Jump to content

Bir YAS Öyküsü


duran

Recommended Posts

 

Hakkınızı helal ediyor musunuz

 

Helal ediyoruz,

 

Helal ediyor musunuz

 

Helal ediyoruz

 

Mermer taşlarının üzerindeki tabuta, anneme benzeyen biri boylu boyunca yatıyordu, ama annemin yüzü mor değil di ki.

 

Kardeşim oğluna sarılmış iç çekerek, göz yaşları döküyor ama sesi çıkmıyordu. Erkekler  Sağ da solda dörderli beşerli gruplar halinde toplanmışlar, her halde toplantı için di, bazı kişilerin yüzleri donuk, hareketsiz ve gözyaşları vardı, bazılarında ise küçük tebessümler ve hararetli konuşmalar vardı.

 

Elimi sıkan bir kişi, başınız sağolsun Allah geride kalanlara sabır versin dedi, ne demek istiyordu, bu söz öğlen birinin arkasından deniyordu, bana niye diyordu. Cami avlusuydu burası, kalabalık oluyor muş cami avluları demek ki, insanlarda ağlaşıyorlarmış buralarda, tuhaf yer.

 

Çirkeşler mezarlığına hareket ediyoruz cemaat diye bir ses geldi,

 

Bacaklarım tutmuyordu, biraz daha bura da kalırsam yere oturacaktım, başımı yere doğru eğdiğimde sanki içinde ağır bir kütle hareket ediyor gibiydi, güneş tam tepemde başımı yakıyordu,  başıma güneş mi geçmişti, göz kapaklarım kapanacak gibi oluyordu, eve gidip uymalıydım.

 

Çirkeşlere gitmeliymişim, ama ben eve gidip uymak istiyorum.

 

Çekyata uzandım, televizyonu açtım.  Duş alıp, annemin almış olduğu pijamaları giydim. yatağa yatmak için çekyattan kalkmalıydım, kalkamadım.

 

Gözlerimi açamıyordum, sesler geliyordu, bir kadın sesiydi, televizyon açık kalmış olmalıydı, yoksa annemin sesimiydi, Çirkeşler mahallesinde devriye gezen polisler kaldırım üzerinde 60 yaşlarında bir kadının cesedini buldular, Kadının masum sokaktaki göçmen apartmanın üçüncü katından düşerek öldüğü ama intihar mı yoksa kaza sonucumu öldüğü araştırılıyor. Gözlerimi  hızlıca açtım karşımdaki görüntü yerde yatan annemin görüntüsüydü, annem ölmüştü ne zaman ölmüştü, dün mü yoksa bugün mü,  sağ sola ileri geri hızlı hızlı hareketler yaparak dönüyorum, ne  kadar uydum, benim ne işim var burada, hemen gitmeliyim,  ben ne yapacağım şimdi, annem öldü, benim annem öldü, o benim annemdi.  Yoksa bu bir rüyamı. Odamın kapısı hafifçe açıldı gelen kardeşimdi, kardeşimi hiç bu halde görmemiştim, bana sarıldı, ağlıyordu, abi annemiz öldü dedi, o anda bende sıkıca kardeşime sarıldım, sesimin çıkabildiği kadar haykırdım, ağladım, ağladım. Sonra sessizleştim, dizlerimi karnıma kadar çektim, başımı öne eğdim, ellerimi yüzümün yanına koydum, içeri girenler çıkanlar oluyordu, bir şeyler diyorlardı.

 

Zamanı geri alabilsem, dün hiç olmasaydı, neden şimdi, şimdi ölmese olmaz mıydı, geri getirmek için ne yapabilirim acaba.

 

Birkaç defa tekrarlanan bir ses, yemek yemeliymişim, birkaç lokmada olsa yemeliymişim.

 

Yemek bir tabla ile yanıbaşıma geldi. Ama benim yemek yemek için çenemi hareket ettirmem gerekiyordu, yediğim şeyi çinemem gerekirdi. Nasıl yapacaktım bunu, Zaten içim almazdı ki yediklerimi.

 

Dün birlikte yemek yemiştik anne, sen iştahsızdın, ben senin yaptığın su böreğini mım oh oh diyerek yemiştim, sende şimdi fark ediyorum donuk bir sesle afiyet olsun oğlum demiştin. Artık yemeklerin hiç olmayacak mıydı.

 

Birisi bana iğne vurdu. Uyumak için iğneymiş, ama ben uyumak istemiyordum ki, ben annemi düşünmek istiyordum.

Güneş gözüme çarpıyor beni rahatsız ediyordu, güneşe arkamı döndüm, kapı kolunun aşağıya doğru hareket etiğini gördüm, biri hafifçe kapıyı araladı, kapı aralığından içeri bakan gözle göz göze geldik, arkadaşım Mesuttu bu, yanıma geldi çekyata oturdu.

 

Çok üzüldüm, anneni bende çok severdim, üzüleceğiz, ağlayacağız, onu anacağız.

 

Ama Mesut daha dikkatli olmalıydı, onu bir daha göremeyeceğim.

 

Hadi kal istersen, Mezarlığa gidelim, biliyorum sen mezarlıklara gitmeyi saçma bulmuşsundur, mezarlıkları sadece ağaçları sayesinde kentlere nefes aldırdığı ve kuşlara yaşam alanı bulduğu için gerekli görürsün biliyorum ama.

 

Hemen yataktan fırladım, pantolonumu giydim, ayakkabılarımın üzerine bastım, gidiyorduk, annemin mezarına. Annemi görecektim, o beni görecek miydi, gördüğünü söyleyenler vardı, annemle konuşacaktık, biz konuşabilir miydik ki. Senin benden beklentilerin yüzünden, beni olduğum gibi kabul etmeyip başkaları ile kıyaslaman yüzünden hiç konuşamazdık, yaşarken yaşayamadık seninle. Sevgi ve nefretin bir arada yaşam bulduğu bir ilişkiydi. Kafamı kaşıdım, saçlarımı çekiştirdim.

 

Güneş yakıcılığını konuşturuyor, bizi kavuruyordu, kuşların sesleri rahatsızlık vericiydi, ağaçlardan mezarlıklar görünmüyordu.

 

Annemin artık bir adı yoktu o bir sayıydı M-22 bizim sokağın baş harfi ve evin kapı numarası idi, bilerek mi koymuşlardı, gittiği yerde bir ismi olacak mıydı. Anne neden bizi bırakıp gittin, neden dikkatli olmadın ki, daha yapacağımız işler vardı.

 

İşe geri dönme zamanı geldi, ama benim aklımda, devamlı annemle ilgili hatıralar geziniyordu, kendimle konuşmalar bitmek bilmiyordu, nasıl görevimi yerine getirecektim ki, isteksizdim her şeye karşı, tadı tuzu yoktu insanların, doğanın, yemeğin. Kaybımı bilmeyenler adımlarınız ağır ağır bir şeyiniz mi var, çökkün görünüyorsunuz diyorlardı. Gördüğünüz sadece bedenim diyesim geliyordu, yok bir şeyim deyip geçiştiriyordum, konuşmak istemiyordum. Nasıl bir şey olduğunu unuttuğum sırt ağrıları ve göz seğirmeleri kendini hatırlatmaya başladı bu günlerde. Hiç kurtulamayacaktım şu kekemelikten de, leş yiyen akbaba gibiydi, zayıf düşmemi bekliyordu. İşler yapılıyordu bir şekilde. Az önce bir şeyler yapmak istedim, sonra vazgeçtim.

İşte kinler bakışların değişti senin diyorlardı, gözler kalbin aynasıdır derler di, tespitleri doğru olmalıydı, ama sadece tespit etmişlerdi. Simetri takıntısı patronum, senin dengen bozuldu annen öleli diyordu, sanki laminant parkenin düz çizgileri ile masanın ayakları denk gelmediğinde, dengesi bozulmuş bu odanın derdin ya, değişini ona benzettim diyecektim ama hağla bi baltaya sap olmaya çalışıyordum, bir yere ait olmasam olmaz mıydı. Ya karnım açık tığında ne yapacaktım. Büyüklerin dünyasında sen onlara bir şey vermeden bir şey vermiyorlardı. Sen yok olmaya başladığında onlar sana bir şey verirlerdi, ancak, senin düşüşünün üstüne yükselirlerdi.

 

Hayatı anlayamadığımda, anlatamadığımda, anlaşılmadığımda, kaldıramıyorum artık dediğim zamanlarda, kendime bir başka dünya yaratıyordum, kendimle oyunlara girerdim, bir şeye sarılırdım o anlarda. Herkes girmezmiydi, sarılmazmıydı ki. Benim oyunum yazmak veya okumak idi, bir başkasının ki ise alkole sarılmak olabilirdi, ikisi arasında bir fark yoktu.

 

Yazmaya karar verdiğimde yine o zamanlardan bir gündü, bu zamanların günlüğüydü o defter. Kendi kendime okurdum bazen, nasıl da zaman duygularımızı farklılaştırıyordu. Duygularımın günlüğünü anneme hep okumak istemişimdir, olmadı, cesaret edemedim.  Hafızam beni yanıltmıyorsa, bana göre değerlerimin değerlerinize saldırı olarak algılandığı bir gündü, anne sana göre ise beni korumak istiyordun insanlardan, sürünün dışına çıkarsan kurtlar kapar diyordun, ben senin değerlindim, senin varolma nedenindim, benim kılıma zarar gelmesini istemiyordun bu yüzden bana karşı çıkıyordun.

 

Nasıl gemiler dalgaya yakalandıklarında sığınacakları limanları varsa sende benim limanımdın ama sen benim hep limanda kalmamı istiyordun, limandan biraz ileriye açılmamam için beni açık ceza evine mahkum ediyordun, açık cezaevinin duvarları ise benim sana bağımlılığım, habishanenin güvenliğini sağlamak ise yok oluşunu öne sürmekti. Gemi gemiliğini göstermek için açılma girişiminde bulunmuştu, bulunmasına ama her defasında senin güvenlikçilerine, yok oluş güvenliğine takılıyordu. Sen bana sana öğretilen şekilde bağımlı olmayı öğretmiştin, varlığımın merkezine kendini aldırmıştın. Sen yoksan bende yoktum. Gemi açılmak istiyordu, keşfetmek istiyordu diğer yerleri, geminin doğası denizlere yelken açmaktı. Açılması gerekiyor du, burada kalmakla da yok oluyordu, her şey işlevsiz hale geliyor du, şunu anlamaya başlamıştım burada kalmakta yok olmaktı benim için. Senin  koruma kalkanının dışına çıkmak senin yok oluşun olacaksa olsun, birisi yok olacaksa neden ben yok olayım. Benim istediğim sadece varlığımı gerçekleştirmek, senin yok olman benim özgürlüğüm mü olacak. Şunu düşün nasıl bebek iken hep biraz uzaklara gitmek istediğimde arkamı dönüp sana bakarmışım, sonra senin orada olduğunu gördüğümde oyuncaklarla keşfe dalarmışım, sende buna sevinirmişsin. Ama şimdi benim arzularım ortaya çıktı artık senin yanında kalamam, seni sevmediğimden değil. Gemi yüksek dalgalarla çarpışıp çıktığında kendine gelecek, belki yok olacak. Ama durmak yok olmak değil mi, belirsizlik olmadan, açı olmadan, dalgalanmak olmadan, ayrılık olmadan, hayat çekilir mi ki, gemi manevra kabiliyetini nasıl anlar, nasıl tanır ne kadar hızla bu dalgaya gireceğini, nasıl bilebilir kendini, bırak yaşıyayım.

 

Bu hafta uzun zamandan beri yapmadığım bir şeyi yapmaya başlamıştım yine, kafamı kaşıyor, saçlarımı çekiştiriyordum.

 

O geçe iki insanın anca sığabileceği genişlikteki balkonda ki çamaşırları almaya mı çıkmıştın, çamaşırları toplarken tansiyonun mu yükselmişti. Gözlerin karardığından dolayı dengeni kaybedip düşmüş müydün. Uyamadığından şikâyet ederdin bu hafta, uyamadığına mı çamaşırları toplamaya çıkmıştın. Yok sa, yok yok aklıma gelen olamaz. Birisi itmiş olabilir miydi, bir boğuşma olduysa, bir ip uçu olmalıydı bir yerlerde, beş katlı dört daireli apartmanda sesi duymuş olanlar olabilirdi, karşı apartmanın dördüncü katındaki kadın ışıkları  ne zaman kalksam yanardı, o belki bir şeyler görmüş olabilirdi, duyarsızdı insanımız bir şey görüp de polise söylemeyenler pekala olabilirdi. Şüpheciliğimi burada konuşturmalıydım. Yoksa aklıma gelen şey mi olmuştu yok yok olamaz dı.

Aklıma getirmekten kaçındığım şey aklımdan çıkmıyordu.

 

Zamanında beni aldatan kızın evine bir şişe şarap alıp beşinci kattaki 22 numaralı kapının zilini bastım, çelik kapı yüzüme kapanabilirdi, beni evine aldı, yaşça benden baya küçüktü, Sosyolojiyi son sınıftaydı, baba şefkati arıyordu, babası bir var bir yoktu, o baba şefkati arıyordu  kendinden yaşça büyüklerde. Bende aklımdan çıkmayan şeyi onun evinde sevişerek çıkarmaya çalışıyordum, pek konuşma olmazdı. Sığınmıştım o eve. Yoksunluklarımız sayesinde birlikteydik. Yoksa dine mi sığınmalıydım.

 

Onun varlığı benim yok oluşum oluyordu, şimdi onun yok oluşu yine benim varlığımı tehdit ediyordu.

Sırtımın ağrısından ölecektim, ya kafamdan ne istiyordum, saçlardan ne istiyordum, kafamın derisini kanatana kadar kazımak neydi, ne arıyordum orada.

 

Annem intihar mı etmişti, yok yok, kaybetmeye katlanamadığı zamanlarda insan en kötü şeyi aklına getirmeye yatkındı, en kötüsünü getirerek kendince karşılaşacağı duruma alıştırma yapmaktı. Bir keresinde bana hayatıma son vereceğim demiştin, bende neden demiştim, kimse beni anlamadı, anlaşılmadım, kabul etmediler bu halimle beni, benim yapmak istediklerim vardı, olmadı, olduramadım, artık bir amacım da yok. Belki sen ..

 

Sağda solda şunu derdim, insanların sözlerine bakmayın davranışlarına bakın, insan sözle kendini her şeye benzetebilir, kendini görmek istediği gibi gösterebilir, görmek istedikleri gibi gösterebilir. Bende hiç sevdiğim birini kaybetmeden ne ahkamlar kesiyordum, şimdi yaptıklarımdan çok farklı konuşuyordum, ben sadece o anlattıklarım gibi olmak istiyordum, ama gerçek olan şimdi yaptıklarım işte. Bundan sonra kendime bakışım nasıl olacaktı, yine böyle başka yapmadığım konularda ahkam kesecekmiydim, kesebilirmiydim ki.

 

 

 Duran Aydoğmuş

Link to comment
Share on other sites

Create an account or sign in to comment

You need to be a member in order to leave a comment

Create an account

Sign up for a new account in our community. It's easy!

Register a new account

Giriş yap

Already have an account? Sign in here.

Sign In Now
×
×
  • Create New...