkadaş olmuştuk. Hem de birbirimizin en iyi arkadaşı!

Bazen birlikte, bahçede arabaya atlayıp, Nurten teyzelere misafirliğe gidiyor, bazen sahildeki dondurmacıya gidip dondurma alıyor, bazen bankaya gidip kazandığımız paraları yatırmaya gidiyorduk. (bahçenin içinde :) ) Ama tabii ki, gözükmeyen banka, dondurmacı ve Nurten teyze :) Onların hepsi birer pandomim kahramanı ama olsun! Arabamız da, bir tane minnacık iki tekerlekli bir alet.

 

Sonra neye dikkat ettim biliyor musunuz? O benim bir tanem, zaten bahçede tek çocuk olduğu için mazlum ve de mahrum ama sanki bu da yetmezmiş gibi, zavallım durup duruken apartmanda, kapıcı da dahil olmak üzere bütün insanlar tarafından azarlanıyor.

 

-- Işılsu!! Orda oynama çok gürültü oluyor (Yalan!)

-- Işılsu!! Çimenlere basma! Haydi biraz öteye git.

(Büyükler basınca ses yok, 20 kiloluk çocuk basınca çimenler bozulur)

-- Işılsu!! Yorulmadın mı kızım sen? Haydi artık evine git. Annen merak edecek. (yalan! Annesi zaten birinci kattan seyrediyor)

-- Işılsu!! Sakın o çiçekleri elleme.

-- Işılsu! Sen niye her gün sokaktasın? Derslerin yok mu senin?

-- Işılsu!! O scooter'ına orada binme ses yapıyor.

 

Yuuh bee! Gerçekten yuh. Bir insanın kalbi, bu kadar da taşlaşmaz. Sanki bunların hiç biri çocuk olmamış. Çocuksuz yerde çocuk bulmuşsun, sevinip seveceğine, nereye kovalayacağını şaşırıyor.

 

Evde de rahat değilmiş tatlım. TV seyrederken, dedesi git diyormuş. Bir de dayısı var ; o da höt diyormuş. Odasına gitse; annesi yat diyormuş. Kendi odası da yok aşkımın. Annesiyle tek odada kalıyormuş.

 

Sıkı durun! Bu apartman sakinlerinin hepsi zamanında bir, iki veya üç çocuk büyütmüş anneler ve babalar. Bazıları açık açık çocuk gürültüsünü kaldıramıyorum diyor. Gürültü dediği de inanın abartı. Pekiyi yahu bunlar bu taşlaşmış kalplerle nasıl çocuk büyüttüler? Ve niye çocuk yaptılar?

Yoksa bu: "Benim çocuğuma şefkat, başkasının çocuğuna şirret" felsefesi mi? Be hey vicdansız, be hey insafsız, senin çocuğun çocuk da başkasının çocuğu çocuk değil mi? Nedir bu çocuk düşmanlığı?

 

Bu daha bir şey değil. Oralarda bir tane okumuş, kültürlü aklı başında bir bayan var. Başka bir apartmanda oturuyor. Bu kadıncağız geçtiğimiz yaz, o sıcak havalarda, beş litrelik pet şişeleri kesip, içlerini su doldurup yol kenarlarına koyuyor. Ben de bunu bazen yaptığım için, bu kadınla birbirimizi görüp tanıştık. Bana ne dedi biliyor musunuz? "Sizin binada bir kadın var, o binanın önündeki kaldırıma o kadın yokken su bırakıyorum." Niye dedim? Anlattı. Meğer sadece bizim apartmandaki kadından değil, yollara su koyuyor diye, apartmanların çoğundan fırça yiyormuş. Sebebi de neymiş biliyor musunuz? Yiyecek ve su verdikçe, hayvanlar alışıp oradan ayrılmıyorlarmış.

 

Vay anasını be!! Temmuz'un sıcağında, bir garip hayvana su vermeyi bile çok gören, bırak kendisinin vermesini, verene de engel olandan çocuğa hoşgörü beklenir mi?

Sorsan, en iyi din o milletin, en iyi kültür bu milletin, en üstün ahlak yine kendisinin ama vicdanına baksan, tam bir kara vicdanlı.

"Hayvanlara su bile vermeyin" diyor. Yuh kere yuh.

Şimdi birileri çıkıp; "Malesef bazıları böyle" diyerek suçu o kim olduğu belirsiz olan bazılarına atarak halkı elimden kurtarmaya çalışacak. Bunu yapmak, vicdansızı kayırmaktır. Hayır bazıları değil. Kadın "çoğu apartman" diyor.

Bu su ve yiyecek verme işini ben de zaman zaman yapıyorum ama bana yapamıyorlar. Çünkü hem erkek olduğum için hem de taaviz vermez sert tavırlı göründüğüm için yanaşamıyorlar. Sıkıysa bana birisi öyle bir şey desin. Elimden zor alırlar vallahi.

 

İşte bu yüzden şaşmıyorum benim tatlıma yaptıklarına.

 

Ben komşularımı tanısam da tanımsam da daima güler yüzlü bakarım ve selam vermeden geçmem. Dışardaki sert tavrımın tam tersiyim yani. İşte bu yüzden, benim bu güler yüzüme güvenip, komşulardan birkaç tanesi gelip bana "Bu çocuk sen ona ilgi gösterdiğin için devamlı bahçeye çıkıyor. Biraz ilgini kessen çok seviniriz" gibisinden bir şeyler ima etmeye kalkıştılar. Elbette ki; kalkıştıklarına, kalkışacaklarına pişman oldular. Tam aksine, daha fazla ilgi göstermeye başladım.

Daha fazla ilgi göstermeye bşladım ki; benim bir tanemin sahipsiz olmnadığını anlasınlar ve böylece ayaklarını ona göre denk atsınlar.

Artık öyle de oldu. Artık benim tatlıma kimse ses edemiyor. Sadece gerçekten rahatsız edecek gibi olursa ben devreye giriyorum o kadar. Ki böyle bir şey de çok nadir oluyor.

 

Artık çıtlarını çıkaramıyorlar. Tam aksine "Ne kadar tatlı şesin sen öyle" diyerek tatlıma yağcılık yapmaya başladılar. Ama artık iş işten geçti çünkü afedersiniz ne mal olduklarını belli ettiler.

 

Ben bu yaşıma kadar, şu millete güvenim kırıla kırıla geldim ama her seferinde, bu kadarcık güven bile fazlaymış dedirterek aslında o kadarcığını bile hak etmediklerini ispatladılar.

En sonunda çocuk sevgilerinin de sıfır olduğunu bana çok iyi göstediler. Ne oldu o analara! Hani analık duyguları vardı! Hani sahiplenme, hani şefkat vardı?

Onlar bile palavra değil mi? Sadece kendi çocuklarınıza! Kısıtlı, ipotekli, şartlı?

 

 

Evet anlattıkların bir abartı değil dümdüz gerçek , insanlar ikiyüzlü ve kendi çocuklarına bile ikiyüzlü davranıyorlar neden mi , çünkü elalemden laf gelmesin diye. Sevgi işte bu.  Elalemden laf gelmeyeceğini bildikleri için sahipsiz gördüklerini ezmeye kalkarlar. Ama gerçek böyle.

Bu toplumun çoğunluğunun dini ahlakı millet sevgisi askeri polisi palavradan ibaret . Bu yüzden okuyup hava atıyorlar, para kazanıp hava atıyorlar, giyinip hava atıyorlar. Bu tür hareketler toplumdaki çocuklara yavaş bir zehir gibi travma yaşatıyor. Büyük olasılıkla kendileri de anne babaları tarafından öyle sevildiler belki gösteriş ve elalem ne der duygusunu açıkça anlayamadıkları o yaşlarda bu duyguyu içlerine kazıyorlar.

Bir de TV reklamları var tabiki , bu markayı  kullan çatır çatır çatlat elalemi.. görsel ve sözlü mesajlarıyla... Şu kadın programları sunucusundan oyuncusuna kadar hepsi rezalet ama ilgi yüksek. Çünkü toplum kendini görüyor orada.

Sen İyi yapmışsın bir insan  kazanmışsın. Ama unutma ki bu insan çöplüğünde çabuk pisletirler. Umarım düzgün bir çevresi olur.

Yıllarca istismar edilmiş bir toplum arkasında ne devletin varlığını hissetmiş ne de sağlam bir millet.. Bu hale getirilmek için uğraşılmış.

O kız çocuğu şimdi herhalde 18 yaşına girmiştir. Onun gibi binlercesi ne korunmuş ne kollanmış devletin hukuku bile istismara kocaman bir kapı aralıyor.

Sözde eğitim bile Türkiye'de ideolojik taraftar yetiştiriyor . Bizim tarafın , sizin tarafın çocukları diyerek kimse kimseyi umursamıyor. Bildiğin ortaçağın barbarlarının modern şekli.

Sürekli sorun üreten devlet hiçbir sorunu çözme iş bugüne kadar. İnsanları deney hayvanları gibi onun bunun eline bırakmış gidiyor.

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...